5 Aralık 2022 Pazartesi

 Lucia - 93
Seni Seviyorum (4)

Ertesi sabah Lucia Katherine'den bir mesaj aldı. Öğleden sonra buluşmak için bir davetti. Dün, Katherine partinin başarılı bir şekilde tamamlanmasından çok memnun kalmıştı. Lucia'yı gönderirken ifadesi gururla doluydu.

‘Konuşurken biraz daha nazik olsa, daha fazla insanla kolayca anlaşabilirdi. Ama sanırım bu da onun cazibesi.' (Lucia9

Dün partide, bazı soylu kadınlar Katherine onları duyamayacak kadar uzakta olduğunda gizlice Lucia ile konuştu.

[Bu, Prenses Katherine'i birine bu kadar rahat davranırken ilk görüşüm.]

Soylu kadın doğrudan dillendirmek yerine, Lucia'nın güçlü Katherine'e iyi katlanabildiğini  dolambaçlı bir şekilde ifade etti. Birinin doğrudan Lucia'ya böyle şeyler söylemesi çok nadirdi ve birçok insan Lucia'ya acıma ya da hayranlıkla baktı. Lucia için “İyi katlanıyor” diye düşünüyorlardı. Şu anda, yanlış anlaşılmalarını çözmenin bir yolu yoktu, ancak zaman geçtikçe, yakında gerçeği fark edeceklerdi. Lucia bir kere bile Katherine'in “katlanılması gereken biri” olduğunu düşünmemişti.

Katherine sevgiyle büyüyen biriydi ve onun hakkında çarpık hiçbir şey yoktu. Sözleri doğrudandı, bu da dinleyiciyi rahatsız edebilecekti, ama yersiz bir şımarık değildi.

'Çok sevilen, asil bir prenses olarak büyüseydim, bu kadar özgüvenli bir prenses olur muydum?'

Böyle bir hayat o kadar da kötü görünmüyordu. Lucia, Katherine’in zorluklar olmadan büyümenin ve dünyadaki kıtlığın farkında olmadan yaşamanın sonucunda olgunlaşmamış özgüvene sahip oluşunu kıskanıyordu. Lucia, Katherine'in yaşlılığa kadar mutlu ve tasasız yaşamaya devam etmesini diledi.

“Bunu nasıl duyduğunu bilmiyorum, ama Kraliçe Majesteleri bizi ısrarla davet ettiğine dair bir mesaj gönderdi. Çay zamanımızı bir dahaki sefere yeniden planlamalıyım. "

Katherine, sarayı ziyaret eden Lucia'yı selamladı ve ona homurdandı. İkili Kraliçe Sarayına geçtiler.. Beth zaten tüm hazırlıkları yapmayı bitirmiş ve onları bekliyordu.

Tartışacak neşeli konular olmasa bile, havadan sudan sohbet keyifliydi.  Lucia, sanki onları uzun zamandır tanıyormuşçasına, Beth ve Katherine ile vakit geçirmek konusunda rahattı.

'Bana yabancı olmadıkları için mi?'

Lucia pek fazla insanla ilişki kurmuyordu, bu yüzden ikisinden de hissettiği rahatlık onu hayrete düşürdü. Yakın zamana kadar karşılıklı konuşmamışlardı bile.

‘Aile böyle bir şey mi?’

Kişisel ilişkilerine bakacak olursak, Katherine onun kız kardeşi ve Beth ise onun yengesiydi. Lucia bu ilişkiye herhangi bir anlam vermiyordu ama diğerlerinden farklı olan bir şey vardı.

"Az önce hizmetçi bir nakış teknesi taşıyordu. Nakışa ne zamandan beri ilgi duyuyorsun?”

Beth alaycı bir şekilde gülümsedi. Beth, bekar olduğu dönemde sosyal çevreleri didik didik eder ve kendince eğlenirdi. Nakış gibi statik faaliyetlerden hoşlanan biri değildi.

"Bana bundan bahset. Hayatım boyunca hiç ilgilenmediğim bir şeyi yapıyorum. Majesteleri benden ona mendil işlememi istedi.” (Beth)

Katherine kahkahayı patlattı. "Mendil işlemek mi?"

"Bütün bunlar Düşes yüzünden oldu." (Beth)

Lucia bu beklenmedik yoruma şaşırdı.

"Neden 'Düşes yüzünden? (Katherine)

"Düşes, Taran Düküne işlemeli bir mendil vermiş. Majesteleri bunu gördü ve kendi de bir tane istedi, bu yüzden benden bir tane yapmamı istedi. (Beth)

Katherine kahkahalarla kükredi ve Lucia’nın yüzü kırmızıya döndü.

'Majesteleri bunu nasıl gördü?'

Kocasının bu tür bir hediye almak konusunda övünmesinin hiçbir yolu yoktu. Lucia böyle bir manzara hayal bile edemedi.

“Ne tür bir mendil olduğunu görmek istiyorum.” (Katherine)

“Düşeş işin sorun yoksa. Şansa yanımda. Majesteleri referans olması için ödünç aldı. ” (Beth)

"Aman Tanrım. Görmek istiyorum. Bakabilir miyim?"

Katherine ona parıldayan gözlerle bakıp izin istediğinde, Lucia kıpkırmızı bir yüzle başını salladı. Değersiz becerisiyle yaptığı mendili göstermeye utanıyordu.

“Eve döndüğünüzde kocanıza sert davranmayın Düşes. Majesteleri bana mendili kocanızdan zorla kaptığını söyledi.” (Beth)

Taran Dükü'nün onu elinden alırkenki ifadesinin oldukça muhteşem olduğunu söylerken kıs kıs gülen kocasına bakan Beth kendi kendine, "Bu adam ne zaman büyüyecek?" diye düşündü.

"Abim artık her türlü saçma şeyi yapıyor." (Katherine)1

Kısa bir süre sonra, bir hizmetçi nakış teknesini getirdi. Beth içinden beyaz bir mendil çıkardı ve Katherine'e uzattı.

Katherine bunun pamuklu bir mendil olduğunu görünce şaşırmış göründü. Ve tekrar gülmeye başladı. Kahkahası, 'Taran Dükü bunları yanında mı taşıyor?' anlamını taşıyordu. ve Lucia'nın yüzü kızardı.

"Nakış şirinmiş. Çiçekler ha.”

Lucia'nın kızarmış ifadesi biraz sertleşti.

“…Bir anlığına bakabilir miyim?” (Lucia)

"Tabii ki. Sen asıl sahibisin.” (Katherine)

Katherine'in mutlulukla ona uzattığı mendili kontrol ederken Lucia'nın gözleri titredi. Mendili, bir süre önce ona hediye ettiği, üzerinde adının işlendiği mendil sanmıştı. Bu mendilin köşesinde bir çiçek işlemesi vardı. Beceriksiz nakış işi, çok uzun zaman önce mendil yapmaya yeni başladığı zamanların izleriydi. Yani Damian'a göndermek için yaptığı mendillerden biri onda mıydı? Çiçek işlemeli bir mendil ise, bunları yapalı aylar olmuştu.

‘Bu… bu ne anlama geliyor?'

Kalbi küt küt atmaya başladı.

***

Kwiz'in bu günlerde para sorunları yüzünden başı beladaydı. Kral olmadan önce paranın bu kadar büyük bir sorun olduğunu bilmiyordu. Para ihtiyacı olan yerler dolup taşarken, kullanıma sunulan para miktarı sınırlıydı.

"Dük. Para kazanmanın iyi bir yolu nedir?” (Ç/N: Cevabı biliyorsanız bana da söyleyin litfen)

"Ne zamandan beri tüccar oldun?"

Kwiz ne kadar sızlanırsa sızlansın, Hugo'nun ekonomiyle ilgili verebileceği bir tavsiye yoktu. Hugo bir ekonomist değildi. Para kazanmak hakkında pek bir şey bilmiyordu. Sadece emrinde bu tür birçok uzman vardı. Hugo'nun insanları işe alırken kullandığı tek kriter yetenekti. Statülerini umursamadı ve yeteneklerinin değeri kadar onlara tazminat verdi. Hugo'nun altında çalışan birçok kabiliyetli ve yetenekli halk tabakasından insan vardı. Hugo, insanları yalnızca konumları ve yetenekleriyle ayırt ederdi. Bunun nedeni, sosyal statü sistemine şüpheyle yaklaşması ya da kuşku duyması değildi. Ona göre, hem soylu hem de alt tabaka, kafaları kesildiğinde ikisi de öldüğü için aynıydı. Kral fazladan bir hayatla doğmadı. Hugo'ya göre, ona kaba davranmadıkları sürece insanlar zaten insandı.

"Bu kral, tüccar mı yoksa kral mı olduğunu bilmiyor." (Kwiz)

"Kazanılan para miktarı tatmin edici değilse, o zaman onu kullanan şeyleri azaltın."

“Aslında saray bütçesinden kısıyorum. Şu bir önceki kralın.”

Bunu söylerken Kwiz içten içe dişlerini gıcırdattı. O lanet moruk! Şimdi, bunu yüksek sesle bile söyleyemezdi. Kwiz, emir subayıyla girdiği iddiada üst üste dört kez kaybetmişti. Kullanamadığı kelime sayısı arttıkça stresi de artmıştı.

"Yani, bütçesi oldukça büyüktü."

Önceki kral çok para harcıyordu. Servet için açgözlüydü, ancak kazanmaktan çok harcamakla ilgileniyordu. İlginç bir şekilde, astlarına şu ya da bu nedenle ödül vermeyi severdi ve ödülleri verdiğinde cömertçe israf ederdi. Son derece kararsız ve devlet işlerini istikrarlı bir şekilde yönetmekten aciz olan önceki kralın halkın desteğini kaybetmemesinin bir nedeni vardı.

"Önce, önceki kralın çer çöpü o işe yaramaz ağızları temizlemem gerekecek."

Komutanın gözleri parladı. Bir sonraki bahis için yasaklanacak kelimeye karar vermişti.

“Kaç tane üvey erkek kardeşim olduğunu biliyor muydun? O p*çlerin çoğu öldü, o yüzden bunu bir kenara bırakabiliriz. Ama 26 prenses var. Yirmi altı! Bu nedenle bütçe yıpranıyor.”

Kwiz'in nefesi sertti. Ölen moruğun yüzlerini bile tanımadığı çocuklarına yemek yedirmek ve barındırmak gibi bir yükümlülüğü yoktu. Kan bağı olan kardeşi olarak tanıdığı tek kişi Katherine'di. Son zamanlarda Düşes'e biraz ilgi göstermiş olsa da, ona bir kardeş gibi şefkat beslemek için yeterli değildi.

"Hepsini kapı dışarı edeceğim."

"Gerçekten mi? Nasıl?"

“Anne tarafından akrabalarının her birini gelip onları toplaması için bilgilendireceğim. Ve onları almaya istekli kimse yoksa, onları evlendireceğim. ”

Olağan bir karardı. Kral olarak ya da ailenin en büyük kardeşi olarak cömertlik yoktu.

Hugo'nun Kwiz'i değerlendirmesinin pek çok değeri vardı ama aynı zamanda pek çok kusuru da vardı. Tipik zayıf noktası cimrilikti. Kötü bir şekilde ifade etmek gerekirse, ucuz biriydi ve itibarını kaybetmeyecek kadar cömert davranmayı umursamıyordu.

Ancak Kwiz'in cimriliği kendisine yönelik olmadığı sürece, Hugo'nun hiçbir şekilde umurunda değildi. Ama birden aklına parçalanmış bir anı geldi. Karısı gelip ona evlenme teklif ettiği gün üzgün bir ifadeyle ona şunları söylemişti:

[Bir prenses, kraliyet ailesinin yararına her an satılmaya hazır olmalıdır. Uygun bir çeyiz teklif edilirse, kraliyet ailesi gözünü kırpmadan beni herhangi biriyle evlendirir. Satılmadan önce… kendimi satmak istiyorum.]

Hugo'nun morali bozuldu.

Tesadüfen, karısı dün 'ya şöyle olsaydı' lardan bahsetmişti ve o da böyle şeyleri düşünmenin faydasız olduğunu söylemişti. Ama şimdi. Hugo o 'eğer'leri düşünüyordu. Ya Lucia onu bulmaya gelmeseydi? Ya Hugo onun teklifine gülüp geçseydi? Bir adım yanlış olsaydı, şu anda Hugo Taran'ın karısı olmazdı.

Ama bu olmadı. Hugo, belki de her şeyin farklı bir şekilde gelişebileceğini düşünmenin hâlâ faydasız olduğunu düşünüyordu. Yine de korkudan sırtındaki tüyler diken diken olmuştu. Kral'ın kurtulmaya çalıştığı işe yaramaz ağızlar grubuna dahil olabilirdi. İsteği ne olursa olsun onun için seçilmiş bir adamla evlendirilebilirdi ve bu durumda bir gün onunla başka bir adamın karısı olarak tanışacaktı.

Hugo kendini hasta hissetti. Karısının başka bir adamın karısı olduğunu hayal edince midesi bulandı. O, onun kadınıydı ve kimse buna karşı çıkamazdı. Gerçeği hatırladığında rahatlayarak soğuk terler döktü.

Hugo bir şeyler hakkında konuşmaya devam eden Kwiz'e baktı. Çocuklarını ihmal eden rahmetli kral korkunçtu ama karşısında oturan p*ç de korkunçtu. Abi olmanın ve kardeşlerine birazcık bakmanın nesi bu kadar zordu?

Biraz önce, Kwiz'in tüm üvey kardeşlerini uzaklaştırma projesinin yararını içten içe kabul ediyordu. Ancak, kişisel olarak dahil olduğu an fikrini değiştirdi.

İşe yaramaz ağız? Bunu düşündükçe daha da rahatsız oluyordu. Aklına Lucia'nın kendisine gayri meşru çocuk demesi geldi. Kendini küçük düşürdüğünü ilk kez görüyordu, bu yüzden çok şaşırmıştı. Hugo onu bir kez bile bu kavram içinde düşünmemişti.

Saraydaki hayatı çok mu zordu?

Hugo sık sık karısının çocukluğundan bahsettiğini duyardı ama onun sarayda geçirdiği zamandan bahsettiğini hatırlamıyordu. Şimdi düşününce sarayda hizmetçisi yoktu ve bütün işi kendisi yapıyordu. Hugo zaten bildiği gerçeklerden dolayı yeniden öfkelendi. Sarayda hatırlamak bile istemediği kadar sefil bir hayat yaşamış olmalıydı.

[Satılmadan önce… Kendimi satmak istiyorum.]

O sırada, onun sözlerinin ilginç olduğunu düşünmüştü. Ona karşı hissettiği derin suçluluk, keskin bir iğne gibi Hugo'nun göğsüne saplandı. O zamanlar yanına gelip böyle bir şey söylediğinde neden onun sefaletini ve çaresiz duygularını anlayamıyordu? Rahmetli krala karşı hoşnutsuzluk Hugo'nun kalbinde yeniden filizlendi.

'Bu şekilde ölmeyi hak etti.'

Hugo, merhum kralın utanç verici ölümünü hatırlayarak onunla alay etti.

* * *

Lucia eve geldiğinde Jerome'a ​​çiçek işlemeli mendili sordu. Jerome içinden güldü ve dışarıdan sakince cevap verdi.

"Efendi onu her gün kontrol ediyor ve yanında taşıyor."

"…Ne zamandan beri?"

“Şimdi birkaç ay oldu. Roam'da olduğumuz zamandan beri.”

"Geçen sefer ona bir mendil hediye etmemi söylediğinde bana bunu söylememiştin."

"Bildiğinizi düşündüm."

Jerome soğukkanlılıkla cevap verdi.

"Bunu ona hanımın verdiğini sanıyordum. Hanımefendimiz vermediyse, Efendi mendili nereden aldı?”

“…”

Lucia Jerome'a mendili Hugo'ya kendisinin vermediğini söyleyemedi. Eğer ona vermediğini söylerse, tek açıklama Hugo'nun onu gizlice almış olması olacaktı. Kocasının evin efendisi olarak otoritesini zayıflatmak istemiyordu.

Ama Jerome zaten biliyordu. Efendisinin, genç efendi Damian'a bir paket hazırlayabilmek için hizmetçinin tamamlanmış mendilleri koyduğu sepetten gizlice birkaç parça aldığına bizzat tanık olmuştu.

Kendisi görmese inanmayacaktı. Bu, efendisinin tamamen tersi, tuhaf bir hareketti. Ancak Jerome, efendisinin yaptığı her şeyi sorgulamayan sadık bir uşaktı. Hanımının önünde çenesini kapalı tutmasının nedeni tedbirli olmasıydı. Olay ne kadar önemsiz olursa olsun, ikisinin ilişkisi üzerinde nasıl bir etkisi olacağını bilmek imkansızdı, bu yüzden Jerome sözlerine ve eylemlerine her zaman dikkat etti.

“…Onu yanında taşıdığını bilmediğimi kastetmiştim.” (Lucia)

"Bunda bir sorun mu var?" (Jerome)

“Yok, ama görünüşüne dikkat etmesi gerekiyor. Böyle bir şeyi nasıl taşıyabilir? İnsanlar görse güler."

"Endişelenmenize gerek yok. Efendimiz asil ruhludur.”

Sırıtan Jerome'a ​​bakan Lucia, Jerome'un neden yetenekli bir uşak olduğunu bir kez daha anladı. Jerome'un yaşıyla bağdaşmayan bir pürüzsüzlüğü vardı. Kocasının utanmazlığını, mantıksızlığını, bencilliğini 'asil ruh' sözüyle sarmalaması gerçekten şaşırtıcıydı.

Lucia mendilin anlamı hakkında uzun uzun düşündü. Oğluna göndermesi gereken mendili gizlice aldığı sahneyi hayal edince inanamadı ve dili tutuldu. Ve bu saçmalığa gülmekten kendini alamazken, neden böyle bir şey yaptığı düşüncesiyle kalbi küt küt atıyordu.

İhtiyacı olursa kendinden emin bir şekilde mendil istemek ona daha çok yakışıyordu. Onu bunu yapmaktan alıkoyan kocasının temkinli kalbi, Lucia'nın  kalbini sıcak bir enerji gibi kapladı.

Mendil bir fırsattı. Lucia, ona karşı olan her tavrının, sözlerinin ve ifadeleriyle gösterdiği duygularının izini sürdü. Belki de zaten bunun farkındaydı. Ama bunun doğru olmadığı düşüncesiyle ağır bir şekilde zihnine çiviledi. Sırf korkak olduğu içindi.

Duygularını kendi kendine doğruladı.

'Onu seviyorum.'

Ve onun kalbi konusunda da bir tahminde bulundu.

'Belki... o da beni seviyordur.'

Ama sevgi denen duyguyu kabul edip etmediğini bilmiyordu. Henüz kalbinden emin olmayabilir ve hala inkar aşamasında olabilirdi.

'Bekleyeyim mi? Yahut… önce konuyu ben mi açmalıyım?'

Önünde bir yol ayrımı ve aralarında yapılması zor bir seçim vardı. Ona evlenme teklif etmek için Dükal malikanesine gittiği o günden daha kararsız hissetti.

Ç/N: Haydiiii söyleeee onu nasılll sevdiğiniiii 

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

3 Aralık 2022 Cumartesi

 Lucia - 92 
Seni Seviyorum (3)

Lucia yatak odasındaki kanepeye gömüldü ve sakince çocukluk anılarının izini sürdü. Annesini düşündükçe yüreği ısınıyordu. Eskiden annesini düşündüğünde üzülürdü ama şimdi sadece mutlu anıları kalmıştı. Bu, Lucia'nın şu anda hayatında mutlu olması sayesinde oldu.

Annesi kolyeyi genellikle çekmecesinin derinliklerine koyardı ve ara sıra bakmak için dışarı çıkarırdı. Bazen bundan o kadar etkileniyordu ki Lucia'nın yanına geldiğini fark etmiyordu bile. Lucia, annesinin kolyeye gerçekten değer verdiğini düşündü.

'Annem kolyeye baktığında ailesini özlemiş ve onları düşünmüş olmalı. Aynı zamanda, içinde bulunduğu koşullar nedeniyle eve dönemediği için de üzgün olmalı.'

Annesi hamile kalmasaydı muhtemelen memleketine dönecekti. Ama annesi hayatı hakkında asla karamsar olmadı ve Lucia'yı suçlamadı.

Annesi her zaman onların iyiliği için çalışmak zorundaydı. Genelde yerel markette çalışırdı ve vakti olursa yemek masraflarını karşılamak için küçük bir sebze bahçesiyle ilgilenirdi. Her şeye rağmen annesi hep gülümsüyordu. Sık sık Lucia'ya sarılır ve onu yumuşak koynunda taşırdı.

Annesi ona 'canım kızım' diyerek sevgisini her zaman şefkatle dile getirdi ve 'Mutluyum çünkü sana sahibim' dedi. Lucia annesini kaybettiğinde hissettiği çaresizlikle sanki yerle bir olmuştu ama annesinin sevgisini hatırlayarak zor günlere dayanabildi.

'Annemin kolyeyi rehin vermesi gerektiğini düşündüm çünkü ben incindiğimde çaresizce paraya ihtiyacı vardı.'

Ancak annesi kolyeyi rehinciye hiç bırakmamıştı. Rehinci dükkanının sahibi haklıysa, Lucia'nın hafızası hatalıydı.

‘Diyelim ki çocukluk anım yanlış. Daha sonra amcamla tanışabilmemin sebebi kolyeydi. Peki kolye müzayede evine nasıl ulaştı? Çalındı mı?'

Kolye Lucia için önemli bir anlam taşıyordu. Köklerini bulmasına yardım eden şey buydu.

'Olay olduğunda sanırım sekiz yaşındaydım.'

Lucia, gençken meydana gelen kazayı hatırladı. O olayda ağır yaralanmıştı.

Mahallenin girişinde büyük bir ağaç vardı ve genç, erkek fatma Lucia, mahallenin çocuklarıyla ağaca tırmanmak için iddiaya girdi. Korkunun ne olduğunu bilmiyordu ve muzaffer bir şekilde aşağı bakmadan önce en tepeye kadar tırmandı. Ama ağacın tepesinde yuva yapan bir kuş vardı. Anne kuş kendini tehdit altında hissetti ve Lucia'ya saldırdı, bu da Lucia'nın şaşkınlık içinde sendelemesine ve yere çarpmasına neden oldu.

'O gün yaralanan yer...'

Sağ dizinin altını kontrol ettiğinde Lucia'nın gözleri hafifçe titredi. Yara izi yoktu. Sakatlığın olması gereken bölge çok düzgündü. Yara, tamamen iyileştiğini ve yaşlandıkça kaybolduğunu iddia edemeyecek kadar büyüktü. Ancak ne kadar dikkatli bakarsa baksın tek bir iz bulamamıştı.

‘Hiç var olmadı mı? Yoksa kayboldu mu?'

Lucia bacağındaki yara izine hiç bu kadar yakından bakmamıştı. Çocukken meydana gelen kazayı düşünmesine neden olan kolye olmasaydı, bunu görmezden gelmeye devam edecekti.

'Canımın yandığına dair anılarım da mı yanlış?" Hayır. Böylesine büyük bir kazayı bu kadar canlı ayrıntılarla yanlış hatırlamama imkan yok.'

Başı ağrıyana kadar düşünmeye devam etti. Bunun için ilaç aldı, yatağa uzandı ve uykuya daldı.

Lucia uyurken çocukluğunu hayal etti. Sadece yarın ne oyun oynayacağını düşündüğü o masum zamanlar çabuk geçti. Kısa süre sonra, annesinin soğuk bedeninin yanında kalbi ağlıyordu. Çevredekiler onu teselli etmek için sırtını sıvazladılar. Annesinin vefatına ve onun gibi küçük bir çocuğu dünyada tek başına bırakmasına üzüldüler. Annesinin yakın arkadaşı olan komşu teyze Lucia'nın gözyaşlarını sildi. Lucia kederden bunalmış halde ağlarken annesinin kolyesini sanki annesinin kendisiymiş gibi elinde sımsıkı tuttu.

Aniden, bir Kraliyet Muhafızı içeri girdi ve mahalleyi alt üst etti. Hiç kimse Kraliyet Muhafızlarının Lucia'yı almasını engelleyemedi ve sadece uzaktan izleyebildiler. Çukur gözlü genç kız isyan etmedi ve itaatkar bir şekilde onu takip etti.

Sarayın lüksüne kördü. İlk kez gördüğü baba denen adama baktığında hiçbir duygu hissetmiyordu. Kalacağı müstakil saray soğuk ve kasvetliydi. Issız bir yatak odasında uzanmış, hıçkıra hıçkıra ağlayan ve defalarca annesinin arkasından seslenen genç bir kız çocuğu, elinde bir kolyeyle duruyordu.

Lucia irkilerek uykusundan uyandı. Dışarısı hava karardığı için uzun süredir uyuyor olmalıyd. Boş bir ifadeyle yatağa oturdu.

‘Rüya değil…’

Az önce gördüğü rüya bir fantezi değil, anısının bir parçasıydı.

'Neden unuttum?'

İnce bir filmle kaplanmış gibi görünen hatıra yavaş yavaş açığa çıkıyordu.

'Kolye yanımdaydı.'

Lucia, annesinin ölümünden sonra kolyeyi sürekli olarak boynuna asmıştı. Saraya girerken de yanındaydı. Hizmetçiler eski kıyafetlerini çıkarıp kıyafetlerini değiştirdiklerinde bile, annesinin anısı olarak kalan tek hazineyi birinin elinden almaya çalışmasından korktuğu için kolyeyi bırakmayı reddetti.

Aklında giderek daha fazla yeni anı canlanmaya başladı. Çocukluk anılarında bir çelişki vardı. Bu çelişki, küçük mahallelerinde bir ağaçtan düşüp yaralandığı büyük kazaydı. O sırada yaralanan tek kişi Lucia değildi. Lucia düştüğünde bir dalı kırdı ve onunla birlikte başka bir çocuk da düştü. O çocuk başını yaraladı ve ardından öldü.

'…Rossa.'

Çocuğun adı buydu. Lucia'nın çocukluk arkadaşıydı. Rossa'nın ailesi, Rossa öldükten bir süre sonra taşındı. Komşu teyze, yani Lucia'nın annesinin yakın arkadaşı, Rossa'nın annesiydi. Rossa'nın annesi, Lucia'nın annesi vefat ettiğinde onunla aynı odadaydı. Belki de haberi uzaktan duydu ve geri geldi? Ancak aynı odada, Lucia ile komşu teyzenin yanında ağlayan Lucia yaşlarında bir kız vardı. O kız Rossa'ydı.

[Lucia. Yemek yemelisin, tamam mı? Hastalanırsan annen cennette üzülür.]1

Lucia, annesi öldükten sonra iki gün veya daha uzun süre yemek yemeyi reddettiğinde, Rossa onun eline bir kaşık koyup onu teselli etmişti.

'Rossa gençken öldü, değil mi?'

Lucia, çocukluğuna dair iki anısı olduğunu ve bu anıların birbirine karıştığını fark etti.

'Rehineci dükkanının sahibinin doğruyu söylediğini varsayalım. Ben gençken kaza geçirmedim ve Rossa da ölmedi. Annem kolyeyi rehineciye bırakmadı ve ben kolyeyle saraya girdim.'

Lucia'nın kolyeyle  ilgili son anısı, saraya ilk kez girdiği gündü. Ağlayarak uyuyup ertesi gün uyandığında kolye kaybolmuş ve geleceği görmüştü. Ve anıları karıştı. Belki de kafa karışıklığı onun hala küçük bir çocuk olmasından kaynaklanıyordu ya da belki de kolyenin sahip olduğu özel yeteneğinden kaynaklanıyordu.

'Büyülü bir araç...'

Dünyada tuhaf ve acayip olaylara neden olan birçok şey vardı. Lucia büyülü yalnızca bir alet görmüştü ve o gün Kraliyet Sarayı'na getirildiği gündü. Soyu belirlemek için kullanılan büyülü araç, yan yana yerleştirilmiş iki cam bardaktan oluşan bir cihaz gibi görünüyordu. İki cam bardağa berrak, saf su konur ve akrabalıklarını kanla kanıtlamak isteyen iki kişi kanlarını içine damlatırdı. Aralarında kan bağı olmasa suda bir değişiklik olmaz, kan bağı olsa su kan gibi kıpkırmızı olurdu.

'Kolye büyülü bir eşya olabilir mi?'

Amcası, kolyenin Kont Baden ailesinde nesiller boyu aktarılan bir yadigâr olduğunu söyledi. Büyülü bir eşya birinci sınıf bir hazineydi, bu nedenle çoğu büyülü eşya ulusal hazineydi. Kont Baden ailesi gibi dağılan bir ailenin sahip olabileceği bir eşya değildi. Büyülü bir alet muazzam miktarda paraya satılabilirdi, bu yüzden dayısı bilseydi, ailenin geçimini sağlamak için onu çoktan satardı.

'Dayımın bundan haberi yoktu. Büyükbabam da bilmiyor gibi görünüyor.'

Kolyenin büyülü bir araç olduğunu varsayan Lucia, yeni bir mantık yürütmeye başladı.

'Kolyenin bana gösterdiği şey... gelecek değil, başka bir yaşamımdı.'

Başka bir yaşamda, Lucia gençken ciddi şekilde yaralandı, annesi kolyeyi rehin verdi ve daha sonra, kolyenin müzayedede görünmesi sayesinde dayısıyla tanıştı. Başka bir ömür olsa bile geleceği görmekten farkı yoktu. Lucia uysalca sarayda kalsaydı, Kont Matin ile evlenirdi ve gelecek de aynı şekilde ilerlerdi.

'Çocukken incindiğim noktadan itibaren işler değişmeye başlıyor. O olay benim için başka bir gelecek yarattı.'

Gerçekte, Lucia incinmedi. Annesi kolyeyi rehin vermedi. Nedeni bilinmiyordu ama büyülü araç Lucia için harekete geçti ve ona uzun bir rüya gösterdi.

'Rossa'nın hayatta olup olmadığını öğrenmek zorundayım.'

Büyük ihtimalle Rossa yaşıyordu.

‘Eğer kolye büyülü bir aletse neden annem tarafından uyandırılmadı? Karşılanması gereken belirli gereksinimler mi var?'

"Vivian."

Lucia düşüncelerinden sıyrıldı. Kollarını dizlerine dolamış ve vücudu bir top şeklinde kıvrılmış, yatakta oturuyordu. Hugo'nun sesini duyunca başını kaldırdı. Yatak odası şimdi ilk uyandığından çok daha karanlıktı. Hugo'nun odaya ne zaman girdiğini bilmiyordu ama hemen yanında oturuyordu.

“Hugh. Ne zaman geldin?”

Hugo eliyle nazikçe saçını okşadı.

"Az önce. Döndüğünden beri uyuduğunu duydum.”

Hugo sessizce kapıyı açıp karanlık yatak odasına girdiğinde, Lucia'yı yatağın üzerinde otururken bulunca irkildi. Ne hakkında bu kadar çok düşündüğünü bilmiyordu, bu yüzden onu ürkütmemek için bir ses çıkarmadı, ama Lucia hiç fark etmedi bile.

"Partide bir şey mi oldu?" (Hugo)

"…Hayır." (Lucia)

"Başının ağrıdığını duydum. Bu, bu ay ikinci kez oluyor. Vücudunda bir sorun yoksa neden hastalanmaya devam ediyorsun?

Hugo, migrenin büyük bir sorun olmadığını söyleyen şarlatan kişinin sözlerine inanamadı. Buna hastalık deniyordu çünkü bir şeyler ters gidiyordu.

"Şimdi iyiyim. Bir şey düşünüyordum.” (Lucia)

Karanlık bir yatak odasında birinin geldiğini fark etmeyecek kadar çok düşündüğü tam olarak neydi? Hugo onun düşüncelerini öğrenmek istedi. Mümkün olduğu kadar onun tamamına sahip olmak istiyordu. Dikkatlice sormadan önce bir an tereddüt etti.

"Düşündüğün şey, bilmemem gereken bir şey mi?"

"Hayır, bu sadece... biraz saçma. Duyunca gülemezsin."

"Gülmeyeceğim."

"Büyükbabama bahsettiğim kolyeyi hatırlıyor musun?"

"Hatırlıyorum."

"Kolyenin büyülü bir alet olabileceğini düşünüyordum."

"Neden?"

Lucia, rehineci dükkanında olanları, annesi öldükten sonra kolyeyi saraya getirirken yaşadığı anıyı ve eve döndükten sonra gördüğü rüyayı anlattı. Ancak, bir rüyada başka bir gelecek gördüğünü açıklamadı. Kendisi de bundan henüz emin değildi ve her ne kadar rüyada olsa da orada yaşadığı acıları anlatmak istemiyordu.

'Ama sanırım bir gün sana anlatabilirim.'

Lucia geleceği görme rüyasının mezara götüreceği bir sır olduğunu düşündü. Ancak, farkında bile olmadan fikri değişmişti.

“Annem kolyeyi asla satmadı. Sanırım kolye hafızamdaki bir şeyi çarpıttı ve kayboldu. Yine de ortadan kaybolduğunu şahsen görmedim."

Hugo birkaç dakika düşündü ve konuşmalarının vakit alacağını anladı ve yatak odasındaki ışıkları açtı.

"Hafıza bozulması ciddi mi?"

"Tam olarak değil. Sadece, eğer gerçekten büyülü bir araçsa, neden anne tarafım bilmiyor?

“Bilmeyebilirler. Büyülü aletler hakkında pek bir şey bilinmiyor.”

Hugo, ailesinin gizli kayıtlarından büyülü aletlerin Madoh İmparatorluğu döneminde yaygın olarak kullanılan eşyalar olduğunu biliyordu. Ancak uzun bir süre sonra büyülü aletler yok edildi ve çoğu büyülü aletin orijinal işlevini bilmek imkansız hale geldi.

"Birden ortadan kaybolabilirler mi?"

"Bazı büyülü aletler olağanüstü yeteneklere sahiptir ve yok edilebilir veya kırılabilirler. Ortadan kaybolabilirler de.”

"Büyülü aletlerin çoğu ulusal hazinelerdir, değil mi? Soylu bir aile bir tane alabilir mi?”

“Büyülü aletlere sahip birçok aile var; sadece ulusal hazineler olarak tanımlanan büyülü aletler daha yaygın olarak biliniyor. Bir ailenin ne tür bir büyülü aleti ve ne tür bir işlevi olduğu genellikle bir aile sırrıdır. Soylu ailelerin sahip olduğu bazı büyülü aletlerin saklandığı biliniyor."

Büyülü aletler, işlevleri ne olursa olsun son derece yüksek fiyatlara satıldı. Bunun nedeni, büyülü aletlere hastalıklı bir şekilde takıntılı birçok koleksiyoncunun olmasıydı. Net, kullanışlı bir işlevi olan büyülü bir aletin fiyatı, satıcının kaprislerine bağlıydı.

"Öyleyse Taran ailesinin de büyülü bir aleti var mı?"

"Bizde çok var."

Taran ailesinin gizli odasında çok çeşitli şeyler vardı. Dük olduktan bir süre sonra, Hugo gizli odada ne olduğunu öğrenmek istedi ve oradaki şeylere baktı. Çoğu çöptü. İnsanların ayrı kaldıklarında birbirleriyle sohbet etmelerini sağlayan büyülü iletişim aracı biraz faydalıydı.

Konuşma mesafesi, ancak birbirlerini açık bir alanda görmeyi başarabilecekleri kadardı. Damian'ı korurken kullanıldı ve şimdi de kullanılıyordu. Aynı türden kalan büyülü aletler başkente getirildi. Büyülü bir iletişim aracı kadar yararlı olan bir aracın değeri muazzamdı.

Ancak Hugo, karısını korumak için bir konvoy düzenledi ve büyülü aletleri sanki bir hiçmiş gibi onlara verdi. Karısının güvenliği söz konusu olduğunda bu kadar az para sorun değildi. Şövalyelerin onu kendi canlarıymış gibi korumalarını tercih ederdi.

"Roam'a döndüğümüzde sana onları göstereceğim." (Hugo)

"Büyülü aletler gerçekten bu kadar büyük bir güce sahip mi? Yağmur yağdırabilen büyülü bir alet olduğunu duymuştum.” (Lucia)

Hugo kıkırdadı.

“Bu sadece saçmalık. Büyülü aletlerin çoğu işe yaramaz. Onlar sadece yeni öğelerdir. Xenon Kraliyet Ailesi'nin büyülü aletini tanımlayan soyun bu kadar iyi bilinmesinin nedeni, bu kadar iyi işleve sahip büyülü bir aracın son derece nadir olmasıdır. Bazı ülkelerin ulusal hazinesi karanlıkta parlayabilen bir çubuktur. Bir şey için kullanılabilir ama ona ulusal bir hazine denecek kadar iyi değil.”

Lucia kaybolan kolyesinin anlamını düşündü. Kolye başka bir yaşamı gösterme yeteneğine sahip olsaydı, dünyanın hiçbir yerinde bulunamayacak devasa bir hazineydi.

"Büyülü aletlerle ilgilenir misin? İstediğin bir şey var mı?” (Hugo)

Dünyanın dört bir yanına dağılmış büyülü aletleri toplama operasyonu her an başlayabilirdi. Bu tamamen Lucia'nın cevabına bağlıydı.

"Hayır. Sadece biraz kafam karıştı.”

Lucia'ya geleceği gösteren kolyeyse, Lucia kaybolan kolyeye minnettardı. Şimdi burada olması onun rüyası sayesindeydi. Ve önemsiz bir olayın bile geleceği bölebileceğini ve geleceğin seçimlerine bağlı olarak değişebileceğini fark etti.

'Benim seçimim sensin. Keşke senin seçimin de ben olsaydım.'

Hugo, kolyeyi gizlice bulma ve onunla onu şaşırtma planının gerçekleşmeyeceğini öğrenince oldukça hayal kırıklığına uğradı.

“Yani öylece ortadan kayboldu? Hafızanı bozduğunu söyledin, o kısım tamam mı?"

"Kafam karışmıştı çünkü çocukluğuma dair iki anım vardı ama iyice düşündükten sonra hallettim."

"Kolye için gerçekten endişeleniyorsan, büyükbabanı buraya getirip seni dinlemesini sağlayabiliriz. Kont ailesinin yadigarı, o yüzden bir şeyler biliyor olabilir."

Lucia gerek olmadığını söylemek üzereydi ama fikrini değiştirdi. Her halükarda dedesiyle geçirdiği süre kısaydı ve kendini üzgün hissediyordu. Ayrıca kolyenin neden olduğu fenomeni de merak ediyordu. Kocasına göre büyükbabası bir şeyler biliyor olabilirdi.

"Peki. Bunu yapmayı çok isterim.”

"Ona refakat edilmesini sağlayacağım."

Eli nazikçe Lucia'nın yanağını okşadı. Lucia, onun sevecen dokunuşu karşısında bir şekilde duygulandı.

'Benim seçimime mi kapıldı?'

Lucia onu seçti ve kendine yeni bir gelecek yarattı. Ama bu kurallara aykırıydı. Önündeki mutsuz geleceği bilen başka hiç kimsenin bundan kaçınmayı tercih etme şansı olamazdı. 

Lucia, kendisi yüzünden Hugo'nun çok daha mutlu bir geleceğini altüst etmiş olabileceğinden korkuyordu. Hiçbir şey bilmeden olayın içine sürüklenmiş olması çok acımasızdı.

'Bütün dünya beni kınasa ve bana bencil dese de sorun değil. Onu seviyorum. Onun da beni sevmesini istiyorum. Benim hakkımda ne düşünüyor? Benden ne kadar hoşlanıyor? Ona onu sevdiğimi söylersem, kaçar mı?'

“‘O zamanlar farklı bir seçim yapsaydım bir şeyler değişirdi’ diye hiç düşündün mü hiç?” (Lucia)

"Böyle düşüncelere sahip olmanın ne yararı var? Nasıl olsa geçmişte kaldılar."

[Geçmişteki şeylere hiçbir bağlılığım yok. Değiştirmesi imkansız olan bir şeye tutunmanın faydası yok.]

Evlendikten sonraki gün Lucia'nın 'Verdiğin bir karardan hiç pişmanlık duydun mu?' diye sorduğunda verdiği cevaptan pek de farklı değildi bu. Lucia alaycı bir şekilde gülümsedi. O böyle bir adamdı. Geçmişe bakmayan biri.

Onun kalpsiz bir adam olduğunu düşünmüştü. Hugo'nun hayata bakışı değişmemişti. Ama Lucia'nın ona bakışı değişmişti. Şimdi, onun kalpsiz biri olduğunu düşünmüyordu. Aksine aşırı şefkatliydi.

Sevgisi her zaman Lucia'nın kalbinde fırtınalara neden olmuştu. Mutluluğu arttıkça ıstırabı da artıyordu. Ondan vazgeçemezdi. Beklentileri artmaya devam ediyordu ve bu gidişle sonunda ona içerleyeceğinden korkuyordu.

"Benim böyle düşüncelerim var. Ya seninle evlenmeseydim? Yine müstakil sarayda olacaktım. Bir süre sonra da kraliyet ailesine çeyiz ödeyen biriyle evli olacaktım.” (Lucia)

Hugo ona baktı ve sözlerinin ardındakini anlamaya çalıştı.

"Bazen... hak ettiğimden çok daha fazla bir konumda olduğumu düşünüyorum." (Lucia)

"Neden öyle düşünüyorsun?" (Hugo)

"Hiç bunun acele bir karar olduğunu düşünmüyor musun? Benimle evlenmenin, demek istediğim.”

Hugo tek kelime etmeden Lucia'ya baktı ve sonra içini çekti.

"Yine neyi yanlış yaptım?"

"…Ha?"

"Böyle lafı dolandıracağına direkt söyle yeter."

Lucia'nın gözleri döndü ve ona baktı. Her zaman ve her yerde kendinden emin ve gururlu olan adamın yüzünde gözü korkmuş bir ifade vardı. Farkında olmadan yanlış bir şey yapmış olabileceğini düşündüğü için endişeleniyordu.

Sanki her şeyini ona teslim edecek ve her istediğini yapacakmış gibi davranıyordu. Ne zaman onun sevgisiyle sırılsıklam olsa, Lucia sanki birisi kalbini yakalamış ve sıkmış gibi hissediyordu. Başkalarının korktuğu canavara benzeyen adam çok sevimliydi ve buna dayanamıyordu. Lucia'nın burnu sızladı ve yumruğunu sıktı.

"Yanlış bir şey yapmadın. Bu benim vicdan azabım."

"Ne demek istiyorsun, vicdan azabın derken?"

“Evliliğimizde oldukça önemli bir eşitsizlik vardı. Gayrimeşru bir çocuktan hiçbir farkı olmayan, tanınmayan bir prensestim. Sen ise, kendi ülkende ve diğer ülkelerde tanınan, ünlü Dük'tün. Gerçekten kayıpla evlendin."

Hugo hafifçe kaşlarını çattı. Kendisine gayri meşru bir çocuk demesinden hoşlanmadı. Bir kayıpla mı evlendi. Onun böyle düşündüğünü bilmiyordu.

Hugo, ne olursa olsun, onu yanında olmaya biraz olsun isteksiz yapan her türlü nedenden nefret ediyordu. Onunla olan ilişkisine kayıp ve kazanç kavramının dile getirilemeyeceğini nasıl açıklayabilirdi?

Elini beline doladı, onu nazikçe yere yatırdı ve üzerinde yükseldi.

"Partide gerçekten bir şey olmadı mı?"

"Hiçbir şey olmadı."

"Öyleyse sorun ne?"

"Kulağa aptalca geliyorum, değil mi?"

Hugo Lucia'nın utangaç bir şekilde gülümsemesini izledi ve gözlerinin kenarını öptü.

"Böyle konuşma Vivian. Aptal falan değilsin ve ben bir kayıpla evlenmedim."

Lucia derin bir nefes aldı. Sözleri usulca kalbini sarıyormuş gibi hissetti.

"Bunu daha önce de söyledim. Zorsa, içinde tutma. Kendini rahatsız etmene gerek yok. Sadece yapmak istediğin şeyi yap.”

Lucia elini kaldırıp yüzünü avuçladı. Onun yanağını okşarken, onu bir su birikintisine dönüştürmekle tehdit eden duygunun büyüsüne kapıldı. Kulağına aşk sözleri fısıldamadı ama sözleri çok tatlıydı.

"Sanırım senin için o kadar güvenilir değilim." (Lucia)

"Güvenilir olmadığını düşündüğümden değil, incinme diyorum." (Hugo)

"Beni kim incitecekmiş?"

"İncinebilecek tek şey beden değildir."

Sosyal çevre, insanların kelimelerle öldürüldüğü bir yerdi. Her zaman abartılı şeyler söyleyen insanlar olmuştu. Bir Dük ailesinin desteğinin, karısını tamamen koruyabileceğini garanti edemezdi. Hugo, insanların kendisi hakkında söylediklerini tamamen görmezden gelebilirdi. Ancak karısı küçük ve zayıftı. Bu yüzden onun için her zaman endişeleniyordu.

Lucia'nın gözleri kocaman açıldı. Kalbini incitmemesini söylüyordu. Bazen ondan hissettiği incelik gerçekten şaşırtıcıydı. Annesi öldüğünden beri hiç böyle bir sevgi görmüş müydü? Bu, bir kocanın karısına zorunlu görevini aşmıştı

'Belki o da... beni...'

Bu varsayım karşısında kalbi küt küt atmaya başladı. Sanki bir şeyi kıl payı yakalamış gibi hissediyordu ama parmaklarının arasından kayıp gidiyordu. Lucia her an dökülecekmiş gibi olan duygularını bir arada tutmayı başardı ve kollarını ona uzattı.

Sırtını ona sardı ve başını göğsüne gömdü.

"İncinmemeye dikkat edeceğim."

Ç/N: Yani aslında farklı olasılıklar kombinasyonunun yarattığı birden fazla hayat çizgisi var. Lucia'nın rüyasında gördüğü de onlardan biriydi. Çoklu evren gibi. Ben öyle anladım yani. Dr. Strange acil olay yerine çağrılıyorsunuzz efenim..



 








Neyse başlıktandan da anlaşılacağı üzere itiraf sahnelerine daha da yaklaşıyoruz kuzularım. Hadi Lucia'm akıllı kabağım çak köfteyi artık 👀

Neyse bugünlük de buraya kadarr. Ayrıcaa yeni cicimize de göz atmayı unutmayın canlarımm 😊😘

Önceki Bölüm                                                                                               Sonraki Bölüm

 Lucia - 91
Seni Seviyorum (2)

Lucia dinlenme odasından çıkarken içeri giren bir kadınla hafifçe çarpıştı ve usulca geri çekildi.

"Ne yaptığını sanıyorsun! Nasıl bu kadar umursamaz olabiliyorsun! Bunun kim olduğunu bilmiyor musun?”

Keskin, kızgın bir ses araya girdi. Nereden geldiğini bilen soylu bir kadın aniden ortaya çıktı ve Lucia'ya çarpan kadını kınadı. Lucia tam adını hatırlamıyordu ama soylu kadının bir Kontes olduğunu biliyordu. Bir sürü Kontes vardı, bu yüzden onları karıştırmak kolaydı.

"Ben... üzgünüm. Gerçekten üzgünüm." 

"Aman tanrım! Elbisesine makyaj bulaşmış! Bu konuda ne yapacaksın!” (Kontes)

Kontes sanki dünyanın en kötü şeyi olmuş gibi bağırdı. Tiz sesi çok rahatsız ediciydi. Lucia, omzunun Kontes'in öfkeyle işaret ettiği kısmına baktı.

'Bunu nasıl gördü?'

Gerçekten de biraz makyaj lekesi vardı ama çok azdı. Lucia, en azından, hiç yoktan büyük bir yaygara koparan  Kontes'in keskin gözleri olduğunu kabul etmesi gerektiğini hissetti.

Lucia defalarca eğilen ve özür dileyen kadına baktığında, aklı rüyasındaki kişiye geri döndü. O zamanki kişi çok beceriksizdi, sürekli hatalar yapıyor ve nefes alacak bir delik bulabilmeyi diliyordu. Karşısındaki aşırı telaşlı kadın çok acınası görünüyordu. Lucia, yanında hiddetlenen Kontesi sakinleştirdi.

“Güzel bir organizasyonda sesimi yükseltmek istemiyorum, bu kadar yeter. İyiyim." (Lucia)

“Ehem. Nasıl bu kadar cömert olabiliyorsun, Düşes? Güzelliğiniz kadar saygınız da muhteşem.”

Kontes şimdi Lucia'yı övmeye başladı.

'Yoruldum.'

Lucia bu günlerde insanlarla çevrili olmanın ne kadar sıkıcı olduğunu öğreniyordu.

“Önümü kontrol etmemiş olmam da benim hatam. İyi misiniz?" (Lucia)

Başını eğip duran kadın, Lucia'nın sözlerini duyunca şaşkınlıkla irkildi.

“Ben... ben iyiyim. Düşes'e... böylesine kaba bir davranışta bulundum..."

"Sorun değil. Hangi ailedensin? Seni daha önce gördüğümü sanmıyorum." (Lucia)

"Ben... Kont Matin ailesinden Alisa."

Lucia'nın kalbi çılgınca atmaya başladı. Kont Matin'in şu anki karısıydı. Lucia rüyasında kadının adını duyduğunu hatırladı. Alisa, Lucia ile evlenmeden önce Kont Matin'in boşadığı ikinci karısıydı. Lucia, Alisa'nın boşandıktan sonra başkentten ayrıldığını ve ebeveyninin batıdaki evine gittiğini duymuştu. Bu nedenle Lucia onun yüzünü daha önce hiç görmemişti.

"…Anlıyorum. Umarım partiden hoşlanırsın.” (Lucia)

Lucia selam vermek için hafifçe başını salladı ve yanından geçti. Matin Kontu ile ilgili hiçbir şeye bağlanmak istemiyordu. O p*ç kurusu için bir başka kurban olan eski karısı olsa bile.

'Demek henüz boşanmadılar.'

Kontesin sarkık omuzları ve sıkıntısını yansıtan düz ifadesi tıpkı rüyadaki kendisi gibiydi. Lucia, Kontes'e sempati duyarken, aynı zamanda tuhaf bir hoşnutsuzluk duygusundan da rahatsızlık duyuyordu.

Matin Kontu'nun üç farklı anneden üç oğlu vardı. En küçük oğul Bruno, Lucia Kontes olmadan önce boşanan eski karısının oğluydu. Bruno, Damian'dan bir yaş büyük olduğu için muhtemelen on yaşındaydı.

[Uzun bir günün başlangıcı Kontes.]

Bruno, Lucia'ya asla "anne" demedi. Her seferinde Kontes diyen arsız bir çocuktu. Ancak Lucia, gözleri boşlukla dolu olan erken büyümüş çocuktan nefret etmiyordu.

Kont'un diğer iki oğlunun yaşı Lucia'dan pek farklı değildi, bu yüzden sanki tamamen yabancılarmış gibi birbirlerini görmezden geldiler. Aralarındaki tek konuşma selamlaşmaktı. Onlardan farklı olarak, Bruno bazen yolları kesiştiğinde onunla kısa sohbetler yapardı. Dostça bir konuşma değildi. Bruno genellikle bir çocuğunkinden farklı olarak alaycı bir ses tonuna sahipti. Ama yine de kontlukta konuştuğu tek kişi Bruno'ydu.

[Bu cehenneme nasıl girdin?]

Lucia, çocuğun alaycı sözlerine sadece zayıfça gülümsedi.

Çocuk Lucia'ya baktı ve şöyle dedi:

[Annem kaçmayı başardı. Bütün yüklerini bir kenara attı ve çok özgürce yaşamaya başladı.]

Çocuğun gözleri masmaviydi. Lucia, çocuğun bahsettiği "yüklere" kendisinin de dahil olduğunu hissetti.

[Anneni görmek istiyor musun?] (Lucia)

Çocuğun sessizliği uzun sürdü. Yine de cevabı kısa ve kesindi.

[Hayır. Hiçbir zaman.]

Bir gün, bir baloya katıldıktan sonra eve yorgun bir şekilde dönen Lucia'yı Bruno aradı. Akşam olmuştu ve çocuk uyuyor olmalıydı.

[Kontes. Sana ilginç bir sır vereyim mi?]

Bruno, Lucia'yı yatak odasından çok da uzak olmayan boş bir odaya getirdi. Bruno biraz daha büyük olsaydı muhtemelen onun peşinden gitmezdi ama Bruno hala genç olduğu için, onun etrafında gerçekten gardını almıyordu. Kontluktaki tek insan olarak onu düşündü.

[Bu sırrı bilen tek kişi benim ama özellikle Kontes'e bildiriyorum.]

Reddetmeyince, Bruno kendini tozlu şömineye itti ve içindeki bir şeyi oynattı. Ve sonra bir şeyin takırdaması duyuldu, ardından şömine yavaşça dönerek karanlık, açık bir deliği ortaya çıkardı.

Çocuk, Lucia'nın yüzündeki şaşkınlıktan memnun görünüyordu ve yaramaz bir çocuk gibi kıs kıs güldü. Onu takip etmesini söyledi ve içeri girdi. Lucia onun peşinden gitmeden önce bir an tereddüt etti. Bruno bir meşale yaktı ve duvarda asılı olan çubuğu aşağı çekti. Şömine döndü ve kapandı, ikisini gizli alanda yalnız bıraktı.

[Büyük büyükbabamdan beri bu konakta yaşadığımızı duydum. Burası muhtemelen konağın asıl sahibi tarafından yapılmış. Aileden kimse burayı bilmiyor.]

Dar mağara yolunda yürüdüler ve sonraki merdivenlerden aşağı inmeye başladılar. Bir süre merdivenlerden indiler. Ardından geniş ve yüksek tavanlı bir oda ortaya çıktı. Işığın girmesi için açıklığı olmayan bir yeraltı odasına benziyordu ama loş olmasına rağmen çevreyi tanımlamakta bir sorun yoktu. Odanın duvarları, zayıf bir ışık yayan garip maddelerle doluydu.

[Parlayan maddelere benziyorlar ama tam olarak ne olduklarını bilmiyorum. Harika, değil mi? Çok eski olmalılar ama hala parlıyorlar. Belki de uzun zaman önce, gündüz kadar parlaktılar.]

Görülecek pek bir şey yoktu. Etkileyici görüntü kısa sürdü.

[Buradan çıkan bir yol var. Bir dahaki sefere sana göstereceğim.]

Sonrası yoktu. Lucia bir daha gece geç saatlerde Bruno ile buluşamadı. Ve sonra Bruno, babasına isyan ettikten sonra Akademi'ye sürüldü. Oğlan gitti ve Lucia bir süre yalnız kaldı.

Zaman geçtikçe bedeni ve zihni daha çok yoruldu ve içinde bulunduğu koşullardan nefret etmeye başladı. Her gece buradan götürülmek ve tüm bağlarından kurtulmak için dua ediyor ve yalvarıyordu. Gerçekleşmemiş duası yüzünden umutsuzluğa kapılırken, birdenbire Bruno'nun ona gösterdiği gizli yeri hatırladı.

'Kaçmalıyım. Kimse beni buradan alamaz.'

Lucia, gizli alanı keşfetmek için kendine bir gün seçti. Şömineden devam eden merdivenden aşağı indi ve odaya vardığında Bruno'nun bahsettiği gizli geçidi aradı. Her yere baktıktan sonra şömineninkine benzer bir cihaz buldu. Gizli kapının ötesinde karanlık ve dar bir tünel vardı.

Lucia yol boyunca yürüdü. Bruno'ya göre burası uzun zaman önce inşa edilmişti ama tünelin taş duvarları çok sağlam görünüyordu. Yaklaşık iki saat yürüdükten sonra kendini başkentin dışındaki bir mezarlıkta buldu.

Lucia için burası karanlıkta bir ışıktı. Mücevher almak için para topladı ve kimsenin haberi olmadan kendine mal hazırladı. Bir süre saklanabilmesi için kuru azık aldı ve odaya yığdı. Odada küçük bir yer altı kuyusu vardı, bu yüzden su konusunda endişelenmesine gerek yoktu. Bir yıldan fazla bir süredir hazırlık yapmaya devam etti.

Belirli bir gece, uyku gelmeyi reddettiğindeydi. Lucia, genellikle fiziksel olarak yorgun olmasına rağmen uykusuzluk çekiyordu. Yatakta dönüp durduktan sonra uyuyamadığı için kalkıp balkona çıktı.

Dalgın bir şekilde önündeki karanlığa bakarken, konağa doğru akın eden bir meşale kalabalığı fark etti. Kalbi gümbür gümbür atıyor ve ensesindeki tüyler korkuyla diken diken oluyordu. Hisleri ona tehlikeli bir şey olduğunu söylüyordu. Lucia hemen tüm mücevherlerini bir  kutuya topladı ve gizli alana gitti.

O gün, Kont Matin ailesinin yok edildiği gündü.

Lucia, zamanını odada korku içinde saklanarak geçirdi. Loş, sakin yeraltı odasında saklanırken dışarıda neler olup bittiğini bilmesinin hiçbir yolu yoktu. Merakla yukarı çıkmak isteyen tarafını bastırdı ve ölmüş gibi saklandı.

Yerin altındayken yukarıdan herhangi biri ses duymasa da ayak seslerini de bastırdı. Zamanın geçtiğini bile anlayamıyordu. Acıktıysa yemek yerdi; eğer uykusu varsa uyurdu. Azıklarının küçülmesini izleyerek kabaca bir zaman tahmini yaptı.

Lucia, karanlık odada korkunç bir şekilde yalnız kalmaya katlandı. En kötüsü, yiyecekler yüzünden artan fare sayısıydı. Kont Matin'in mide bulandırıcı yüzünü hatırladığında buna katlandı. Onunla karşılaştırıldığında, fareler sevimliydi.

Ancak dayanıklılığının da bir sınırı vardı. Bir ay sonra, gıcırdayan farelerin sesine daha fazla dayanamadı. Kendini dışarı çıkmaya hazırladı.

Uzun süre karanlıkta kaldıktan sonra güneş ışığına çıkmanın gözleri kör edebileceğini duyduğunu hatırladı. Bir hafta boyunca uzun tüneli kullandı ve girişten sızan güneş ışığına gözlerini alıştırmak için halk mezarlığına gidiş-dönüş yaptı. Sonunda Lucia dışarı çıktı.


Akşam mezarlığı sessiz ve kasvetliydi. Lucia, bırakın onu takip eden insanları, hiçbir insan gölgesi görmedi.

Sahip olduğu mücevherlerin sadece birkaçını topladı ve gerisini tünelde saklı bıraktı. Hazırlamış olduğu eski kıyafetlerini giydi, başına bir başlık geçirdi ve mezarlıktan çıktı.

Görünmemek için kendini sarmaladı ve amaçsızca uzak bir bölgeye doğru yürüdü. Hedefi yoktu. Sadece uzak bir yere gitmek istiyordu. Gün ağarırken, ıssız bir ovada hiçbir insan izi bırakmadan tek başına duran eski bir ev keşfetti.

Lucia kendini çok yorgun hissetti. Bütün gece yürümüştü ve artık ayaklarını hissetmiyordu. Kendini rahat bırakırsa hemen uykuya dalacakmış gibi hissediyordu. Sonrasını düşünmeden eve yaklaştı. Eve dikkatlice yaklaşırken, kapı aniden açıldı ve içinden yaşlı bir kadın çıktı.

Yaşlı kadın, Lucia'nın şaşkın yüzüne baktı ve sonra aniden ona bağırdı.

[Lucy! Nerelerdeydin ki şimdi sürünerek geri dönüyorsun! Dışarı çık ve hızlıca su çek ki kahvaltı edelim.]

Lucia boş boş baktığında, yaşlı kadın kükremeye devam etti. Lucia net düşünemeyecek kadar yorgundu. Yaşlı kadının yemekten bahsettiğini duyunca acıktığını anladı ve kendisine emredildiği gibi kovayı aldı.

[Suyu nereden çekmeliyim?]

Yaşlı kadın, kuyunun nerede olduğunu söylemeden önce ona aptal f*hişe diyerek bağırdı. Lucia, yaşlı kadının kaba sözlerinden düşmanlık hissetmedi, bu yüzden onu gerçekten etkilemedi.

Kovayı taşıdı ve kuyu alanına gitti. Ve suyun yüzeyindeki yansımasını görünce titreyen elleriyle saçlarını tuttu.

[Ahhh!]

Kızıl-kahverengi saçları beyazlamıştı. Bir aydan fazla bir süredir karanlıkta titrerken, vücudu aşırı strese dayanamamıştı ve sonuç buydu.

Bir süre sonra Lucia, yaşlı kadının akli dengesinin yerinde olmadığını fark etti. Yaşlı kadın söylediği hiçbir şeyi hatırlamıyordu ve sadece geçmişte söylediklerini tekrarladı. Yaşlı kadının Lucy adında bir kızı vardı ve Lucia daha sonra Lucy adlı kızın uzun süredir tanıdığı bir adama aşık olduğunu ve herhangi bir haber göndermeden evden ayrıldığını fark etti.

Lucia, yaşlı kadın yaklaşık altı ay sonra vefat edene kadar kızı Lucy olarak yaşlı kadınla birlikte yaşadı.

Geçmiş ya da gelecek. Lucia eve dönmek için arabada otururken rüyadaki anılarını düşündü. Bazen Lucia kendi kendine şöyle düşündü:

‘Cidden ne gördüm? Gerçekten geleceği mi hayal ettim? Yoksa geleceği yaşayıp geçmişe mi döndüm?'

Lucia, on iki yaşındayken gördüğü rüyanın sabahı uyandığında, rüyanın geleceği olduğuna ikna olmuştu. Ve ondan sonra, başka hiçbir şey düşünmeden geleceğini değiştirmek için etrafta koşturdu.

Lucia'nın üzerindeki yük, bir ömür boyu yaşamanın değil, bir rüya görmenin verdiği bir deneyimdi. Bu kesinlikle kendi hayatıydı ama aynı zamanda onu izliyormuş gibi de hissetti.

Lucia'nın rüyadaki hayatı zor ve katlanılmazdı. Acı ve keder, sanki kendisi yaşamış gibi canlıydı. Ancak canlılık belli bir sınırı aşmadı. Acı ne kadar korkunç olursa olsun, zihninde ölümcül bir yara bırakmıyordu.

‘Bazı kısımlar detaylı ve anlaşılırken bazı kısımlar akılda kalıcı değil.’

Lucia, rüyasında kendisinin yaşlandığını gördüğünü hatırlamıyordu. Hizmetçilik işini bırakıp tenha bir bölgede bir ev tuttuktan sonra yaşlı bir kadın olarak yaşadığı sessiz hayatı ancak belli belirsiz hatırlıyordu.

Lucia'nın bakış açısına göre, eğer gelecekten gelmiş olsaydı, son anısı kafasındaki en net anı olmalıydı. Bu yüzden rüya olduğunu düşündü. Bu kimseyle konuşabileceği bir konu değildi, bu yüzden ikilem kafasında hep aynı yerde dönüyordu.

"Biraz bir yerde durmak istiyorum."

Lucia, hizmetçisinden arabayı döndürmelerini söylemesini istedi. Norman'ın kendisine hediye ettiği eve bir bakmak istedi.

* * *

Lucia yavaşça iki katlı huzurlu eve baktı. Norman'ın tüm mobilyaları değişmeden kaldı ve nostalji uyandırdı. Ev düzenli olarak denetleniyordu, bu yüzden gıcır gıcır temizdi ama belki de içinde kimse yaşamadığı için havada ıssızlık vardı.

'Oturulmayan evin çabuk yıkılacağını duydum. Kiraya mı versem?'

Bir süre önce, Lucia'nın ömür boyu hayali böyle küçük, şirin bir ev satın almaktı. İki yıldan kısa bir süre içinde hayatı tamamen farklı bir hal almıştı. Hayatı tahmin edilemez bir yönde akıyordu. Kalbindeki kalp atışlarını hızlandıran beklenti, bilinmeyenin korkusundan daha büyüktü.

[Gelecekte ne olacağını bilseydin hayat ne kadar sıkıcı olurdu biliyor musun? Hayat sadece öngörülemez olduğu için yaşanır.]

Lucia, Norman'ın daha önce söylediklerini canlı bir şekilde hatırladığında kıkırdadı. Norman bilge bir bireydi. En azından Lucia için öyleydi.

İkinci kez eve dönüş yolunda fayton durduruldu. Sokaktaki arabaların hiçbiri hareket etmiyordu. Hizmetçi, durumu kontrol etmeye giden arabacının sözlerini aktardı.

"Bir araba devrildi, bu yüzden caddeden dönmemiz gerekecek, leydim."

Araba tekrar hareket etmeye başladı. Lucia vagonun penceresinden dışarı baktığında, geçtikleri sokağın garip bir şekilde tanıdık geldiğini hissetti.

'Gençken yaşadığım mahalle burası.'

Baktıkça duygulanan Lucia, arabayı kenara çektirdi. Araba sokağın bir tarafında durdu. Lucia arabadan indi ve eski rehinci dükkanının önünde durdu. Pencerenin ötesinde fiyatları listelenmiş çeşitli mallar vardı.

Annesiyle el ele tutuşarak bu caddede yürüdüğü eski anıları yeniden yaşayarak rehin dükkanına girdi.

Sandalyesinde uyurken başı sallanan yaşlı adam, açılan kapının gıcırtı sesiyle uyandı. Rehinci dükkanının sahibi şişkin gözlerle ayağa fırladı. Lüks giyimli ve önemli bir havadaki bir kadın, yanında mütevazı bir şekilde duran bir kadın ve eskort gibi görünen bir adam. Tipik bir soylu kadın ve görevlileriydi. Yaşlı adam, uzun süredir yerel bir rehinci dükkanının sahibi olarak asla tanışma şansı bulamayacağı bir müşteri olduğu için telaşlandı.

"Aradığınız bir şey mi var...?" (Dükkan sahibi)

"Ne zamandan beri buranın sahibisiniz?" (Lucia)

"Onlarca yıldır."

“Bir zamanlar buraya bırakılmış bir eşyanın nerede olduğunu öğrenmek istiyorum. 10 yılı aşkın bir süre önce burada rehine bırakılmış. Bilmeniz mümkün mü?”

"Buradan geçen tüm düzgün eşyaları hatırlıyorum. Hepsini deftere de yazıyorum. Ne tür bir eşya?”

Lucia yılları geriye doğru takip etti ve ona kolyenin yaklaşık olarak satıldığı zamanı, annesinin kolyeyi rehin dükkanına bıraktığı zamanki yaşını ve görünüşünü ve kolyenin tanımını anlattı. Rehinci dükkanının sahibi garip bir ifadeyle başını yana eğdi.

"Son zamanlarda aynı şeyi arayan biri daha vardı." (Dükkan sahibi)

"Bahsettiğim kolyeyi mi arıyorlardı? Kim?" (Lucia)

“Genç bir adamdı. Ama kim olduğunu bilmiyorum."

Fabian'ın astı kolyeyi aramak için rehin dükkanına gelmişti ama Lucia'nın bunu bilmesine imkan yoktu.

“Bunu o kişiye de söyledim ama, hiç böyle bir kolye görmedim.Dükkanımıza hiç gelmedi.” (Dükkan sahibi)

"Bu doğru olamaz. Kesinlikle burada sergilendiğini gördüm.” (Lucia)

“Gördüğünüz gibi bu mahallede yaşayan insanlara yönelik küçük bir dükkan burası. Buraya ne tür eşyaların geldiği belli. Böyle nadide bir eser burada rehine bırakılsaydı, hatırlamamama imkan yoktu. Yaşlı olmama rağmen hala iyi bir hafızam var. Onlarca yıldır böyle bir kolye bırakılmadı buraya.”

Rehinci dükkanının sahibi kendinden emin görünüyordu. Lucia bunun mümkün olmadığını söylemeye devam edince tüm eski defterlerini çıkarıp ona gösterdi. Kimin neyi rehine verdiğinin, ne kadar borç aldığının ve sonrasında hangi sürecin yaşandığının baştan sona belgelenmiş bir kaydıydı. Kayıtlar aracılığıyla, rehin dükkanı sahibinin titizliği bir an için görülebiliyordu.

Lucia 20 yıllık kayıtları taradı. Rehinci dükkanı sahibinin dediği gibi, kolye rehinciye hiç gelmemişti. Bu gerçeği gizlemek için defteri kasıtlı olarak manipüle ettiğini iddia etmek zordu.

'Ama gördüm. Bu dükkânın önünde dikili duran annemin görüntüsü hâlâ zihnimde canlı.'

Lucia rehinci dükkanından kafa karışıklığı ve şüpheyle ayrıldı. Eskortu olarak onu takip eden Dean, sormaya karar verdi:

"Durmak istediğiniz başka bir yer var mı?"

"Hayır. Hadi eve gidelim." (Lucia)

Arabaya doğru ilerlerken Lucia ve hizmetçisinin birkaç adım gerisinden yürüyen Dean, bileğini ağzına götürdü ve alçak sesle mırıldandı.

"Artık yola çıkıyoruz. Hedef konak.”

Dean'in bileğinde basit görünümlü gümüş bir bileklik vardı. Gümüşten daha dayanıklı görünüyordu ve belli bir parlaklığı vardı. Bir kulağında da eşsiz bir aksesuar asılıydı. Aksesuarın kanca şekli, ona küpe denilemeyecek kadar tuhaftı. Ucun bir kısmı kulağının içindeydi ve kancaya benzeyen kısmı kulağının etrafında kıvrılıyordu. Aksesuar saçıyla kaplıydı, bu yüzden pek görünmüyordu.

Lucia'nın bindiği vagonun dört tarafının her birinde uzakta duran dört vagon vardı. Arabalar, Lucia'nın onları görememesi için köşeyi dönünce öteye yerleştirilmişti. Sıradan görünüşlü bir faytoncu ile çok sıradan görünüşlü bir arabanın içinde, sivil kıyafetli, zırhlı şövalyeler vardı.

"Ayrılıyoruz. Takım 1, Takım 2, yola çıkın. Takım 3, beklemede. 4. Takım arkada.”

Emirleri veren Şövalye, bileğine ve kulağına Dean ile aynı aksesuarı takmıştı.

Lucia, Dean adında bir şövalyenin kendisine eşlik ettiğini biliyordu. Ama bir malikane gibi yoğun bir güvenlik altında olduğunu bilmiyordu. Konvoy o kadar gizliydi ki tespit edilemezlerdi.

Ç/N: Çok net hatırlamıyorum ama bir bölüm sonunda size Lucia'nın ne kadar eskortu olduğunu ileride öğreneceksiniz gibi bir şey demiştim. Buyrun arkadaşlar Hugo ordu takmış peşine asdfghjkl

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm