Under The Oak Tree - 169. Bölüm
Max odasına ancak Ruth şantiye için ayrıldıktan sonra dönebildi. Bitkindi. Ellerini kuyuda iyice yıkadı ama kurbağaların yapışkan dokusu hâlâ duruyor gibiydi.
Odasına döndüğü anda, kurbağa lekesi bulaşmış elbisesini çıkardı ve baştan ayağa sabun ve süngerle ovalayarak sıcak suyla banyo yaptı. Ancak yine de tüm vücudunu hala iğrenç hissetmeden edemedi.
Bu iğrenç eğitimi daha kaç kez yapmamız gerekiyor? Büyücü hiç merhametli görünmüyordu. Bir sonraki sefer muhtemelen onun zehirli kertenkeleler, tarantulalar ve hatta yılanlarla çalışmasını sağlayacaktı. Max, tüyleri diken diken olan önkollarını ovuşturdu ve eğitimini mümkün olan en kısa sürede ilerletmek için elinden gelenin en iyisini yapacağına söz verdi. Bunu yapmak için önce temel büyü teorilerini anlamasında ustalaşması gerekiyordu.
Max vücudunu duruladıktan sonra yeni, rahat ve kabarık giysiler giydi ve masasının önüne oturdu. Çekmeceleri karıştırdı ve çalışmaya başlamak için kitap, parşömen ve mürekkep çıkardı. Şöminenin yanında çaydanlığı ısıtan Rudis, dumanı tüten bir fincan çayla ona yaklaştı.
"Bu çayı büyücü verdi. Lütfen biraz alın."
Hizmetçiye minnettar bir bakış attı ve sıcak sıvıdan bir yudum aldı. Acı çayın canlandırıcı bir kokusu vardı ve bu, daha önce yaşadığı nahoş deneyimi geri püskürtmeye yardım ediyor gibiydi. Ağır ders kitaplarını sayfa sayfa okurken çayı dikkatle içti. Önemli miktarda mana kullandıktan sonra çok yorgun olmasına ve dinlenmeyi çok istemesine rağmen, Max kımıldamadı. Tek bir değerli saniyeyi boşa harcamak istemiyordu. Ruth'u savunma ve saldırı büyüsünü yarına kadar öğretmeye ikna etmeyi planlamıştı ve bir şekilde günün sonunda tüm ödevlerini okumayı başardı.
"Leydim, ben Rodrigo, bir dakikanızı alabilir miyim?"
Max'in okuduğu ders kitabıyla işinin dörtte üçünü bitirmişti ki, kahyanın sesini ve hafifçe kapıya vurulduğunu duydu. Başını okuduğu sayfadan kaldırdı ve ona izin verdi.
"İçeri gelebilirsin."
Rodrigo kapıyı dikkatlice açtı, içeri girdi ve pratik bir zarafetle eğildi. "Dinlenmenizi böldüğüm için özür dilerim."
"Ö-özür dilemene gerek yok... Sorunun ne olduğunu öğrenebilir miyim?"
''Lord'u ziyarete gelen misafirler var. Yaklaşık iki gün kalede kalacaklar. Leydiye önceden haber vermem gerektiğini düşündüm.''
"Misafirler…? Ne-nereden ge-geldiler?'' diye sordu Max, yüzü şaşkınlığını yansıtıyordu. Rodrigo'nun yüzü utançla hafifçe aydınlandı.
''Lord bana misafirlerin nereden geldiğini açıklamadı. Sadece üç şövalye için odalar, banyolar ve sıcak yemekler hazırlama talimatı verdi…''
Max'in kaşları endişeyle çatıldı. Takviye emri olabilir mi? Kraliyet ailesinden bir haberci mi? Canavar saldırılarının haberini almamızın üzerinden henüz üç gün geçti…
"Lord'un emirlerine göre... ikinci kattaki odaların hazırlanmasını istedi. Ayrıca, misafirlerin yemekleriyle ilgilenmesi konusunda mutfağa talimat vermek.''
"Anlıyorum."
Uşak çıkışta eğilirken, Max pencerenin yanına oturdu ve bahçelere dikkatle baktı. Kısa bir süre sonra, atlı beş adam malikaneye girdi. Uzaktan yüzlerini zar zor tanıyabiliyordu ama maiyeti yöneten iki adam Remdragon Şövalyeleri'nden eskort gibi görünüyordu ve sonraki üç kişi Rodrigo'nun bahsettiği misafirlerdi.
Max gözlerini kıstı, taşıdıkları turuncu üçgen bayrağın üzerindeki amblemi deşifre etmeye çalıştı. Bayraktaki amblem, kraliyet ailesini temsil eden altın kuştan çok uzaktı, ancak tanıdık geliyordu, bu yüzden Whedon'un başka bir soylu ailesine ait olduğunu tahmin etti.
O armanın hangi aileye ait olduğunu anlamaya çalışmaktan vazgeçti ve ayağa kalktı. Kalenin hanımı olarak onları ağırlamak zorundaydı, özellikle de içlerinden biri kraliyet ailesinden bir haberciyse. Max, Rudis'e saçlarını çabucak düzgün bir şekilde toplamasını söyledi ve aceleyle odadan çıktı. Merdivenlerden aşağı uçarken, Riftan'ın misafirlerle birlikte kaleye girdiğini gördü. Gözleri onun soğuk, ciddi yüzünü takip etti ve ardından arkasından gelen misafirleri izlemeye başladı.
İki genç adam ve iri yarı orta yaşlı bir adam koridorda dikkatli bir şekilde etrafa bakıyorlardı. Onların temkinli ifadelerini gören Max, ziyaretlerinin basit bir dostluk için olmadığını anladı. Adamlara oldukça gergin bir ifadeyle yaklaştı.
"Riftan... Misafirlerin geldiğini.. duydum..."
Riftan'ın kaşları kırıştı ve Max'in figürünü görünce gözle görülür bir şekilde kaşlarını çattı. Hemen koridoru geçti ve ona gitti, Max'in hala nemli olan saçları savruldu
"Dinlenmelisin, bunun seni rahatsız etmesine izin verme. Bu adamlar Ruigen'den. İki gün içinde ayrılacaklar; onlar için endişelenmene gerek yok."
Max, konukların önünde olmasına rağmen, Riftan'ın bariz, misafirperver olmayan sözleri karşısında şaşkına döndü. Misafirlerden taraf baktı ama rahatsız olduklarına dair herhangi bir işaret görmedi. Orta yaşlı adam sakin bir ifadeyle ona yaklaştı ve nezaketini göstermek için avucunun arkasını öptü.
"Selamlar leydim. Benim adım Aaron Levaier. Kont Robern'in emri altına girdik."
"Ta-tanıştığımıza memnun oldum, Sör Levaier... Burada kalmanızın rahat geçmesini içtenlikle umuyorum."
Kont Robern, kralın vassallarından biriydi, Anatol'dan çok uzak olmayan geniş bir alana hükmetti. Kont'un şövalyelerini neden gönderdiğini merak ederken Max onlara merakla baktı. O anda Riftan'ın keskin sesi çınladı.
"Hey, başka birinin karısıyla flört etmek için mi bu kadar uzağa seyahat ettin?"
"Sadece saygılarımı ilettim."
"Acil konularımız olduğunu söylememiş miydin? Vakit kaybetmeyin ve yukarı çıkın."
Riftan döndü ve merdivenlerden yukarı çıktı. Şövalyeler içini çekerek Max'i kibarca selamladılar ve onu ofisine kadar takip ettiler. Max kenara itildiği için canı sıkkın hissetti ve odasına geri döndü.
Riftan gece geç saatlere kadar odalarına dönmedi. Max uykuya dalmamak için kendi kalçalarını çimdikledi ve Riftan odaya girdiği anda ona koştu. Kapıyı açarken Riftan'ın yüzü yorgun görünüyordu, karısının hala uyanık olduğunu görünce gözleri fal taşı gibi açıldı.
"Ne yapıyorsun, neden hala uyanıksın ve uyumuyorsun?"
''Senin ge-geri gelmeni... bekliyordum. Neler olduğunu bilmek istedim…''
Oturmak için bir sandalye çekerken kaşlarını çattı ve zırhını çıkarmaya başladı. Max şöminenin üzerine bir çaydanlığı astı ve yıkaması için bir leğeni hazırladı. Sonra onun arkasına yürüdü ve soyunmasına yardım etmek için ellerini beline koydu. Ön kol zırhlarını çözmenin ortasında olan Riftan, beceriksizce ellerini itti.
"Kendim yapabilirim, merak etme."
"... Kocasına hizmet etmek... Karısının gö-görevidir..." Max'in yüzü kızardı, sözlerinin çok açık olup olmadığını merak etti. Riftan onunla sayısız kez ilgilenmişti, ama o sadece birkaç kez karşılık vermişti. Sanki bahane uyduruyormuş gibi aceleyle ifadesine ekleyerek tekrar konuştu. ''Çok meşgulsün… şafakta erkenden çıkıyorsun ve gece yarısından sonra geçten geç dönüyorsun… Ö-öte yandan, benim yapacak pek bir şeyim yok… Eşler ko-kocalarının rahat bir şekilde dinlenmesini sağlamalı, ben de Riftan'a da iyi bakmak istiyorum."
Max onun cevabını beklemedi ve inatla ağır zırh parçalarını elleriyle aldı. Ağırlığı karşısında sendeledi ve zırh zincirini astığı duvara doğru paytak paytak yürüdü ve göğüs zırhını duvara dayayarak baldır zırhını düzgün bir şekilde üstüne yerleştirirken duruşunu zar zor korudu. Sadece 10 adım atmış olmasına rağmen alnı terden sırılsıklam olmuştu. Riftan'ın vücudunda ağır metal parçalarıyla nasıl bu kadar sessizce dolaştığını merak etti.
''Oluruna bırak." Kılıcını içeren kınını almaya çalıştığında Riftan onu çabucak vazgeçirdi. "Bunu kaldıramayacaksın."
Max neredeyse beline yapışmış olan kılıca bir aşağı bir yukarı baktı. Diğer şövalyelerin sırtlarında taşıdığı devasa çift taraflı kılıçlarla karşılaştırıldığında, Riftan'ın kılıcı ortalama bir boyutta görünüyordu. Kılıcı yaklaşık 4 kvet'e (yaklaşık 120 cm) kadar uzanıyordu ve ne kabzasında ne de kınında herhangi bir süslü deri süsleme vardı. Hiç ağır görünmüyordu ve Max kendinden emin bir şekilde bunu yalanladı.
"Pe-peki... Onu sallayamayabilirim... ama en azından kaldırabilirim..."
Riftan terden ıslanmış tuniği başının üzerine çekti. İnce bileklerine şüpheyle baktı ve tek kaşını kaldırdı.
"Kaldıramazsın." Tekrar dedi, ses tonu emin bir şekilde doluydu.
Max onun uzlaşmaz yorumlarını görmezden geldi ve yüzünde sert bir ifadeyle elini kılıcın kabzasına koydu. Ancak, tıpkı Riftan'ın tahmin ettiği gibi, kesin olarak, kılıcı bırakın bir yere taşımak şöyle dursun, yerden bile zar zor kaldırabiliyordu. Beklenmedik ağırlık karşısında şaşırarak, umutsuzca tüm gücüyle kabzayı kavradı. Bilekleri kırılacakmış gibi titriyordu ve kılıcı neredeyse yere düşürüyordu. Efor sarf ettikçe yüzü kızardı, kılıç yerden bir parmağını zar zor kaldırdı.
"Ba-bak, kaldırabilirim."
"Sen buna kaldırmak mı diyorsun?" Riftan dilini tıklattı ve ardından kılıcı onun elinden aldı. "Onu bana ver, yaralanabilirsin."
Kılıcı hafif hareketlerle tuttu ve sanki tüy gibi hafifmiş gibi yatağın yanına yasladı. Max şaşkınlıkla ona bakarken afalladı. Bunu nasıl kolayca yapabildiğini merak etti.
"Bütün.. kılıçlar genellikle bu kadar ağır mıdır?"
''Kılıcım, ortalama ince kılıçlara kıyasla çok daha ağırdır. Bıçağı, gücünü artırmak için özel bir döküm yöntemi kullanılarak daha geniş ve daha ağır hale getirildi. İlk başta, ben de onu kullanmakta zorlandım. ''
Yüzünü Max'in hazırladığı suyla leğende yıkarken ve vücudunu bir havluyla sildiğinde, hafif bir gülümsemeyle açıkladı. Max sandıktan bir kaç parça kıyafet alıp yanına koydu, konuşurken sözlerini dikkatle seçti.
''Kont'un şövalyelerini.. neden gönderdiğini sorabilir miyim…?''
Riftan sakince başını salladı ve bir havluyla ensesini ovuşturdu. ''Onları ittifak kurmaya gönderdi. Kendi topraklarında artan canavar saldırılarından endişeleniyor."
"Bir i-ittifak mı?"
"Bölgesinde başıboş dolaşan canavarları bastırmak için Remdragon Şövalyeleri'nin yardımını istiyor. Karşılığında bize cömertçe ödeme yapacak ve Anatol'daki yol yapımına aktif olarak destek verecek.''
Max rahat bir nefes aldı, bunun kraliyetlerden gelen bir takviye emri olmadığına şükretti.
"Yani... Kont Robern ile... ittifakı kabul etmeyi planlıyor musun?"
"Bunu düşüneceğimi söyledim. Fena bir teklif değil ama Anatol'un askeri gücünü dağıtmaya değeceğini sanmıyorum..."
"Yakında... bir keşif gezisine çıkacağınız için mi?"
Ellerini sabunla yıkayan Riftan durdu ve Max'e bakmak için başını çevirdi.
Aceleyle ekledi. "Ben... ku-kuzeyden gelen canavarların saldırdığını duydum... ve Remdragon şövalyelerinin... yeniden askere alınması gerekebilir..."
"Bu gereksiz hikayeleri sana kim anlattı?" diye sordu Riftan sertçe.
Max irkildi ve tereddütle mırıldandı. ''Ben... şövalyelere kulak misafiri oldum... onları tedavi ederken…''
Ruth'un planlarının ne olduğunu ayrıntılı olarak açıkladığını eklemeye cesaret edemedi, bunun bir tartışmaya yol açacağı açıktı. Riftan içini çekti, dilini şaklattı ve havlusunu hafifçe bir sandalyeye attı.
''Gidip gitmemeye karar vermeden önce durumun nasıl ilerlediğini ölçmemiz gerekiyor."
"Eğer... takviye emri verilirse..." Max kuru bir şekilde yutkundu. Liderlik etmesi için başka bir şövalye göndermeyi planladıklarını Ruth'tan bilmesine rağmen, yine de bunu kendisi doğrulamak istedi. ''Ri-Riftan… şövalyelere liderlik edecek misin… böyle bir durumda?''
Riftan, sorusunun ardındaki niyeti okumaya çalışıyormuş gibi dikkatle ona baktı. Ardından yavaşça başını salladı.
''Hayır. Komutasını ya Uslin'e ya da Hebaron'a gönderip vermeyi düşünüyorum."
Ç/N: Kılıç sahnesi çok komikti ya Maxi'nin altta kalmayı katiyen sevmemesi ahaha
Maxi'nin gururlu oluşunu,altta kalmayı sevmeyişini çok seviyorum ya Prenses Agnes gibi mutlu bir hayatta büyüseydi aynı onun gibi enerjik,sözünü geçiren o tipte biri olurdi
YanıtlaSilTamamen katılıyorum
SilÇok güzeldiii. Bu bölüm dikkatimi çekti Maxi'nin kekemeligi bayağı azaldııı
Sil+1
SilAynen
SilMax sıradan bir köylü olsa bile daha iyi bir hayat yaşarmış zaten
YanıtlaSilZavallı macim
YanıtlaSil