25 Kasım 2021 Perşembe

 Under The Oak Tree - 195. Bölüm

[Dikkat !!: Hafif  Yetişkin İçerik ]

Yağmur bütün gece devam etti ve şafakta zar zor dindi. Şövalyeler, güneş doğmadan önce çadırlarından emekleyerek çıktılar ve hareketli bir kahvaltı hazırladılar. Dün gece kimse doğru dürüst yemek yemediği için ayrılmadan önce doyurucu bir yemek hazırlamak istediler. Zorlu bir keşif gezisinden sağ çıkmak için iyi bir dinlenme ve iyi yemek yemekten daha önemli bir şey yoktu.

Max, Riftan'ın getirdiği patates güvecinin kasesindeki buharı üfledi ve bitirdikten hemen sonra giyindi. Güneş dümdüz ovaların arkasından gözükürken, keşif ekibi hemen yola çıkmak için hazırlandı.

Max, eyeri Rem'in sırtına sabitledi ve tam üzerine çıkmak üzereyken, Riftan onun arkasından geldi ve kolunu tuttu.

"Sana gelince, sen bunun içinde olacaksın."

Max, Riftan bitümlü kumaşı vagondan kaldırırken gözlerini çevirdi.

"Bugünlük bu şeyi sür."

Max, Riftan'ın dün geceki aktivitelerinden dolayı kendisini incitmiş olabileceğinden endişelendiğini fark edince kızardı. "Ben i-iyiyim. At... sürebilirim."

"Ata binebiliyor olman önemli değil, getirdiğimiz erzakların yarısı zaten tükendi. Düz yollarda seyahat ederken gücünü koru.''

"Lütfen Komutan'ın dediğini yapın. Gücünüzü yeniden kazanmalısınız."

Diğer şövalyeler aktif olarak hemfikirdiler ve fikirlerini ifade ettiler. Max, dün gece olanları muhtemelen herkesin fark ettiğini fark edince utandı, ama masum numarası yaptı ve başını salladı.

Max arabaya binip oturur oturmaz şövalyeler hemen sıraya girdiler ve atlarını yemyeşil ormanda sürmeye başladılar. Max, Rem'in Yulysion tarafından tutulan dizginler tarafından çekilirken nezaketle takip edilmesini izledi, ardından vagonun altını kaplayan kalın saman tabakasına geri oturdu.

Araba çok sallanıyordu ama ata binmekten çok daha rahattı. Sırtını saman yatağına bıraktı ve ciddi bir şekilde uyuyakaldı. Neyse ki, Caldical Ormanı'ndan ayrılana kadar herhangi bir canavar saldırısı yaşamadılar. Max ayrıca yarım gün boyunca vagonda sağlıklı bir şekilde dinlenebildi ve gün batımı geldiğinde gücü dikkat çekici bir şekilde geri döndü.

Max, akşam yemeğini hazırlamaya yardım etmek için hevesle dolaştı. Riftan, Max'in işlerine yardım etmek için etrafta dolaştığını görmekten hoşlanmasa da, onun bunu yapmasını engelleme zahmetine girmedi. Şövalyeler kamp ateşinin üzerinde şişlerde dört parça tavşan eti kızartırken, çırakların ateşin üzerinde büyük bir tencerede fasulye çorbasını kaynatmasına yardım etti. Yemek hazırlandıktan sonra herkes ateşin başına oturdu ve sade ama görkemli yemeğin tadını çıkardı.

Bu zahmetsiz gün sayesinde Max, ertesi gün hiç olmadığı kadar çevik hareket edebildi. Keşif seferi, geniş tarlaları şiddetli bir rüzgar gibi geçti ve kısa sürede kır çiçekleriyle dolu küçük bir çayırdan geçti. Sonunda liman önlerinde belirdi. Max'in gözleri, tepelerin dibinde ortaya çıkan muhteşem sahneye karşı büyüdü.

Masmavi deniz, güneş batıdan parlarken altınla dolu gibi parlıyordu. Rıhtımlar, gemiler ve teknelerle doluydu ve sakin denize doğru hilal şeklinde uzanıyordu. Max, önündeki denizden etkilenmişti, sonra dönüp güvenli duvarlar arasında rahatça yuvalanmış büyük şehre baktı.

Karmaşık yollarla sıralanmış çok katlı, sıkıştırılmış binalara baktığında, şehirde yaşayan nüfusun Anatol'dakinden en az iki veya üç kat daha fazla olduğu sonucuna vardı.

Büyük şehri gören Hebaron neşeyle haykırdı. "Sonunda nefes alabiliyoruz. Bira için bitiyorum."

Riftan, onun neşeyle patlamasına tepki vermedi ve bir durumda seferi tepeden aşağı yönlendirdi. Geldiklerinde, şehir kapılarındaki kimlik tanımlama rutininden geçtiler ve şehre girdiler.

Max gözlerini etrafta gezdirerek başını merakla sağa sola çevirdi. Meşalelerle aydınlatılan ana cadde boyunca sıralanmış sayısız taverna ve han vardı. Sarhoş denizcileri, paralı askerleri ve göğüslerinin yarısı ardına kadar açık kapılardan giren kadınları görebiliyordu.

Hatta bazı kadınlar pencereden dışarı eğilip şövalyelere öpücükler yolladı. Kadınlardan yükselen sarhoş kahkahalara şaşıran Max omuzlarını kamburlaştırdı.

Gabel onu uyarmak için yanına geldi. ''Liman yakınında birçok düşük sınıf insan yaşıyor. Leydinin gözleri için çok uygunsuz olabilir, bu yüzden etrafa bakmamak en iyisi.''

Max dikkatini hızla önündeki yola çevirdi. Sanki daha önce orada bulunmuş gibi, Riftan plazayı geçti ve etrafa bakmadan veya yön sormadan doğruca iskeleye yöneldi. Kısa süre sonra Max, su kenarında demirlemiş büyük gemileri ve tekneleri gördü.

Riftan, iskeleye bakan kalabalık bir binanın önünde durdu. "Evan, git geldiğimizi haber ver ve hizmetçiler gelsin."

Evan Crude emredildiği anda hemen atından atladı ve binaya girdi. Birkaç dakika sonra, ellerinde fener taşıyan birkaç hizmetçi, onların gelişini karşılamak için dışarı çıktı.

Max atından indi ve merakla üç katlı taş binaya baktı. Riftan aniden ona yaklaştı, kolunu onu korumak istercesine omzuna attı ve girişe doğru yürüdü.

"Bu gece burada kalacağız."

Binaya girerlerken Max'in gözleri pürüzsüz arduvaz döşemede, halı kaplı merdivenlerde ve düzenli sıvalı beyaz duvarlarda gezindi. İç mekanın cömertliği, yol boyunca gördüğü ucuz hanlarla kıyaslanamazdı.

"Bu-buurası neresi?"

''Bu mülk Verden ailesine ait.'' Riftan onu bilerek merdivenlerden yukarı çıkarırken açıkladı. ''Verden'ler, kraliyet ailesine ait birkaç ticaret gemisini yönetiyor. Kralın kuzeni Dük Verden tarafından yönetiliyor, bu yüzden büyük bağışlar beklemiyorlar ve bizimki gibi büyük keşif gruplarını barındırıyorlar. Gemilerinden birini kiralayacağız.''

Hizmetçi şövalyeleri kendi odalarına yönlendirdi ve Riftan onu büyük bir yatağın bulunduğu lüks bir odaya götürdü. Ağır zırhını birer birer çıkardı ve yere bıraktı. Max pencereleri açmaya gitti ve batan güneş tarafından yutulduğunda kırmızıya dönen denize baktı.

Deniz melteminin balık kokusu burnunu gıdıkladı ve dalgaların iskeleye sert çarpması canlı bir şekilde duyuldu. Sonsuz ufka bakan Max'in kalbi anlaşılmaz duygularla doldu. Deniz, kitaplarda anlatılandan çok daha etkileyici ve görkemliydi.

"Hizmetçilere banyo hazırlamalarını emrettim. Değiştirmek için temiz kıyafetlerin kaldı mı?''

Max ona bakarken başını olumsuz anlamda salladı. Tüm ağır zırhını çıkardıktan sonra, Riftan ona doğru yürüdü ve yüzündeki saç tutamlarını geriye doğru savurdu.

"O zaman bu gece çıplak uyumaktan başka seçeneğin olmayacak." Sözlerinin ardındaki cinsel imalar yüzünden yanakları kızardı ama Riftan sert elleriyle onun yanaklarını kavrayıp dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdu. "Yoruldun mu?"

"İ-iyiyim." Gerçekte, Max aşırı derecede bitkindi ama bunu Riftan'a söyleseydi, hemen ayrılır ve ancak gece yarısından sonra geri dönerdi.

Kollarını onun beline saran Max, yüzünü onun sağlam göğsüne ovuşturdu. Riftan onun ani cesareti karşısında kaskatı kesildi ve gözlerini kırpıştırdı, sonra gülümseyerek pencerenin yanına oturdu. Daha sonra sıkıca örülmüş saçlarını dikkatlice serbest bıraktı ve parmaklarını gevşek buklelerin arasından dikkatlice geçirdi. Max ona doğru eğildi, uzun parmaklarını onun karışık saçlarının arasında taramasını hissetmenin tadını çıkardı. Riftan bir süre düğümleri okşadı, sonra omuzlarındaki sıkıca düğümlenmiş kaslara avuçlarıyla masaj yapmak için harekete geçti.

Omuzları gevşediğinde, hizmetçiler banyo suyu ve temiz havlularla geldiler. Kıyafetlerini çıkardılar ve küvette yan yana oturup birbirlerinin vücutlarını yıkamaya başladılar. Max Riftan'ın saçlarını cömertçe sabunla köpürttü ve Riftan da nazikçe Max'in sırtını ve omuzlarını bir havluyla ovuşturdu. Kendilerini iyice temizledikten sonra kurulandılar ve yatağa uzandılar, dudaklarını bir araya getirerek uzun, tutkulu bir öpücüğü paylaştılar.

Artık hedeflerine güvenli bir şekilde ulaştıklarına göre, Riftan sefer sırasında olduğundan çok daha yumuşak ve rahat davrandı. Zamanın tadını çıkararak, teninin her santimine dokundu, vücuduna girmeden ve nazik dalgalar gibi yavaşça hareket etmeden önce onu hazırladı. Max onun kucağında tamamen kaybolmuştu. Riftan'ın elleri zaman geçtikçe daha becerikli hale geldi. Max onun kendisini ezen güçlü vücuduna, teninde gezinen sıcak dudaklara, bacaklarının arasındaki girişi doldurduğu hissine ve bunun ona verdiği şehvetli karıncalanmalara hayrandı.

Tamamen bitkin düşene kadar tekrar tekrar yaptılar, kuştüyü yatağın üzerine çöktüler. Midelerini bol meyve ve baharatlarla tatlandırılan doyurucu yemeklerle doyurdular. Sarmaşıklar gibi iç içe dolanmış uzuvlarıyla uyudular: birkaç hafta sonra geçirilen tatlı ve rahatlatıcı bir zamandı.

Ancak bu huzurlu an, ertesi günün ışığında korkunç bir şekilde sona erdi. Riftan ciddi bir yüzle geri döndü ve Max hizmetçilerin dün akşam yıkadığı temiz kıyafetleri toplarken çabucak zırhını kuşandı.

Yolculukları bitmemişti, daha yeni başlamıştı. Önümüzdeki 7 veya 10 gün boyunca gemiyle Livadon'un başkenti Levan'a seyahat edeceklerdi. Ve bundan sonra, Remdragon Şövalyeleri kendilerini bekleyen trol ordusuna karşı uzun bir savaşa gireceklerdi. Kendilerinden önce giden keşif ekibine ne olduğunu hatırlayınca Max'in yüzü bulutlandı. Sırf limana güvenli bir şekilde ulaştıklarından dolayı rahatlamış hissetmesinin sırası değildi. Gelecekte daha zor bir yolculuk vardı.

Max kahvaltı için Riftan'la aşağı indi, sonra şövalyelerle birlikte iskeleye gittiler. Büyük gemiler rıhtımda sıralanmıştı ve gemide, mal varillerini taşımak için bir aşağı bir yukarı koşuşturan isle kaplı denizciler vardı. Bazıları direği, halatları ve yelkenleri inceledi.

Max, insanlarla dolu hareketli, gürültülü limandan gözlerini alamıyordu. Riftan, rıhtımın uzak ucunda demirlemiş geminin önüne kaptanla konuşmaya gitti. Hebaron'a göre, denizde seyahat ederken yetkin bir kaptana sahip olmak en hayati koşuldu. Bu yüzden kaptanın güvenilir bir adam olduğundan emin olmak için zaman ayırmak önemliydi. Kaptan, Riftan'ın inatçı ve titiz sorularının her birine, herhangi bir hoşnutsuzluk belirtisi göstermeden, sakin bir profesyonellik ile yanıt verdi.

''Çıkış için tüm hazırlıklar birkaç gün önce tamamlandı. Prenses Livadon'a gitmeden önce, Remdragon Şövalyeleri'nin geldikleri anda gemiye binebilmeleri için hazırlanmanız gereken her şeyi sipariş etmişti."

Max'in gözleri prenses kelimesini duyunca büyüdü. Prenses Agnes de mi Livadon'a gitti?

Onun aksine, Riftan bunu bekliyormuş gibi sakinliğini korudu. "Kraliyet Şövalyeleri ne zaman ayrıldı?"

"Yaklaşık dört gün önce buraya geldiler ve hemen Livadon'a gittiler."

"Livadon'dan haber var mı?"

Kaptan sert bir şekilde başını salladı. "Düşmanın Louiebell Kalesi'ni ele geçirmesinden bu yana kimse kaçmayı başaramadı gibi görünüyor. Canavarlar tarafından fethedilen toprakları geri almak için şiddetli bir savaş olduğu dışında, durumla ilgili ayrıntıları kimse bilmiyor.''

Riftan'ın yüzü sertleşti ve arkadan dinlerken şövalyelerin yüzleri karardı. Kaptan, üzerlerinde uçan ani kasvetli aura karşısında gerginleşti.

"Dilerseniz hemen yola çıkabiliriz. Zaten gemiye bol miktarda yiyecek ve su yüklendi.''

"Atlar için yeterli yer var mı?"

"Elbette gemideki ahırlar da bakımlı."

Riftan, şövalyelerden bazılarını yanına aldı ve durumunu kontrol etmek için gemiye gitti, sonra hemen yola çıkabileceklerine karar verdi. Şövalyeler atlarını kulübeden çıkardılar ve onları geminin ahırlarına bindirdiler. Max gemiye bindi ve atın yeni çevre tarafından ürküp çılgına dönmesi ihtimaline karşı Rem'e bindirilmesini bir denizciye bıraktı.

Geminin güvertesine çıkar çıkmaz kalbi korku ve garip bir heyecanla çarpmaya başladı. Max derin bir nefes aldı ve güneş ışığının altında parıldayan sakin denize baktı.

"Maxi, parmaklıklara bu kadar yakın durma."

Atların binişine nezaret eden Riftan onu yanına çağırdı. Savaşa gidecekleri zaman heyecanlı bir çocuk gibi davrandığı için utandı. Sakinliğini yeniden kazanan Max, ona doğru yürüdü.

Ç/N: Çok şükür kötü günleri geride bıraktık, sırada daha kötü günler var..

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

 Under The Oak Tree - 194. Bölüm

[Dikkat!! : Yetişkin İçerik ]

Max geriye doğru sendeledi, sırtı sert bir ağaç gövdesine çarptı. Riftan hemen aralarındaki mesafeyi kapattı ve dudaklarını onunkilere bastırarak göğüslerini tuttu. Güçlü, sıcak dili ağzına girdi ve açgözlü bir şekilde hareket etti.

Bu, paylaştıkları en ham ve en vahşi öpüşme deneyimiydi. Şiddetli yağmur yüzlerine, omuzlarına ve sırtlarına acımasızca yağmaya devam etti. Ağaç dallarından sarkan yapraklar uçuştu ve yanaklarına yapıştı. Riftan yanaklarını, çenesini ve göz kapaklarını öperek geri çekildi.

Max'in göğsünde nefes nefese kalmasına yetecek kadar yer açtı. Yağmur kokusu ve ıslak yaprakların tatlı kokusu her derin nefeste Max'in ciğerlerini dolduruyordu. Riftan eğildi ve göğüslerinin uçlarından süzülen yağmur damlalarını yaladı, sonra da açgözlülükle höyüklerini hızla emmeye başladı. Şiddetli bir fırtınanın altında sıkışıp kalmak kadar yoğundu. Max Riftan'ın sırılsıklam olmuş kıyafetlerine o kadar sıkı yapıştı ki yırtılma noktasına geldiler.

Riftan sırayla göğüslerini okşarken öpücükler yağdırdı, sonra sırılsıklam tuniğini başının üzerinden çekip çıkardı. Max ona bakarken gözleri titriyordu. Yağmur damlaları Riftan'ın geniş, mermer gibi omuzlarından sekerek sıkı, çıplak gövdesinin etrafında belli belirsiz bir ışık hüzmesi oluşturdu.

Heyecan verici bir karıncalanma Max'in tüm tenini kapladı. Max kollarını onun kalın boynuna doladı ve Riftan açgözlü öpücükler bırakmak için hamle yaptı, sonra bir elini onun bacaklarının arasına kaydırdı. Max'in tüm vücudu, eli hassas bölgesini araştırmaya başladığında, sadece yıldırım çarpmış gibi titredi.

Ezici zevk dalgasına karşı koyamayan Max, Riftan'ın boğazından bir hırıltı çıkarken, onun sıkı tutuşundan kurtulmak için mücadele etti.

"Yapma. Daha fazla dayanamıyorum." Riftan'ın yüzü sanki son derece korkunç bir acıya katlanıyormuş gibi ciddi bir şekilde çarpıktı. "Gerçekten...Sınırıma ulaştım."

Max onun çaresiz gözlerine bakarken ürperdi. Riftan onunla aynı umutsuz dürtüye dalmıştı. Hayır, muhtemelen onunkinden daha derine.

Parmakları kadının derinliklerine kaydı ve nazik bakımlarına başladı. Max dudaklarını Riftan'ın omuzlarına bastırdı ve aralıklı iniltiler çıkardı. Kolları ve bacakları erimiş gibiydi, sinirleri o kadar gergindi ki, onun en ufak uyarılarında tüm vücudu sarsıldı. Sanki Max'in hassas tepkisiyle tüm sabrı tükenmiş gibi, Riftan pantolonunu indirdi ve doğruca onun içine girdi.

Dar gizli bölgesinin Riftan'ı kabul ettiğini hissettiğinde Max bastırılmış bir inilti çıkardı. Sanki yanan bir ateş topuyla vurulan bir gemi gibiydi. Aniden gelen aşırı baskıyla mücadele etti, ama adam onu ​​bir yılanın vücuduna hapsolmuş bir fare gibi sıkıca kollarının arasında tuttu.

Max derin bir nefes aldı ve Riftan'ın vücudunu sımsıkı ovuşturdu. Riftan sağlam uylukları onunkinin içine bastırdı ve kaslarıyla kaplı pürüzsüz karnı, yumuşak karnına nazikçe yapıştı. Kısa süre sonra Riftan beline tutundu ve hızla hareket etmeye başladı. Max destek için ona tutunarak aşağı yukarı sallandı. Riftan içini her kazdığında vücudu titredi ve ciğerleri patlayacakmış gibi şişti. Yağmur suyu kirpiklerinden süzülüp yanaklarından aşağı akarken görüşü bulanıktı. Belki sadece yağmur suyu değildi, yoğun tutkudan gözyaşları da aktı. Max çıldırmak üzereymiş gibi başını salladı.

''Ri-Riftan…''

Riftan onu ağaç gövdesine yasladı, daha derine indi ve derinliklerine daha hızlı çarptı. Vücudu kenara fırlatıldı ve sarsıldı, hareketlerini kaldıramadı. Max umutsuzca ona sarıldı, sonra Riftan onun elini tuttu ve parmaklarını sıkıca onunkilere doladı. Kısa bir süre sonra, Riftan'ın vücudu sertleşti ve Max içinde ılık bir şeyin yayıldığını hissetti. Max, sansasyonel deneyim karşısında titredi, keskin orgazm tüm vücudunu ufaladı.

"Kahretsin…"

Nefes nefese kalırlarken Riftan onu kollarında tuttu. Max yanaklarını onun omzuna yasladı, çekilen tüm enerjiden vücudu sarktı. Uylukları hala bu histen titriyordu ve bacaklarında güç kalmamıştı. Riftan dikkatle kendini ondan çıkardı ve Max'in hıçkırıklarını yatıştırmak için ona sarıldı. Ardından, kaba ellerinden biriyle pantolonunu yukarı çekti ve Max'in vücudunu örtmek için kendi tuniğini üzerine örttü.

Yağmur daha ince bir tabakaya dönüşmüştü ve şimdi nazikçe tenlerine yağıyordu. Riftan onu kaldırdı ve çadırlarını kurduğu yere doğru yürüdü. Max ancak o zaman nihayet aklını başına topladı ve endişeyle etrafına bakındı. Neyse ki, tüm şövalyeler yıkanmayı bitirmiş ve çadırlarına girmiş gibi görünüyordu, bu yüzden onları görecek kimse yoktu.

Riftan dizlerinin üzerinde çadıra girdi ve Max'i onlar için yaptığı yatağa yatırdı. Hazırladığı yatak takımlarının ıslak yağmur tarafından harap olup olmaması umurunda değilmiş gibi görünüyordu. Islak tuniği vücudundan atarken, onun üzerine yükseldi.

"Sadece bir kez daha…"

Max, tutkuyla yanan siyah göz kürelerine boş boş baktı. Daha sonra ağzıyla göğüslerini okşadı ve tekrar kalçalarının arasına yerleşti. Büyük bir et hemen vücuduna saplandı ve ondan acınası bir hıçkırık kazandı. Orgazmın doruk noktasından kaybolmasına rağmen, Max'in özel kısmı uyarılara karşı hala son derece hassas hissediyordu ve görüşünün üzerinde kıvılcımlar uçuşmasına neden oluyordu.

Riftan eğildi, dirseklerini onun omuzlarının yanına koydu ve yavaşça içeri ve dışarı doğru hareket etmeye başladı. Kocaman, taş gibi vücudu onunkini şiddetle bastırdı. Max, dudaklarından kaçmak üzere olan iniltileri bastırmak için dişlerini sıkıca Riftan'ın  koluna geçirdi. Riftan, verdiği acı bile onun zevklerini uyandırmış gibi titriyordu.

"S*ktir…"

Kısa süre sonra, tuttuğu tüm kısıtlamaları bırakmış gibi onu sürmeye başladı. Max'in beynini karmakarışık bir kargaşaya sürükleyen zevk, bitmek tükenmek bilmeyen bir duyguydu. Max, güçlü bir doruk noktasının eşiğinde olduğu hissini bastıramıyordu, öfkeli bir kedi gibi onu tırmalıyordu.

Riftan, onu yatıştırmak istercesine dudaklarının, yanaklarının ve göz kapaklarının her yerine öpücükler dökerek, hızla onun içine çarpmaya devam etti, sonunda doruklarına ulaşmaları ve hareketlerini güçlü bir itişle bitirmelerine kadar geçen süreyi uzattı. Max'in kafası, sanki kırılmak üzereymiş gibi vücuduna uyguladığı kuvvete karşı geriye doğru eğildi.

Ciğerleri patlamak üzereymiş gibi şişti ve başı bu histen bulanıklaşarak döndü. Max bulanık bir görüşle loş çadırın çatısına baktı ve gözleri yavaşça kapanırken vücudu düştü. Üzerine bir uyuşukluk geldi ve çok geçmeden karanlık onu yuttu. Max, Riftan'ın vücudunun altında bayılıyormuş gibi uykuya daldı.

***

Max, ıslak bir havlunun vücudunu sildiğini hissedince gözlerini kıstı. Gecenin karanlığı o farkına varmadan etrafını sarmıştı. Çadırın üzerine yağan yağmurun sesini dinlerken oturmaya çalıştı, kalçalarının arasında hissettiği dokunuşla inledi. Riftan onu hafifçe iterek geri yatırdı ve yanan özel bölgesini ıslak bir havluyla sildi.

"Bacaklarını kaldır, seni giydireceğim."

Karanlıktaki figürüne bakan Max, bacaklarını yavaşça kaldırdı ve temiz bir iç çamaşırı giydirilmesine izin verdi. Riftan sonra gövdesini kaldırdı ve küçük bir çocukmuş gibi kafasından temiz bir tunik geçirdi. Max tuniği dizlerine kadar indirdi ve örtülere yaslandı. Riftan'ın dönüp çantaları karıştırdığını duydu.

''Yağmur yağmaya devam ettiği için yemek pişiremedik. Şimdilik bunu ye."

Max, ona verdiği, yumruk büyüklüğünde bir elma olan yemeği özenle kabul etti. Artık uygun görgü kurallarını umursamadan yüzüstü yatarken elmayı ısırdı. Riftan bayat ekmeği küçük parçalara ayırdı ve bir kuşu besliyormuş gibi nazikçe onun ağzına itti.

"Geceyi burada geçireceğiz. Yağmur durur durmaz tekrar hareket etmeye başlayacağız.'' Riftan bir bacağını uzatarak onun yanına oturdu. Tereddütle ona baktı, sonra sonunda dudaklarını açtı ve sordu. ''Vücudun iyi hissediyor mu?''

Max herhangi bir rahatsızlık olup olmadığını kontrol etmek için vücudunu hareket ettirdi, ama inleyerek yüzünü çabucak battaniyelere gömdü. Sırtı sanki bıçaklanmış gibi acıyla zonkluyordu ve bacaklarının arasındaki hassas bölge ağrıyor ve eziliyordu. Riftan ne yapacağını şaşırmış gibiydi ve içini çekerek sırtını okşadı.

"Seni incittim mi?"

"Ha-hayır. acıtmıyor. Sadece… hareket etmesi…biraz zor.. ''

Riftan küfretti ve yüksek sesle inledi. "Lanet olsun, o zamandan beri geri tutuyorum... Bunu yapmak istemedim. Bir anda dizginlerimin kontrolünü kaybettim…''

"Bunca zamandır... kendini tutuyor muydun?"

Riftan sanki onun sorusuna şaşırmış gibi, aralarından bir anlık sessizlik geçti. Riftan karanlıkta bir süre hareketsiz kaldı, sonra aniden uzanıp Max'in yanağını sıktı.

"Bir insanın acılarından nasıl bu kadar habersiz olabiliyorsun?"

Max, Riftan'a karşı bilgisiz olmakla suçlanması karşısında şok içinde ağzını kapattı. Her zaman narin ve hassas olanın kendisi olduğunu ve Riftan'ın kadınlar hakkında en ufak bir bilgisi olmayan, duygusuz bir adam olduğunu düşündü. Max, yanağında bir karıncalanma hissederek ona baktı.

"Riftan... sen tuhafsın! Bütün gün ıstırap çekerek... böyle hi-hissettiğini nereden bilebilirim ki? Üstüne üstlük... ben... çekici bile görünmüyordum."

Kendini utandırmadan Riftan'a bu iğrenç görünüşünü nasıl anlatacağını bilmiyordu. Rüzgâr yüzünden saçları her yere dağılmıştı, kıyafetleri kir içindeydi ve yüzü terden ıslanmıştı. Böyle görünen bir kadına şehvetle bakacağını kim bilebilirdi ki?

Ancak, Riftan'ın olaylara kendi tarafından tamamen farklı bir bakış açısı varmış gibi görünüyordu. Riftan nasırlı eliyle kendi alnını sertçe ovuşturdu ve cevap verdi.

"Kızarmış yüzün, ışıl ışıl gözlerin, terden vücuduna yapışmış kıyafetlerin ve gevşek saçların..." İnledi ve boş boş tavana bakmak için döndü. "Bu, hayatım boyunca yaptığım en zor keşif."

"Ben... zor zamanlar geçirdiğini bilmiyordum..." Max nefesinin altından mırıldandı.

Söz konusu cinsel ilişki olduğunda Riftan'ın enerjisi hakkında iyi bir bilgiye sahipti, ancak gergin bir yürüyüş altında olmalarına rağmen şehvetli arzularını geri tuttuğunu kabul ettiğini duymak şok ediciydi. Bunca zaman çadırın dışında uyumasının nedeni bu olabilirdi. Riftan içini çekti ve Max ona boş boş bakarken battaniyeyi üzerine çekti.

"Ama yine de, sonuna kadar dayanmayı planlıyordum. Keşif gezisinin hemen ardından bunaldığını biliyorum. Biraz daha dinlenmene izin vermeliydim..." dedi ve hafifçe küfretti. "Aklımı kaybettim."

"Bi-bir şey yok.. Hoşuma gitmedi değil. Sadece beni şaşırttı… ve… harikaydı…''

Max düşünmeden söyledi ve hemen kızardı, ama bunu sadece onu rahatlatmak için söylemedi, Riftan'ın ona olan arzusuyla aklını yitirdiği için kendinden geçmişti. Max, yağmurun altında ona verdiği bakışı hayatı boyunca asla unutmayacaktı.

Hayatında ilk kez, böylesine canlandırıcı bir anın hayatında bir daha asla olmayacak olması onu korkutsa da, kendini nefes kesici güzellikte bir yaratık gibi hissetti. Max uzandı ve onun koluna dokundu.

Riftan yanına yattı ve ona sımsıkı sarıldı. "Böyle şeyler söyleme. Gerçekten aklımı kaybetmemi mi istiyorsun?"

Riftan homurdandı ve yanağını şefkatle Max'in omzuna ovuşturdu. Max onun ensesini gıdıklayan nefesinin sıcaklığına kıkırdadı. Tamamen bitkindi, ama memnundu ve her zamankinden daha fazla yüceltildi. Max onun kollarına gömüldü ve yağmurun sesini dinlerken tekrar uykuya daldı.

Ç/N: En pasaklı halinde bile karısına bakış açısı ve onu arzulamasıyla yok mu Riftan'a şöyle yılın kocası adına bir alkışşş (◞ꈍ∇ꈍ)◞⋆**

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

 Under The Oak Tree - 193. Bölüm

[Dikkat!!: Hafif Yetişkin İçerik ]

Ancak, ne yazık ki gökler dualarını duymuyor gibiydi. Beş gün boyunca kavurucu güneşin altında seyahat ettikten sonra, bırakın bir dereyi, görünürde tek bir su birikintisi bile yoktu. Nadiren dağılmış ağaçlar ve dikenli çalılar vardı, ancak su bulmak son derece zordu. Arabalarda dağ gibi yığılan su fıçılarının çoğu hızla tükendi. Doğal olarak, vücutlarını yıkamak söz konusu bile değildi.

Keşif bütün gün ıssız arazide tek bir çimen bile olmadan ilerledi. Hepsi ter ve toz içindeydi ve şimdiye kadar iki canavarla daha karşılaştılar. Bir zamanlar kayalık bir araziden geçerken üç yarı ejderha üzerlerine atladı ve ertesi gün taşıdıkları tüm vagonlar kayaların arasına gizlenmiş bir semender tarafından neredeyse küle döndü. Max ateş saçan dev kertenkele tarafından dehşete düştü, ancak şövalyeler semenderin vücudundan değerli bir ateş mana taşı elde etmekten memnundu. Max'in artık canavar cesetlerinin parçalara ayrılmasını izlemeye dayanacak kadar sert bir midesi vardı, ama zaten başka seçeneği de yoktu.

Aslında, son birkaç gün içinde birkaç canavarla karşılaştılar ve şövalyelerin yemek için avladıkları hayvanları temizlediklerini sık sık görmüştü. Bu onun ince ve hassas sinirlerini kırmıştı, bir kayanın yarıkları arasında sevimli bir tavşan bulduklarında artık parlak bir şekilde gülmüyordu. Bunun yerine, o akşam yemeğindeki yahni için bir malzeme olduğu konusunda kasvetli bir düşünceye sahip olacaktı. Kendisindeki bu değişikliğin iyi mi yoksa kötü mü olduğunu kestiremiyordu.

"Komutan, fazla su kalmadı. Bugün en azından bir su birikintisi bulmalıyız.''

Atları beslemek için ara verdiklerinde Evan seslendi. Bir kayanın üzerinde oturan ve bir parça kuru et çiğneyen Riftan, arabada kalan tek su fıçısını görmek için omuzlarının üzerinden baktı. Max, Riftan'ın kaşlarının arasında oluşan kırışıklığı görebiliyordu. Bir an etrafına baktı, sonra herkesin duyabileceği net bir sesle sakince cevap verdi.

''Öğleden sonra Caldical Ormanı'na ulaşabiliriz. Sadece dört saat daha dayanmamız gerekiyor.''

Max merakla ona baktı, rotaları nasıl bu kadar doğru tahmin edebildiğini merak etti. Etrafında kayalar ve dikenli çalılardan başka bir şey yoktu, ama Riftan her zaman tam olarak hangi yöne gideceğini ve oraya varmanın ne kadar süreceğini biliyordu. Seferi her zaman büyük bir liderlik ve sarsılmaz bir inançla yönetti ve şövalyeler onun kararlarından asla şüphe etmediler. Şövalyelerin Riftan'a sunduğu mutlak güvenin temeli, onun becerileri ve sağduyusuydu.

Dinlendikten sonra tekrar at sırtında yola çıktılar. Durmadan saatlerce yol aldılar ve çok geçmeden Riftan'ın dediği gibi ufuklardan sisli bir yeşil alan belirmeye başladı. Max, omuzlarına çöken yorgunluğunu unuttu ve atını şiddetle ormana doğru dörtnala koşturdu. Birkaç dakika sonra keşif ekibi, ağaçlarla dolu sık ormana ulaştı. Uzun yaprakların sağladığı koyu gölgenin altına sığındıklarında Max derin bir nefes aldı.

Etraflarındaki hava sıcaktan hala bulutluydu, ancak güneşi kaplayan yemyeşil yapraklar sayesinde sıcağı çok daha katlanılabilir hale getirdi. Ancak, bir süre ormana girdikten sonra hala görünürde su yoktu, küçük bir su birikintisi bile yoktu. Max giderek daha endişeli hale geldi. Bugün yıkanamayacak olsaydı muhtemelen buna dayanamazdı. Lütfen… etrafa bakarken yalvardı, dar, benekli bir pınarın bir an için bile görebileceğini umarak. Sonra Riftan aniden hareket etmeyi bıraktı ve onlara haber verdi.

"Burada kamp kuracağız. Yağmur yakında yağacak. ''

Max yaprakların arasından berrak gökyüzüne baktı. Güneş tepelerinde parlıyordu ve hava yoğun bir şekilde boğucuydu. Gerçekten yağmur yağacak mı diye merak etti ama tek kelime etmeden atından indi. Şövalyeler şimdiden ağaçların arasına çadırlarını kurmuş, yiyecek ve yakacak odunlarının sırılsıklam olmaması için vagonların üzerini titizlikle bitümlü örtülerle kaplamıştı. Max, Rem'i meşgul şövalyelerin arasından geçirdi ve dizginleri büyük bir ağacın etrafına bağladı, sonra eyeri çıkardı. Elinde çantasıyla çadırına doğru yürürken, Riftan aniden arkasından gelip yükü elinden aldı.

"Gel benimle."

Max onu şövalyelerin toplandığı yerden uzağa ve uzun, kalın, yapraklı bir ağacın altına kurulmuş büyük bir çadıra kadar takip etti. Riftan çantalarını içeri attı ve içeri girmesi için kapağı açık tuttu. Max içeri girip içini çekti, Riftan ondan ayrılmadan önce ona iyi olmasını ve olduğu gibi kalmasını söylüyormuş gibi sert bir bakış attı.

Yer, zemini oldukça yumuşak yapan bitüm astarlı bezler ve kalın battaniyelerle kaplıydı. Bütün günü bir eyerde geçirdikten sonra, ağrıyan sırtını kucaklayan pelüş battaniyelere minnettardı. Çizmelerini çıkardı ve bir kenara koydu. Günlerce terden sırılsıklam olmuş kıyafetlerini çıkarmak istedi ama elinde temiz sadece bir tunik kalmıştı. Mümkünse banyo yaptıktan sonra değiştirmek istiyordu. Ama bugün bir su kaynağı bulabilecekler miydi?

Su aramak için ormana girip girmemesi gerektiğini kafasında tartışırken, yağmur damlalarının sesi duyulabilir bir şekilde dökülmeye başladı. Max irkilerek kafasını çadırdan çıkardı. Aniden, artık solgun, bulutlu gökyüzünden kalın yağmur damlaları düşmeye başladı. Max, Riftan'ın nereye sığındığını görmek için çadırın kapağını sonuna kadar kaldırdı, ama onun çadırından sadece birkaç adım ötede yüzünü ve boynunu ovuşturduğunu gördü. Gözlerini kırpıştırdı, ne yaptığını anlayamadı. Riftan döndü ve ona dışarı çıkması ve şiddetli yağmurun altına girmesi için işaret etti.

"Maxi, buraya gel."

Riftan aniden zırhını çıkardı ve yere bıraktı. Tuniği anında yağmur suyuyla ıslandı ve bu sadece Riftan değildi. Nöbet tutmak zorunda oldukları için zırhlarıyla kalanlar dışında, tüm şövalyeler zırhlarını çıkardılar ve yağmurun kurumuş teri ve kiri temizlemesine izin verdiler. Herkes suda oynarken heyecanlanan çocuklar gibi davranıyor, hatta bazıları saçlarını yıkamaya başlıyordu, Hebaron utanmadan gömleğini çıkarıp gövdesinin her santimini ovmaya başladı. Max onları şaşkın bir bakışla izledi.

"Gel buraya. Şimdi kendini yıkamazsan, yıkanmak için başka bir şansın olmayabilir."

"A-ama..."

Böyle, vücudunu mütevazı bir şekilde dışarıda yıkamanın hiçbir yolu yoktu. Kesin bir dille reddetmek istedi ama vücudunu ona yapışan pisliklerden arındırmak için can atıyordu. Max, yağmurun tadını çıkaran şövalyelere kıskançlıkla baktı ve sonunda, kiri temizleme arzusu, kişisel çekincelerinin üstesinden geldi. Çantasındaki sabunu aldı ve sürünerek çadırdan çıktı. Kalın yağmur damlaları anında tüm vücudunu ıslattı ve Max, yüzüne çarpan soğuk suyun ferahlatıcı hissiyle inledi. Şövalyeler gibi kıyafetlerini çıkaramasa da, en azından saçını ve yüzünü yıkamak için bir ağacın arkasına saklanabilirdi, bu yüzden çadırın arkasına yürüdü ve yağmur durmadan saçlarını çabucak köpürdü, ama Riftan onu takip etti ve kolundan yakaladı.

"Bu tarafa gel."

Max neden olduğunu bilmeden ıslak çimenlerin üzerinden geçerek onu takip etti. Riftan onu kalabalıktan uzaklaştırıp sık çalılar ve ağaçlarla dolu bir yere götürdü. Riftan onu büyük bir kayanın arkasına getirdi, sonra bir bez çıkardı ve ağaç dallarına bağladı ve anında onun için özel bir alan yarattı.

"Buraya kimsenin yaklaşmasına izin vermemelerini söyledim, o yüzden rahatla ve gönlünce yıkan."

Max gözlerindeki yağmur damlalarını sildi, sonra şövalyelerin toplandığı yöne bakmak için döndü. Onun için yarattığı bu kapalı alan ve aralarında sık ağaçlar ve çalılar olduğu için onları göremeseler de, yine de son derece huzursuz hissediyordu. Ancak, bunu derinlemesine düşünmenin zamanı değildi. Yıkanmak için yakıcı bir arzusu vardı ve yağmurun ne zaman aniden duracağını kestiremiyordu.

Max, muşambanın üzerinden Riftan'ın yüzüne baktı, sonra Riftan nöbet tutuyormuş gibi geri adım attı. Ardından Max hızla kıyafetlerini çıkardı. Çıplak tenine çarpan yağmur damlaları ürpermesine neden oldu, garip bir duyguydu. Ardından kıyafetlerini yakındaki bir dala astı ve avuçlarının içiyle derisinin her santimini ovuşturdu; biriken teri ve kiri ovaladı.

Ya aniden bir yabancı çalıların arkasından fırlarsa ya da vahşi bir hayvan ya da bir canavar aniden saldırırsa? Endişelerinden titriyor olsa da, Max tüm vücuduna sabun sürdü, kendini iyice temizledi ve gelişigüzel saçlarını yıkadı. Neyse ki yağmur yağmaya devam etti ve yavaş yavaş daha şiddetli yağmaya başladı. Damlalar o kadar ürkütücü bir şekilde düşüyordu ki çevre neredeyse puslu bir beyaza dönüştü. Kalın yağmur perdesi inerken görüşü bulanıklaştı ve dudaklarından tuhaf bir gülümseme dökülürken endişeleri azalmaya başladı: Hayatında böyle bir ormanda yağmurun altında yıkanacağını hiç düşünmemişti.

Max güldü ve başını geriye yatırarak suyun saçındaki ve yüzündeki sabunu yıkamasına izin verdi. Elde ettiği temizlikten memnun, ıslak kıyafetlerini almak için döndü, aniden Riftan ile arasındaki ayrımın ortadan kalktığını fark etti. Max bir adım geri çekildi ve şaşkınlıkla etrafına bakındı. Bitümlü kumaşı taşıyan halatlar, yağan yağmurun şiddetine dayanamamış ve gevşemiş gibiydi. Kumaş şimdi yerde çaresizce bir daldan sarkıyordu.

Riftan diğer tarafta dimdik durdu, bir heykel gibi hareketsizdi ve Max onun yüzünde okuduğu ifadeyle donakaldı. Yakıcı bakışları kadının ıslak omuzlarında, üzerlerine düşen saçlarında gezindi, ardından uzun süre göğüslerinde takılı kaldı. Riftan'ın kalın boynu sarsıldı ve gerildi. Bakışları düz karnına, solgun uyluklarına, sonra mavi damarlarla kaplı beyaz ayaklarına, sonra tekrar gözlerine dönerken Max boğazının yandığını hissetti. İçini tuhaf bir çaresizlik kapladı. Riftan sanki onu ilk kez çıplak görüyormuş gibi büyülenmiş bir bakışla ona bakıyordu, ona verdiği tepki sadece Max'in utancını büyüttü.

Max kızardığını hissetti ve göğsünü örtmek için çabucak elbiselerini tuttu. Ancak, Riftan geniş bir adımla ona yaklaştı ve elini tuttu. Yağmurdan soğumuş sert parmakları onunkilere kenetlendi.

"Yapma." Sesi nefes nefeseydi, yağmurun şiddetli sesine karşı zar zor bir fısıltıydı. "Biraz daha bakayım. Biliyor musun ben ne kadar...''

Sözlerini bile doğru dürüst söyleyemedi. Max başını kaldırıp ona baktı, Riftan tuzağa yakalanmış bir kuş gibi titriyordu, bir şey için yalvarıyordu. Riftan'ın dudaklarından bastırılmış bir inilti çıktı ve vücudu sanki kendi kendini kontrolü bir iplik tarafından sallanıyormuş gibi titredi. Uzanıp elini kadının vücuduna bastırdı, gözlerinin önündeki ayartıya karşı koyamadı.

Ç/N: Yağmur, yaağğmurr, yaağmurr, yaağmurrr geri verecek buharlaşan sevgimiziii..(∫˘▽˘)∫  Riftan'ın ipler koptu hadi bakalım

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm