25 Kasım 2021 Perşembe

 Under The Oak Tree - 198. Bölüm

Gösterinin ardından parmaklıklara yaslanan şövalyeler alkışladı. Max bile ellerini çırptı ve denizciyi övdü.

''Ho-hoşnut edici bir performanstı. Ama festivalde dinlediğim şarkıyla karşılaştırıldığında… Bence biraz farklı.''

''Adelian'ın şiirinin sözleri ve mısraları bölgeden bölgeye biraz farklılık gösteriyor. Bu, Roem'in başkenti Gillian'dan gelen şarkının ikinci dizesiydi. Leydi şarkı sözlerini beğentisine uygun bulmadı mı?''

Max hızla başını salladı. "Çok... güzel bir şarkıydı."

"Leydi'nin bundan hoşlandığını söylemesine sevindim."

Denizcinin ağzı neşeli bir gülümsemeyle genişledi. Bir kolunu karnının önüne koydu ve kibarca eğildi. Max'in yanında sessizce çorbasını yudumlayan Riftan, ceplerini karıştırdı ve denizciye bir denar fırlattı.

''Karımı mutlu etmenin bir ödülü. Ne zaman boş zamanın olursa, ona duymak istediği şarkıları çalın.''

''Zevkle''

Denizci, bir altın sikke olan cömert ödüle sevinerek gülümsedi. Riftan boş kasesini bir kenara koydu ve sonra Max'i kendisininkini de bitirmeye çağırdı. Max yahnisini bitirdiğinde, şafağın soluk parıltısı yaklaşıyordu. Koyu mavi denizin üzerinde parlayan gümüşi beyaz güneş ışınlarını izledi, sonra Riftan onu odalarına kadar eşlik etti. Kapının eşiğinde durup nazikçe yanağını okşadı.

"Biraz daha uyu. Öğle vakti tehlikeli sulardan çıkacağız.''

"Riftan... yorgun değil misin?"

 Max'in endişeli ifadesinde Riftan'ın dudaklarında hafif bir gülümseme görüldü. "Bu hiç bir şey. Benim için endişelenme ve rahat ol."

Ardından alnına bir öpücük kondurmak için başını eğdi ve kapıyı kapattı. Max acı acı gülümsedi. Riftan, Max'in onun söylediklerini yapmasının, onun için endişelenmemesinin ve duygularını rahatlatmasının imkansız olduğunun farkında değil gibiydi. Max ağır adımlarla lomboza (yuvarlak gemi camı) gitti ve çalkantılı denize baktı. Gemi dalgalar arasında şiddetle ilerledi ve uzun bir süre boğucu sessizlikte sadece dalgaların sesleri duyuldu. Çok geçmeden, denizin diğer tarafında belli belirsiz görülen yükselen kayalar gözden kayboldu.

Siren'in topraklarından tamamen çıktıklarında, yorgun denizciler düzgün bir şekilde yemek yemek ve uyumak için güverteden indiler. Şövalyeler de zırhlarını çıkarıp dinlenmeye gittiler. Sadece Riftan köprüye tırmandı, geminin kaptanıyla tartıştı ve tetikte kaldı. Sonunda zırhını çıkarmak ve düzgün bir yemek yemek için odaya döndüğünde güneş çoktan batmak üzereydi.

''Kaptan, en geç yarın sabaha kadar Crisamt Nehri kıyısına ulaşabileceğimizi söyledi. Ardından nehirde yarım günlük bir yolculuktan sonra Levan'a ulaşacağız.''

Max'in gözleri genişledi, kalbi yüksek sesle atıyor ve aynı anda batıyordu. Riftan biraz bira içti ve sert bir tonda konuşmaya devam etti.

''Genellikle hareketli ve gürültülü bir şehirdi, ancak şimdi durum o kadar hoş olmayabilir, bu günlerde bir trol ordusunun kafalarını vurmak için pusuya yatma olasılığı var. İnsanlar biraz temkinli görünüyorsa buna aldırma.''

"Başkentte tehlikeli durumların o-olması... mümkün mü?"

"Bu asla olmayacak." Masanın üzerine konan yemeği bir anda bitirdi ve bir elma yerken soğuk bir tavırla ısrar etti. "Canavarlar daha fazla güneye seyahat etmeyecekler. Ele geçirdikleri kaleyi geri alacağız ve bizden önce giden keşif ekibini kurtaracağız. Manastırda sadece birkaç ay kalacaksın.''

Elma çekirdeğini gemiden attı ve meyve suyunu bulaşmış parmaklarından yaladı. Bir kayanın üzerinde duran rahat bir kaplan gibi görünmesine rağmen, gözlerinde kararlı bir parıltı vardı. ''Rüzgar mevsimi gelmeden bu savaşa bir son vereceğim ve seni Anatol'a geri götüreceğim. Sadece biraz daha beklemen gerekecek."

Max kalbinin yüksek sesle göğsüne çarptığını ve boğazının sıkıştığını hissetti. Yangın mevsimi daha yeni başlamıştı ve genellikle kendinden emin olan Riftan bile savaşın en az aylarca sürmesini bekliyordu. Kuruyan dudaklarını yaladı, sonra Riftan onu kucağına çekti ve kucakladı. Max yaklaşan ayrılıklarının korkusuyla titriyordu ve bir kabustan yeni uyanmış bir çocuk gibi kendini onun kollarına derinden gömdü.

Yarın ondan uzaklaşacağını düşünmesine izin veremezdi. Max kollarını onun boynuna doladı ve nefes almalarını zorlayacak kadar onu sıkıca kucakladı. Riftan derin bir nefes aldı ve yüzünü onun saçlarına gömdü. Sonra gece havasında soğuyan ensesi, Riftan'ın sıcak nefesiyle aniden ısındı. Max omzuna karşı titreyen bir sesle mırıldandı.

"A-acele etmelisin..ve bana geri dönmelisin."

"…Döneceğim."

Riftan'ın vücudu da hafifçe titredi, onu kollarına aldı ve yatağa yatırdı. Max başını kaldırıp ona baktı, kanının hızla aktığını hissederken gözleri titriyordu. Riftan ince cübbesinin üzerindeki höyüklerini okşadı ve şakaklarından ensesine kadar hafif öpücükler yaydı. Nemli dudakları köprücük kemiklerinde gezindi, sonra göğüslerinin arasındaki vadiye gitti. Başını kaldırdı ve dudaklarıyla dudaklarını yakaladı ve Max gözlerini kapadı, ona tüm benliğini eritiyormuş gibi hissettiren ısıda kayboldu.

***

Ertesi gün, Max deniz kuşlarının sesiyle uyandı. Yatağından kalktı, lomboza yaklaştı ve parıldayan suların üzerinde süzülen, kanat çırpan kuşları görmek için dışarı baktı. Nax onlara şaşkın şaşkın bakmakla meşguldü, Riftan da uyanıp onu takip edip ve arkadan kucaklamak için yataktan kalktığında.

"Neye bu kadar ilginç bakıyorsun?"

''Ku-kuşlarının sesini duydum. Görünürde hiç de-deniz kuşu yoktu… şimdiye kadar.''

"Kuşlar genellikle sadece karaya yakın olduklarında görülür. Nadiren denizin ortasına uçarlar. '' Riftan, burnunun kemerini Max'in ensesine yasladı ve kara gözleriyle denize baktı. Dudaklarının arasından zayıf bir inleme kaçtı. "Görünüşe göre hedefimize planladığımızdan daha erken varacağız. Gemiden ayrılmaya hazırlanmalıyız."

Sonra yavaşça vücudunu ondan uzaklaştırdı. Max, ona tutunmamak için tüm kontrolünü kullandı. Hizmetçilerden birinin getirdiği temiz suyla sessizce vücutlarını yıkayıp temiz giysilere büründüler. Her zaman olduğu gibi, Riftan zırhını kendi başına giydi ve odadan çıktı, Max kısa bir süre sonra onu takip etti ve güverteye çıktı. Riftan'ın dediği gibi, kara yavaş yavaş ufkun uzak ucundan görünmeye başladı.

"Bütün denizciler, aşağı inin ve kürekleri hazırlayın!"

Kaptanın emriyle denizciler merdivenlerden küreklere koştu. Kısa süre sonra gemi, karaya yaklaştıkça resiflerden kaçınarak dikkatli bir şekilde karaya yaklaştı. Kayalık iç kısımdan geçtikten kısa bir süre sonra, Crisamt Nehri'nin zümrüt sularını ve Batı Denizi'ni birbirine bağlayan geniş üçgen bir haliç göründü. Denizciler yelkenleri çektiler ve halatları sıktılar, sonra nehirde kuvvetli bir şekilde kürek çektiler. Tam zırhlı şövalyeler, atlara eyer koymak ve bagajlarını yüklemek için ahırlara indiler. Yulysion ve Garrow, Max'in bavulunu alıp Rem'e bir eyer koydular.

Max, nehirde gezinmenin sonuçları olan yoğun sarsıntı ve sallanmanın ortasında nehir kıyısında sıralanmış birkaç kabine ve diğer feribotlara dikkatle baktı. Su kuşları, gökyüzüne geri uçmadan önce bir balık kapmak için başlarını geniş nehre daldırıyorlardı. Ayrıca bol mal yüklü küçük ticaret gemilerinin geçtiğini de gördü. Nehrin yukarısına doğru yol aldıkça gemilerin ve teknelerin sayısı arttı ve çok geçmeden devasa gemilerin sıralandığı büyük bir iskele belirdi. Riftan elini parmaklığa koyarak konuştu.

"Bu, Livadon'un başkenti Levan."

Max büyük limana hayretle baktı. Şehirde düzinelerce dev gemi ve yüksek beyaz binalar sıralanmıştı. Görünüşünden saf egzotik atmosfer sızdığında, Livadon'a komşu ülke demek haksızlık olurdu. Levan'ın tüm binaları ya kare ya da tonozluydu, bina çatıları sivri uçlu olan geleneksel antik Roem mimari tarzından tamamen uzaklaşıyordu. Levan'daki binalar da inanılmaz derecede saf beyazdı.

"Kalacağın manastır orası."

Riftan bir dağın yanına tünemiş devasa tapınağı işaret etti. Fildişi sütunlarla çevrili beyaz yapıya meraklı bir bakışla bakıldığında, Max'in beklediğinden tamamen farklı görünüyordu. Sadece dışarısı bildiği ıssız, kısıtlı manastırlardan farklıydı.

''Bi-bir manastır yerine… daha çok eski bir tapınağa benziyor…''

''Gördüğün gibi, tüm binalar Roem öncesi dönem stilini takip ediyor. Bunun nedeni, Livadon'un antik dönem mimari tasarımlarını ve yaşam biçimlerini korumasıdır. Kuzey bölgeleri hariç ülkenin çoğu Protestan öğretilerini takip ediyor.'' Paralı asker olarak Livadon'da geçirdiği süre göz önüne alındığında, Riftan'ın bu kadar çok tarih bilmesi şaşırtıcı değildi. "Düşündüğün kadar kısıtlayıcı değil, buradaki insanlar çok daha özgür ruhlu."

Max biraz rahatlamış hissetti. Çocukluğundan beri, Katolik Kilisesi'nin öğretileri konusunda katı olan soğuk bir rahip tarafından sert bir şekilde eğitilmişti, bu yüzden yaşam tarzının genellikle katı olduğu bir manastırda kalma konusunda gizliden gizliye endişeliydi.

Gemileri limana yaklaştıkça, denizciler kalın halatlar fırlatarak, demirleri indirerek ve gemiyi rıhtıma sıkıca bağlayarak güvertenin etrafında koştular. Whedon'un rüzgarda dalgalanan bayrağını gören meraklı bir kalabalık gemilerinin yakınında toplandı. Denizciler, şövalyeler atlarını tek sıra halinde indirmeden önce, iskele tahtasını çabucak indirdiler ve sağlam tahtayı yere sıkıca sabitlediler.

Livadon halkı, dünyanın en güçlü şövalyesinin Livadon'u krizden kurtarmak için geldiğini anlayınca, hep bir ağızdan yüksek sesle ilahiler söylemeye başladılar.

''Rossem Uigru de Calypse!''

Sıcak karşılama son derece coşkuluydu, bu yüzden Max'in tetikte olma endişesi uçup gitti. Rem'in üzerine tırmandı ve ezici kalabalığın arasından şövalyeleri takip etti. Riftan'ın güçlü aurası, şövalyeleri ön planda tutarken muazzam bir şekilde yayıldı. Güçlü, erkeksi tünemiş yüzü, büyük siyah atının tepesinde, dosdoğru ileriye bakarken otoriter bir hava veriyordu, bu soyluların ancak sahip olmak isteyebileceği bir şeydi. Geniş, güçlü omuzları ve savaş atını mükemmel bir şekilde kontrol eden uzun, kalın bacaklarıyla birlikte, ihtiyatlı bir güç yaydı.

Ejderhayı yenen şövalyeyi görmek için limanın etrafında toplanan Livadon halkı, ondan tamamen büyülenmiş gibiydi. Remdragon Şövalyeleri'nin geçtikleri her yeri rengarenk çiçeklere boğdular ve beyaz mendillerini coşkuyla salladılar.

"Azmettin ve onca yolu geldin, Whedon'un en güçlü şövalyesi Sör Riftan Calypse. Livadon'un yardımına geldiğiniz için teşekkürler."

Livadon kraliyet ailesinin mührünü ve beyaz bayrağını taşıyan şövalyeler, ana yoldan geçtikten sonra yaklaştılar ve büyük salona gitmek için yürüdüler. Max başını arkadan uzattı ve bulvarın ortasında duran gümüş grisi zırhlara bürünmüş yaklaşık otuz şövalye gördü. Ve başlarında, orta yaşlı bir adam onları kırmızımsı kahverengi bir savaş atının üzerinde karşıladı. Riftan ona doğru ilerledi ve açıkça konuştu.

"... Uzun zaman oldu Grandük Druick Aren."

Grandük ona geniş bir gülümseme gönderdi ve resmi tonu, eski bir arkadaşına hitap ediyormuş gibi anında değişti.

"Adımı hatırlaman beni onurlandırdı. Altı yıl oldu… hayır, bir yıl daha geçti… yani küçük kardeşime iyi bir dayak atmayalı yedi yıl oldu.''

Max, asilzadenin sözleriyle bol bol terlemeye başladı. Bu asilzadenin Riftan'a düşmanlığı olup olmadığını merak etti. Ancak, onun endişesinin aksine, adam sadece atını Riftan'ın yanına götürdü ve dostça bir gülümsemeyle elini Riftan'a doğru uzattı.

"O zamanlar olduğundan daha büyük bir şövalye olduğunu duydum. Bu kadar erkeksi olman şaşırtıcı. Sejour, senin fiziğin onunkinden daha önemli hale geldiğini keşfettiğinde kesinlikle öfkelenecek."

Ç/N: Riftan bebeğim gitmeee :'(

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

 Under The Oak Tree - 197. Bölüm

[Şarkı Önerisi: Secret Garden - Sleepsong ]

Ne zaman Riftan'ın göğsüne yatsa, ruhları bile bir olmak için birleşiyormuş gibi ona çok yakın hissediyordu. Riftan'ın yumuşak nefesi başının üstünü gıdıkladı ve kalbinin onun göğsüne doğru çarpması sanki kendisininmiş gibi onu şenlendirdi. Max o anda onsuz yaşayamayacağını anladı, kalbi ona tamamen sahip olmak istedi. Yeni doğmuş bir civcivin körü körüne ana tavuğunun peşinden koşması gibi Riftan'a ihtiyacı vardı. Ancak, veda anı zamanla daha da yaklaştı ve onu dehşete düşürdü.

"Bu gece odadan çıkma."

Kaptanla görüştükten sonra güverteden dönen Riftan, ciddi bir ifadeyle ona talimat verdi. Max yatakta oturmuş kitap okuyordu ve şaşkınlıkla ona baktı.

Riftan günlerdir zırhının durduğu yere doğru yürüdü ve onları parça parça giydi. Max bu manzara karşısında giderek daha da tedirgin oldu.

"N-ne oldu?"

"Önemli değil, sadece olası bir tehlikeye hazırlanıyorum."

"Te-tehlike mi?"

Riftan kemerini sıktı ve göğüs zırhını bağladı, sonra Max'e döndü ve onu görünce kaşlarını çattı. İçini çekti ve solgun bir tene sahip olan yüzüne dokundu.

''Gemi sirenlerden oluşan bir koydan geçecek. Şanslı değilsek, bir savaş patlak verebilir."

Max güçlükle yutkundu ve boğazı sıkıştı. Sirenler, gemileri batırmakla ve baştan çıkarıcı sesleriyle denizcilerin ruhlarını çekmekle ün salmış canavarlardı. Son zamanlarda işlerin ne kadar huzurlu olduğu düşünülürse canavarları tamamen unutmuştu.

Riftan kınını beline taktı ve tekrar odadan çıktı, bu yüzden Max yalnız kaldı. Endişeyle kitap raflarını karıştırdı ve lombozdan dışarı baktı. Gümüş ufukta, kalın bir sis perdesi yavaşça yukarı tırmandı.

Şu anda Siren Koyu'ndan mı geçiyoruz? Max, yosunla kaplı uzun fildişi kayalara bakarken merak etti. Omurgası sallandı ve lombozu kapattı. Korktuklarının aksine, gemi koyun kayalarının arasından geçerken bile siren sesi gelmiyordu.

Max biraz rahatladı ve kitabını okumak için arkasına yaslandı; ancak okuduğu kelimeleri bir türlü odaklanamıyor ve anlayamıyordu. Uzun süre pasif bir şekilde iki kez okuduğu halk hikayelerini karıştırdı. Neler olduğunu görme ihtiyacından bunalıp kabinden dışarı çıktı. Sonra bir yerlerden şarkı söyleyen belli belirsiz sesler duydu.

Sirenlerin kışkırtıcı çağrıları olabileceğinden endişelenerek sese doğru yürüdü. Yaklaştıkça şarkı daha netleşti ve gergin omuzları gevşedi. Şarkı söyleyen denizcilerin sesleriydi. Merakını yenemeyen Max, aceleyle güverteye çıktı.

Denizcilerin kükreyen sesleri kırmızımsı gün batımıyla aydınlatılmış güvertede yüksek sesle yankılandı. Adamlar büyük kova sular taşıyorlardı ve koro halinde şarkı söylerken, ayaklarını tempolu bir şekilde yere vurarak halatları çekmekle ve yelkenleri ayarlamakla meşgullerdi.

♫ ♪ ♫

Hey-ya, hey-ya, kürekleri çek.

Taesan Dağı kadar yüksek dalgaların arasından..

..bu denizin sonuna kadar yelken açacağız.

Güneşin uyuduğu yere,

Adrina'nın Cenneti'nin olabileceği parlayan ufkun sonuna.

Tayfun çıksa da bizi kimse durduramaz!

Hey-ya, hey-ya, kürekleri çek.

Bu denizin sonuna kadar yelken açacağız!

♪ ♫ ♪

Max, kulaklarını dolduran gürleyen seslere şaşırmıştı. Parmaklıklarda devriye gezen zırhlı genç bir şövalye Max'i gördü ve ona doğru yürüdü. Onu tanıdı, Jacque Briman adında genç bir şövalyeydi. Ona ciddi bir ifadeyle baktı ve sakince onu azarladı.

"Leydi Calypse, yalnız dolaşmamalısınız."

"Biliyorum. Sadece... şa-şarkıyı duydum ve...ne-neler olduğunu merak ettim."

Şövalyeler şarkı söyleyen denizcilere gözlerini kısarak baktılar. ''Sirenlerin şarkılarını bastırmanın ve denizcilerin büyülenip gemiyi resiflere çarpmasını önlemenin en etkili yolunun bu olduğu söyleniyor. Biz siren bölgesinden güvenli bir şekilde geçene kadar bütün gece şarkı söyleyecekler."

"Tüm... tüm gece mi?"

Max'in gözleri büyüdü ve genç şövalye acı acı gülümsedi. "Çok gürültülü olduğunu anlıyorum ama lütfen dayanın. Güvenliği birinci önceliğimiz olarak almalıyız. Yüksek sesle şarkı söylemeye devam ederlerse sadece sirenlerin değil, deniz adamlarının da gemimize yaklaşmayacağı söyleniyor.''

"A-anlıyorum."

Max dalgalar üzerinde yankılanan adamların kükremesini dinlerken, altın gibi parıldayan parlak kırmızı denize baktı. Genç şövalyenin açıkladığı gibi, bu kadar güçlü seslerle sirenlerin büyüleyici şarkılarının duyulması pek olası değildi.

Denizciler güneş battıktan sonra bile şarkı söylemeye devam ederken Max kamarasına döndü. Onlar yüksek sesle şarkı söylerken, hizmetçilerden birinin getirdiği yemeği yedi. Şarkı kabaydı ve asla tatlı olarak adlandırılamazdı, ancak denizcilerin canlı sesleri her şeyin güvende olduğu anlamına geliyordu. Yakında, şarkı onu sakinleştirmeye hizmet etti.

Yemeğini bitirdikten sonra Max yatağa uzandı ve uyumaya çalıştı. Ancak, gecenin derinliklerine battıkça, aklı gitgide daha endişeli hale geldi. Bütün gece dönüp döndü ve şafağın mavimsi parıltısı içeri girdiğinde hemen yataktan fırladı ve güverteye koştu.

Şam ve mandolin ile çalınan ezgilere denizciler de şarkı söylemeye devam etti. Ancak bütün gece uyanık kalmaktan o kadar yorulmuşlardı ki önceki günkü kadar yüksek sesle şarkı söylemediler. Max sessizce karanlıkta yankılanan melodileri dinledi ve güverteden döndü ve geminin kıç tarafına yöneldi.

Orada, ortada oturan, bir daire oluşturan ve devrilmiş tahta sandıkları sandalye olarak kullanan denizcileri gördü. Şövalyeler ise korkulukları koruyor ve sırtlarına uzun oklarla dolu sadaklar(ok kılıfı) bağlıyorlardı.

Max etrafına bakındı ve aralarında Riftan'ı gördü, sonra uzaklaştı. Ancak Riftan onun varlığını hissetmiş gibi başını çevirdi ve onu görünce kaşlarını çattı, sonra Max'i takip etti.

"Neden şimdiden dışarıdasın? Henüz güvenli değil."

Max onun ani yaklaşımıyla irkildi, sonra onun yanına iyice sokuldu. Gözlerini kıstı, karanlık denize baktı. Uzakta, kükreyen dalgaların üzerinde, kalın bir sisle çevrili yüksek kayalar vardı.

"Bu kadar.. uzakta olsak bile... hala gü-güvenli değil mi?"

"Güvende olup olmadığımızı bilmenin bir yolu yok. Gemilerin kovalandığı nadir durumlar vardır…''

"Bu kadar gergin olmayın Komutan. Peşimize düşseler de sirenin şarkısını bizimkiyle boğduğumuz sürece sorun olmaz.''

Korkuluklara yaslanan Hebaron aniden müdahale etti. Yüksek sesle ve düşüncesizce esnedi ve Max'e muzipçe gülümsedi.

''Bütün gece erkeklerin yüksek seslerini dinledim, başım ağrıyor. Leydinin söyleyeceği bir şey yok mu? Leydinin nazik sesiyle kulaklarımı temizlemem gerekiyor.''

"Saçmalamayı kes ve kaybol."

Riftan tatsız bir şekilde homurdandı ve dişlerini gösterdi ama Hebaron ürkmedi bile. "Bu kadar titiz olmayın Komutan. Bilmelisiniz ki, bir insanın yüreği yüce, engin denizler kadar geniş olmalı..."

"Seni denize atmadan önce kapa çeneni."

Riftan hırlayarak cevap verdi ve elini Max'in sırtına koyarak onu şövalyelerin ve denizcilerin toplandığı yere doğru götürdü.

''Gece boyunca uyanık kalmaktan kaybettiğimiz enerjileri yenilemek için yemek için bir etli güveç yaptık. Burada güvertedeyken, bir kase de ondan al."

Büyük kazana yaklaştıklarında, bir denizci yoğun buharda pişirilen yahniyi temiz bir kaba boşalttı ve Max'e verdi. Dumanı tüten tası minnetle kabul etti ve büyük bir sandığa oturdu. Riftan kendi kasesiyle yanına oturdu ve yemeklerini yudumladılar. Max kaşığıyla çorbayı karıştırdı ve denizcilerin yüzlerine baktı.

Uzun bir gecenin ardından, herkes bütün gece şarkı söylemekten bitkin görünüyordu. Yüzlerinin çoğu sıskaydı, ancak daha güçlü denizcilerden bazıları geminin kıç tarafında melodiler mırıldanmaya devam etti. Mandolin çalan genç bir denizci, onlara bakarken Riftan'a yaklaştı.

"Büyük Şövalye, sevgili karınız için bir şarkı çalmayı önerebilir miyim?"

Bu ani istek üzerine Max'in gözleri havaya kalktı ve çorba içen Riftan durup denizciye kaşlarını çattı. Denizci kibarca devam etti.

''Bütün gece söylediğimiz denizin şarkılarını tekrar tekrar duymak mide bulandırıcı… Leydi'nin duymak istediği belirli bir şarkı varsa, o zaman tüm kalbimi bu şarkıyı söylemeye adayacağım.''

Riftan sessizce ona baktı ve sonra Max'e döndü. "Dinlemek istediğin bir şarkı var mı?"

Aniden, tüm denizciler ve şövalyeler ona bakmak için döndüler. Max başını salladı. ''Ö-özel bir şey yok..''

"Birçok halk şarkısı konusunda da bilgiliyimdir. Leydinin isteyeceği herhangi bir şarkıyı çalacağım.''

Max beklentiyle dolu denizcinin yüzüne baktı. Reddedemedi, düşünmeye çalışırken yüzü zor bir ifadeyle buruştu. Hala Croix Kalesi'ndeyken, ozanlar tarafından çalınan birçok şarkı vardı, ancak doğrudan hangi şarkıyı duymak istediği sorulduğunda, aklına hiçbir şey gelmedi. Max onun zihnini araştırdı, iki yana baktı. Sonra birden Anadolu Bahar Şenliği sırasında söylenen şarkıyı hatırladı.

''Ba-başlığını bilmiyorum… ama bir köy festivalinde duyduğum bir şarkı…''

''Leydi şarkı sözlerini hatırlıyor mu?'' Denizci onun belirsiz isteği üzerine başını eğdi.

Anılarını aramaya çalışırken, duyduğunu hatırladığı bazı mısraları mırıldandı. Sonra denizcinin yüzü, sanki onu tanımış gibi geniş bir gülümsemeyle aydınlandı.

"Bu Adelian'ın şiiri. Roem döneminin kuruluşundan beri söylenen bir halk şarkısı. Aynı zamanda en sevdiğim şarkıdır. Bayan için iyi şarkı söyleyip çalacağım.''

Denizci duruşunu düzeltti ve elindeki mandolini tıngırdatmaya başladı. Max, tanıdık ton, bahara duyduğu sıcak nostaljiyi geri getirirken gülümsedi. Tempo, festivalden duyduğuna göre daha yavaştı ve Max, melankolik melodi karşısında şaşırdı.

Kısa süre sonra genç denizcinin büyüleyici bariton sesi yumuşak bir şekilde yankılandı.

♫ ♪ ♫

Şövalye perinin yüzünü öptü
Ve uzak gökyüzüne uçtu

Sevdiği meşe ağacı
Tepede yalnız kaldı
Rüzgarın ortasında
Narin dalları sallandı

Lütfen ejderha,
Paramparça kırık vücudunu al
Götür ebedi uyku diyarına

Bu kaotik diyardan
Sevgilim, uzaklara

Ah~
Sevgilim, seni seveceğim
Son nefesimi vereceğim güne kadar..

♪ ♫ ♪

Max, mandolinin yankılanan hassas melodisinin tadını çıkarırken Riftan'ın omuzlarına yaslandı. O kadar uzun zaman önce değildi, ama tarlalarda dans ettiği an çok uzaktı.

Ç/N: Bu efsane beni arada germiyor değil yalan yok..

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

 Under The Oak Tree - 196. Bölüm

Riftan, bir tayın dizginlerini tutuyormuş gibi kolunu onun omuzlarına doladı.

"Sana kalacağımız odayı göstereceğim."

Max merdivenlerden aşağı onu takip etti ve ona baktı. "A-atlarının... ahırlara girdiğinden emin olmaman senin için sorun olur mu?"

"Şövalyeler halleder."

Yağla cilalanmış gibi balmumuyla parıldayan koridorda yürürken güven verici bir şekilde yanıtladı ve en tenha odayı açtı.

Max, Riftan'ın yanından kabinin içine merakla baktı ve loş odayı gözlemledi. Oda onların Calypse Kalesi'ndeki odalarıyla karşılaştırılamazdı ama yeterince geniş ve lükstü. Aceleyle içeri girip yumuşacık yatağın üzerine çökerken, Riftan valizlerini gümbürtüyle omzundan yatağın yanına indirdi.

"Buradaki tüm denizciler erkek. Etrafta sana hizmet edecek kadın hizmetçi yok, bir şeye ihtiyacın olursa bana söyle.''

Riftan masanın yanındaki küçük lombozu¹ açarken söyledi. İçeriden sızan güneş ışığı yüzüne bir parıltı yaydı.

"Yalnız da dolaşma. Benim karım olduğunu bile bile kimse sana bir şey yapmaya cesaret edemez ama yine de tedbirli olmakta fayda var.''

Max, gereksiz endişeleri olmasa bile, kimsenin ona dikkat edeceğinden şüpheliydi, ama yine de tek kelime etmeden başını salladı.

Bir süre sonra gemi rıhtımdan uzaklaşmaya başlayınca tekrar güverteye çıktılar. Denizciler, güvertede koşuşturarak belirlenmiş görevlerini yerine getirmekle meşguldü. Gemi karadan uzaklaştıkça, denizciler direğe sarkan halatları çekerek düzinelerce yelkenin çözülmesine izin verdi.

Max korkuluğun yanında durup devasa geminin dalgalı denizlere girişini izledi. Ne zaman güçlü bir dalga gövdeye çarpsa, altında hafif bir sallanma hissediliyordu. Sonra rüzgar hızlanmaya başladı ve yelkenler bulutlar gibi şişti, rüzgar birileri sırtlarını itiyormuş gibi hissedecek kadar sert esti.

Max, suda yelken açmanın garip hissine alışmaya çalışırkenRiftan'ın yanına yapıştı ve Riftan sanki her şeyin yolunda olduğuna dair onu rahatlatmak istiyormuş gibi nazikçe sırtını okşadı.

''İlk defa bir tekneye biniyorsun, baş dönmesi hissetmen mümkün. Alışana kadar sulara bakmaktan kaçın ve deniz tutabileceğinden sallanma hareketine de odaklanma.''

Max şimdiden biraz sersemlemiş hissediyordu, bu yüzden tavsiyesine uydu ve parmaklıklardan uzaklaştı. Geminin kıç tarafına baktı ve şehrin onlardan uzaklaşmasını izledi. Şehir kısa süre sonra sadece puslu bir nokta haline geldi ve denizin ortasında yapayalnız yüzdüler. Deniz meltemi biraz daha hissettikten sonra Riftan'la birlikte dinlenmek için odalarına geri döndü.

Gemideki ilk günleri çok huzurlu geçmişti. Max, denize açıldıklarında saatlerce midesi bulansa da, kestirdikten sonra kendini yeterince iyi hissetti ve akşam olduğunda düzgün bir şekilde yemek yiyebildi. Riftan'la yemek odasına gitti, yemek yedi ve erkenden yattı. Biraz kestirmesine rağmen vücudu ağırdı ve uzuvları uyuşmuş hissediyordu. Belki de biriken tüm yorgunluk bir anda üzerine çöküyordu.

Başını yastığa koyar koymaz uykuya daldı. Ertesi gün, güneş gökyüzünün ortasına gelene kadar kalkmadı.

''Deniz tutman nasıl oldu?''

O sersemlemiş bir şekilde otururken Riftan bir bardak su ile yaklaştı. Max ılık sudan bir yudum aldı ve kocasına baktı. Riftan, sade beyaz bir tunik ile eşleştirilmiş bir çift gündelik pamuklu pantolon giydi. Zırh takmayan Riftan çok daha genç ve tazelenmiş görünüyordu.

"Hala mide bulantısı hissediyor musun?"

"Ha-hayır. Sanırım... şimdi iyiyim."

"Kendini yorma, burada kal ve dinlen. Biz gemideyken yaralıları tedavi etme veya ata binme konusunda endişelenmene gerek yok. Sana yemek getirmemi ister misin?"

''Ben… yüzümü yı-yıkamak… ve önce kıyafetlerimi değiştirmek istiyorum…''

Riftan, hizmetçilere yemek ve yüzünü yıkanması için su getirmelerini söylemek için hemen ayrıldı. Kısa süre sonra, on altı yaşından büyük olmayan bir çocuk suyu getirdi ve Max bunu yüzünü temizlemek için kullandı, sonra saçlarını taradı ve gevşek bir örgü halinde topladı. Üzerini değiştirmek için çantalarını karıştırırken, Riftan ona bir kutu verdi.

"Bunu almak için bir iyilik yaptım."

Kadife kutunun içinde çivit mavisi bir elbise ortaya çıktığında Max'in gözleri büyüdü. Riftan, onaylamayan bir bakışla kıyafetine baktı.

"Şimdi, şu lanet pantolonu değiştir."

"Pa-pantolonun... nesi var?"

Max surat asarak mırıldandı ama elbiseyi uysalca kutudan çıkardı. İpeğin kadifemsi pürüzsüzlüğünü hissetmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki, bu duygudan yüzünün aydınlanmasına engel olamıyordu. Heyecanlı bir ifadeyle uyumu görmek için elbiseyi vücuduna yaydı. Riftan gidip odanın kapısını sıkıca kapattı, sonra ona döndü ve elini uzattı.

"Seni giydireceğim, arkanı dön."

"Be-ben kendim giyebilirim."

Max savunmacı bir tavırla elbiseyi göğsüne bastırdı ve Riftan onun tepkisi karşısında gözlerini kıstı.

"Sen bir gemide yaşamaya tamamen alışana kadar aptalca bir şey yapmayı planlamıyorum. O yüzden hiçbir şey için endişelenme ve kıyafetlerini bana ver."

Max şüpheyle ona gözlerini kıstı, ama sonunda yumuşadı ve elbiseyi verdi. Riftan tuniğini başına kadar çekti ve pantolonunun iplerini gevşetip yere kadar indirdi. Çenesini sıkarak bir an için vücuduna bakmak için durdu, sonra elbiseyi başının üzerine yerleştirdi.

Max kollarını uzun kolların arasına soktu, teninin üzerinde nazikçe akan serin ipek hissine sevindi. Riftan büyük bir kısıtlamayla elbisenin eteğini ayak bileklerine kadar çekti. Ardından, arkadaki karmaşık bağcıkları nazikçe çekti ve bir düğümle bağladı.

"Harika. Sana çok yakışıyor."

Onu döndürdü ve gözlerini tepeden tırnağa üzerinde gezdirdi. Max, etraflarındaki ince, hararetli aurayı hissedince kızardı ama beklentilerinin aksine, Riftan bir adım geri çekildi ve açıkça başını çevirdi.

"Şimdi daha iyi hissediyor gibisin, hadi yemekhanede kahvaltı yapalım. Gidelim, fikrimi değiştirmeden odadan çıksam iyi olur."

Max, ne demek istediğini sormadan sessizce odadan çıktı. Bir kat aşağı indiler ve güverteye çıkmadan önce geç bir kahvaltı yaptıkları yemek salonuna girdiler. Gökyüzü açık ve maviydi ve görünürde tek bir bulut yoktu. Korkuluğa koştu ve beyaz dalgalarla kaplı masmavi denize baktı. Riftan ona doğru yürüdü ve dirseklerini parmaklığa dayadı.

"Hava böyle devam ederse bir hafta içinde Levan'a ulaşabiliriz."

"Sa-savaş... Levan'dan ne kadar uzakta?"

''Yaklaşık üç ila dört gün uzakta. Levan'a vardığımızda önce merkezi tapınaktan geçeceğiz. Zamanlamamız doğruysa, Osiria'dan gönderilen Kutsal Şövalyelere katılıp onlarla savaşa gidebiliriz." Birden yüzüne bir gerilim yayıldı. ''Sen tapınakta kalacaksın. Manastırda kalmanı ayarlayacağım.''

Max sertleşti. Max onun ifadesine hemen cevap vermeyince Riftan ayağa kalktı ve endişeyle yüzünü ona bakması için ellerini onun üzerine koydu.

"Manastırda kalmak istemiyorsan, Livadon kraliyet ailesiyle konuşabilirim ve sana sarayda kalacak bir yer sağlayabilirler."

"Ben... ben... yabancı bir yerde... yalnız kalmak istemiyorum. Seninle gelirsem Riftan…''

Max, kocasının yüzünün ürpertici bir kaş çatmaya dönüştüğünü görünce ağzını çabucak kapadı. Riftan daha sonra sakince konuştu, ama böylesi daha da korkutucuydu.

"Seni bunca yolu getirmek zaten inanılmaz zor bir karardı, bu kadar yeter."

"A-ama... şövalyelerin bir şifacıya ihtiyacı var..."

"Livadon'da çok sayıda baş büyücü ve yüksek rahip var, bu yüzden daha fazla risk alman için bir neden yok."

Max'in başı iç karartıcı bir şekilde düştü. Riftan'ın onunla tartışırken sakin olduğunda, sesini yükselttiği zamandan daha tehlikeli olduğunu zamanla öğrendi. Kuru bir şekilde yutkundu ve ardından üzgün bir sesle cevap verdi.

"Anladım. O zaman… Ben ma-manastırda kalacağım.''

Riftan'ın omuzları onun rızasıyla gözle görülür bir şekilde gevşedi. Ardından, onu yatıştırmak için hafifçe yanağını okşadı. "Merak etme, orada kalmanın mümkün olduğunca rahat geçmesini sağlayacağım. Levan Manastırı devasa ve lüks, kalmak için fena bir yer değil.''

Max bir iç çekti. Onun tehlikeyle karşı karşıya kalacağını bilerek rahatça yaşayabileceğine içtenlikle inanıyor muydu? Eğer onun yanında kalmak, kalçaları kırılana kadar bütün gün ata binmek  ya da her gece engebeli toprak zeminde uyumak zorunda olduğu anlamına gelse bile tereddüt etmezdi. Şimdiye kadar geldi, mücadele etti ve birçok zorluk yaşadı, ama asla bir saniyesinden pişmanlık duymadı.

Max gerçekten üzgündü, ama arkasını döndü ve bunu gizlemek için denize baktı. Riftan onu sessizce arkadan kucakladı. Sıcak ve güçlü vücudunu sırtında hissettiğinde daha da çaresiz hissetti.

Gemi tekrar yanaştığında, onu uğurlaması gerekecekti. Savaş bitene kadar manastırda yalnız kalması gerektiğini düşünerek kasvetli bir rüzgarın kalbine çarptığını hissetti. Max, başını hafifçe Riftan'ın göğsüne yasladı.

***

Yolculukları aksamadan devam etti. Geminin gövdesi kuvvetli rüzgarlar ve büyük dalgalar arasında seyrederken şiddetli bir şekilde sallanıyor, ancak rotasında sabit kalıyordu.

Max başta çok gergindi, şimdi geminin hafif sallanmasına gözünü bile kırpmadı. Ancak korkuyormuş gibi yapardı çünkü gemi her sallandığında Riftan onu sıkıca tutar ve her şeyin yoluna gireceğine dair güvence verirdi.

Denizde hayat monotondu ama hiç sıkılmadı. Riftan, geminin kontrollerine gittiği zamanlar dışında neredeyse her zaman onun yanındaydı. Max hiç olmadığı kadar memnundu, Riftan'a kendisine hediye ettiği hançeri nasıl kullanacağını öğretmesi veya şövalyelerin en çok keyif aldığı zar oyununu öğrenmesi için yalvarıyor olurdu.

Onu ne kadar rahatsız etse de, Riftan hiçbir zaman en ufak bir kızgınlık ya da rahatsız olma belirtisi göstermedi. Ve Riftan'a karşı zar oyununu birçok kez kazanmasına rağmen, Riftan ona sadece içtenlikle gülümseyip elbisesinin altın düğmelerini söküp ödül olarak ona verirdi. Sonra gece olunca, sadık bir hizmetçi gibi onu yıkayıp saçını tarardı.

Bazen Max ona kitap bile okurdu. Max herhangi bir aşk faaliyeti için çok acıktığında, yatakta birlikte otururlar ve yüksek sesle eski destansı kahramanların hikayelerini ya da ozanlar tarafından yazılmış romantik şiirleri okurdu. Riftan başını onun kucağına yaslar ve sanki tatlı bir müzik dinliyormuş gibi gözlerini kapatırdı. Kekemesi ne kadar kötü olursa olsun, Riftan'ın yanındayken asla zavallı ya da aptal gibi hissetmiyordu.

Birlikte geçirdikleri zaman o kadar değerliydi ki Max geminin sonsuza kadar denizde kaybolmasını diledi. Ama bunu her düşündüğünde, hayatları pamuk ipliğine bağlı olan Ruth'u ve diğer şövalyeleri düşündükçe suçluluk duyuyordu.

Tabii ki onlar için endişeleniyordu ama kalbi, sadece Riftan'ın öyle tehlikeli bir yere gideceğini düşünerek alevler içinde yutuluyormuş gibi hissediyordu. Max, her gece kaygıyı savuşturmak için kollarına tutkuyla sarıldı ve Riftan, onun vücudunun her santimini sevgiyle okşayarak karşılık verdi.

Sadece kendini daha fazla tutamadığı zamanlar ona sahip olurdu ve Max, birbirine bağlı bedenlerinin hissine daha yakından tepki verirdi. Ancak yoğun tutkularından sonra tek duyabildiği, kasvetli bir sessizliğin ortasındaki yalnız dalgalardı.

Ç/N: Siz hep böyle kalsanız ya :')

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm