Sayfalar

26 Kasım 2021 Cuma

 Under The Oak Tree - 202. Bölüm

Max, karşılık olarak eğilmek için aceleyle dizlerini büktü. Önündeki genç adamın Kutsal Şövalyeler Komutanı olduğunu anlayınca midesi gerginlikten düğümlendi.

Mektubu cebindeki yumruğuyla sıkıştırdı. Bunu ne kadar düşünürse düşünsün, Kutsal Şövalye Komutanı'ndan ona mektup teslim etmek gibi bir iş yapmasını istemek uygunsuz geliyordu. Bakışlarının farkında olduğunu hissederek bir adım geri attı.

"Özür dilerim... bö-böldüğüm için."

"Hiç de değil, leydinin soracağı bir şey varsa, lütfen bana söylemekten çekinmeyin."

Arşidük dostça bir gülümsemeyle söyledi. Bir an tereddüt edip endişeli düşüncelerini bastırdıktan sonra, Max sonunda konuşmak için ağzını açtı.

"Sormak için çok fa-fazla değilse... kocama bir me-mektup göndermeyi... umuyordum..."

"Bir mektup mu?"

Arşidük ona meraklı bir yüzle baktı. Max olduğu yerde kıpırdandı ve mektubu cebinden çıkardı. Mükemmelleştirmek için bu kadar çaba sarf ettiği mektup bir saat içinde kötü bir şekilde kırışmıştı. Kıvrımları düzeltmeye çalışırken yanakları kızardı.

''Bunu kocama te-teslim eder misiniz? Ö-önemli bir şey.. içermiyor. Sadece ona nasıl olduğumu ona bildirmek istedim…''

"Bu mektubu ona teslim etmemi mi istiyorsunuz?"

Paladin kuru bir sesle sordu. Max onun kayıtsız bakışlarının baskısı altındaydı ve bu onun anlamsız cümlelerle konuşmasına neden oldu.

"Sö-sör için fazla sorun yaratmayacaksa... Louiebell'e var-vardığınızda... ve ko-kocamı gördüğünüzde... eğer-eğer bunu ona verebilirseniz..."

Okunamayan bir ifadeyle maskelenmiş bir kişinin karşısında Max'in sesi kırılmaya başladı. Bir iyilik istemeye kalkışacak kadar küstah olmaktan çok terliyordu, ama sonra Arşidük aniden sıkıntılı bir ifadeyle müdahale etti.

"Leydi Calypse, Kutsal Şövalyeler Louiebell'in doğu sınırlarından gidecekler. Remdragon Şövalyeleri batı sınırlarında konuşlanmış durumda, birbirleriyle hemen karşılaşamayacaklardır.''

"A-anlıyorum. bunu bilmiyordum...''

Mektubu buruşturdu ve bakışlarını hayal kırıklığıyla indirdi. Sonra şövalye mektubu onun elinden aldı, gülümsemesi kuruydu ve metin ifadesine rağmen sakin görünüyordu.

"Hemen teslim etmek mümkün olmayabilir... ama buluştuğumuzda ona teslim edeceğim. Ona bir şey borçluyum."

Üzerinden kısa bir coşku geçti ama adamın tuhaf sesi onu endişelendirdi. Max ona şaşkın şaşkın baktı.

''O zaman… lü-lütfen yapın.''

Max'in umutsuz cevabı üzerine adamın gözleri hafifçe kısıldı. Sonra mektubu cüppesine bağladı ve nazikçe konuştu.

"Bunun ona ulaşmasını sağlayacağım. Merak etmeyin."

"Pekala o zaman, her şey hazır gibi görünüyor, yolculuğa başlamalıyız."

Arşidük'ün ısrarı üzerine Sör Quahel Leon onun önünde eğildi ve zarif bir şekilde merdivenden indi. Max, genç adam saflarda ilerlerken onu  sersemlemiş bir şekilde izledi. Şövalyenin bayrağı, sanki önlerindeki çalkantılı savaşları müjdeliyormuş gibi, yaz rüzgarında çılgınca dalgalandı.

"Lütfen bana da müsadenizle leydim."

"Ah... Vaktinizi bö-böldüğüm için özür dilerim."

Arşidük ona iyi olduğunu belirten bir gülümseme gönderdi ve şövalyeyi takip etmek için merdivenlerden aşağı indi. Max ayrılmaya hazırlanırlarken onları izledi, sonra manastıra döndü.

Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki ellerini sıkıca birbirine kenetledi ve gözlerini kapattı. Şimdi onlar için yapabileceği tek şey, en iyisi için dua etmekti.

***

Kutsal Şövalyeler savaşa katıldıktan on gün sonra, Louiebell'in yeniden fethi haberi başkentte yayıldı. Her yerde alkışlar ve kutlamalar patlak verdi; ta ki savaş alanında ölen askerlerin ve şövalyelerin cesetleri bitmek tükenmek bilmeyen bir şekilde şehir kapılarından gelene kadar. Cesetlerle dolu uzun bir araba kuyruğu tapınağın avlusunu doldurdu ve insanlar kendi ailelerinin aralarında olup olmadığını görmek için toplandılar.

Max ayrıca Livadon'un leydileriyle birlikte geldi, endişeli ve gergindi, aralarında tanıdığı biri olup olmadığını merak etti. Cesetlerin durumu, Max'in hayal edebileceği hiçbir şeye benzemiyordu. Hepsi yıkanmış, giyinmiş ve cenaze için hazırlanmış olmasına rağmen, protezler bu adamların yüz yüze kaldığı sefil ölümleri örtemedi. Çok azının uzuvları hala yerindeydi ve bazılarının gövdelerinin üst kısmı savaşta kafaları kesilmiş gibi siyah kumaşlarla kaplanmıştı.

Soluk yüzlü Max, rahipler cesetleri dikkatlice tabutlarına yerleştirirken onları izledi. Soylu hanımlardan bazıları olay yerinde bayıldı ve Max de bayılmak üzereydi ama o mide bulandırıcı duyguya katlandı. Ne Riftan'ın ne de Remdragon Şövalyelerinin aralarında olmadığından emin olması gerekiyordu.

Max sıra sıra cesetlerin arasında gezindi ve yüzlerden herhangi birini görmeye ve tanımaya çalışırken kusma dürtüsünü bastırdı. İçini kaplayan baş dönmesine dayanamayarak hızla oradan ayrıldı ve tapınağın bataklık avlusunun köşesindeki bir ağacın altına çömeldi. Hanımlardan biri, durumu için endişelenerek peşinden gitti.

"İyi misiniz?"

Max titreyen gözlerle ona baktı. Kısa bir süre önce kendini tanıtan kadındı, Idcilla Calima. Genç kadının bronz gözleri onu endişeyle izliyordu.

"Ten renginiz iyi görünmüyor. Bir rahip çağırmalı mıyım?''

"Ah ha-hayır. Benim sadece bi-biraz... başım dönüyordu. Peki ya siz Leydi Calima, iyi misiniz?''

"İyiyim. Ben bir şövalye ailesinden gelen bir hanımım, bu kadarı beni rahatsız etmiyor.'' Kız cesurca başını kaldırdı ama teni de Max'inki kadar solgundu. Idcilla tabutlara döndü ve zayıflığını gizlemek ister gibi sıralara baktı. ''Neyse ki, ağabeyim onların arasında değil. Cesetleri getiren askerlere sordum ve Louiebell'de mahsur kalanların çoğunun güvende olduğunu söylediler."

"Ge-gerçekten mi?"

Ruth ve diğer Remdragon Şövalyeleri, Max'in gözünün önünde belirdi ve içinde bir umut dalgası yeşerdi; ancak, Idcilla'nın insanların “çoğunun” güvende olduğundan bahsettiğini hatırlayınca bu umut çabucak söndü. Max düzinelerce cesede tekrar baktı ve kısa süre sonra titreyen kalbini sakinleştirmeye çalıştı, cesetleri toplayan rahiplere yaklaşmak için ayağa kalktı.

Rahiplerin cesetlere kimlikleri iliştirilirken onları izleyenler avluya bir rahatlama ve hüzün kattı. Rahatlama nefesleri ve feryatlar her yerden duyulabiliyordu. Max, son cesedin adı tespit edilene kadar rahat edemedi. Soğuk terler içinde merdivenlerden inerken sendeledi.

Tüm vücudu titriyordu. İçini bir rahatlama kapladı ama aynı zamanda kemiklerinde bir ürperti hissetti. Soğuk, terli ellerini sımsıkı tuttu. İdcilla onun zayıf halini görünce aceleyle yanına gitti.

"Leydim, şimdilik manastıra geri dönelim. Sana eşlik edeceğim."

"Te-teşekkür ederim."

Max beceriksizce merdivenleri tırmandı, kendisinden biraz daha uzun olan genç kıza yaslanırken sağa sola sallandı. Aniden içini utanç kapladı. Idcilla sadece on sekiz yaşındaydı, ondan dört yaş küçük bir kızın ondan çok daha fazlasını taşıması utanç vericiydi. Büyük Şapel'e titrek bacaklarla girerken kendini düzeltmek için elinden geleni yaptı.

"Ben şi-şimdi iyiyim. Kendi başıma.. yürüyebilirim.''

"Sorun değil. Bayılırsa diye leydiyi yakalamak için etrafta olursam daha rahat hissedeceğim."

Max onun açık sözlü sözlerine kaşlarını çattı. "Ben... ben bayılmayacağım."

Kız onun yüzüne dikkatlice baktı ve yavaşça başını salladı. "Bunu şimdi anlıyorum. Dürüst olmak gerekirse, şaşırdım. İlk bayılanın Leydi Calypse olacağını sanıyordum.''

"Sen... benimle alay mı ediyorsun?"

Kız kızardı ve içini çekti. "Hakaret olsun istemedim, kırdıysam özür dilerim. Kuzenim Alyssa bana sık sık açık sözlülüğüm yüzünden başım belaya gireceğini söyler."

''…Bence o ha-haklı.''

Kız, Max'in alaycı sert tonuna hafifçe gülümsedi. "Leydim çok yumuşak kalpli görünüyor, ama gerçekte, bence öyle değil?"

"Yeter artık da-dalga geçme. Bu... iyi hissettirmiyor."

''Sözlerimi iyi anlamda söyledim. Alyssa cesetlere bakmaya dayanamadı, bu yüzden neredeyse hemen odasına döndü.'' dedi Idcilla, sonra birden yüzü karardı. "Yine de bu onun suçu değil. Alyssa çok korkak biridir. Ve Elba'yı çok seviyor. Bakmaya çok korkuyor, Elba'nın o mağlup adamlar arasında olması ihtimaline karşı görmek istemiyor."

"Elba.. kim?"

Max meraktan sordu. Idcilla ile konuşmanın onu sakinleştirmeye ve ölü adamların kalan yüzlerini zihninden uzaklaştırmaya yardım edeceğini düşündü.

"Elba, Elbarto Calima'nın kısaltmasıdır, o benim en büyük ikinci erkek kardeşimdir. Alyssa ve o on iki yaşından beri nişanlıydılar. Şövalye olarak atandığı an, Alyssa'ya gethini teklif etti."

"Ni-nişanlı olduğunuz kişiye... ...bir geth teklif etmek nadirdir."

Geleneksel olarak, şövalyeler gethlerini bir kraliyet hanımına veya hizmet ettikleri efendinin karısına veya kızına adarlar. Idcilla, Livadon'un kültürel şövalyelik geleneklerinin Whedon'ınkinden çok da farklı olmadığını belirterek başını salladı.

''Bu ikisi arasındaki durum gerçekten özel. Alyssa, kardeşimin hala hayatta olduğunu öğrenince sevinecek. Şimdi oturalım ve biraz dinlenelim, bacaklarım ağrımaya başladı."

Bahçelerdeki bir köşkün önünde durdular ve Max bir sandalyeye oturdu, titrek bir nefes verdi. İdcilla karşısına oturdu ve sessizce elbisesinin eteğini düzeltti. Max'e çok yakın oturmamasına rağmen, arkadaşlığı ona rahatlık getirdi. Planladığı gibi odasına yalnız dönseydi, parçalanmış cesetlerin görüntüleri onu rahatsız edebilirdi.

Max aniden Idcilla'nın ona neden yardım ettiğini anladı. Genç kadın da şokun etkisindeydi.

Idcilla ona sert bir şekilde gülümsedi ve ellerini kucağına koydu. "Rahipler ve rahibeler önümüzdeki birkaç gün cenaze törenleriyle meşgul olacaklar."

"A-ama... şimdi savaş bittiğine göre, tüm şövalyeler geri dönmeyecek mi?"

"Duymadınız mı?" Kızın gözleri bu soruyla büyüdü. ''Müttefik kuvvetler kuzeye gitmeye karar verdi. Artık Louiebell'i başarıyla geri aldıklarından, canavar ordusu Pamela Platosu'na çekiliyor ve şövalyeler onları takip edecek. Canavarlar tarafından fethedilen diğer toprakları da geri alacaklar.''

"Ö-öyleyse..." Max titreyen dudaklarından kekelemekten kendini alamadı. "Ö-öyleyse... bütün bunlar ne zaman bitecek?"

Kimsenin cevaplayamayacağı aptalca bir soruydu, en azından onunla oturan genç kızın. Idcilla dudaklarını kapalı tuttu ve Max başını zayıfça taş sütuna dayadı. Nemli yaz sıcağına rağmen, kemiklerinde bir ürperti vardı. Louibell'deki savaş sadece bir başlangıçtı. Her üç veya dört günde bir askerler, ceset yüklü vagonları geri getirirdi. Idcilla'nın dediği gibi, rahipler bütün gün cenazeleri hazırlayıp ağırladılar. Büyük tapınakta Requiem ilahileri yankılanıyordu.

Uygun bir cenaze töreni ve arınma ritüeli olmadan, hayatlarını kaybedenler gulyabani veya ruh olabilirdi. Bu nedenle, Büyük Tapınak'ta her gün yüzlerce ceset toplu olarak temizlendi ve yaslı aileler büyük tapınağı doldurdu. Manastır sessiz olmasına rağmen, büyük salonda her gün feryat ve ağlama sesleri yükseliyordu.

Kasvetli atmosfer o kadar ağırdı ki, Arşidük Aren bile geldi ve Max'e kalesinde bir yer hazırlamayı teklif etti. Ancak Max reddetti, çünkü müttefik kuvvetlerle ilgili haberler geldiğinde, bilgiyi ilk alan tapınaktı.

Ç/N: Gerçekten yazarın tasvirlerine hayranım her seferinde.. 

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

7 yorum:

  1. Yanıtlar
    1. Aynn bende öyle tahmin ediyorum 2dir baş dönmesi ve bulantısı oluyor

      Sil
    2. Acaba doğsa kime benzer ya of şu ikilinin bebelerini görmem lazım

      Sil
  2. Yazar cidden harika bir tasvir yeteneğine sahip. O sahneler neydi öyle film izler gibi heyecanlı heyecanlı okudum tüm kitabı şimdi en baştan tekrar başladım ehehe

    YanıtlaSil
  3. Maxinin anatole bile ait olmayan insanlara güvenerek riftana mektup yollaması saçmalığı… ileride nolcak bilmiyorum ama o mektup baya sıkıntı yaratacak gibi hissediyorum. Yani riftanın savaştığı adamın adını da duymuştun önceden, kutsal muhafız komutanı leon diye. Gidip ona kocama ulaştırın diye mektup veriyorsun. Yok böyle bir salaklık yani

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Espri yapıp ortamı yumuşatmaya çalışan kıza da bir sinirlenmesi mantıksızlığı da cabası… bazen çok abuk sabuk bişi yapıyor diyorum insan böyle aptal olmamalı

      Sil
    2. Nesi saçmalık? Kız ciddi bir sır vermemiş ki? Hem de 2 tarafta yaşarsa mektuba sahip çıkmayan mağdur olur, en fazla mektubu açıp okuyabilir, daha fazla ne yapacak? Sizin bu olayları abartmanız dsha saçma.

      Sil