Lucia - 93
Seni Seviyorum (4)
Ertesi sabah Lucia Katherine'den bir mesaj aldı. Öğleden sonra buluşmak için bir davetti. Dün, Katherine partinin başarılı bir şekilde tamamlanmasından çok memnun kalmıştı. Lucia'yı gönderirken ifadesi gururla doluydu.
‘Konuşurken biraz daha nazik olsa, daha fazla insanla kolayca anlaşabilirdi. Ama sanırım bu da onun cazibesi.' (Lucia9
Dün partide, bazı soylu kadınlar Katherine onları duyamayacak kadar uzakta olduğunda gizlice Lucia ile konuştu.
[Bu, Prenses Katherine'i birine bu kadar rahat davranırken ilk görüşüm.]
Soylu kadın doğrudan dillendirmek yerine, Lucia'nın güçlü Katherine'e iyi katlanabildiğini dolambaçlı bir şekilde ifade etti. Birinin doğrudan Lucia'ya böyle şeyler söylemesi çok nadirdi ve birçok insan Lucia'ya acıma ya da hayranlıkla baktı. Lucia için “İyi katlanıyor” diye düşünüyorlardı. Şu anda, yanlış anlaşılmalarını çözmenin bir yolu yoktu, ancak zaman geçtikçe, yakında gerçeği fark edeceklerdi. Lucia bir kere bile Katherine'in “katlanılması gereken biri” olduğunu düşünmemişti.
Katherine sevgiyle büyüyen biriydi ve onun hakkında çarpık hiçbir şey yoktu. Sözleri doğrudandı, bu da dinleyiciyi rahatsız edebilecekti, ama yersiz bir şımarık değildi.
'Çok sevilen, asil bir prenses olarak büyüseydim, bu kadar özgüvenli bir prenses olur muydum?'
Böyle bir hayat o kadar da kötü görünmüyordu. Lucia, Katherine’in zorluklar olmadan büyümenin ve dünyadaki kıtlığın farkında olmadan yaşamanın sonucunda olgunlaşmamış özgüvene sahip oluşunu kıskanıyordu. Lucia, Katherine'in yaşlılığa kadar mutlu ve tasasız yaşamaya devam etmesini diledi.
“Bunu nasıl duyduğunu bilmiyorum, ama Kraliçe Majesteleri bizi ısrarla davet ettiğine dair bir mesaj gönderdi. Çay zamanımızı bir dahaki sefere yeniden planlamalıyım. "
Katherine, sarayı ziyaret eden Lucia'yı selamladı ve ona homurdandı. İkili Kraliçe Sarayına geçtiler.. Beth zaten tüm hazırlıkları yapmayı bitirmiş ve onları bekliyordu.
Tartışacak neşeli konular olmasa bile, havadan sudan sohbet keyifliydi. Lucia, sanki onları uzun zamandır tanıyormuşçasına, Beth ve Katherine ile vakit geçirmek konusunda rahattı.
'Bana yabancı olmadıkları için mi?'
Lucia pek fazla insanla ilişki kurmuyordu, bu yüzden ikisinden de hissettiği rahatlık onu hayrete düşürdü. Yakın zamana kadar karşılıklı konuşmamışlardı bile.
‘Aile böyle bir şey mi?’
Kişisel ilişkilerine bakacak olursak, Katherine onun kız kardeşi ve Beth ise onun yengesiydi. Lucia bu ilişkiye herhangi bir anlam vermiyordu ama diğerlerinden farklı olan bir şey vardı.
"Az önce hizmetçi bir nakış teknesi taşıyordu. Nakışa ne zamandan beri ilgi duyuyorsun?”
Beth alaycı bir şekilde gülümsedi. Beth, bekar olduğu dönemde sosyal çevreleri didik didik eder ve kendince eğlenirdi. Nakış gibi statik faaliyetlerden hoşlanan biri değildi.
"Bana bundan bahset. Hayatım boyunca hiç ilgilenmediğim bir şeyi yapıyorum. Majesteleri benden ona mendil işlememi istedi.” (Beth)
Katherine kahkahayı patlattı. "Mendil işlemek mi?"
"Bütün bunlar Düşes yüzünden oldu." (Beth)
Lucia bu beklenmedik yoruma şaşırdı.
"Neden 'Düşes yüzünden? (Katherine)
"Düşes, Taran Düküne işlemeli bir mendil vermiş. Majesteleri bunu gördü ve kendi de bir tane istedi, bu yüzden benden bir tane yapmamı istedi. (Beth)
Katherine kahkahalarla kükredi ve Lucia’nın yüzü kırmızıya döndü.
'Majesteleri bunu nasıl gördü?'
Kocasının bu tür bir hediye almak konusunda övünmesinin hiçbir yolu yoktu. Lucia böyle bir manzara hayal bile edemedi.
“Ne tür bir mendil olduğunu görmek istiyorum.” (Katherine)
“Düşeş işin sorun yoksa. Şansa yanımda. Majesteleri referans olması için ödünç aldı. ” (Beth)
"Aman Tanrım. Görmek istiyorum. Bakabilir miyim?"
Katherine ona parıldayan gözlerle bakıp izin istediğinde, Lucia kıpkırmızı bir yüzle başını salladı. Değersiz becerisiyle yaptığı mendili göstermeye utanıyordu.
“Eve döndüğünüzde kocanıza sert davranmayın Düşes. Majesteleri bana mendili kocanızdan zorla kaptığını söyledi.” (Beth)
Taran Dükü'nün onu elinden alırkenki ifadesinin oldukça muhteşem olduğunu söylerken kıs kıs gülen kocasına bakan Beth kendi kendine, "Bu adam ne zaman büyüyecek?" diye düşündü.
"Abim artık her türlü saçma şeyi yapıyor." (Katherine)1
Kısa bir süre sonra, bir hizmetçi nakış teknesini getirdi. Beth içinden beyaz bir mendil çıkardı ve Katherine'e uzattı.
Katherine bunun pamuklu bir mendil olduğunu görünce şaşırmış göründü. Ve tekrar gülmeye başladı. Kahkahası, 'Taran Dükü bunları yanında mı taşıyor?' anlamını taşıyordu. ve Lucia'nın yüzü kızardı.
"Nakış şirinmiş. Çiçekler ha.”
Lucia'nın kızarmış ifadesi biraz sertleşti.
“…Bir anlığına bakabilir miyim?” (Lucia)
"Tabii ki. Sen asıl sahibisin.” (Katherine)
Katherine'in mutlulukla ona uzattığı mendili kontrol ederken Lucia'nın gözleri titredi. Mendili, bir süre önce ona hediye ettiği, üzerinde adının işlendiği mendil sanmıştı. Bu mendilin köşesinde bir çiçek işlemesi vardı. Beceriksiz nakış işi, çok uzun zaman önce mendil yapmaya yeni başladığı zamanların izleriydi. Yani Damian'a göndermek için yaptığı mendillerden biri onda mıydı? Çiçek işlemeli bir mendil ise, bunları yapalı aylar olmuştu.
‘Bu… bu ne anlama geliyor?'
Kalbi küt küt atmaya başladı.
***
Kwiz'in bu günlerde para sorunları yüzünden başı beladaydı. Kral olmadan önce paranın bu kadar büyük bir sorun olduğunu bilmiyordu. Para ihtiyacı olan yerler dolup taşarken, kullanıma sunulan para miktarı sınırlıydı.
"Dük. Para kazanmanın iyi bir yolu nedir?” (Ç/N: Cevabı biliyorsanız bana da söyleyin litfen)
"Ne zamandan beri tüccar oldun?"
Kwiz ne kadar sızlanırsa sızlansın, Hugo'nun ekonomiyle ilgili verebileceği bir tavsiye yoktu. Hugo bir ekonomist değildi. Para kazanmak hakkında pek bir şey bilmiyordu. Sadece emrinde bu tür birçok uzman vardı. Hugo'nun insanları işe alırken kullandığı tek kriter yetenekti. Statülerini umursamadı ve yeteneklerinin değeri kadar onlara tazminat verdi. Hugo'nun altında çalışan birçok kabiliyetli ve yetenekli halk tabakasından insan vardı. Hugo, insanları yalnızca konumları ve yetenekleriyle ayırt ederdi. Bunun nedeni, sosyal statü sistemine şüpheyle yaklaşması ya da kuşku duyması değildi. Ona göre, hem soylu hem de alt tabaka, kafaları kesildiğinde ikisi de öldüğü için aynıydı. Kral fazladan bir hayatla doğmadı. Hugo'ya göre, ona kaba davranmadıkları sürece insanlar zaten insandı.
"Bu kral, tüccar mı yoksa kral mı olduğunu bilmiyor." (Kwiz)
"Kazanılan para miktarı tatmin edici değilse, o zaman onu kullanan şeyleri azaltın."
“Aslında saray bütçesinden kısıyorum. Şu bir önceki kralın.”
Bunu söylerken Kwiz içten içe dişlerini gıcırdattı. O lanet moruk! Şimdi, bunu yüksek sesle bile söyleyemezdi. Kwiz, emir subayıyla girdiği iddiada üst üste dört kez kaybetmişti. Kullanamadığı kelime sayısı arttıkça stresi de artmıştı.
"Yani, bütçesi oldukça büyüktü."
Önceki kral çok para harcıyordu. Servet için açgözlüydü, ancak kazanmaktan çok harcamakla ilgileniyordu. İlginç bir şekilde, astlarına şu ya da bu nedenle ödül vermeyi severdi ve ödülleri verdiğinde cömertçe israf ederdi. Son derece kararsız ve devlet işlerini istikrarlı bir şekilde yönetmekten aciz olan önceki kralın halkın desteğini kaybetmemesinin bir nedeni vardı.
"Önce, önceki kralın çer çöpü o işe yaramaz ağızları temizlemem gerekecek."
Komutanın gözleri parladı. Bir sonraki bahis için yasaklanacak kelimeye karar vermişti.
“Kaç tane üvey erkek kardeşim olduğunu biliyor muydun? O p*çlerin çoğu öldü, o yüzden bunu bir kenara bırakabiliriz. Ama 26 prenses var. Yirmi altı! Bu nedenle bütçe yıpranıyor.”
Kwiz'in nefesi sertti. Ölen moruğun yüzlerini bile tanımadığı çocuklarına yemek yedirmek ve barındırmak gibi bir yükümlülüğü yoktu. Kan bağı olan kardeşi olarak tanıdığı tek kişi Katherine'di. Son zamanlarda Düşes'e biraz ilgi göstermiş olsa da, ona bir kardeş gibi şefkat beslemek için yeterli değildi.
"Hepsini kapı dışarı edeceğim."
"Gerçekten mi? Nasıl?"
“Anne tarafından akrabalarının her birini gelip onları toplaması için bilgilendireceğim. Ve onları almaya istekli kimse yoksa, onları evlendireceğim. ”
Olağan bir karardı. Kral olarak ya da ailenin en büyük kardeşi olarak cömertlik yoktu.
Hugo'nun Kwiz'i değerlendirmesinin pek çok değeri vardı ama aynı zamanda pek çok kusuru da vardı. Tipik zayıf noktası cimrilikti. Kötü bir şekilde ifade etmek gerekirse, ucuz biriydi ve itibarını kaybetmeyecek kadar cömert davranmayı umursamıyordu.
Ancak Kwiz'in cimriliği kendisine yönelik olmadığı sürece, Hugo'nun hiçbir şekilde umurunda değildi. Ama birden aklına parçalanmış bir anı geldi. Karısı gelip ona evlenme teklif ettiği gün üzgün bir ifadeyle ona şunları söylemişti:
[Bir prenses, kraliyet ailesinin yararına her an satılmaya hazır olmalıdır. Uygun bir çeyiz teklif edilirse, kraliyet ailesi gözünü kırpmadan beni herhangi biriyle evlendirir. Satılmadan önce… kendimi satmak istiyorum.]
Hugo'nun morali bozuldu.
Tesadüfen, karısı dün 'ya şöyle olsaydı' lardan bahsetmişti ve o da böyle şeyleri düşünmenin faydasız olduğunu söylemişti. Ama şimdi. Hugo o 'eğer'leri düşünüyordu. Ya Lucia onu bulmaya gelmeseydi? Ya Hugo onun teklifine gülüp geçseydi? Bir adım yanlış olsaydı, şu anda Hugo Taran'ın karısı olmazdı.
Ama bu olmadı. Hugo, belki de her şeyin farklı bir şekilde gelişebileceğini düşünmenin hâlâ faydasız olduğunu düşünüyordu. Yine de korkudan sırtındaki tüyler diken diken olmuştu. Kral'ın kurtulmaya çalıştığı işe yaramaz ağızlar grubuna dahil olabilirdi. İsteği ne olursa olsun onun için seçilmiş bir adamla evlendirilebilirdi ve bu durumda bir gün onunla başka bir adamın karısı olarak tanışacaktı.
Hugo kendini hasta hissetti. Karısının başka bir adamın karısı olduğunu hayal edince midesi bulandı. O, onun kadınıydı ve kimse buna karşı çıkamazdı. Gerçeği hatırladığında rahatlayarak soğuk terler döktü.
Hugo bir şeyler hakkında konuşmaya devam eden Kwiz'e baktı. Çocuklarını ihmal eden rahmetli kral korkunçtu ama karşısında oturan p*ç de korkunçtu. Abi olmanın ve kardeşlerine birazcık bakmanın nesi bu kadar zordu?
Biraz önce, Kwiz'in tüm üvey kardeşlerini uzaklaştırma projesinin yararını içten içe kabul ediyordu. Ancak, kişisel olarak dahil olduğu an fikrini değiştirdi.
İşe yaramaz ağız? Bunu düşündükçe daha da rahatsız oluyordu. Aklına Lucia'nın kendisine gayri meşru çocuk demesi geldi. Kendini küçük düşürdüğünü ilk kez görüyordu, bu yüzden çok şaşırmıştı. Hugo onu bir kez bile bu kavram içinde düşünmemişti.
Saraydaki hayatı çok mu zordu?
Hugo sık sık karısının çocukluğundan bahsettiğini duyardı ama onun sarayda geçirdiği zamandan bahsettiğini hatırlamıyordu. Şimdi düşününce sarayda hizmetçisi yoktu ve bütün işi kendisi yapıyordu. Hugo zaten bildiği gerçeklerden dolayı yeniden öfkelendi. Sarayda hatırlamak bile istemediği kadar sefil bir hayat yaşamış olmalıydı.
[Satılmadan önce… Kendimi satmak istiyorum.]
O sırada, onun sözlerinin ilginç olduğunu düşünmüştü. Ona karşı hissettiği derin suçluluk, keskin bir iğne gibi Hugo'nun göğsüne saplandı. O zamanlar yanına gelip böyle bir şey söylediğinde neden onun sefaletini ve çaresiz duygularını anlayamıyordu? Rahmetli krala karşı hoşnutsuzluk Hugo'nun kalbinde yeniden filizlendi.
'Bu şekilde ölmeyi hak etti.'
Hugo, merhum kralın utanç verici ölümünü hatırlayarak onunla alay etti.
* * *
Lucia eve geldiğinde Jerome'a çiçek işlemeli mendili sordu. Jerome içinden güldü ve dışarıdan sakince cevap verdi.
"Efendi onu her gün kontrol ediyor ve yanında taşıyor."
"…Ne zamandan beri?"
“Şimdi birkaç ay oldu. Roam'da olduğumuz zamandan beri.”
"Geçen sefer ona bir mendil hediye etmemi söylediğinde bana bunu söylememiştin."
"Bildiğinizi düşündüm."
Jerome soğukkanlılıkla cevap verdi.
"Bunu ona hanımın verdiğini sanıyordum. Hanımefendimiz vermediyse, Efendi mendili nereden aldı?”
“…”
Lucia Jerome'a mendili Hugo'ya kendisinin vermediğini söyleyemedi. Eğer ona vermediğini söylerse, tek açıklama Hugo'nun onu gizlice almış olması olacaktı. Kocasının evin efendisi olarak otoritesini zayıflatmak istemiyordu.
Ama Jerome zaten biliyordu. Efendisinin, genç efendi Damian'a bir paket hazırlayabilmek için hizmetçinin tamamlanmış mendilleri koyduğu sepetten gizlice birkaç parça aldığına bizzat tanık olmuştu.
Kendisi görmese inanmayacaktı. Bu, efendisinin tamamen tersi, tuhaf bir hareketti. Ancak Jerome, efendisinin yaptığı her şeyi sorgulamayan sadık bir uşaktı. Hanımının önünde çenesini kapalı tutmasının nedeni tedbirli olmasıydı. Olay ne kadar önemsiz olursa olsun, ikisinin ilişkisi üzerinde nasıl bir etkisi olacağını bilmek imkansızdı, bu yüzden Jerome sözlerine ve eylemlerine her zaman dikkat etti.
“…Onu yanında taşıdığını bilmediğimi kastetmiştim.” (Lucia)
"Bunda bir sorun mu var?" (Jerome)
“Yok, ama görünüşüne dikkat etmesi gerekiyor. Böyle bir şeyi nasıl taşıyabilir? İnsanlar görse güler."
"Endişelenmenize gerek yok. Efendimiz asil ruhludur.”
Sırıtan Jerome'a bakan Lucia, Jerome'un neden yetenekli bir uşak olduğunu bir kez daha anladı. Jerome'un yaşıyla bağdaşmayan bir pürüzsüzlüğü vardı. Kocasının utanmazlığını, mantıksızlığını, bencilliğini 'asil ruh' sözüyle sarmalaması gerçekten şaşırtıcıydı.
Lucia mendilin anlamı hakkında uzun uzun düşündü. Oğluna göndermesi gereken mendili gizlice aldığı sahneyi hayal edince inanamadı ve dili tutuldu. Ve bu saçmalığa gülmekten kendini alamazken, neden böyle bir şey yaptığı düşüncesiyle kalbi küt küt atıyordu.
İhtiyacı olursa kendinden emin bir şekilde mendil istemek ona daha çok yakışıyordu. Onu bunu yapmaktan alıkoyan kocasının temkinli kalbi, Lucia'nın kalbini sıcak bir enerji gibi kapladı.
Mendil bir fırsattı. Lucia, ona karşı olan her tavrının, sözlerinin ve ifadeleriyle gösterdiği duygularının izini sürdü. Belki de zaten bunun farkındaydı. Ama bunun doğru olmadığı düşüncesiyle ağır bir şekilde zihnine çiviledi. Sırf korkak olduğu içindi.
Duygularını kendi kendine doğruladı.
'Onu seviyorum.'
Ve onun kalbi konusunda da bir tahminde bulundu.
'Belki... o da beni seviyordur.'
Ama sevgi denen duyguyu kabul edip etmediğini bilmiyordu. Henüz kalbinden emin olmayabilir ve hala inkar aşamasında olabilirdi.
'Bekleyeyim mi? Yahut… önce konuyu ben mi açmalıyım?'
Önünde bir yol ayrımı ve aralarında yapılması zor bir seçim vardı. Ona evlenme teklif etmek için Dükal malikanesine gittiği o günden daha kararsız hissetti.
Ç/N: Haydiiii söyleeee onu nasılll sevdiğiniiii