Sayfalar

31 Aralık 2021 Cuma

 Under The Oak Tree 

(2. Kitap 12. Bölüm)

Sokaklar labirent gibiydi. Bunun yerine, yassı taşlarla döşeli ana yol boyunca yürüdüler ve  kahvaltı yapmak için nispeten sakin bir restorana girdiler. Calto Serbel, uzun bir masanın etrafında oturup midelerini sıcak yahni ile doldururken iki yardımcısıyla bir şeyler tartışıyordu. Konuşma, keşiflerinin programından bahsediyormuş gibi geliyordu.

"Plan, Kutsal Şövalyeler'in bizden önce gelmesi ve bize rehberlik etmesiydi, ancak rüzgarlar sayesinde beklenenden bir hafta önce geldik. Görünüşe göre Kutsal Şövalyeler gelene kadar Anatol'da beklememiz gerekecek."

Uzun bir süre tartıştıktan sonra Calto uzun masaya yaklaştı. "Öncelikle plan, Anatol'un katedraline gidip rahiplerle buluşmak. Kilise, kalmamız için bir yer sağlamaya yardımcı olacak.''

"Anatol'a nasıl gideceğiz? Buradaki limandan Anatol'un merkezine yolculuğun bir saat süreceğini duydum.'' Ben ismindeki sıska kıdemli büyücü kibarca sordu.

Calto başını ona çevirdi ve cevap verdi. ''Anatol'a mal getiren bazı tüccarlara eşlik etmeye karar verdik. Yer çok uzak değil ve rota nispeten güvenli, ancak yine de mümkünse eskortlarla seyahat etmek daha iyi olur.''

Max konuşmayı dinledi ama sesleri bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu, sonra pencereden sokağa baktı. Mallarla dolu birkaç vagon durmadan girip çıkıyordu. Bu tür ticaretler için sadece vergilerin ve geçiş ücretlerinin bile çok büyük miktarda gelir getireceği açıkça görülüyordu. Max Riftan'ın bu kadar kısa sürede başardıklarına tamamen şaşırmıştı. Bununla birlikte, aynı zamanda, bu kadar şaşırtıcı bir şeyi başarmak için çok çalışırken onu desteklemek için yanında olmaması, sol tarafında bir boşluk hissetmesine neden oldu. Buranın kendi gözleriyle büyüyüp geliştiğine tanık olmak harika olurdu.

Max, yahnisinden et parçalarını parçaladı ve sokaklarda yürüyen insanları izlerken parça parça Roy'a verdi. Hepsi iyi giyimliydi ve tenleri güzeldi. O bölgede yaşayanların bolluk içinde yaşadığı görülüyordu.

"Max, şuraya bak!"

Kafası sokaktaki insanları izlemekle meşgulken, çılgınlar gibi yanında yemek yiyen Sidina, bir anda parmağıyla yan tarafına vurdu. Max başını çevirdi ve ona sorgulayıcı bir bakış attı.

Sidina kulağına yüksek sesle fısıldadı. "O tarafta! Çok yakışıklı bir adam var."

Max, Sidina'ya gözlerini kıstı, sonra onun işaret ettiği yöne bakmak için döndü. Derin mavi pelerinli ince bir genç adam, sağlam yapılı iki adamla birlikte hana giriyordu. Max'in gözleri büyüdü. Arkadaşının da gözlemlediği gibi, adam gerçekten de harika bir güzellikti, düzgünce toplanmış gümüş rengi saçları ve ayrıntılı yüz hatları o kadar güzeldi ki, büyük tapınağın salon sütunlarına kazınmış bir heykel olarak kolayca yer alabilirdi. Beyaz, pürüzsüz teni parlıyor gibiydi ama soğuk, ifadesiz gözleri acımasız görünüyordu.

"Asil bir adama benziyor, değil mi? Belki de Anatol'dan bir şövalyedir?"

Sidina, Max'in kulağına usulca fısıldadı. Ona Remdragon Şövalyeleri'nde böyle birinin olmadığını söylemek üzereydi ama Sidina'nın bunu nereden bildiğini sorabileceğini düşündü, bu yüzden Max çenesini kapalı tuttu.

Adam açıkça sıradan biri gibi görünmüyordu. Sade ama zarif giysiler giymişti ve belinde hafif bir kılıçla silahlanmıştı. Max yeni bir üye olabileceğini düşündü. Bu düşünceyi düşünürken, restorana bakan genç adam alçak sesle konuştu.

"Şehir amirinden, Dünya Kulesi'nden gelen büyücülerin olduğunu duydum. Bize biraz sohbet etme fırsatı verir misiniz?"

"Bizi aramaya geldiğine dair konuşman gereken ne var?" Calto genç adama döndü ve sordu.

Genç adam ona yaklaştı ve sakince konuştu. "Ben Yulysion Lovar, Lord Calypse'e hizmet eden bir şövalyeyim. Anatol'un baş rahibi tarafından Dünya Kulesi'nden gelen misafirlere büyük bir misafirperverlikle davranmamı istedi."

Genç adam bir an duraksadı, sonra son derece asil ve kibirli bir bakışla masanın etrafındaki insanlara baktı. Max ona boş boş bakarken kulaklarından şüphe etti. Uzun masanın ucuna oturuyordu, bir sütunun arkasına saklanmıştı, bu yüzden Yulysion onu görmemiş gibiydi.

Yulysion daha sonra başını Calto'ya çevirdi ve donuk bir ses tonuyla devam etti. ''Grubun beklenenden daha erken geldiğini görüyorum. Şimdi herkes oturduğu yerden kalksın. Sizi Calypse Kalesi'ne götüreceğim."

"Teklifi takdir ediyorum ama reddetmeliyim." Calto kararlılıkla başını salladı. "Calypse Kalesi'ne borçlu olmamıza gerek yok. Kilise bize destek vereceğine söz verdi, katedrale gideceğiz.''

''Anatol Katedrali'nde size hizmet edecek kadar kalacak yer yok. Katedral son zamanlarda genişlemeye başladı, bu yüzden orada yaşayan rahipler bile Calypse Kalesi'nde kalıyor.'' Calto'nun reddine biraz gücenmiş gibi alnı kırışmış halde konuştu. "Katedral arazisinde misafirler için bir konaklama yeri var, ancak son derece perişan ve orası sadaka için toplanmış gezginlerle dolu olabilir. Tüccarlar mallarla geldiği için hanların çoğu da dolu.''

Calto, düşüncelerle dolu bir yüzle büyücülerin etrafına baktı. Calypse Kalesi'nde kalmalarına izin vermek konusunda isteksiz görünüyordu, ama aynı zamanda büyücülerin uzun bir yolculuktan sonra kalacak yerleri olmamasından da endişe duyuyordu. Bir dakikalık sessizliğin ardından genç adam, Calto'yu ısrarla Calypse Kalesi'nde kalmaya ikna etmeye hiç niyeti yokmuş gibi hafifçe omuzlarını silkti.

"Gerçekten niyetiniz yoksa sorun değil. Kapıcıya bir söz bırakacağım, fikrinizi değiştirirseniz kaleye gelebilirsiniz. Peki o zaman yapacak çok işim var, şimdi sorumluluğumu-..."

Soğuk tavrına dönmek üzere olan adam aniden hareket etmeyi bıraktı. Max, vücudunun oturduğu yöne doğru baktığını açıkça görebiliyordu. Canlı mor gözleri, pencereden sızan soluk kış güneş ışığında parıldıyordu. Çocuğun adını duyduktan sonra bile kafası hala karışık olan Max, şok olmuş bir ifadeyle mırıldandı.

"Yu-Yulysion...?"

Bir süredir hayalet görmüş gibi boş boş bakan adam sonunda ona doğru yürüdü. Sadece bir mermer parçası gibi soğuk görünen yüzü dramatik bir şekilde aydınlandı ve Max'in iyi tanıdığı masum çocuğun yüzünü ortaya çıkardı.

"Leydim! Geri dönmüşsün!"

"Sen ge-gerçekten Yulysion musun?"

Max ona tepeden tırnağa inanamayarak baktı. Şok içinde ağzı açık kalırken ağzını kapalı tutamadı. Kendisinden sadece yarım karış uzun olan ince çocuğun nereye gittiğini merak etti. O çocuğun yerine şimdi ağırbaşlı bir fiziğe sahip, 6 kvet'in üzerinde (yaklaşık 180 cm) görünen uzun boylu genç bir adam ona bakıyordu.

"Dünya Kulesi'nden büyücülerin geldiğini duydum, ama leydinin onlarla olacağını asla hayal edemezdim! Leydi gideli üç yıl olmadı. Leydinin en erken önümüzdeki baharda döneceğini düşündüm… Beklendiği gibi, leydi gerçekten harika!'' Max'in yarı donmuş olduğunu fark etmemiş gibi, Yulysion heyecanla konuşmaya devam etti. "Herkes burada olduğunuzu bilmekten memnun olacak! Burada olmamalıyız, hemen kaleye gitmeliyiz…!''

"Be-bekle! Biraz sakin ol. Henüz geri dönmüyorum…''

Max aceleyle varsayımını reddetti ama Yulysion hiç dinlemiyordu. Gidip girişin yanında durdu ve bıkkınlıkla yandaşlarına bağırdı.

"Hepiniz ne yapıyorsunuz! Leydi Calypse geri döndü. Şimdiden saygılarınızı gösterin ve leydiyi kaleye götürmeye hazırlanın!''

"Leydi Ca... Calypse?" Sidina'nın gözleri şaşkınlıkla Max ve Yulysion arasında gezindi ve boğuk bir sesle haykırdı. "Max'in soyadı Calypse mi? Riftan Calypse'nin Calypse olduğu gibi mi?"

Max şaşkın görünüyordu. Sadece Sidina'nın değil, soğuk deniz meltemiyle kendilerini ısıtmak için kahvaltı yapan büyücülerin ve denizcilerin gözleri ona çevrildi. Aniden ilgi odağı haline gelen Max, utançtan kıpkırmızı kesildi. İnsanlar birbirlerinin kulaklarına Anatol Hanımı'nın döndüğünü fısıldadı ve mırıldandı. Hatta bazıları, yüzüne iyice bakmak için boyunlarını uzatarak etrafa göz gezdirdi.

Çevreleri daha gürültülü hale gelirken Calto derin bir iç çekti. "Orada kalmak doğru olacak gibi görünüyor. Teklif hala geçerliyse, davetinizi kabul edeceğiz.''

"Tabiki öyle! Teklif geçerli."

Yulysion yüksek sesle bağırdı ve adamlarına arabaları hazırlamalarını emretti. Sonra, sanki onun için doğal bir şeymiş gibi, Max'in bavulunu aldı ve beklentiyle ona sordu.

"Arabalar gelene kadar konuşmamız uygun olur mu? Size anlatmam gereken o kadar çok şey var ki!"

Max izin istemek için Calto'ya baktı ve o da teslimiyetle başını salladı. "Tanıdığınız birini görmeyeli uzun zaman oldu, konuşacağınız çok şey olmalı, canınız ne istiyorsa onu yapın."

"Te-teşekkür ederim."

Max, Roy'u bir süre Sidina ile bıraktı ve Yulysion'ı takip etti. Yolda bekleyen beş at ve yanlarında gururla duran ve Yulysion'ın astları gibi görünen iki adam vardı. Max pelerininin altında giydiği zırhın üzerinde Remdragon Şövalyesi'nin armasını çabucak buldu ve parlak bir şekilde gülümsedi.

''Artık resmi bir şövalyesin! Bundan sonra size Sör Lovar demeliyim."

''Şövalyelik töreni, leydi gittikten kısa bir süre sonra yapıldı.'' Yulysion, sanki pohpohlanmış gibi yanakları kızararak konuştu. "Ancak, lütfen daha önce yaptığınız gibi bana adımla hitap etme konusunda rahat olun."

"Garrow nasıl?"

Max, her zaman kendisine eşlik eden çırak şövalyeyi ararken, Yulysion'ın dudaklarında muzip bir gülümseme vardı.

"O arkadaşım da şövalye oldu elbette. Şu anda Lord Nirta'nın asistanı olarak görev yapıyor. Ölecekmiş gibi hissettiğini söylüyor."

Max tanınmaz hale gelen Yulysion'ı görünce biraz garip hissetti ama tanıdık isimler kalbinin çarpmasına neden oldu. Bir an tereddüt etti, sonra temkinli bir sesle sordu.

''Ri-Riftan... nasıl? İyi mi?''

Yulysion'ın yüzü bir anda bulutlandı. Max kalbinin sıkıştığını hissetti.

Ç/N: Ayyy Yulysion oğluşummm nasıl özlemişimmm 😍😍 Çok yakışıklı ve tam bir şövalye olmuş ama hala Maxi'nin leydisinin enayisi ahahaha

 İngilizce çeviriler haftada 4 gün; Pazartesi, Çarşamba, Cuma ve Cumartesi günleri geliyor bu arada, daha önce net bir şekilde bunu size söyledim mi bilmiyorum.. 2. kitabın 11. bölümünden gidiyoruz bu bölümle ama korecesi 116. bölümde. İngilizce bölümler geldikçe yetişeceğiz bir şekilde korece güncele ama yine de çevirisi henüz olmayan bu ilerleyen bölümleri merak edenler olduğuna da eminim. Ama ben siz merak edenler için ilerde neler olacağına dair kabataslak bir spoiler yazısı yazmayı düşünüyorum. İster misiniz böyle bir şey? Lütfen bana bildirin..

Ve son olarak 2021 yılının son 2 ayını burada benimle paylaştığınız için teşekkürler, 2022 yılında da güzel güzel bölümlerde buluşalım. Herkese Mutlu Yıllar! 🌸

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

Elveda 20.. Biz Hangi Yıldaydık Ya?

Merhabaaa arkadaşlar nasılsınız? Böyle başlangıç yapmayalı da uzun zaman olmuş yazılarıma. Daha doğrusu böyle yazılar yazmayalı uzun zaman oldu. Blogu ilk açtığımda şöyle birkaç öneri listesi yaparım, eğlenceli bulduğum bir iki içerik yazarım , arada da böyle sohbet ederim diye düşünerek açmıştım. Tabii ilk açtığım zamanlar bunları da yaptım canım. Eski gönderilere bakarsanız belki ilginizi çeken yazılar bulabilirsiniz. Evet kendi blogumun içinde yine kendi blogumun reklamını yaptım gibi oldu ama olsun öhöm öhöm neyse.. 


Sonra ne oldu bilmiyorum galiba 2020 yılının başlarındaydı ben bütün şevkimi kaybettim. Gerçi Bihtar Ziyagil'in de dediği gibi hiç yaşamamış olmayı dileyip unutana kadar acıyla nefretle hatırlayacağımız şu malum senede kim nelerini kaybetmedi ki .. Buraya uzunca bir zaman yazmadığım süre zarfında hayatımda birçok değişiklik oldu haliyle. Mezun olup öğrencilikten işsizlik statüsüne yükseldim mesela.. Hala daha bu statümü koruyorum hatta.. En azından stabil bir hayatım var.. (şaka şaka ağlıyorum şu an) 


Buraya yazmaya hep geri dönmek istedim. Bilgisayarım da bozuktu gerçi çok uzunca bir zaman. Hep bir aksilikler aksilikler. Sonra özellikle bu sene başlarında novel okumaya aşırı merak saldım. Ben böyle çok sevdiğim şeyleri hep başkaları da keşfetsin onlar da nasiplensin isteyen türde biriyim. Ama önermek istediğim novelin hiç tamamlanmış bir türkçe çevirisini bulamadım. Bekledim, bekledim sonra dedim ben niye çevirmiyorum ki elime mi yapışır. Ve geçen kasım ayının başında sizler için çevirmeye başladım. Yoksa ağ falan tutacaktı canım blogum hehehe Ve tahmin ettiğimden de güzel dönütler aldım. Çokca kişinin okuyup sevmesi beni de mutlu etti. Ve umuyorum zamanla başka başka noveller de çevirmeye çalışacağım. Şimdi tam söz de vermiyorum sonra tutmuyor falan şey olmasın. Neyse ben niye yazıyordum bu yazıyı.. Ah şöyle ki yeni yılınızı kutlayacağım aslında bir dakika. Arkadaşlar başlıktan da anlayacağınız üzere 2021 yılı hafızamda bir gram yer edinmedi benim açıkçası.. Biz hangi yıldayız sorusunu kaç bin kez sorduğumu bile unuttum hatta. Sizin için durum nasıldı bilmiyorum. Umarım en azından birkaçımız için hayatımın dönüm noktasıydı (iyi anlamda) diyebileceği bir yıl olmuştur. 

Şu amcanın yanıldığı bir sene oldu mu hiç acaba ahahah


Bu yıl çok yorulduk, gelecek yıl da belli ki çok yorulacağız ama yine de klasik iyi dileklerimizden geri kalmayalım. Umuyorum ki 2022 yılı beraberinde bir çok güzellik, yenilik, mutluluk getire... ah yok devam edemiyorum daha fazla 


Şaka bir yana yeni yılda nasıl olursanız olun, benimle birlikte olun arkadaşlar. Hadi mutlu yeni yıllar. Hoşgeldin 202.. biz hangi yıla giriyorduk ya?

30 Aralık 2021 Perşembe

 Lucia - 55.2 Bölüm 

Başkente (1)

Lucia çalışma odasında kitap okuyarak oturdu, sonra kitabı kapattı ve ayağa kalktı. Karnına saplanan acıya daha fazla dayanamadı. Bir süredir kendini boğulmuş hissediyordu.

Akşam yemeğinde bile yemeğin boğazından aşağı inmesi zordu. Her halükarda, midesi onunla aynı fikirde değildi, bu yüzden bir hizmetçi çağırdı.

"Bana hazımsızlık için ilaç getir."

Sindirim ilacı bir ev yapımı ilaçtı, bu yüzden doktor çağırmak için zahmet etmeye gerek yoktu. Ancak hazımsızlık için ilacı aldıktan sonra bile midesi bulanmaya devam etti. Acı içinde kıvrandıktan ve sonunda kustuktan sonra kendini çok daha iyi hissetti.

"Leydim, iyi misiniz?"

"Evet. Midemi boşalttıktan sonra kendimi çok daha iyi hissediyorum.''

Hugo yarın yola çıkmakla meşguldü, bu yüzden Lucia kendisinin erkenden uyuyacağını ona haber verdi. Yarın için hazırlanacak ve toplanacak çok şey vardı, bu yüzden erken yatmaya karar verdi.

* * *

Hugo, ofisinden neredeyse gece yarısı olduğunda ayrıldı. Aniden başkente gideceği için, işlerini bitirmek için çok çalışması gerekiyordu. İşi bitmemişti ama gün ağarırken başkente gitmek zorunda olduğu için biraz uyuması gerekiyordu.

'Neden böyle bir yazda ölmek zorundaydı ki?'

Sıcak havalardan daha kötü olan, bu sıcak havada uzun bir araba yolculuğunun karısının sağlığını bozabileceğinden endişe etmesiydi.

'Ölmeden önce bir yıl daha yaşayamaz mıydı? O yaşlı aptal. Sağlığını düşünmeli ve sağda solda ölçülü sürtmeliydi.'

İnsanları suskunlaştıran utanç verici bir ölümdü. onca zaman içinde yaz ayında ölmek. Hugo sadece tatminsiz hissedebiliyordu. Bir dereceye kadar, Hugo kuzeydeki hayata yerleşmeye başlamıştı.

Başkente gittiğinde, tekrar kuzeye ne zaman odaklanabileceğini bilmiyordu. Her şeyi olduğu gibi bırakırsa, geçen sefer ellerinde öldürdüğü aptalların aynısını yapmaya çalışan yeni aptallarla karşılaşacaktı.

Eh, her iki şekilde de iyiydi. Eğer bu olursa, onları da öldürebilirdi. Endişesi daha çok başkente döndükten sonra ortaya çıkacak değişkenler üzerindeydi.

Karısını artık çitlerinin içinde tutamayacaktı. Karısına yaklaşan serserilerin düşüncesi bile başını Hugo'nun ağrıttı. Henüz kalbini ve hatta çocukluk adını bile elde edememişti.

Dikkati dağılırken banyosunu çabucak bitirdi ve her zamanki gibi yatak odasına gitti. Karısını yatakta yatarken gördü ve yanına uzanmak için hareket etti. Zayıf bir inilti duyduğunda onu kollarına almak üzereydi. Küçük bir sıkıntı belirtisi sesiydi.

Ayağa kalktı ve odanın ışıklarını açtı.

"Vivian?"

İnce battaniyeyi kaldırdı ve vücudunu ona doğru çevirdi. Lucia'nın bedeni dokunulamayacak kadar sıcaktı. Avucunu alnına koydu ve alnının terden yapış yapış olduğunu ve vücudunun ateşle yandığını hissetti. Hemen bir hizmetçi çağırmak için ipi çekti.

"Vivian."

Birkaç kez adını seslendi ve hafifçe yanağını okşadı ama hiçbir yanıt alamadı. Hararetle onu belinden kaldırdı ve kollarına aldı. Vücudunun güçsüzce çöktüğünü hisseden Hugo dehşetle doldu.

''Vivian!''

Hizmetçinin içeri girdiğini hisseden Hugo, bakmaya bile zahmet etmedi ve çılgınca bağırdı.

"Doktoru çağır!"

"Evet.. evet!"

Hizmetçi aceleyle gitti. Kalede derin uykuda olanlar, ateşli tempoyla kabaca uyandı.

Hugo soğuk havluyu Lucia'nın alnına koydu ve Düşesi beklemekten sorumlu hizmetçi yatağın yanında dizlerinin üzerine oturdu. Hugo hizmetçiyi sorguya çekti ve hizmetçi bütün gücüyle akşam yemeğinden sonraki hanımın durumunu anlattı.

"Akşam yemeğinden sonra leydi yediği her şeyi kustu ve erken yatacağını söyledi."

"O zaman bir doktor çağırmalıydın. Hanımınıza böyle mi hizmet ediyorsunuz?''

"Be-ben üzgünüm."

Dük'ün sert azarlaması ve buz gibi sesi hizmetçiyi iliklerine kadar dondurdu. Hizmetçinin sesi acınası bir şekilde titriyordu. Sadece sesi değil, tüm vücudu titriyordu.

Yatağından koşup gelen Anna yatak odasına girdi. Hemen hizmetçiden semptomları öğrendi.

"Leydinin ilaç alabilmesi için önce bilincini kazanması gerekiyor. Ateşi düşürmek için bir havluyla silinmesi gerekiyor.'' (Anna)

"Akşam yemeğinden sonraya kadar iyiydi." (Hugo)

"Akut hazımsızlık gibi görünüyor."

"Eğer hazımsızlıksa, neden böyle ateşi var?"

"Hazımsızlık vücut ağrısına ve yüksek ateşe neden olabilir."

Anna hizmetçiye döndü.

"Leydi baş ağrısından şikayet etti mi?"

"Baş ağrısı mı…? Hayır yapmadı." (Hizmetçi)

"Hazımsızlık baş ağrısı da yapar mı?" (Hugo)

"Leydinin sık sık migreni tutar, bu yüzden sadece onaylıyorum."

''…Migren mi?''

Bir anda ortam gerginleşti. Anna irkildi.

"Sık sık da ne demek? Ne sıklıkta?"

''…Ayda bir veya iki kez. Leydiye ne zaman migreni tutsa ilaç veriliyordu."

"Bu benim için yeni. Benim neden bundan haberim yok?"

"Leydi, pek çok kişinin muzdarip olduğu yaygın bir hastalık olduğu için Majesteleri'ni bilgilendirmeye gerek olmadığını söyledi."

"Bu semptom ne zaman başladı?"

"Leydi, çocukluğundan beri sık sık baş ağrısı çektiğini söyledi. Çok fazla endişelenmenize gerek yok Majesteleri. Migren yaygın bir durumdur ve leydinin migrenleri daha sert seviyede değil.''

Anna'nın açıklaması havayı pek değiştirmedi. Dük'ün sessizliği ürkütücüydü.

Anna soğuk terler dökmeye başladığında, hizmetçiler büyük bir kova su ve düzinelerce havluyla içeri girdiler.

"Hepiniz çekilin. Bunu kendim yapacağım." (Hugo)

Hugo, Lucia'yı yatağa yatırdı ve geceliğini çıkardı. Havluyu suya batırdı, sıktı ve terle dolu vücudunu dikkatlice silmeye başladı. Tüm vücudu ateşler içindeydi ve dokunduğu her yer yanacak kadar sıcaktı.

'Nasıl bu kadar ateşin çıktı?'

Hugo, yüksek ateşle yanarken uzun süreli bilinçsizlik durumunun tehlikeli olduğunu biliyordu.

'Migren, ha?'

Doktora göre, bu yaygın bir semptomdu ve endişelenecek bir şey yoktu. Ancak Hugo, bu "endişelenecek bir şey yok" semptomunu bilmediği için kızgındı.

Bu her olduğunda, Hugo aralarında kırılmaz bir duvar varmış gibi hissediyordu. Bir gün Lucia'nın kalbini ona açacağını umuyordu ama o günü beklemek sıkıcıydı.

Sinirini ve endişesini bastırdı ve vücudunu soğutmak için havluları değiştirmeye devam etti.

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

 Lucia - 55.1 Bölüm 

Başkente (1)

Bahar geçti ve yaz geldi. Lucia'yı Roam'daki kalışında selamladığı ikinci yazdı.

Günden güne huzurlu ve sakindi. Dün, bugün gibiydi ve bugün, yarına benzer bir günü doğurdu.

Bu yaz sıcaklar tüm hızıyla devam ediyordu ve huzurlu bir günün sonunda yemek yerken Hugo konuşmaya başladı.

"Majesteleri vefat etti. Başkente gitmeye hazırlan.''

Lucia elindeki çatalı istemeden düşürdü. Bunu tamamen unutmuştu.

'Hayır. Bilinçaltımda unutmak istemiş olabilirim.'

Derinlerde bir yerde, dünyada ne olursa olsun, her şeyi bir kenara itip bu balonun içinde yaşamak istemiş olabilirdi.

"İyi misin?"

"…Evet. Biraz şaşırdım sadece. Çünkü çok ani oldu."

Lucia babasının ölümüne şaşırmadı. Saatin durmuş ibresi yeniden dönmeye başlamıştı. Artık rüyasında gördüğü telaşlı gelecek kendini göstermeye başlayacaktı. Lucia bundan bu kadar korkacağını bilmiyordu.

Kraliçe çocuk sahibi olamayacak durumdaydı. Başka bir deyişle, Kralın tüm çocukları gayri meşru idi. Bu nedenle, hiç kimse meşruiyeti tartışamaz ve herhangi bir prens tacı giyebilirdi.

Kralın yirmi kadar oğlu vardı ama Kral vefat ettiğinde, Veliaht Prens de dahil olmak üzere bu prenslerden sadece beşi hayattaydı. Bunun aksine, Kralın yirmi altı prensesi çoğunlukla hayattaydı.

Prensesler, taht üzerinde hiçbir hakları olmadığı için hayatta kalmayı başarmış, ancak diğer yandan prensler, tahta yakınlaşmak için birbirlerini öldürmek zorunda kalmışlardı. Lucia küçük müstakil sarayında sakin bir hayat sürerken, mahkemelerde kanlı bir savaş başladı.

Bunun ortasında, Veliaht Prens takdire şayan bir şekilde galip geldi, ancak buna rağmen diğer rakipleri tamamen yenemedi. Onları kontrol altında tutmak için, Veliaht Prens'in kozlarını güçlendirmesi gerekiyordu ve bunun için Taran Dükü'ne ihtiyacı vardı.

Son kazanan Veliaht Prens oldu. Ve öncüsü de Taran Dükü.

Lucia, karmaşık siyasi mücadelenin ayrıntılarını bilmiyordu ama Hugo'nun gelecekte çok meşgul olacağını tahmin edebiliyordu. Kesinlikle tımarda boş durmuyordu ama uğraşması gereken iş nispeten basitti.

Zaman zaman toplantılar yaptı, bölgeyi denetledi ve teftişlere gitti. Görüştüğü insanlar sınırlıydı ve eylemleri bir dereceye kadar tahmin edilebilirdi.

Lucia'nın kendini hazırladığının aksine, sadık bir kocaydı. Belki de kuzey gelenekleri ve görgü kuralları onu etkilemişti. Kuzey halkının gelenekleri birçok yönden başkentinkinden farklıydı.

Evlenmemiş erkek ve kadınların liberal eğilimleri aynıydı, ancak kuzeyde kişi evlendikten sonra eşine daha çok sadıktı. Ancak başkente dönerse onu cezbedecek pek çok şey vardı.

Xenon, liberal cinsel geleneklere sahip bir ülkeydi. Özellikle başkent en açık olanıydı. Biri evlendikten sonra bile, hiçbir engel yoktu.

Evli bir adam olmasına rağmen, başkent kendisini ona atmaya hazır kızlarla dolup taşıyordu. Lucia huzursuz hissetti. Başkentte çok fazla değişken vardı.

'Başkente gidersek soğuyabilir. O kadar çok güzel kadın var ki...'

"…o. Beni dinliyor musun?"

"Ha?"

Lucia ürkmüştü ve bu sefer bıçağı eline düşürdü.

"Gerçekten iyi misin?"

"Ah evet. Üzgünüm. Ben başka bir şey düşünüyordum…''

"Başka bir şey?"

''Ah… bu aniliği. Majestelerinin sağlığının eskisi kadar iyi olup olmadığını merak ediyordum."

"Genellikle iyi olmadığını duydum. Sarayın tavsiyesine karşı, aşırı cinsel zevklerden ve alkolizmden kaçınmadı.''

Bu, Lucia'nın Kral'ın kişiliği hakkında ilk kez bir fikir edinmesiydi. Sanki kendi kirli çamaşırları kocasına teşhir ediliyormuş gibi utandı. Babası, sefahatiyle kendi başına ölüm getirdi.

Tıpkı rüyadaki gibi, Lucia'nın babasıyla olan ilişkisi hiç düzelmedi ama Lucia bundan hiç pişmanlık duymadı.

"Ne zaman gideceksin?" (Lucia)

"İlk iş şafakta ayrılmayı planlıyorum. Acele etmeliyim, bu yüzden seninle gidemem. Yolda dikkatli ol karıcığım.'' (Hugo)

"Tamam. Hazır olur olmaz gideceğim."

Akşam yemeğini bitirdiklerinde Hugo onun elini tuttu ve yemek odasından çıktılar. Hizmetkarların gözleri efendilerine çevrildiği için bir an sersemlediler ama daha sonra bunu tamamen görmezden geldiler. Hizmetçiler, dük çiftin cömert yakınlığına alışmışlardı, bu yüzden, eğer bu dereceyse, bir kez daha dönüp onlara bakmadılar.

Lucia birdenbire biraz utanmış hissetti. Bahçeye gideceklerini sandı ama adam onu ​​terasa çıkardı ve sımsıkı sarıldı. Sarılmaya karşılık verdi, kollarını beline doladı.

"Hugh? Neden böyle aniden…"

"Hizmetçilerin önünde bundan hoşlanmıyorsun."

''…''

Hoşlanmadığını biliyorsa, fark etmeden elini tutmasa ya da insanların görebileceği bir yerde yanağını öpmese daha iyi olurdu.

Ona sarılmanın güzel hissi kısa sürdü. Sonuçta yazdı.

"Sıcak."

Hugo içini çekti ve onu serbest bıraktı.

"'Çok sıcak' diye bağırmadan biraz daha dayanamaz mısın?''

"Ama hava sıcak."

"Ne kadar soğukkanlı bir kadın."

Hugo homurdandı ve Lucia kahkahayı patlattı. Hugo nazik bir bakışla onu izledi, sonra belinden tutup yanağından öptü.

"Yemekte neden bu kadar dalgındın? Bir sorun mu var?"

"Hayır, sadece... biraz karmaşık hissettim. Buradan ayrılmayı düşünmek beni üzdü.''

"Onun yerine geride kalmak mı istiyorsun?"

Sözleri çok cezbediciydi. Gerçekten yapabilseydi çok iyi olurdu.

"Saçmalama. Başkente vardığında yapman gereken çok şey var. Veliaht Prens Majesteleri'nden Damian'ın meselesine yardım etmesini istediğini söylemiştin."

"Çocuk yüzünden gidip çalışmam gerektiğini söylüyor gibisin."

"Bir babanın oğlu için bir şeyler yapması gayet doğaldır."

"Çocuk daha sonra onun için yaptığım şeyleri bilecek mi?"

"Tabii ki. Damian cahil bir çocuk değil."

'Öyle olsa bile, çocuk hala her yerde seni kovalıyor,' diye mırıldandı Hugo kendi kendine. Bu günlerde Hugo, Damian'ın mektuplarının içeriğini merak ediyordu ve sonunda okumak için bir tane aldığında içindekiler dudaklarını seğirtti. Temelde sabahtan akşama kadar olan her şeyin bir raporuydu.

"Damian'la her şey yolunda mı?" (Lucia)

"Seni güncel tutuyor, değil mi?"(Hugo)

"Son zamanlarda aldığın bazı haberler olmalı."

Tıpkı daha önce olduğu gibi, Damian Akademi'de kimliğini açıklamadan yaşadı. 'Shita', herkesin yalnızca becerilerle elde edebileceği bir konum değildi. İyi bir geçmişe de ihtiyaç vardı. Ancak, daha çok zaman vardı, bu yüzden Hugo sadece durumun ortaya çıkışını izliyordu. Bir barınma meselesine karışmak gibi bir niyeti yoktu.

Erkeklerin güçlü bir şekilde yetiştirilmesi gerekiyordu. Belki de Damian genç olduğu, durumu belirsiz, üstün yetenekli ve düşmanca bir kişiliğe sahip olduğu için çevresinde birçok açgözlü insan vardı. Ayrıca kavga arayan baş belaları da vardı ve bunlar çocuk büyüdükçe artacaktı. Oğlan tüm bunlarla başa çıkabilmeliydi.

"İyi gidiyor tabii."

Birkaç gün önce, bazı baş belaları Damian'la kavga etmişti. Pek çok rakibi vardı, bu yüzden birkaç darbe karşılıklıydı ama Hugo'ya göre sorun bu değildi. Hiçbir yeri kırılmadı ve sakatlanmadı.

'Ne kadar rakip olursa olsun, böyle berbat çocuklar tarafından darbe almak sadece...'

Hugo tatmin olmamıştı. Tabii ki, Damian kardeşinin oğluydu. O olsaydı, o aptallardan kimsenin haberi olmadan kurtulurdu. Damian'a 'Akademi'deki insanları öldürme' dediğinde, 'bunun icabına bakmak zahmetlidir, bu yüzden göze çarpmadan hallet' demek istemişti. Çocuk onu doğru dürüst anlamamışa benziyordu.

"Çocuktan bu kadar bahsetmek yeter, başkente gelirken dikkatli ol. Ve vagondayken sıcağa dikkat et." (Hugo)

"Benimle ilgilenecek çok insan var, neden endişeleneyim?"

Lucia başını onun geniş göğsüne yasladı. Zaman geçtikçe, kocasının ilgisi daha romantik hale geldi. Lucia Hugo'nun ondan önemli ölçüde hoşlandığını tahmin edebiliyordu. Ama buna rağmen tedirginliği azalmadı.

Başkent eski sevgilileri, cazibesine kapılan baştan çıkarıcı güzellikler ve hatta rüyasında Hugo'nun karısı olacak kadınla doluydu. Onun için yer yoktu.

'Beni terk etmenden korkuyorum.'

Lucia, onu sevdiği sürece sorun olmayacağını düşünmüştü. Güven ve yük olmadan merkezde durabileceğini ve onu sevebileceğini düşünmüştü. Ama şimdi böyle bir aşkın var olup olmadığını merak edebiliyordu.

Yavaş yavaş kibrine uyanıyordu. Belki bir yerlerde var olabilirdi ama onun için böyle bir aşk imkansızdı.

Ç/N: Bindik bir alamete gidiyoz başkente amaninn

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

 Lucia - 54.2 Bölüm 

Taran Dük'ünün Aile Doktoru (4)

''Anna, iş sözleşmen feshedildi. Şu an için sana geçici iş sözleşmesi verilecek.''

Jerome'un ses tonunda belirli bir sivrilik vardı. Anna zayıf bir şekilde yanıtladı ve masadaki belgeye tek tek baktı. Daha sonra, doktorluk dönemindeki olayları gizli tutmak için ömür boyu bir gizlilik anlaşması imzaladı.

"Güvenimizi kırdın. Geçici işin bitene kadar dışarı çıkmana izin verilmeyecek ve iletişimin minimum sayıda insanla sınırlı olacaktır. Doktorla görüşmen yasak."

"Evet."

''İşin bittikten sonra bile, kiminle görüştüğünü görmek adına izleneceksin. Bu, imzalamış olduğun gizlilik sözleşmesine sıkı sıkıya bağlı kalacağından emin olunana kadar devam edecektir. Şüphe yaratacak bir harekette bulunmamanı tavsiye ederim.''

Sonu belli olmayan gözetim altında yaşamak. Anna ne kadar büyük bir hata yaptığını anladı. Dük Evi'ne gelene kadar, soyluları tedavi etme konusunda çok az deneyimi vardı ya da hiç yoktu. Asil dünyanın kuralları ve içinde yaşayanların alışkanlıkları hakkında hiçbir fikri yoktu.

Dük'ün altında yaşarken kimse ona dikkatsizce davranmaya cesaret edemedi. Hepsi dost canlısıydı ve üstlerinden birkaçı ona saygıyla davrandı. Ama Anna bir soylunun doktoru olarak ihtiyatlı davranmadı ve kayıtsızdı. Kendisine ne kadar cömert ve insanca davranıldığını muhtemelen daha sonra öğrenecekti.

''Mümkünse, Sör Philip ile son bir kez görüşebilir miyim? Bana çok şey öğretti. Kendisine son selamlarımı vermek istiyorum'' dedi.

"Efendiye soracağım."

* * *

Philip, Anna bir gün onunla temasa geçmediğinde bir şeylerin ters gittiğini anladı ve Dük dönene kadar onu bulamayınca, her şeyin tamamen yanlış gittiğini anladı.

Düşes'in şu anki durumuna bakıldığında, bir çocuk için çaresiz kalacağı varsayılabilirdi. Bu nedenle, Philip, Düşes bir tedavi olduğunu bilirse, fırsata hemen atlayacağını düşündü.

İşlerin nerede ters gitmeye başladığını anlayamadı. Anna, Dük döndükten yaklaşık on gün sonra onu görmeye geldi, yüzü oldukça düşmüş görünüyordu.

"Leydi seninle tanışmayı reddediyor, Philip. Şimdiye kadar, Majesteleri Dük muhtemelen durumu duymuştur ve her şeyi biliyordur. Merak etme. Ben güzelce açıkladım.'' (Anna)

Başarısızlık. Philip zaten öyle tahmin etmişti ama onaylandığında hüsrana uğradı. Nasıl olur? Hedefi gözünün önündeyken burada nasıl durabilirdi ama yüzü iç kaygısını hiç belli etmiyordu.

"Anna, benim yüzümden çok zor bir dönemden geçiyorsun." (Philip)

"Hayır. Düşüncesiz olan bendim. Sör Philip ve ben artık görüşemeyiz. Ben de çok yakında görevimi bırakacağım.'' (Anna)

"Oh? O zaman bundan ötürü tüm cezayı Anna alıyor. Kendimi kötü hissediyorum, bu benim yüzümden oldu.''

'Bu en kötüsü.'

Anna'nın doktorluk görevinden istifa edeceği  düşüncesi. Bu, Dük'e erişiminin tamamen ortadan kalkacağı anlamına geliyordu.

''Hak ettiğimden daha fazla bir pozisyondu. Her şey eski yerine dönüyor." (Anna)

"Madamla konuştuğunda, benim Dük'ün doktoru olduğumu söylememeliydin. Majesteleri Dük görüşmememizi söylerse Düşes bunu hemen kabul edemez." (Phiilip)

"Her halükarda, kimse seninle görüşemez ve seni izleyen gözlerden kaçamaz."

"Pekala, bu doğru."

Philip dışarıdan ikna olmuş görünüyordu ama içten içe dilini şaklattı. Ne inatçı bir kadın. Üzerinde gözler olduğu için, en iyi şans Taran Dükü'nün olmadığı zamandı. Düşes, Philip'i görmeye kesin olarak karar verdiyse, Taran Dükü'nden başka hiç kimsenin bunu durdurma yetkisi yoktu.

Elbette Dük bunu daha sonra duyardı ama eğer bu Düşes ile konuşabileceği anlamına gelirse, Philip elinden geleni yapacaktı.

"Peki, bıraktıktan sonra ne yapmayı düşünüyorsun? Bırakırsan, bu Düklük Evi için bile büyük bir yetenek kaybı olur. '' (Philip)

''Yetenek diyorsun. Milady için bir tedavi bulamadım ve ayda bir veya iki kez baş ağrısı ilacı yazmaktan başka bir şey yapmadım. Aksine fazlasıyla telafi ettim.'' (Anna)

"Baş ağrısı mı?"

Philip'in gözleri bir an parladı.

"Migren, kadınlar arasında yaygın bir semptomdur."

"Ah evet. Gerçekten de kadınlar arasında yaygın bir semptomdur. ''

Philip'in gözlerinde bir delilik dokunuşu belirdi ama geldiği gibi hızla kayboldu. Anna hiçbir şey keşfetmedi.

"Baş ağrısı için çok iyi bir reçete biliyorum. Belki buna tazminat diyebilirsin ama ben hediye olarak veriyorum. Etkisi gerçekten çok iyidir.'' (Philip)

''Bu da ailenizin vizyonunun bir parçası değil mi? O kadar değerli bir şeyi…''

"Tıpla hayatımı kazanmaya hiç niyetim yok ama Anna benim gibi yaşayamaz. İyi bir ilaç birçok insana faydalı olabiliyorsa, o zaman bu iyi bir şeydir.''

"Ah. Philip. Çok teşekkür ederim. Sonuna kadar bile sen benimle ilgilen."

''Reçete birkaç gün içinde gönderilecek. Bu sefer, reçetede listelenen tüm şifalı otlar yazılmış olacak, bu yüzden o kısım için endişelenmene gerek yok. ''

Anna gittikten sonra kendi kendine mırıldanırken Philip'in dudaklarına küçük bir gülümseme yayıldı.

"Peki o zaman, baş ağrısı ilacı yapayım mı?"

En küçük şansı bile asla gözden kaçırmamak. Bu Philip'in yaşam tarzıydı.

Philip, insanların ondan şüphelenmesine neden olacak hiçbir şey yapmadı. Birazcık bile tehlikeli görünseydi, Taran Dükü hayatını bağışlamazdı. Taran Dükünün tanıdığı Philip sadece inatçı ve aptal yaşlı bir doktordu.

Taran ailesi ile Philip'in ailesi arasındaki müttefik ilişki, bıçak sırtında bir ilişkiydi. Bu yüzden Philip'in seçtiği hayatta kalma yöntemi kendini alçaltmaktı.

Philip'in ailesi olmadan Taran soyu devam edemezdi ama Philip asla bu gerçeği kullanmaya çalışmadı. İki aile arasındaki ittifak, çıkarları örtüştüğü için ancak geçmişte sürebilirdi.

Nesiller boyunca birçok deli Taran ailesinin başına geçti. Çoğu dışarıdan iyi görünüyordu ama içlerinde birkaç vidası eksikti. Merhum Dük de başka bir şeydi. Philip'in hayatta kalmasının tek yolu, merhum Dük'ün duygularını alaya almaktı. Merhum Dük ile karşılaştırıldığında, mevcut Taran Dük'ünün doğası oldukça temizdi.

Pelin otunun etkinliğini nötralize edecek ilaç, deneme yanılma ile bir dolu tekrarlanan deneylerle yapılan nihai bir üründü. Nihai sonuçtan önce kullanılan küçük tedavilerin tümü, nesilden nesile aktarılan deftere yazıldı.

'Düşes vanilya kokusunu bildiği için... kokunun kaldırılması gerekiyor.'

Tabii ki, etkisi düşecekti. Ayrıca, bir ila üç yıl içinde pelin otu etkisini nötralize etmek iki kat daha fazla zaman alacaktı ve hamilelik olasılığı da önemli ölçüde düşecekti. Gerisi göklerin takdirine kalmıştı.

Ancak, cennet daha önce Philip'e hiç ihanet etmemişti. Baş ağrısı için çok etkili bir ilaç bildiğini söylemesi yalan değildi. Ailesinin vizyonunda kesinlikle böyle bir ilaç vardı.

Tek yapması gereken, baş ağrısı ilacının reçetesini ve nötrleştirici ilacın reçetesini karıştırarak yeni bir ilaç yapmaktı. Biraz zaman alabilirdi, ancak tıptaki yeteneği, övgü konusunda cimri olan rahmetli babası tarafından bile kabul edilmişti.

* * *

Bir süre sonra Anna baş ağrısı ilacı reçetesini eline aldı. O reçeteyi aldıktan kısa bir süre sonra Philip Roam'dan ayrıldı. Her zaman olduğu gibi, Philip'i izleyen gözler, Roam şehrini tamamen terk edene kadar onu takip etti, sonra gözetimlerini geri çektiler.

Anna reçeteye hayretle baktı.

"Yani otları bu şekilde birleştirilebilir. Ne kadar da devrimci.''

Başı ağrıdığında kendi üzerinde test etti ve etkisi beklentilerin ötesine geçti.

Genellikle baş ağrısı için ilaç içildiğinde, kafadaki ağırlık kısa bir süre devam ederdi ama bu ilacı aldığında başı, sabahları ferahlatıcı bir uykudan sonra uyanmak gibi hafif ve berraktı.

Anna, baş ağrılarından şikayet eden ve tepkileri Anna'nınkinden farklı olmayan kale kadınlarına bu ilacı yazmaya başladı. Bazen sık migreni olan kadınlar, bir aylık ilaç istemek için Anna'ya akın ederdi.

Lucia, Anna'yı baş ağrısı için çağırdığında, Anna yeni ilacı getirdi.

"Anna, bu seferki ilaç gerçekten iyi çalışıyor."

Lucia'nın periyodik migrenleri sinirliliğini artırma eğiliminde olduğundan, Lucia ilacın hızlı sakinleştirici etkisine gerçekten hayrandı.

"Eğer beğenirseniz, gitmeden önce yeterli bir miktar yapabilirim."

"Buna minnettar olurum."


Ç/N: Ahh Anna 

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

 Lucia - 54.1 

Taran Dük'ünün Aile Doktoru (4)

Hugo Lucia'nın hasta olmasından nefret ediyordu. İnsanlar sağda solda ağızlarını açarak ona karısının durumunun normal olmadığını söylediler. Bir papağan misali, doktor Anna'nın söylediği tek şey tedavi aradığıydı. Gerçekten de yaşlı adamın tıbbi becerileri diğer insanlardan farklı görünüyordu.

"Bu doktorla görüşmeye hiç niyetim yok. Onunla tanışma fikrinden hoşlanmamakla kalmıyorsun, aynı zamanda istemiyorsun da. Haklı mıyım?" (Lucia)

"…Haklısın." (Hugo)

"Bu doktor geçmişte sana zarar vermiş olabilir mi? Etrafında bu kadar sevmediğin birinin olması için bir sebep var mı?''

Hugo'nun Philip'i hayatta tutmasının birkaç karmaşık nedeni vardı. Bunun en büyük nedeni, kardeşinin hayatını ona borçlu olmasıydı.

"Ona bir hayat borçluyum. Kardeşim onun sayesinde birkaç kez kurtuldu.''

Tabii ki, ikincil bir sebep vardı. Philip, Taran Ailesinin tüm kirli çamaşırlarını biliyordu. Philip'in varlığı, Hugo'nun içindeki karanlığı unutmamasını sağladı. Philip'in öldüğü güne kadar Hugo, tabanlarının kuma basması rahatsızlığıyla yaşamak zorunda kaldı.

Hugo, kendisine ceza olarak ve merhum kardeşine kefaret olarak buna katlandı. Bununla birlikte, nedeni ne olursa olsun, Philip'in tehlikeli olduğuna karar verilirse, Hugo onu ortadan kaldırmakta tereddüt etmeyecekti.

Ancak şimdilik onun için yaşlı adam sadece bir doktordan başka bir şey değildi. Yaşlı adam ağzını açtığında, 'kan soyu böyle' ve 'kan soyu şöyle' diyerek onu çileden çıkıyordu ama yaşlı adam gerçekten ailesinin de nesiller boyunca yaptığı gibi merhum Dük'ün iradesine göre hareket ediyordu.

Hugo işbirliği yapmadığı sürece soyu sürdürmek söz konusu olduğunda, bu işin sonuydu. Damian ile tanışmaya gelince, Hugo o yolu tamamen kapatmıştı. Yani sonunda, yaşlı adam hayata tutunuyordu.

"Anlıyorum." (Lucia)

Lucia'nın şüpheleri dağıldı ve kendini güvende hissetti. Rüyasındaki hayırsever doktor kötü biri değildi.

"Ama onun tedaviyi bildiğini söyledin." (Hugo)

"Evet. Ama sen bu doktora güvenmiyorsun. Tedavim konusunda ona güvenebilecek misin?'' (Lucia)

"...."

Sadece bir doktordan başka bir şey olmayan yaşlı bir adam. Hugo, Philip'i bu şekilde küçümsese de, yine de biraz tedirgin hissediyordu. Karısının tedavisini yaşlı adamın ellerine bırakırsa hiç rahatlamayacaktı. Ama Philip'in tıbbi becerileri doğruydu. Yaşlı adam, yapamayacağı bir şeyi tedavi edebileceğini söyleyen biri değildi.

"Dürüst olmak gerekirse, tedaviyi biliyorum." (Lucia)

"Ne?" (Hugo)

"Şey, ilk başta sana söyleme fırsatını kaçırdım. Ve ondan sonra, ne pahasına olursa olsun tedavi olmamı söylemene kızdım, o yüzden sana söylemedim. Demek istediğim, doktorun yardımına ihtiyacım yok. ''

"...."

Hugo hem rahatlamış hem de sersemlemiş hissetti. Duyguları karmaşıktı. Karısı hakkında ne kadar çok şey öğrenirse, o kadar gizemli hissediyordu. Karısı yumuşak huylu ve nazikti. Ama hiç beklemediği bir anda o kalıptan çıktı ve dengesini bozdu.

"Hasta değilim. Günlük hayatımda bir sorunum yok ve sağlığım gayet iyi. İstediğim zaman kendimi tedavi edebilirim ve tedavi etmemek kendi isteğimdir. ''

"Benim yüzümden mi? Çünkü çocuk istemiyorum dedim..."

"Sebeplerini anlıyorum. Bu yüzden sorun değil. Zaman ayırabilir ve üzerinde düşünebiliriz. Sen istemiyorsan ben de istemiyorum. Ama önce sana söylemeden kendimi tedavi etmeyeceğim. ''

'Ama sorun senin vücudun değil.'

Hugo, çocuğu olamayacağını ona söyleyemedi.

'Bilirse, beni terk edebilir.'

Derinliği bilinmeyen çamurlu bir çukura yavaş yavaş batıyormuş gibi hissetti.

'Neden bu bedenle doğdum?'

Şimdiye kadar, arkasında bir iz bırakamadığı için şanslı olduğunu düşünmüştü. Ama şimdi bunun bir lanet olduğunu anladı. Diğer insanlar gibi sevdiği kadınla normal bir aileye sahip olmasına izin vermeyen bir lanet.

Kardeşinin, evlenmek istediği bir kadın olduğunu söyleyen yüzünü hatırladı. Kardeşi oğlunun doğduğunu bilseydi, oğlunun doğumunun ardındaki sırları öğrendikten sonra bile yine de mutlu olur muydu?

Olurdu. Eğer kardeşi olsaydı bunu kabul eder ve sadece gelecekteki mutluluğu düşünürdü.

Aksine, Hugo kardeşini kıskanıyordu. Adam yarı-kardeşi olduğunu bilmeden aşık oldu ve sonuna kadar bilmeden öldü. Hugo, kanını başka birine vermek gibi mide bulandırıcı bir eylemi gerçekleştirmesi gerekseydi, çocuk istemiyordu. Bunu yaptığı an gerçekten bir canavara dönüşeceğini hissetti.

Zaten karısıyla bu yöntemi kullanmak için çok geçti ama yapabilse bile istemiyordu.

"İstediğin gibi yapabilirsin." (Hugo)

Tedavisi tamamen onun elindeydi. Hugo ona tedavi etmesini veya tedavi etmemesini söyleyemedi. Tedavi etmesini söyleyerek ona hamile kalma umudu vermek ve tedavi etmemesini söyleyerek çocuk sahibi olmaya karşı olduğunu düşünmesini istemiyordu.

"Buraya gel."

Hugo kollarını açtı. Lucia küçük bir kahkaha attı ve ona doğru yürümek için kanepeden kalktı. Onun yanına vardığında, Hugo onu kucağına çekti.

Bir hamleyle onun bacaklarının üzerine düştü ve Hugo kollarını beline doladı ve Lucia başını onun geniş göğüslerine gömdü.

"Başka bir şey oldu mu?" (Hugo)

"Hayır. Ah… Damian'dan bir mektup vardı. ''

"Her gün bir mektup geliyor."

"Her gün değil. Ayda bir veya iki kez. ''

Damian sohbetin konusu olduğunda, Lucia'nın gözleri parıldamaya başladı. Hugo, çocuğa gösterdiği aşırı ilgiden hala memnun değildi. Ancak zaman geçtikçe anne-oğul bağlarını daha iyi anlamaya başladı ve daha bağışlayıcı oldu.

"Çocuk ne dedi?"

"İyi olduğunu söylüyor."

Lucia, Damian'ın mektuptan okuduğu akademi hayatının ayrıntılarıyla Hugo'yu bombardımana tutmaya başladı. Hugo, bir süre önce aldığı raporu hatırlayınca kıkırdadı. Çocuğun, havalar ısınana kadar her gün Lucia'nın ona gönderdiği kırmızı atkıyı giydiğini söylüyordu.

''Damian'ı ilk gördüğünde beni görüyormuş gibi hissettiğini söylemiştin, değil mi?''

"Evet. Senin çocuk halini görüyormuşum gibi hissettim. ''

Lucia'nın çocukluk hali. Karısının çocukluğunun tablosu olan küçük bir çocuğu görmek nasıl olurdu? Lanetlenmiş kanının kanıtı olmayan, siyah saçları veya kırmızı gözleri olmayan bir çocuk nasıl görünürdü? Hugo'nun göğsü sıkıştı.

Ona bol miktarda zenginlik ve güç verebilirdi ama ona bir çocuk veremezdi. Ya bu daha sonra ona zarar verirse? Bir çocuğu olması için ona yalvarırsa ne yapabilirdi? Hugo, çıkışı olmayan sonsuz bir labirentte dolaşıyormuş gibi hissetti.

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

 Lucia - 53.2 Bölüm 

Taran Dük'ünün Aile Doktoru (3)

Jerome toplantının sonlandırıldığını duyar duymaz konferans odasına gitti. Hugo masanın başına oturmuş belgelere bakıyordu.

Bu işe yeni başlayanlar için gergin bir ortamdı ama gün içinde meşgul olanlar için her zamanki gibiydi. Dük'ün toplantı bittikten sonra yaklaşık 30 dakika boyunca toplantıların içeriğine bakma alışkanlığı olduğunu biliyorlardı.

"Majesteleri." (Jerome)

"Mm."

Hugo, çay istemediğini belirterek elini kaldırarak karşılık verdi.

"Fabian burada." (Jerome)

"Ona içeri gelmesini söyle." (Hugo)

Bir süre sonra Fabian geldi ve raporunu verdi. Hugo Fabian'a baktı, başıyla onayladı ve ardından raporu aldı. Rapora bakarken kaşlarını çattı. Falcon Kontesi neden birdenbire karısının tanıdığı romancıya yaklaşıyordu?

"…Bu ne lan?"

Fabian, Dük'ün sert tepkisi karşısında gerildi.

"Buraya bir iki defa da gelmedin ama bunu sadece şimdi mi getiriyorsun?"

Fabian güçlükle yutkundu. Eğer şimdi getirmeseydi, gerçekten başı büyük belaya girecekti.

"Özür dilerim. Yargılamada bir gecikme oldu.''

Efendisinin doğasını bilen Fabian, hatasını hemen kabul etti. Birkaç kez, diğer insanların sayısız mazeret uydurduğu ve kafalarına bir şeylerin uçtuğu sahnelere tanık olmuştu.

Hugo raporu okumaya devam etti ve ifadesi gitgide daha şiddetli bir hal aldı. Ek rapor, Falcon Kontesi'nin Prenses Vivian'ın geçmişini kontrol ettiğini içeriyordu.

Zaman yetersizliğinden dolayı, Falcon Kontesi'nin kadın romancı ile Prenses Vivian arasındaki ilişkiyi nasıl takip ettiği hala araştırılıyordu.

''Geçmiş kontrolü?''

Dük'ün ses tonunun tehditle dolu olduğunu duyan Fabian soğuk terler döktü.

''Yatırımlardan kim sorumlu? Onu içeri gönder.'' ( Hugo)

Bir süre sonra Ashin geldi. Kesin olarak sorumlu kişi Ashin değildi ama yatırımların ve muhasebenin akışını anlayabilecek durumdaydı, bu yüzden bugün orada olmayan kişi adına o geldi.

"Kont Falcon'un sahip olduğu herhangi bir yüksek pazara veya işletmeye yatırım yaptık mı?"

Hugo, sorumlu kişiden Falcon Kontesi tarafından kendisine verilen bir iş planını gözden geçirmesini istediğini hatırladı. Planın karlı olduğuna karar verilirse, yatırım yapılıp yapılmayacağına karar vermekten yetkili kişi sorumluydu. Normalde Hugo, yatırımlarla ilgili konuları yöneticiye bırakır ve rapor edilen bir kayıp olmadıkça karışmazdı.

Ashin'in getirdiği belgeleri hızlıca taradı ve ilgili belgeyi buldu.

''Bütün yatırımları geri çekin. Hemen." (Hugo)

"Hemen şimdi mi demek istiyorsunuz? En az bir ay önceden haber vermek…'' (Ashin)

"Hemen. Şimdi."

Hugo vurgu yaparak parmaklarını çıtlattı ve Ashin doğruldu.

"Evet efendim. Hemen halledeceğim."

Ashin dikkatli adımlarla odadan çıktıktan sonra Hugo gergin Fabian'a emir verdi.

"Bu uyarıyı gönderin. Böyle bir saçmalık bir daha tekrarlanırsa, bir dahaki sefere kafası olacak.''

Yatırımları geri çekmek ve hatta tehdit göndermek. Fabian ilk kez Falcon Kontesi'ni biraz acınası buldu. Taran Ailesi oldukça büyük bir ölçekte yatırım yapmıştı, böylece aniden bu kadar büyük miktarda parayı kaybederse, Kont Falcon'un işleri sarsılırdı.

Yine de, bir zamanlar yakınlık paylaştığı bir kadın için bu gerçekten acımasızdı. Taran Dükü, bir kayıp yaşanmadığı sürece bir yatırım cirosu peşinde koşacak biri değildi, bu yüzden Fabian, Dük'ün duygusal nedenlerle bir yatırımı geri çektiğini ilk kez görüyordu.

'Kendimi Düşes'e biraz sevdirmeli miyim?'

Fabian, Dük'ün sadece eğlendiği ve yeni evli olmaktan büyülendiği konusundaki düşüncelerini gözden geçirdi. Bu sadece bir hayranlık değildi, daha çok efendisi karısına aşık olmuştu.

* * *

Akşam yemeğinden sonra Lucia, Hugo'dan kendisine biraz zaman ayırmasını istedi. Kabul odasına gittiler ve karşılıklı oturdular.

"Sen yokken, Dük'ün doktorunun benimle görüşmek istediği söylendi." (Lucia)

Hugo'nun ifadesi anında dondu. Kesinlikle karısının yaşlı adamın varlığını öğrenmemesini emretmişti. Bu, Jerome'un emirlerini yerine getirmediği ilk seferdi.

Efendisinin bakışlarını üzerinde hisseden Jerome, sert bir ifadeyle başını eğdi.

"Ona kızma. Emirlerine karşı gelen kişi doktorumdu. Görünüşe göre doktorum dört bir yanda bir tedavi ararken senin doktorunla tanışmış ve ondan tavsiye istemiş. Tedavi hakkında soru sormak için haftada bir doktorumu aradığını duydum, bu yüzden onun üzerindeki baskının dikkate değer olduğunu düşünüyorum.''

Lucia, Hugo'nun tedavi hakkında soru sormak için Anna'yı aradığını bilmiyordu. Bunu çoktan unuttuğunu düşünmüştü ve sürekli bunu sorması ona minnettar hissetmesini sağladı. Ama bunun Anna'ya ne kadar büyük bir zihinsel yük yükleyebileceğini de anlayabilirdi.

"Doktorum Anna istifa edecek. Umarım onu ​​ayrıca cezalandırmazsın."

Lucia, Anna'nın çabalarını çok takdire şayan buldu. Kadın birincil doktor rolünün ötesine geçti ve Lucia'yı tedavi etmek için elinden geleni yaptı. Lucia'nın rüyasında yaptığı tüm işleri yaptı. Lucia'nın rüyasında mucizevi bir şekilde tanıştığı Philip'i bile buldu.

Dük'ün doktoruyla tanıştı ve onunla sürekli etkileşimde bulunduktan sonra, tavsiye istemeden önce kişiliğini ve tıbbi becerilerini kavradı ve ardından ilacı aldığında, bizzat kendisi üzerinde denedi. Böylece Anna'nın çabalarının bir sonucu olarak tedavi bulundu.

Ancak Anna aceleciydi. Lucia'nın onun hangi ilaç olduğunu bilmesi büyük şanstı, yoksa içeriği bilinmeyen bir ilaç alacaktı. İlacın gerçek tedavi olup olmadığı önemli değildi.

Anna ne kadar büyük bir hata yaptığının farkında değil gibiydi. Jerome bunu bilseydi kesinlikle efendisine söylerdi ve kocası bunu öğrendiğinde Anna'nın hayatı sona ererdi.

Anna'nın keyfi kararı, onun içten ilgisi nedeniyle oldu, bu yüzden Lucia, kadının bu ölçüde bir suçla suçlanmasını istemedi ve meseleyi Anna ile kendisi arasında tutmaya karar verdi.

"Tamam." (Hugo)

"Doktorum, doktorunun tedaviyi bildiğinden emin görünüyordu." (Lucia)

"…Anlıyorum."

Hugo, yaşlı adamın olağanüstü tıbbi yeteneğe sahip olduğunu kabul etti. Eğer yaşlı adamsa, tedaviyi biliyor olması garip değildi.

"O adam doktorunu seninle tanışmak için kullanmış olabilir mi?" (Hugo)

Philip'in tıbbi becerisini bir kenara bırakan Hugo, adama inanamadı.

"Hayır. Doktorum aktif olarak ayarladığını söyledi. Bana doktorunun kendini sonuna kadar açıklamak istemediği söylendi."

Anna suçu olabildiğince kendine yükledi ve Philip'i korudu. Halihazırda gözetim altında olan Philip'i bu işe bulaştırmak istemiyordu ve Anna için Philip, kalbine yakın gördüğü bir öğretmen ve gerçekten düzgün bir insandı.

"Jerome."

Hugo bir göz hareketi yaparak Jerome'a ​​gitmesini işaret etti ve Jerome karşılık olarak başını eğdi ve odadan çıktı.

"Doktorumla görüşmeni engellemek için harekete geçmemin bir nedeni var."

Yaşlı adam ona hiçbir şey yapamazdı ve ona zarar vermesi için de hiçbir sebep yoktu. Yaşlı adamın Hugo'dan saplantılı bir şekilde istediği şey Damian için bir kız yani bir gelindi ve Taran kanından bir çocuğu olamazdı.

Hugo, yaşlı adamın karısına ne tür saçmalıklar söyleyebileceği konusunda endişeliydi, bu yüzden adamı ondan uzak tuttu.

"Ah evet. Bunu sebepsiz yere yapmazsın." (Lucia)

''Onunla tanışmak istiyorsan, ben oradayken görüşmen sorun değil.''

Üçü birlikteyken onunla bir araya gelse, yaşlı adam aptalca şeyler söyleyemezdi. Hugo yaşlı adamı bir daha görmek istemiyordu ama adam tedaviyi biliyorsa, elinden bir şey gelmezdi.

Ç/N: Bu arada Hugo'nun iş ilişkisini keserken Kont Falcon adının geçmesi Kontes Falcon'un merhum kocasının adıyla işlerini yapıyor olması.. 

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

 Lucia - 53.1 Bölüm 

Taran Dük'ünün Aile Doktoru (3)

"Hoş geldin Kate."

Kate önceden haber vermeksizin ziyarete gelse de, Lucia onu hafifçe kucaklayarak ve mutlu bir şekilde karşıladı. İkilinin dostluğu eskisi gibiydi.

Düşes ve bir vasalın kızı olarak aralarında var olan boşluğa rağmen, her ikisi de bu engelleri yok etmeyi başardı. Düşes olarak otoritesini iddia etmeyen Lucia ve açık sözlü olan ve Düşes ile olan dostluğundan yararlanmayan Kate ile, birbirlerine sadece normal şekilde davrandılar.

"Şimdi daha iyi hissediyor musun?" (Lucia)

"Evet. Tamamen iyileştiğim için seni görmeye geldim.'' (Kate)

Kate soğuk algınlığı nedeniyle yaklaşık bir aydır evde tıkılıp kalmıştı.

"Gelip seni görmek istedim ama... Üzgünüm."

Lucia gidemedi çünkü Hugo buna izin vermeyi tamamen reddetti. Bu kadar kısa sürede ateşlenmesin diye kısa bir ziyaret olduğunu açıklamaya çalıştığında bile, hiçbir şey duymuyormuş gibi davrandı. Bunun yerine, bir soğuk algınlığı salgını olması nedenini kullanarak, gezileri tamamen yasakladı.

"Neden bahsediyorsun? Gelmemekle iyi etmişsin."

Kate ancak hastalığını yanlışlıkla Lucia'ya geçirseydi gelecekteki sorunlardan korkabilirdi. Dük'ün öfkesine maruz kalmak istemiyordu.

Öte yandan Kate, bugünlerde kuzey atmosferindeki değişiklikleri Lucia'ya anlatmak için can atıyordu. Ayda iki veya üç kez çay partisi vermek dışında, Düşes'in başka hiçbir resmi faaliyeti yoktu ve sosyal çevrelerde farkında olmadan önemli bir isim haline gelmişti.

Ancak, çevrelerde önde gelen bir figür olmasına rağmen, spot ışığı altında değildi.

Taran Dükü'nün kuzeyi yönetmesine benziyordu, o da neredeyse görünmeden hüküm sürüyordu. Lucia aynı anda on beş kadar insanla bir araya geldi ve küçük çaplı çay partisi tek başına halkın onun psikolojisini anlamasını sınırladı. Lucia'ın varlığı, tahmin edebileceğinden daha fazla kuzey sosyetesinin merkezinde aranıyordu.

Kate, kuzeydeki çevrelerin Düşes ile ilgili haberleri araştırdığını ve büyük halasına Lucia'yı bilgilendirmesi için yaygara kopardığını gördü, ancak kendisine çok aceleci davrandığı söylendi.

Madam Michelle, Düşes'in konumunun bilincine varmadan önce başkalarından bu tür sözler duyarsa, çevresini doğru bir şekilde değerlendirmesinin kesinlikle zor olacağını söyledi.

"Majesteleri tımarı mı teftiş ediyor?" (Kate)

"Evet. Genellikle dört ila beş gün sürer, bu yüzden yarın dönmesi gerekiyor. Madam Michelle nasıl?'' (Lucia)

"Her zamanki gibi. Sızlanması arttı. Düşesin en azından yarısına benzemem gerektiğini duymaktan bıktım."

"Bunu sadece öylesine söylediğini biliyorsun. Kate halan senin ne kadar güzel ve çekici olduğunu biliyor."

"Bence Lucia çok daha çekici."

"Teşekkürler."

Lucia'nın nezaketen gülüp teşekkür edişine bakan Kate, gerçekten böyle düşündüğünü vurgulamadı. Yapsa bile, sadece şaka olarak gülüp geçilecekti.

Kate Lucia'yı her gördüğünde, tuhaf bir şekilde büyülenmiş hissediyordu. Lucia göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip değildi ama insan baktıkça gözleri ona daha çok çekiliyordu. Lüks bir görüntü değildi ama kendisi insanları çeken bir koku gibiydi. Kapalı bir alanı çiçeklerle doldurmak gibi, tüm çiçekler söküldükten sonra bile görüntü kalır, insanın hafızasında yankılanır.

''Havalar ısındı, bu yüzden tilki avına çıkmayı düşünüyordum. Hadi birlikte gidelim." (Kate)

''Daha yeni iyileşmişken bunu yapmak uygun mu?'' (Lucia)

"Tabii, sorun yok. Ama tilkin olmadığı için sadece seyredebilirsin.''

''Sadece bu deneyim benim için yeterli.''

Tuuung…

Bir boru sesi duyuldu.

"Majesteleri geri dönmüş olmalı."

Bu sözlerin ardından Kate ayağa kalkmaya başladı ama Lucia tarafından vazgeçirtildi ve tekrar oturdu.

"Misafirsin yani burada olman sorun değil. Bir süre müsaadeni isteyeceğim."

Lucia gitti ve Kate kabul odasında yapayalnızdı, bu yüzden rahatça kanepeye uzandı. Boru sesiyle Lucia'nın yüzünün aydınlandığını ve ağzından bir kıkırdama kaçtığını hatırladı. Sevimli bir görüntüydü.

Kocasını çok mu seviyordu? Kate, Lucia ile konuşurken söz kocasına gelince onun sık sık utangaç bir kız gibi olduğunu gördü. Dük çiftinin oldukça iyi bir evlilik ilişkisine sahip olduğu söylentisi çok yaygındı, ancak insanlar bunu şahsen görmedikleri için şüpheye düştüler.

Düşesi gören insanlar başlarını eğdiler ve dikkatlice Düşes'in Dük'ün ona kör kütük aşık olacağı kadar güzel olmadığını söylediler. Ancak Kate, Lucia'nın cazibesinin onunla çay içmek için bir iki kez oturmuş olmakla anlaşılabileceğini düşünmüyordu. Kate, Dük'ün Lucia'nın cazibesine nasıl kapıldığını tamamen anlayabiliyordu.

Fincanındaki çay ılıdığında kapı açıldı. Kate bakmak için döndü ve gözleri büyüdü. Oldukça yapılı, koyu saçlı bir adam, Düşesi elinden tutup içeri çekerek odaya girdi. Düşes içeri girer girmez, adam onu kapalı kapıya bastırdı ve öpmeye başladı.

'Vay be…'

Beklenmedik durumdan uzaklaşmayı bile düşünemeyen Kate, önündeki sevgi gösterisine boş boş baktı. Dük'e ünvanı, Kate sosyal çıkışını yapmadan önce verildi ve savaş sırasında Kate'in Dük'ün yüzünü görme şansı yoktu. Dük bir süre önce evlenip Kuzey'e döndükten sonra, hiç sosyal bir toplantıya katılmamıştı, bu yüzden Kate Dük'ü şahsen hiç görmemişti.

Ancak Düşesi tutan ve öpen siyah saçlı adam sadece Dük olabilirdi.

'Dük çiftinin ilişkisi oldukça iyi mi?'

Söylenti yanlıştı.

'Bunun sadece oldukça iyi olarak tanımlanabileceğini sanmıyorum.'

Kate'in yüzü yavaş yavaş kızardı. Yeniden bir araya gelme sevinci için paylaşılan kısa ve canlandırıcı bir öpücük değildi bu. Ateşli bir tutku ve birinin kıyafetlerini fırlatıp atmak ve vücudunu bir diğerine dolaştırma arzusuyla dolu bir öpücüktü.

Kate'in oturduğu kanepe, kapıya yaslanmış Lucia'nın yüzünü görebilecek şekilde girişe hafif çapraz bir şekilde bakıyordu. Gözleri genişlediğinde bakışları Lucia'nınkiyle buluştu ve Lucia'nın yüzünün parlak kırmızıya dönmesini izlerken kendi yüzü de kızardı. Buna rağmen, dudaklarından küçük bir kahkaha kaçtı ve arkasını döndü.

Lucia, Kate'i bir anlığına unutmuştu ve Kate'in bakışlarıyla karşılaştıktan sonra, yalnızca çok yoğun bir utanç duyabildi. Elinden geldiğince sert bir şekilde Hugo'nun göğsüne vurdu ve onun Hugo şiddetli isyanı hissederek dilini ağzından çekti. Dudaklarını emdi, dudağının kenarını öptü ve sonra uzaklaştı.

"Ne?" (Hugo)

''Misafir…Bir misafir var…'' (Lucia)

Kehribar rengi gözleri utançla doluydu. Yakında yıkanacakmış gibi görünen ıslak kirpiklerine bakan Hugo, ona gerçekten o yerde sahip olmak istedi.

'Burada yapsak olmaz mı? Akşama kadar dayanamam.'

Birkaç gün onu kucaklayamamıştı ve bedeni isteksizlikten deliye dönmüştü. Karısı temizliği severdi, bu yüzden önce yıkanmadan ve hazırlanmadan onu kucaklamasına izin vermesi nadirdi. Ayrıca yatak odası dışında hiçbir yeri sevmiyordu.

Tüm hizmetçileri uzaklaştırmak ve koridorda veya bahçede denemek için yapılan herhangi bir girişim reddedildi. Büroda çalışırken bile, onu masasına taşıma ve onunla birlikte olma isteğini kaç kez bastırdığını bilmiyordu. Bir gün kesinlikle bunu yapmak istiyordu.

"Bir misafir?"

Hugo onun arkasından tekrarladı ve başını yana çevirerek kanepede başı eğik oturan bir kadın buldu. Ama ifadesinde bir değişiklik olmadı. Lucia'nın belini tutan ve ona sarılan eli olduğu gibi kaldı.

"Leydi Milton..." (Lucia)

"Ah."

Şu ünlü olan.

Hugo kanepeye doğru yürüdü, eli hala Lucia'nın belindeydi ve Kate hızla ayağa kalkıp derin bir selam verdi.

"Majesteleri Dük'e selamlar. Ben Kont Milton'ın kızı Kate."

"Tanıştığıma memnun oldum Leydi Milton. İkramlarınızı bölmüş gibiyim."

Lucia'ya hafif bir öpücük verdi.

"İyi eğlenceler."

Tuttuğu belini bıraktı ve kabul odasından çıktı. Geldiği gibi hızla esen ve kaybolan bir fırtına gibiydi. Geriye kalanlar içeridekilere kalmıştı.

Lucia, Hugo kadar utanmaz ve hiçbir şey olmamış gibi davranamazdı. Utandığını gizleyemedi ve soğuk çayı yudumlarken sessiz kaldı. Böylece ikisi bir süre hiçbir şey söylemeden orada oturdular.

"Sen... avlanmaktan bahsediyordun. Bu ne zaman?" (Lucia)

''…beş gün içinde. Umarım gelebilirsin."

Konuşmaları beceriksizce ve biraz yersiz devam etti.

Ç/N: Kate anlık;

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm