Under The Oak Tree - 101. Bölüm
Şövalyenin Karısı (2)
''Kemik sadece kemiktir. Tedirgin olmak için hiçbir sebep yok.'' Onun ifadesini gören Ruth, sanki acınasıymış gibi dilini tıklattı. ''Et yediğinizde kemiklere dokunmuyor musunuz?'' Üstelemeye devam etti.
"Bu-bu çok farklı." Max somurtkan bir sesle homurdandı.
Ruth cevap vermeye değmezmiş gibi homurdandı ve büyülü aletleri kurmaya odaklanmaya başladı. Onu taş direğe sıkıca yerleştirdi ve kil ile sabitledi, sonra kapıdan çıktı. Max de onu takip etmeye çalıştı ama gardiyanlara talimat veren Riftan tarafından durduruldu.
"Nereye gidiyorsun? Kapının dışı çok tehlikeli," dedi biraz endişeli.
"A-ama Ru-Ruth..."
Daha cümlesini bitiremeden Riftan sözünü kesti.
"O üst düzey bir büyücü, bu yüzden endişelenmiyorum. Sakin ol yoksa seni kaleye geri gönderirim."
Kararlı sesi duyan Max nazikçe başını salladı. Riftan muhafızlara onu iyi korumalarını emretti, sonra duvara tırmandı ve Ruth'a emirler verdi.
Tam o sırada duvarların ötesinde büyük bir alev yükseldi. Büyük bir kükremeyle kapıya doğru uçtu.
Max korkuyla çığlık attı.
Sanki alevlerin ısısına tepki veriyormuş gibi, yüzey hafifçe sallandı ve kısa süre sonra alevleri engellemek için yerden büyük bir bariyer yükseldi. Görkemli sahneyi izlerken büyülendi. İzlemeye gelen yerliler bile şaşkınlık içinde ağızları açık bir şekilde yere oturdular.
"Hala gürültülü."
Yanında duran şövalye hafifçe ıslık çaldı. Şövalyelerin sakinliğini fark ettiğinde, bu muazzam görüntünün onlar için bir rutin olduğunu fark etti. Sadece, asla hayal bile edemeyeceği şeyler yaşamış olmaları gerektiğini anladı.
"Harika! Büyülü araçlar düzgün çalışıyor. Kapıları açın."
Riftan bağırırken ağır demir kapı açıldı ve Ruth toz içinde içeri girdi. "Bunu böyle yapmak zorunda mısın?"
"Bölgeyi terk etsem bile Anatol'un tamamen güvende olduğu bilinmeli," dedi Riftan duvardan aşağı tırmanırken.
"Bu noktada kimse içeri girmeye çalışmayacak." Ruth tahminde bulundu ve devam etti, "Fakat bu yeni bulunan koruma pek çok tüccarın kulağına ulaşacaksa, eminim Anatol'a akın edeceklerdir... şimdi bu iyi bir şey."
Max, az önce gerçekleşen sahnenin sadece büyülü araçları test etmek için değil, aynı zamanda izleyenlere güven vermek için olduğunu fark etti.
Riftan, yanına gelmeden önce şövalyelerle biraz konuştu. "Maxi, şimdi şatoya geri dön."
"Pe-peki... sen?"
"İşgalcileri alıp Libadon'un habercisini karşılamalıyım. Ruth, Hebaron! Onu kaleye götürün. Ve sonra boyun eğdirmeye gitmeye hazır olun.''
Max bir şey diyemeden pelerinini fırlattı ve şövalyeleri bir yere götürdü. Max, Rem'in üzerine oturdu ve yavaşça Riftan'ın gözden kaybolan figürüne baktı. Solgun, koyu kestane saçlı dev şövalye Hebaron ve Ruth'un da atlarıyla iki yanından ona eşlik ettiğinden habersizdi.
"Sıcak bir yatağa alıştıktan sonra, tekrar dağlara tırmanmak zorunda kaldı." dedi Hebaron, Ruth'u güldürerek.
Ruth, "Ayrıca kalenin sıkıcı olduğundan da şikayet ettin," diye hatırlattı.
"Arada ayazda da uyumalısın pek ala," dedi huysuz şövalye cömertçe.
"Reddedeceğim. Benim gibi narin ve kırılgan bir büyücü sadece kışın soğuğuna çarparak bile ölebilir.'' Şaşıran Hebaron sadece gülerken, Ruth utanmadan ısrar etti.
"Hassas ve kırılgan mı? Remdragon Şövalyeleri arasında hiç kimse bir büyücü kadar kalın bir sinire sahip değildir.''
"Bu sadece senin fikrin."
Max gözlerini devirdi ve atışmalarını izledi. Kafa karıştırıcı bir konuşmaydı, iyi bir ilişkileri mi yoksa kötü mü olduğu belli değildi.
"Ah, bir dakika! Kaleye gitmeden önce biraz pazara uğrayalım.'' Kasaba meydanına ulaştıklarında Ruth atını durdurdu ve konuştu.
Hebaron hoşnutsuz bir yüzle ona baktı. "Hey, daha sonra kişisel işin için dışarı çıkarsın. Şimdi…." Sözlerini yarıda keserek Max'e baktı.
Ruth hafifçe içini çekti. "Lütfen bu tavrı keser misin? Madam Calypse, dokunulduğunda bulaşan bir çıban değil."
"Hey, ne zaman yaptı..." Hebaron diğerinin küstahlığına sinirlendi.
"Gözlerinin önündeyken bile burada değilmiş gibi davranıyorsun. Sakin ol."
Hebaron gözle görülür bir şekilde utandı. Ruth, ona itiraz etme şansı vermeden atı Max'e çevirdi. ''Bugün son pazar günü. Bir süre seyyar satıcı ziyareti yapılmayacaktır. Ondan önce, ihtiyacımız olan bir şeyi satın almalıyız. Anatol pazarının nasıl olduğunu da görmelisiniz.''
Max tereddüt etti ve Hebaron'a baktı. Rahatsız bir yüzle kasılan şövalye içini çekti ve atını pazara doğru yönlendirdi. Hızla onları takip etti.
"N-ne sa-satın almaya gi-gidiyorsun?"
''Şifalı otlar ve mana taşları alacağım. Neredeyse sahip olduğum her şeyi tükettim.''
Soğuk havaya rağmen pazar canlıydı. Çadırlı tüccarlar sıraya girmiş ve tezgahta her türlü şeyi satıyorlardı. Hayvanların derileri ve kemikleri, kaba görünümlü kumaşlar ve kaba süsler. Diğer tarafta et, ekmek ve patates satıyorlardı ve bazıları çuvallarda tahıl ve meşe palamudu satıyorlardı. Yankılanan seslerinden yılan Max, Ruth'un arkasına sımsıkı yapıştı.
"Hey büyücü! Yavaş git. Bu kadar kalabalık bir yerde refakat etmek kolay değil." Hebaron arkadan şikayet etti, ancak yüksek ses bile tüccarların yaygarasına gömüldü.Max gergin bir şekilde etrafına baktı.
"Bu kadar gergin olmana gerek yok. Birinin aniden acele edip bıçağı sallaması çok nadirdir.''
"Hi-hiç ra-rahatlamadım."
"Anatol'un güvenliği oldukça iyi. Şimdiki gibi ihtiyatlı davranırsan, sadece holiganların dikkatini çekmiş olursun.''
Ç/N: Şövalyeler bakalım ne zaman Maxi'ye karşı ihtiyatlı olmayı bırakacak 😪.. İlk şövalye Hebaron olacak gibi ama bakalım 🙈