25 Kasım 2021 Perşembe

 Under The Oak Tree - 200. Bölüm

[Şarkı Önerisi: Deniz Tekin - Ayrılık ]

Max boğazının sıkıştığını hissetti. Bunların kendisine söylediği veda sözleri olduğuna inanamıyordu; çok sade ve soğuktu. Sanki gemide geçirdikleri zaman koca bir yalandı. Şapelden uzaklaşırken Riftan döndü, yüzü sakin ve düşünceliydi. Yanındaki şövalyeler başlarını ona doğru eğdiler ve komutanın peşinden gittiler.

"Yakında döneceğiz ve Leydi'yi Anatol'a geri götüreceğiz, o yüzden fazla endişelenmeyin."

Yulysion arkasını dönmeden önce kendinden emin bir şekilde söyledi ve Max onları uğurlamak için rahiplerle birlikte dışarı çıktı. Düzinelerce vagon ve silahlı şövalye, merdivenlerin altındaki avluyu doldurdu. Ön planda seçkin Livadon Şövalyeleri ve Remdragon Şövalyeleri vardı. Bayrakları batıdan esen rüzgarla dalgalanırken Max'in kalbi göğsünün içinde şiddetle çarpıyordu.

Riftan'ın atına binişini anlaşılmaz bir ağırlıkla izledi. Riftan, kişneyen ve onu sıradan geçiren Talon'u her şeyin yolunda olduğunu söylercesine yatıştırdı. Ardından savaş atını hattın önüne doğru sürdü. Şövalyelerin hepsi hareket etmeye ve Riftan'ın liderliğini takip etmeye başladı.

Max tüm sahneyi sert bir bakışla izledi, aniden , Riftan pat diye durdu. Onu takip eden şövalyeler onunla birlikte durdular ve olup bitenler hakkında kendi aralarında konuşmaya başladılar. Riftan, Hebaron'a bir şeyler bağırdı ve kargaşayı umursamadı, sonra atından atladı ve tapınağa doğru yürümeye başladı.

"Bir dakika…"

Aceleyle merdivenlerden yukarı koştu ve karısının önkolunu tuttu. Max cevap veremeden, onu şapelin yanında bulunan güzel, büyük bir ağacın altına götürdü. Max ne diyeceğini bilemeden kekeleyerek ona yetişmek için mücadele etti.

''Ri-Riftan… birdenbire, neden…?''

"Bunun aptalca olduğunu bilsem de..."

Etrafında döndü ve anlaşılmaz bir şekilde mırıldanırken Max'e baktı. Max, Riftan'ın yüzündeki çelişkili ifade karşısında şaşırmıştı. Riftan cebinden bir şey çıkarıp elini ona uzatmadan önce uzun süre kaskatı ve beceriksizce durdu. Max elindeki şeye boş boş baktı. Avucunun ortasında, kenarları hafifçe çentikli, rengi düzensiz bir şekel parçası vardı.

"Al ve sakla."

Max emin olamadı ve gözlerini kırpıştırdı. Halk tarafından kullanılan basit bir bakır madeni paraydı. Max hayatında ne birini görmüş, ne de dokunmuştu. Onun niyetinden habersiz, Max kafası karışmış bir şekilde ona baktı ve yüzünün fark edilir şekilde gergin olduğunu fark etti. Başka bir şey söylemeden elini tuttu ve parayı ona verdi.

"Her zaman yanında bulundurmalısın."

"Ne-neden...?"

Riftan'ın ağzı sanki tereddüt ediyormuş gibi büküldü ve sonunda iç çekerek yumuşadı. ''Paralı askerlere katıldığımda ilk görevimi tamamladıktan sonra aldım. Bunu taşımanın iyi şans getirdiğini söylüyorlar. Paralı askerler arasında aptalca bir batıl inanç olsa da, atmaya cesaret edemedim, o yüzden sakladım…''

Riftan, sanki böyle bir hurafe üzerinde kafa yormaktan utanıyormuş gibi son cümleyi ağzından kaçırdı. "Buna sahip olduğumda nadiren yaralandığım doğru, bu yüzden o zamandan beri yanımda taşıyorum."

Max parayı sanki eli yanmış gibi çabucak ona geri verdi. "Öyleyse durum buysa... Ri-Riftan, sende kalsın!"

"Şu anda şans gibi bir şeye ihtiyacım yok. Bu tür şeylere güvenmeden hayatta kalacağıma eminim.'' Riftan'ın uzun parmaklarını onunkilerle sımsıkı kenetlendi, sonra gözleri şiddetle karardı.

"Senden ayrılmak benim için ne kadar zor bilemezsin. Aptalca bir batıl inanç olsa da… En azından buna sahip olmanı istiyorum.''

''Bunu... aptalca görmüyorum. Eğer bu sana şans getiriyorsa... Riftan'ın taşımasını istiyorum. Te-tehlikeli bir yere gidecek olan sensin."

"Böylesini tercih ederim."

Riftan başını eğdi ve Max'in parayı tutan yumruğunu dudaklarına götürdü. Dudaklarını kadının elinin arkasına bastırdı, kakülleri parlıyor ve tenini tatlı bir şekilde gıdıklıyordu.

''En azından bunu yanında bulundurursan endişelerim biraz olsun hafifleyecek.''

"Ama... benim ka-kalbim senin için endişeyle yanıp küle dönecek."

Max küskün bir şekilde mırıldandı, sesi titriyordu. Riftan başını kaldırdı ve onun yaşlarla dolu gözlerine baktı. Riftan'ın yüzü tarif edilemez yoğun bir duyguyla doluydu. Max'in yüzünü avuçlarının arasına aldı ve baş parmaklarıyla onun gözyaşlarını sildi.

"…Öyle mi olacak?"

Max kendini konuşmaya ikna edemedi ve sadece başını salladı. Riftan kısa bir nefes aldı ve dudaklarını onunkilere bastırmak için başını eğdi. Yumuşak nefesi onun dudaklarına değdiğinde Max'in göz kapakları titredi. Riftan'ın bakışları yanıyordu ama tam tersine dokunuşu narin ve kısaydı.

"İyi olacağım."

"Tek bir ya-yaralanma olmadan... bana geri döneceğine söz verebilir misin?"

"…Evet söz veriyorum." Sanki az önce bir taş yığını yutmuş gibi boynu kasılıyordu. Riftan tekrar eğildi ve elinin arkasını bir kez daha öptü. "Lütfen, umarım başına kötü bir şey gelmez... başına gelen her şey iyi olsun..."

Riftan dua ediyormuş gibi bir fısıltıyla mırıldandı, sonra duruşunu tekrar düzeltti. Yavaşça yanağını okşadı. Max, gözlerinde hüzünle ona baktı.

"Şimdi gerçekten gitmem gerekiyor."

Max, gözyaşlarının düşmesini engelleyemeyeceğini bildiğinden dudaklarını kapalı tutarak sadece tekrardan başını salladı. Riftan sabit duruyordu. Bacakları demire dönüşmüş gibi hareketsizdi. Yavaşça avluya doğru yürüdü. Merdivenlerden aşağı inip tekrar atına binerken arkasına bakmadı.

Şövalyeler sessizce komutanlarının kendilerine önderlik etmesini beklediler ve komutan atını mahmuzlayınca ordu mükemmel bir uyum içinde hareket etti. Rahipler gidişlerini izlerken Max onlarla birlikte merdivenlerin tepesinde durdu. Kocasını sonuna kadar görmek istedi ama gözleri gözyaşlarıyla bulanıklaştı. Madeni parayı iki eliyle sıkıca kavrayarak gözyaşlarını geri yuttu.

Sonunda gözden kaybolduklarında, arkasında duran Baş Rahip nazikçe yaklaştı ve içeri girmesi için onu çevirdi.

"Şimdi içeri geri döneceğiz. Hanımın kalacağı odayı göstereceğim.''

Max kalan gözyaşlarını elbisesinin koluyla çabucak sildi ve tapınağa geri yürüdü. O anda, sırtında boş bir rüzgar hafifçe esti ve Max, içerideki Yüksek Rahibi takip etmeden önce son bir kez arkasına bakmak için döndü.

***

Ana bahçeyi, oditoryumu, küçük sebze bahçesini ve küçük bir şapeli geçerek uzun bir merdivenlerden sonra kalacağı manastır ortaya çıktı. Max şaşkın bir ifadeyle dört katlı taş binaya baktı. Yapı, Livadon'daki diğer binalar gibi mükemmel bir şekilde simetrikti ve tapınağın diğer bölümleri kadar muhteşemdi, ama nedense somurtkan bir atmosferi vardı.

Rahip ona manastırda rehberlik etti ve içerideki tesisleri kısaca anlattı. ''O bölge, rahibe olmak için eğitim alan kız kardeşlerimizin yaşadığı yer. Kardeşlerinin veya kocalarının sağ salim dönmesi için dua etmek için evde kalan asil hanımlar da mevcut. Çoğu insan zamanını kendi odalarında geçirir. Ancak, herkes genellikle sabah ve akşam dua etmek için toplanır. O zaman başka hanımlarla tanışabileceksiniz.''

Max, Livadon'dan asil kadınlarla etkileşim kurma fikrinden duyduğu rahatsızlığı gizlemeye çalıştı. Onlarla tanışmak istemiyordu, yalnızca sosyal ortamlarda kendine güvenmediği için değil, kekemeliği nedeniyle alay edilmekten de korkuyordu. Ancak rahibin teklifini reddetmek yerine sadece başını salladı.

Rahip ona manastırın ikinci katındaki temiz ve ferah bir odaya kadar eşlik etti. "Burası leydinin odası olacak."

Max, büyük bir cam penceresi olan egzotik ama görkemli odaya girerken etrafına bakındı. Aşırı lüks değildi, ama yeterince iyi. Yatak genişti ve üzerindeki çarşaflar kabarıktı. Ayrıca cilalı maun bir masa ve elbiselerini koymak için duvara dayalı büyük bir gardırop vardı.

''Hizmetçiler yemeklerinizi her gün istediğiniz saatte odanıza getirecekler. Dilerseniz yemek salonunda rahibeler ve kız kardeşler ile yemek yiyebilirsiniz. Tapınak alanı içinde istediğiniz yere gidebilirsiniz, ancak rahiplerin ikametgahı olduğu için kuzey ek binasına girmekten lütfen kaçının. Tapınaktan ayrılmak isterseniz, bu manastırdan sorumlu rahibeye haber vermelisiniz ve size bir refakatçi sağlayacağız. Leydi'nin herhangi bir sorusu var mı?"

Max, üzerine atılan bilgi çığı karşısında yalnızca yavaşça başını sallayabildi. Sert görünüşlü genç rahip bir süre ona baktı, sonra arkasını döndü.

"Daha sonra herhangi bir sorunuz olursa lütfen bana bildirin. Hemen size yardım etmesi için bir hizmetçiye talimat vereceğim.''

Ardından kapıyı kapattı ve gitti. Tamamen bitkin olan Max yatağa düştü ve manastırdaki hayatı böyle başladı. Diğer hanımlar gibi, zamanının çoğunu odasında boşta geçirirdi. Gün boyunca bahçede yürüdü, ancak tapınaktan hiç dışarı çıkmadı ve başkalarıyla neredeyse hiç konuşmadı.

Rahipler ve rahibelerin ona yaklaşması ve sohbet etmesi nadirdi; eğer yaptılarsa, bu genellikle tapınak içindeki kurallarla ilgiliydi. Ara sıra koridorlarda Livadon'un asil hanımlarıyla karşılaştığında bile, yanlarından geçerken sadece küçük başlarını salladılar. Tapınaktaki atmosfer, diğer krallıklardan gelen konuklara karşı herhangi bir isteksizliğe sahip değildi. Her şeyden önce, Max manastırdaki günlerinin coşku ve canlılıkla dolmasını beklemiyordu, çünkü beklenen yaşam tarzı inzivaya çekilmek ve pervasız olmaktı, ancak Livadon şu anda bir canavar ordusuna karşı bir savaşla karşı karşıyaydı.

Rahiplerin ve rahibelerin yüzleri, ibadet ve günlük cenaze törenleri için yapmak zorunda oldukları tüm hazırlıklardan ağır bir yorgunlukla ciddi bir şekilde sertleşmişti. Ailelerinin canlı veya ceset olarak dönmesini beklemeye mahkûm edilen asil hanımlar bile karanlıktı. Max kendi ifadesinin onlarınkiyle aynı olduğunu biliyordu. Aynada kendini gördüğünde, asık suratlı, solgun yüzlü ve gözlerinin altında koyu halkalar olan bir kadın dönüp ona baktı.

Max her gece dönüp dönüp Riftan için endişeleniyordu. Ve sabah gözlerini açtığında Calypse Kalesi'ne hasretle iç çekiyordu. Riftan, Ruth ve Remdragon Şövalyeleri ile bir an önce Anatol'a dönmekten başka bir şey istemiyordu.

Her gün sabah ayinlerine katıldı, kaderin yanlarında olması ve Louiebell Kalesi'ni geri almanın zafer haberlerini duyması için dua etti. Ancak elçilerin kendilerine getirdiği haberler hep aynıydı. Troller ordusu tarafından oluşturulan kale, beklenenden daha sağlamdı ve kolayca geçilemedi. Topyekun bir savaşla sonuçlanabileceğinden onları bir çatışmaya sokmak zordu.

Çoğu zaman, tapınağı ziyaret eden soylular, durum böyle devam ederse, bu savaşın gelecek yıla kadar bitmeyeceğine dair her türlü çılgınca spekülasyonda bulunurlardı. Max, böyle bir konuşmayı duyduğunda midesinin şişip döndüğünü hissetti. Diğer asil hanımların yüzleri de karanlık bir şekilde bulutlandı. Böyle kasvetli bir atmosferde on gün geçirdikten sonra Max, her zamanki kasvetli ifadesiyle tapınağa girdi. Ancak hava her zamankinden farklıydı, kafası karışmıştı. Manastırda kalan Livadon soyluları ve soylu hanımlar garip bir şekilde parlak ve heyecanlıydı. Merakını yenemeyen Max, dikkatle yanında oturan bayana sordu.

"A-aferdesiniz. Bir ihtimal.. Louiebell'den iyi haberler mi var?"

Onunla aşağı yukarı aynı yaşta görünen genç kadın şaşkın bir ifadeyle ona baktı ve arkadaşça bir ses tonuyla cevap verdi.

"Büyük Osyria Tapınağı'ndan Kutsal Şövalyeler geldi. Bu öğleden sonra ibadetlerini merkezdeki tapınakta yapacaklar ve hemen ardından Louiebell'e gidecekler."

Ç/N: Ahh bilmiyorum bu bölüm çok hüzünlüyümm :((( Kalbim bu ayrılığa fena halde kırık.. Amaaaa bir yandan da artık serinin 200. bölümüne gelmiş olmanın mutluluğunu taşıyorum yeeyy Durum böyleyken hemen genel bilgilendirmemi yapayım. Novelin ingilizce çevirisi 250. bölümden gidiyor.. Birkaç gün daha sabrederseniz (ki 5 gün kadar ediyor) bu ayın sonuna sizi ingilizce güncele getireceğim inşallah.. Peki ingilizce günceli novelin hangi kısmından gidiyor bunu da belirteyim. Şu an 1. kitabın bitimine tahminim 7-8 bölüm kaldı yani 257 yada 258. bölümde birinci kitap bitmiş olacak. Sonra bir sıkıntı olmazsa 2. kitaba aynen devam edilecek. Bilenler biliyor ama bilmeyenler için hemen söyleyeyim ki 2. kitabın ortasında (106. bölümünde) yazar sağlık sorunları nedeniyle hikayeye ara vermişti. Ve bu ara 2 yıl sürdü. Yani hayranlar 2 yıldır hikayenin devam etmesini bekliyor (şahsen ben de 9 aydır bekliyorum T.T) Vee müjde şu ki yazar 1 Aralık 2021'de yani birkaç gün sonra verdiği uzun araya veda edecek ve novelin 2. kitabının 107. bölümü yayınlacak.. Yani aslında hikayeyi çok doğru bir zamanda çevirmeye başladım, böylelikle sizler hiç ara vermeden devam edebileceksiniz. Ha ama belirteyim ingilizce çevirileri 2 günde bir geliyor. Güncele geldikten sonra yeni bölümler böyle gelecek malesef :( Neyse o sırada başka novel çevirmeye başlarım ben de belli mi olur. Neyse çok uzun yazdım farkındayım ama şu ana kadar okuyarak bana eşlik eden hepinize çok teşekkür ederim T.T Vee son olarak eveeett yorum yapmayı unutmazsanız da sevinirim <3

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

 Under The Oak Tree - 199. Bölüm

"Sejour Aren Louiebell'de mi?" Riftan, Arşidük'ün uzattığı elini hafifçe sıkarken sordu.

Arşidük Aren'in gülümsemesi dudaklarından silindi ve sakince başını salladı. "Troll Ordusu ile yüzleşmek için dağınık müttefik güçleri toplamaya çalışıyor."

"Kaç ek takviye konuşlandırıldı?"

"Şövalyeler dahil toplam 3500." Arşidük kısa ve öz bir sesle cevap verdi, sonra devam etti. "Whedon'un kraliyet ailesi 1500 asker gönderdi ve Balto 2000 asker gönderdi. Varır varmaz hemen savaş alanına gittiler."

"Kutsal Şövalyeler geldi mi?"

"Osyria Şövalyeleri iç bölgelere seyahat ediyorlar, bu yüzden buraya gelmeleri biraz daha zaman alacak." Arşidük atını çevirdi ve Riftan'ın yanında sürdü. "Önce kraliyet kalesine gidelim. Remdragon Şövalyeleri için bir karşılama ziyafeti hazırladık.''

Riftan başını salladı. "Zaman kaybetmeye niyetim yok. Biz zaten gemide karnımızı doyurup bir şeyler içtik. Merkez tapınağa uğrayacağız, saflarımızı hazırlayacağız ve hemen Louiebell'e gideceğiz."

"Hâlâ her zamanki gibi sabırsızsın." Büyük Dük içini çekti. "Efendimizin isteği buysa, o zaman sana merkezdeki tapınağa kadar rehberlik edeceğim. ''

Livadon Kraliyet Şövalyeleri'ne onu takip etmelerini işaret etti ve adamlar atlarını onun yönünü takip etmeleri için sürdüler, sonra ana yolu geçmeye başladılar. Kalabalık onlar için yolu döşedi, yolu açmak için hemen sola ve sağa ayrıldı. Max ve Remdragon Şövalyeleri atlarını düzenli bir sıra halinde sürdüler. Sokaklar sıra sıra yeşil taze defne ağaçlarıyla çevriliydi ve mükemmel simetride yassı taşlardan yapılmış geniş yolun iki yanında kaba taş binalar sıralanmıştı.

Bir çeşmeli geniş, açık bir avlu ortaya çıkmadan önce epey bir süre yürüdüler; ortada, Merkez Tapınağa giden geniş bir taş merdiven vardı. Grandük merdivenlerin önünde durdu ve kısa bir açıklama yapmaya başladı.

''Merdivenlerin tepesindeki bina Merkez Tapınak. Şapelin arkasında sağda mabet ve revir, solda muhafız karakolu yer alır. Şövalyelerin lojmanları muhafız karakolunun hemen arkasındadır.''

Max, önündeki ihtişama hayretle baktı. Tapınak, rustik ama zarif görünümüyle belli bir sakinlik duygusu yaydı. Altı fildişi renkli sütun, mermerden oyulmuş devasa, yuvarlak turkuaz bir tavanı desteklemek için yüksekte duruyordu. Roem'in ilk imparatoru Darian, adamları savunan ilk on iki şövalye ve göksel ejderha olan Uigru tepede görülebiliyordu. Max şaşırtıcı derecede ayrıntılı ve hassas görüntüye bakarken, Yulyson nazikçe ona yaklaştı.

"Leydim, atınızdan inmenize yardım edeceğim."

Max aceleyle bakışlarını indirdi. Kısa süre sonra Riftan ve Remdragon Şövalyeleri atlarından indiler ve merdivenlere yöneldiler. Ayrıca Yulysion'ın yardımıyla Rem'den hızla indi. Merdivenlere giden adamları takip ederken, tapınaktan manastır cüppeli rahipler çıktı. Şövalyeler daha sonra atlarını onlara emanet edip tapınağın içine girdiler. Max, çevreye aşina olmayan atı sakinleştirmek için Rem'i okşadı, sonra dizginleri rahiplerden birine verdi. Daha sonra tapınağın girişine doğru yürüdü.

Livadon'un tapınağı, Whedon'daki kilise binalarının aksine, şehvetli bir atmosfer yayıyordu. Tapınağın kemerli tavanları eski tablolarla kaplıydı ve devasa pencereleri dolduran vitraylardan renkli ışıklar dökülüyordu. Rahiplerin cübbeleri de iddialı olmaktan uzaktı, kemer gibi bükülmüş bir iple ayak parmaklarına ulaşan sert koyu kahverengi kumaştan yapılmışlardı.

Rahipler arasında en yüksek otoriteye sahip görünen yaşlı bir adam, Riftan ve Arşidük Aren'e doğru adım attı.

"Tanrı'nın dinlenme yerine hoş geldiniz."

"Bu değerli konuklar, Livadon'a yardım etmek için Whedon'dan geldiler. Louiebell'e gidene kadar tapınakta kalmalarına izin verecek misiniz?"

Arşidük konuşurken yaşlı rahibin soluk mavi gözleri Riftan'a ve Remdragon şövalyelerine doğru uçtu.

''Elbette onlara konukseverlikle bakacağım. Bir şeye ihtiyacın olursa lütfen söyleyin."

"Uzun süre kalmayacağız. Yeterince erzak ve cephanelik topladıktan sonra hemen yola çıkacağız, ayrıca Louiebell'e yolculuğumuzda bize eşlik edecek bir başrahibe ihtiyacımız olacak."

Riftan'ın gözlerinin içine bakan yaşlı rahip yavaşça başını salladı ve sağında duran rahibe bir talimat fısıldadı. Talimatları alan rahip, görevleri yapmak için hemen sırayı terk etti.

''Hemen iki baş rahibi çağıracağım. Ayrıca ihtiyaç duyacağınız malzemeleri de sağlayacağız.''

"Silahlarınızı ve cephaneliğinizi hazırlamanıza ve doldurmanıza yardımcı olacağız. Livadon'un üç yüz seçkin şövalyesi Remdragon Şövalyelerine eşlik edecek." Arşidük Aren ilan etti ve tapınağın dışında duran şövalyeleri işaret etti. ''Hazırlıkları bize bırakın, misafirler her şey ayrılmaya hazır olana kadar dinlensin ve rahatlasın.''

Konuşmayı bitirir bitirmez rahipler şövalyelere rehberlik etmek için iki gruba ayrıldı. Kemerli kapılardan geçtiler, sonra güneş ışığıyla bezenmiş döküm bir bahçeden ve yoğun nar ağaçlarıyla dolu bir meyve bahçesinden geçtiler. Güzel selvi ağaçlarıyla çevrili grimsi beyaz bir bina kısa süre sonra taş yolların önünde belirdi. Şövalyeler rahibi takip ederek rahat bir havası olan binaya girdiler. Önlerinde en az 800 kişinin kalabileceği iki katlı büyük bir salon belirdi.

''Hacılar burada dinlenmeye gelirler. Hemen yemek hazırlayacağız, bu arada lütfen rahatça dinlenin.''

Rahipler gidince, şövalyeler kalın yastıklı sandalyelere yığılarak ya da düz bölmeleri açıp karyolaları yerleştirirken uzun bir iç çektiler. Çıraklar, odanın etrafına merakla bakarken, zırhlarını çıkarmalarına yardım etmek için aceleyle onlara doğru koştular. Max ayrıca duvardaki tablolara ve sütunlardaki karmaşık oymalara bakarak gözlerini gezdirdi. Ancak Riftan ona seslendiğinde sersemliğinden kurtuldu. Arşidük'ün karşısında uzun bir masada oturmuş, ona elini sallıyordu.

"Maxi, buraya gel." Onu işaret etti.

Max bir an tereddüt ettikten sonra ona doğru yürüdü. Arşidükün meraklı kahverengi gözleri ona doğru uçtu. Riftan büyük elini onun küçük sırtına koydu, sanki ona sahip çıkıyormuş gibi, ve konuştu.

"Bu benim karım Maximillian. Arşidükten benim yokluğumda onunla ilgilenmesi için bir iyilik isteyeceğim."

"Karın?"

Adam, Max'i utandıracak kadar aval aval bakarken bağırdı. Max omuzlarını kamburlaştırmamak için çabaladı, sonra adam düzgünce düzenlenmiş sakalını düzeltti ve inanamayarak başını yana yatırdı.

"Elbette onun güvenliğini ve rahatını sağlamak için elimden geleni yapacağım ama anlamıyorum... Karını neden böyle tehlikeli bir sefere çıkardın?"

"Lady Calypse mükemmel bir şifacıdır." Masanın ucunda şarap yudumlarken sandalyesine kamburlaşmış olan Hebaron araya girdi. "Remdragon büyücüsü bizden önce giden birlikle gönderildiği için Leydi Calypse'in onun yerini almaktan başka seçeneği yoktu."

"… Anlıyorum." Grandük ona bakarken yüzü yumuşadı. "Bunca yolu gelmek çok zor olmalı. Leydi'ye hemen kraliyet kalesinde bir yer ayarlayacağım, böylece rahatça yaşayabilir."

"Manastırda kalmasını istiyorum." Riftan hemen onu düzeltti. "Şu anda Levan'ın büyük tapınağında kalan birçok Livadon soylu leydisi olduğunu duydum. Orada kalmasını ayarlayabilir misin?''

"Bunu yapmak benim için zor olmaz... ama kalede kalması onun için daha iyi olmaz mı?"

"Karımın herhangi bir siyasi meseleye karışmasını istemiyorum."

Riftan'ın ifadesi, özellikle de hitap ettiği kişi bir Arşidük olduğunda kaba olarak yorumlanabilirdi ama Max'in tek yapabildiği, kocasının küstah tavrı karşısında kaskatı kesilip adama bakmaktı; ancak, adam en ufak bir gücenme olmaksızın sadece kahkahayı patlattı.

"Elnuma Reuben III'ün şu anda sana göz kulak olduğunu duydum. Karının kraliyet ailesiyle birlikte Livadon'da kalmasının, onun güvensizliğini körükleyeceğinden endişeleniyor musun?"

"Kalede kalırsa ona art niyetle yaklaşılmayacağının garantisi yok."

"…Öyle sanırım." Arşidük içini çekti ve kısa, koyu kahverengi bıyığı hafifçe dalgalandı. ''Şu anki konumun göz önüne alındığında, manastırda kalmanız kesinlikle en iyisi olacaktır. Anlıyorum, Baş Rahip'ten sizi içeri almasını isteyeceğim."

Max, kaderi belirlenirken Riftan'ın elini masanın altında tutarak oturma pozisyonunu düzeltti. Riftan onun dokunuşunu hissederek endişeli yüzüne baktı ve elini sıkıca tuttu. Arşidük, hazırlıkları denetlemek için onları yalnız bırakmadan önce, onlara Louiebell'deki durum hakkında çabucak brifing verdi.

Bir süre sonra rahipler her çeşit yiyecek, şarap ve taze meyvelerle dolu sepetlerle içeri girdiler. Max, şövalyelerle birlikte son yemeğini yerken sert bir ifadeyle oturdu. Etrafındaki adamlar bile sakince önümüzdeki birkaç gün için güzergahı tartışırken her zamankinden daha gergindi.

Riftan'la biraz zaman geçirmek ve düzgün bir şekilde veda etmek için can atıyordu ama Riftan aynı zamanda şövalyelerle tartışmakla meşguldü, bu yüzden zahmet etmeye cesaret edemedi. Sonra Livadon şövalyeleri geldi ve onlara savaş hazırlıklarının artık bittiğini bildirdi.

"Yiyecek ve silah dolu vagonlar hazır, meydanın yanında duruyor."

"Ya rahipler?"

"Gitmeye hazır iki yüksek rütbeli rahip var."

Riftan ve şövalyeler hemen zırhlarını yeniden giydiler. Yaptıkları her hareket, Max'in kalbine saplanan bir kürek gibi geliyordu. Onu bırakmanın acı verici olacağını biliyordu ama gerçek, düşündüğünden çok daha zordu. Riftan bir yana, şövalyelere veda edemeyen Max, ballı katır gibi orada dikilip onların tapınaktan çıkışlarını izledi. Riftan kapıda durup Arşidük Aren'le konuştu, sonra ona döndü.

"Maxi, Arşidük seni Baş Rahiple tanıştıracak. Gel."

Max onu takip etti ve bahçeyi geçip tekrar ana tapınağa girdikten sonra, orta yaşlı, grimsi sarı saçlı, onları bekleyen bir rahip gördü. Gerekli saygıyı göstermek için dizlerini reveransla sertçe büktü.

"Ben Ma-Maximillian... Calypse."

"Sizinle tanışmak bir şeref. Rab'bin bu sadık hizmetkarı Shem Mordecai, bir süre bizimle kalacağınız söylendi. Lütfen kendinizi evinizde hissedin.''

"Lütfen karıma iyi bakın." Riftan kibarca rahibe doğru başını eğdi.

Max'in kalbi göğsünün köşesine kadar buz gibi hissetti. Burada mı veda ediyoruz?

Sonra doğruldu ve Max'e döndü. "Bir sorun çıkarsa Arşidük Aren'e haber ver. Ben yokken o halleder."

Max cevap veremedi, titreyen dudaklarını büzdü. Riftan sessizce ona baktı, yüzü herhangi bir duygudan yoksun, çelik bir zırh gibi kayıtsız ve soğuktu.

"Dikkatli ol."

Ç/N: Maxi'nin masanın altından Riftan'ın elini tutması ve onun da Maxi'nin elini daha sıkı tutması detayı.. yoo ağlamıyom ağlamıyomm 

Önceki Bölüm                                                                                               Sonraki Bölüm

 Under The Oak Tree - 198. Bölüm

Gösterinin ardından parmaklıklara yaslanan şövalyeler alkışladı. Max bile ellerini çırptı ve denizciyi övdü.

''Ho-hoşnut edici bir performanstı. Ama festivalde dinlediğim şarkıyla karşılaştırıldığında… Bence biraz farklı.''

''Adelian'ın şiirinin sözleri ve mısraları bölgeden bölgeye biraz farklılık gösteriyor. Bu, Roem'in başkenti Gillian'dan gelen şarkının ikinci dizesiydi. Leydi şarkı sözlerini beğentisine uygun bulmadı mı?''

Max hızla başını salladı. "Çok... güzel bir şarkıydı."

"Leydi'nin bundan hoşlandığını söylemesine sevindim."

Denizcinin ağzı neşeli bir gülümsemeyle genişledi. Bir kolunu karnının önüne koydu ve kibarca eğildi. Max'in yanında sessizce çorbasını yudumlayan Riftan, ceplerini karıştırdı ve denizciye bir denar fırlattı.

''Karımı mutlu etmenin bir ödülü. Ne zaman boş zamanın olursa, ona duymak istediği şarkıları çalın.''

''Zevkle''

Denizci, bir altın sikke olan cömert ödüle sevinerek gülümsedi. Riftan boş kasesini bir kenara koydu ve sonra Max'i kendisininkini de bitirmeye çağırdı. Max yahnisini bitirdiğinde, şafağın soluk parıltısı yaklaşıyordu. Koyu mavi denizin üzerinde parlayan gümüşi beyaz güneş ışınlarını izledi, sonra Riftan onu odalarına kadar eşlik etti. Kapının eşiğinde durup nazikçe yanağını okşadı.

"Biraz daha uyu. Öğle vakti tehlikeli sulardan çıkacağız.''

"Riftan... yorgun değil misin?"

 Max'in endişeli ifadesinde Riftan'ın dudaklarında hafif bir gülümseme görüldü. "Bu hiç bir şey. Benim için endişelenme ve rahat ol."

Ardından alnına bir öpücük kondurmak için başını eğdi ve kapıyı kapattı. Max acı acı gülümsedi. Riftan, Max'in onun söylediklerini yapmasının, onun için endişelenmemesinin ve duygularını rahatlatmasının imkansız olduğunun farkında değil gibiydi. Max ağır adımlarla lomboza (yuvarlak gemi camı) gitti ve çalkantılı denize baktı. Gemi dalgalar arasında şiddetle ilerledi ve uzun bir süre boğucu sessizlikte sadece dalgaların sesleri duyuldu. Çok geçmeden, denizin diğer tarafında belli belirsiz görülen yükselen kayalar gözden kayboldu.

Siren'in topraklarından tamamen çıktıklarında, yorgun denizciler düzgün bir şekilde yemek yemek ve uyumak için güverteden indiler. Şövalyeler de zırhlarını çıkarıp dinlenmeye gittiler. Sadece Riftan köprüye tırmandı, geminin kaptanıyla tartıştı ve tetikte kaldı. Sonunda zırhını çıkarmak ve düzgün bir yemek yemek için odaya döndüğünde güneş çoktan batmak üzereydi.

''Kaptan, en geç yarın sabaha kadar Crisamt Nehri kıyısına ulaşabileceğimizi söyledi. Ardından nehirde yarım günlük bir yolculuktan sonra Levan'a ulaşacağız.''

Max'in gözleri genişledi, kalbi yüksek sesle atıyor ve aynı anda batıyordu. Riftan biraz bira içti ve sert bir tonda konuşmaya devam etti.

''Genellikle hareketli ve gürültülü bir şehirdi, ancak şimdi durum o kadar hoş olmayabilir, bu günlerde bir trol ordusunun kafalarını vurmak için pusuya yatma olasılığı var. İnsanlar biraz temkinli görünüyorsa buna aldırma.''

"Başkentte tehlikeli durumların o-olması... mümkün mü?"

"Bu asla olmayacak." Masanın üzerine konan yemeği bir anda bitirdi ve bir elma yerken soğuk bir tavırla ısrar etti. "Canavarlar daha fazla güneye seyahat etmeyecekler. Ele geçirdikleri kaleyi geri alacağız ve bizden önce giden keşif ekibini kurtaracağız. Manastırda sadece birkaç ay kalacaksın.''

Elma çekirdeğini gemiden attı ve meyve suyunu bulaşmış parmaklarından yaladı. Bir kayanın üzerinde duran rahat bir kaplan gibi görünmesine rağmen, gözlerinde kararlı bir parıltı vardı. ''Rüzgar mevsimi gelmeden bu savaşa bir son vereceğim ve seni Anatol'a geri götüreceğim. Sadece biraz daha beklemen gerekecek."

Max kalbinin yüksek sesle göğsüne çarptığını ve boğazının sıkıştığını hissetti. Yangın mevsimi daha yeni başlamıştı ve genellikle kendinden emin olan Riftan bile savaşın en az aylarca sürmesini bekliyordu. Kuruyan dudaklarını yaladı, sonra Riftan onu kucağına çekti ve kucakladı. Max yaklaşan ayrılıklarının korkusuyla titriyordu ve bir kabustan yeni uyanmış bir çocuk gibi kendini onun kollarına derinden gömdü.

Yarın ondan uzaklaşacağını düşünmesine izin veremezdi. Max kollarını onun boynuna doladı ve nefes almalarını zorlayacak kadar onu sıkıca kucakladı. Riftan derin bir nefes aldı ve yüzünü onun saçlarına gömdü. Sonra gece havasında soğuyan ensesi, Riftan'ın sıcak nefesiyle aniden ısındı. Max omzuna karşı titreyen bir sesle mırıldandı.

"A-acele etmelisin..ve bana geri dönmelisin."

"…Döneceğim."

Riftan'ın vücudu da hafifçe titredi, onu kollarına aldı ve yatağa yatırdı. Max başını kaldırıp ona baktı, kanının hızla aktığını hissederken gözleri titriyordu. Riftan ince cübbesinin üzerindeki höyüklerini okşadı ve şakaklarından ensesine kadar hafif öpücükler yaydı. Nemli dudakları köprücük kemiklerinde gezindi, sonra göğüslerinin arasındaki vadiye gitti. Başını kaldırdı ve dudaklarıyla dudaklarını yakaladı ve Max gözlerini kapadı, ona tüm benliğini eritiyormuş gibi hissettiren ısıda kayboldu.

***

Ertesi gün, Max deniz kuşlarının sesiyle uyandı. Yatağından kalktı, lomboza yaklaştı ve parıldayan suların üzerinde süzülen, kanat çırpan kuşları görmek için dışarı baktı. Nax onlara şaşkın şaşkın bakmakla meşguldü, Riftan da uyanıp onu takip edip ve arkadan kucaklamak için yataktan kalktığında.

"Neye bu kadar ilginç bakıyorsun?"

''Ku-kuşlarının sesini duydum. Görünürde hiç de-deniz kuşu yoktu… şimdiye kadar.''

"Kuşlar genellikle sadece karaya yakın olduklarında görülür. Nadiren denizin ortasına uçarlar. '' Riftan, burnunun kemerini Max'in ensesine yasladı ve kara gözleriyle denize baktı. Dudaklarının arasından zayıf bir inleme kaçtı. "Görünüşe göre hedefimize planladığımızdan daha erken varacağız. Gemiden ayrılmaya hazırlanmalıyız."

Sonra yavaşça vücudunu ondan uzaklaştırdı. Max, ona tutunmamak için tüm kontrolünü kullandı. Hizmetçilerden birinin getirdiği temiz suyla sessizce vücutlarını yıkayıp temiz giysilere büründüler. Her zaman olduğu gibi, Riftan zırhını kendi başına giydi ve odadan çıktı, Max kısa bir süre sonra onu takip etti ve güverteye çıktı. Riftan'ın dediği gibi, kara yavaş yavaş ufkun uzak ucundan görünmeye başladı.

"Bütün denizciler, aşağı inin ve kürekleri hazırlayın!"

Kaptanın emriyle denizciler merdivenlerden küreklere koştu. Kısa süre sonra gemi, karaya yaklaştıkça resiflerden kaçınarak dikkatli bir şekilde karaya yaklaştı. Kayalık iç kısımdan geçtikten kısa bir süre sonra, Crisamt Nehri'nin zümrüt sularını ve Batı Denizi'ni birbirine bağlayan geniş üçgen bir haliç göründü. Denizciler yelkenleri çektiler ve halatları sıktılar, sonra nehirde kuvvetli bir şekilde kürek çektiler. Tam zırhlı şövalyeler, atlara eyer koymak ve bagajlarını yüklemek için ahırlara indiler. Yulysion ve Garrow, Max'in bavulunu alıp Rem'e bir eyer koydular.

Max, nehirde gezinmenin sonuçları olan yoğun sarsıntı ve sallanmanın ortasında nehir kıyısında sıralanmış birkaç kabine ve diğer feribotlara dikkatle baktı. Su kuşları, gökyüzüne geri uçmadan önce bir balık kapmak için başlarını geniş nehre daldırıyorlardı. Ayrıca bol mal yüklü küçük ticaret gemilerinin geçtiğini de gördü. Nehrin yukarısına doğru yol aldıkça gemilerin ve teknelerin sayısı arttı ve çok geçmeden devasa gemilerin sıralandığı büyük bir iskele belirdi. Riftan elini parmaklığa koyarak konuştu.

"Bu, Livadon'un başkenti Levan."

Max büyük limana hayretle baktı. Şehirde düzinelerce dev gemi ve yüksek beyaz binalar sıralanmıştı. Görünüşünden saf egzotik atmosfer sızdığında, Livadon'a komşu ülke demek haksızlık olurdu. Levan'ın tüm binaları ya kare ya da tonozluydu, bina çatıları sivri uçlu olan geleneksel antik Roem mimari tarzından tamamen uzaklaşıyordu. Levan'daki binalar da inanılmaz derecede saf beyazdı.

"Kalacağın manastır orası."

Riftan bir dağın yanına tünemiş devasa tapınağı işaret etti. Fildişi sütunlarla çevrili beyaz yapıya meraklı bir bakışla bakıldığında, Max'in beklediğinden tamamen farklı görünüyordu. Sadece dışarısı bildiği ıssız, kısıtlı manastırlardan farklıydı.

''Bi-bir manastır yerine… daha çok eski bir tapınağa benziyor…''

''Gördüğün gibi, tüm binalar Roem öncesi dönem stilini takip ediyor. Bunun nedeni, Livadon'un antik dönem mimari tasarımlarını ve yaşam biçimlerini korumasıdır. Kuzey bölgeleri hariç ülkenin çoğu Protestan öğretilerini takip ediyor.'' Paralı asker olarak Livadon'da geçirdiği süre göz önüne alındığında, Riftan'ın bu kadar çok tarih bilmesi şaşırtıcı değildi. "Düşündüğün kadar kısıtlayıcı değil, buradaki insanlar çok daha özgür ruhlu."

Max biraz rahatlamış hissetti. Çocukluğundan beri, Katolik Kilisesi'nin öğretileri konusunda katı olan soğuk bir rahip tarafından sert bir şekilde eğitilmişti, bu yüzden yaşam tarzının genellikle katı olduğu bir manastırda kalma konusunda gizliden gizliye endişeliydi.

Gemileri limana yaklaştıkça, denizciler kalın halatlar fırlatarak, demirleri indirerek ve gemiyi rıhtıma sıkıca bağlayarak güvertenin etrafında koştular. Whedon'un rüzgarda dalgalanan bayrağını gören meraklı bir kalabalık gemilerinin yakınında toplandı. Denizciler, şövalyeler atlarını tek sıra halinde indirmeden önce, iskele tahtasını çabucak indirdiler ve sağlam tahtayı yere sıkıca sabitlediler.

Livadon halkı, dünyanın en güçlü şövalyesinin Livadon'u krizden kurtarmak için geldiğini anlayınca, hep bir ağızdan yüksek sesle ilahiler söylemeye başladılar.

''Rossem Uigru de Calypse!''

Sıcak karşılama son derece coşkuluydu, bu yüzden Max'in tetikte olma endişesi uçup gitti. Rem'in üzerine tırmandı ve ezici kalabalığın arasından şövalyeleri takip etti. Riftan'ın güçlü aurası, şövalyeleri ön planda tutarken muazzam bir şekilde yayıldı. Güçlü, erkeksi tünemiş yüzü, büyük siyah atının tepesinde, dosdoğru ileriye bakarken otoriter bir hava veriyordu, bu soyluların ancak sahip olmak isteyebileceği bir şeydi. Geniş, güçlü omuzları ve savaş atını mükemmel bir şekilde kontrol eden uzun, kalın bacaklarıyla birlikte, ihtiyatlı bir güç yaydı.

Ejderhayı yenen şövalyeyi görmek için limanın etrafında toplanan Livadon halkı, ondan tamamen büyülenmiş gibiydi. Remdragon Şövalyeleri'nin geçtikleri her yeri rengarenk çiçeklere boğdular ve beyaz mendillerini coşkuyla salladılar.

"Azmettin ve onca yolu geldin, Whedon'un en güçlü şövalyesi Sör Riftan Calypse. Livadon'un yardımına geldiğiniz için teşekkürler."

Livadon kraliyet ailesinin mührünü ve beyaz bayrağını taşıyan şövalyeler, ana yoldan geçtikten sonra yaklaştılar ve büyük salona gitmek için yürüdüler. Max başını arkadan uzattı ve bulvarın ortasında duran gümüş grisi zırhlara bürünmüş yaklaşık otuz şövalye gördü. Ve başlarında, orta yaşlı bir adam onları kırmızımsı kahverengi bir savaş atının üzerinde karşıladı. Riftan ona doğru ilerledi ve açıkça konuştu.

"... Uzun zaman oldu Grandük Druick Aren."

Grandük ona geniş bir gülümseme gönderdi ve resmi tonu, eski bir arkadaşına hitap ediyormuş gibi anında değişti.

"Adımı hatırlaman beni onurlandırdı. Altı yıl oldu… hayır, bir yıl daha geçti… yani küçük kardeşime iyi bir dayak atmayalı yedi yıl oldu.''

Max, asilzadenin sözleriyle bol bol terlemeye başladı. Bu asilzadenin Riftan'a düşmanlığı olup olmadığını merak etti. Ancak, onun endişesinin aksine, adam sadece atını Riftan'ın yanına götürdü ve dostça bir gülümsemeyle elini Riftan'a doğru uzattı.

"O zamanlar olduğundan daha büyük bir şövalye olduğunu duydum. Bu kadar erkeksi olman şaşırtıcı. Sejour, senin fiziğin onunkinden daha önemli hale geldiğini keşfettiğinde kesinlikle öfkelenecek."

Ç/N: Riftan bebeğim gitmeee :'(

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm