Under The Oak Tree - 220. Bölüm
Max, adamın yaydığı rahatsız edici aura karşısında gergin bir şekilde titredi. Adam oturduğu yerden kalktı ve onlara yaklaştı, doğruca Max'e yöneldi. Yulysion hemen onu durdurdu ama adam hareketlerinde o kadar hızlıydı ki Max'i bileğinden yakaladı ve sert bir şekilde kendisine doğru çekti.
"Hmm, oldukça şirin görünsen de prensesle kıyaslanamazsın, ha?"
"Licht Breston! Ellerini onun üzerinden çek, hemen!'' Yulysion bağırdı ve kılıcını adama doğrulttu ama adam tek gözünü bile kırpmadı.
"Hey evlat. Kimse bana kılıç doğrultup zarar görmeden indirmedi. Ölmeye kararlı mısın?''
''O, Lord Calypse'in karısı! Eğer o eli hemen bırakmazsan, buradan sağ salim çıkamayacak olan sensin!''
"Ha! Bu ilginç. Hep o güney melezinin kışkırtıldığını görmek istemişimdir!"
Adam, gözlerinde parıldayan bir ilgiyle Max'e baktı. Daha fazla dayanamayan Yulysion kılıcıyla adama doğru hücum etti ama çevredeki kuzeyli barbarların hepsi kılıçlarını çekip onun yolunu kesti. Durum kontrolden çıkmaya başlarken Max nefesini tuttu. Şu anda canavarlarla karşılaştığındakinden daha uyuşmuş hissetti.
"Hey, bayanın Roem Kraliyet Ailesi'nin soyundan geldiğini duydum. Roem'in kraliyet soyundan gelen biri olarak, bunun saçma olduğunu düşünmüyor musun? Pagan kanından gelen pis bir güney melezi, Uigru'nun reenkarnasyonu olma unvanını almaya nasıl cüret eder!" Adam, kocası hakkında kaba hakaretler savurarak ürkütücü bir şekilde Max'in çenesini tutup kaldırdı. ''Uigru, batı kıtasının bir kahramanıdır. Adı göçmen bir annesi olan bir köylü piç tarafından lekelenmemeli. ''
Max'in gözleri onun alayıyla öfkeyle parladı. Damarlarında bir adrenalin dalgası dolaştı ve adama dik dik bakarken yaşadığı ilk şoku ve korkuyu tamamen unuttu.
Bir barbar, dünyanın en onurlu ve görkemli şövalyesine nasıl hakaret eder!
Aşırı öfkelenerek ve daha fazla dayanamayarak bacağını geri çekti ve adamın bacağına elinden geldiğince sert bir tekme attı. Ne yazık ki adam baldır zırhı giyiyordu ve Max, ayak parmakları sert metale çarparken acı içinde çığlık attı. Onu ıstırap içinde gören adam başını arkaya yasladı ve kahkahalara boğuldu.
"Sevimli değil mi?"
"Bı-bırak... bırak beni!" Max adamın elinden kaçmak için kendini çekiştirip büktü, ama adam sanki küçük, çırpınan bir kuş tutuyormuş gibi onu sıkıca tuttu.
"O kırmaya hakaret ettiğim için mi kızgınsın? Derinlerde bir yerde ondan utandığınızı biliyorum, bayan."
''Ko-kocam… Kocama kı-kı-kırma deme!''
Çıldırtıcı bir öfkeyle o kadar sarsılmıştı ki dili her zamankinden daha fazla kekelemeye başladı. Max'in yüzü, kendi kekemeliği karşısında utançtan ve adama duyduğu öfkeden neredeyse patlayacaktı. Adam onun kırmızı yüzüne baktı ve şeytanca gülümsedi.
"Kocan bir kırma." Yüzünü onun yüzüne yaklaştırdı ve tekrarladı. "İğrenç soyağacı yüzünün her yerinde yazılı. Sakın bana fark etmediğini söyleme?"
"S-sen... sen!"
Max'in çenesi kör bir öfkeyle titriyordu. Hayatı boyunca hiç bu kadar kaynayan bir öfke hissetmemişti. Kolunu çekiştirdi, sahip olduğu her şey ile çabaladı ve hakaretlere karşı tüm gücüyle savaşmaya çalıştı.
''Sen... Ri-Riftan'ı.. kıskanıyorsun! Çünkü sen... biliyorsun ki, Ri-Riftan'ın ayak tırnağı bile olamazsın.. ... Sen onun arkasından a-alay ettiğin için bir ko-korkaksın...U-utanç vericisin!''
Adamın dudaklarındaki zalim sırıtış silindi. Aniden, yüzündeki ifade o kadar dondurucu bir şekilde soğudu ki Max'in tüm vücudu kaskatı kesildi. Adamın öldürücü gözleri, geniş, gergin omuzları ve Max'in bileklerini şiddetle çeken kaba elleri onu korkutmuştu. Max'in tüm vücudu kontrolsüz bir şekilde titredi, şimdi ona her an vurup vurmayacağını merak ediyordu. Cesaretinden geriye kalanları topladı ve zayıf bir sesle mırıldandı.
"Bı-bırak... beni."
"Şimdi anlıyorum ki sen o piç için mükemmel bir eşsin. Aptal bir kekeme, o köylü piç için mükemmel bir eşleşme.''
Max'in yüzünden kan hızla çekildi. Ona dönüp karşılık vermek istedi ama dili ağzının çatısına yapışmış gibi hissetti. Hissettiği utanç ve aşağılanmadan gözlerinde yaşlar oluşmaya başladı. Dudaklarını sıkıca kenetledi. Onun yenildiğini gören adam, yakaladığı fareyle oynamaktan bıkmış bir kedi gibi dilini şaklattı ve onu kenara fırlattı.
O anda, adamın vücudu aniden döndü ve insan eti ve kemiğine çarpan yüksek bir yumruk sesi yankılandı. Max şok içinde bağırdı. Az önce ne olduğunu anlayamadan adamın vücudu bir kağıt parçası gibi havada uçtu. Onun kışlaya çöküşünü izledi ve Max'in gözleri şaşkınlıkla açıldı.
Riftan her yönden gelen bağırışları duymazdan geldi ve adamı yakasından kaldırdı, sonra yumruğunu kaldırıp güçlü bir yumruk daha indirdi. Adamın yüzü, Riftan tarafından iki kez vurulduktan sonra kötü bir canavar gibi korkunç bir şekilde çarpıktı.
"Bu s*kik piç...!"
Licht Breston hızla dengesini geri kazandı ve belinden bir hançer çıkardı. Ağzındaki kanı tükürdü ve Riftan'a saldırdı. Max'in tek yapabildiği önündeki katıksız şiddete bağırmaktı. Çığlık atmaktan boğazının koptuğunu hissetti ama bu, erkeklerin öfkeli canavarlar gibi birbirlerine hırlamalarını durdurmaya yetmedi.
Balto'nun kuvvetlerinin komutanı hançerini deli bir boğa gibi savurdu, ancak Riftan her savuruşu kolayca atlattı. Saniyeler içinde adamın hançeri neredeyse hiç terlememiş olan Riftan'ın ellerindeydi. Riftan adamı kolayca geride bıraktı ve çenesini tuttu, ağzını zorlayarak açtı ve hançeri ağzına sapladı.
"Seni piç, dilin olmadan çok daha uzun bir hayat yaşayacaksın."
Karanlık bir şekilde mırıldandı ve hançeri adamın ağzına daha derine sapladı. Bıçağın keskin ucunun boğazının arkasına değdiğini hissedince iri adam kıvrandı ve boğuştu. Kuzeyli alçak, Riftan'a kıyasla çok daha uzun ve iriydi, ama Riftan adamı kolayca yere serdi ve onu alt etti. Riftan ağzındaki hançerle hareket edemeyen adama baktı ve sakin, kanlı bir sesle hırladı.
"Bu işe yaramaz dil sadece efendisinin ölümünü hızlandırmaya hizmet ediyor, bu yüzden bu sarkan şeyi ustaca ortadan kaldıracağım."
''Calypse! Bunu hemen şimdi durdur!''
Şimdiye kadar Yulysion'ın savaşa girmesini engelleyen Balto'nun savaşçıları çığlık atarak kılıçlarını Riftan'a doğrulttular, ancak Riftan hiçbir korku belirtisi göstermedi ve ölümü vaat eden buz gibi bir ses tonuyla devam etti.
"Sanırım herkes kimin daha hızlı kılıç kullandığını görmek istiyor."
Balto'nun şiddetle hücum etmek üzere olan askerleri, onun tehdidi karşısında donakalmış gibiydiler ve ilerlemelerini hemen durdurdular. Yüzleri öfkeyle kızardı.
"Bizi tehdit ettiğin için bir korkaksın! Yine de kendine şövalye diyorsun!''
"O halde bir kadını çevrelemek ve tehdit etmek şövalyelik bir davranış mı?" Alev saçıyormuş gibi görünen yanan siyah gözleri Max'in solgun yüzüne döndü. "Öfkemi kışkırtmaya devam ediyorsun, Breston. Bu sefer başardın. çok güzel tahrik ettin. Şimdi görmek istediğin kanı dökelim.''
"Yeter artık Calypse! Seni piç savunmasız olan Sör Breston'a saldırdın. Böyle bir korkaklığın affedileceğini düşünme bile!''
"Yerinde olsaydım, yüzüme bıçak doğrultan o iken, savunmasız olma bahanesini kullanmazdım." Riftan iğneleyici sözleriyle soğukkanlılıkla alay etti. "Sadece elinde tuttuğu silahını aptalca elinden kaptırdı."
Breston'un komutası altındaki adam, yüzü öfke ve aşağılanmadan koyu kırmızıya dönerken bir anda sustu, çaresizdi. Kalbini durduran baskı altında korkudan felç olan Max ne yapacağını bilemedi. Kimse kıpırdamasa da zorlu bir mücadele verdikleri gözlerden belliydi.
Licht Breston'ın boğazı, Riftan'ın tutuşundan sıkışan kan yüzünden kıpkırmızıydı ve adamın açık ağzından daha fazla kan damlıyordu. Riftan homurdandı ve elini adamın boynuna öyle bir sıktı ki Max onun şişkin önkollarındaki büyük damarları görebiliyordu.
''Yani, başkalarına gülmekten zevk alıyorsun. Bu durumda, bir daha asla gülemeyeceğin bir duruma getireceğim seni.''
"Bunu hemen durdurun!"
Kanlı ve öldürücü atmosferin ortasında, kükreyen, emredici bir ses gerilimi böldü. Riftan hariç herkesin gözü sesin sahibine kaydı. Prenses Agnes, seyirci kalabalığının arasından güçlü adımlarla yürüdü.
"Tanrı aşkına burada neler oluyor? Bana bu savaş bitene kadar sorun çıkarmayacağını söylemiştin!"
"Bu piç, karımı tehdit etti ve aşağıladı." dedi Riftan alçak, ürkütücü bir homurtuyla. "Bir bedel ödemeden yanına kalmasına izin vermeyeceğim."
"Lord Calypse'in söylediği doğru! Bu adamlar Leydi'yi taciz ettiler ve onu kaba hakaretlerle küçük düşürmeye cesaret ettiler. Lord Calypse'in eylemleri haklı!"
Yulysion öne çıktı ve Riftan'ı coşkuyla destekledi. Balto'nun adamları bu suçlama karşısında sessiz kalmayıp sonsuz hakaret ve küfürler yağdırmaya başladılar. Prenses Agnes ağrıyan başını ovuşturdu ve yardım için yalvararak Max'e döndü. Felç olmuş gibi hala yerinde donmuş halde olan Max, çabucak aklını başına topladı ve Riftan'a yaklaştı.
"Ri-Riftan... Ben iyiyim. Yani… lütfen dur ve onu bı-bırak.''
Kendi kekemeliğini kulaklarında işiten Max'in kulakları utançtan çınladı ve zar zor duyulabilecek bir sesle onu zorladı ama Riftan kımıldamadı bile. Döndü ve ona baktı, yüzü öfkeden fena halde çarpılmıştı. Max yavaşça ve dikkatlice uzandı ve ellerini Riftan'ın sertleşmiş koluna koydu. Ardından tüm vücudu öfkeden gerilen Riftan, nefesinin altında sert bir küfür mırıldandı ve sonunda adamı serbest bıraktı.
Balto'nun komutanı, sonunda kafesinden kurtulan bir canavar gibi hızla Riftan'dan uzaklaştı ve hâlâ kan damlayan ağzını sildi. Adamın gözleri nefret ve kötülükten kıpkırmızıydı.
"Bunu bana yapmaya nasıl cüret edersin! Bu burada bitmedi. Bundan kurtulacağını düşünme, Calypse!" Öfkeli bir vahşi köpek gibi çığlık attı ve Balto'nun arkasındaki askerler liderlerini desteklemek için isyan etti. "Düello talep ediyorum! Olanlar kabul edilemezdi, seni hemen öldüreceğim!''
"Gerçekten daha fazla aşağılanmak istiyorsan, seni memnun edeceğim." Riftan karanlık bir şekilde mırıldandı.
''Kişilerarası çatışmalar kesinlikle yasaktır!'' Prenses Agnes çabucak aralarında durdu.
Her iki adam da kötü gözlerle prensese baktı. "Bu piçin yaptığına göz mü yumacaksın? Bunu çözmenin bir düellodan başka yolu yok!''
"Bunu başlatan sendin! Ve Riftan burada çizgiyi aştı. Bu sebeple ikinizde suçlusunuz. Bu iş burada bitmeli!"
"Bu adaleti sağlamaz!" Kuzeyli adam döndü ve şiddetle karşı çıktı, gözleri adeta kör bir tiksinti ile kabardı. "Pis boğazına bir bıçak saplamadığım sürece, asla adalet sağlanamaz."
Riftan karanlık bir şekilde güldü.
"İkiniz de durun!" Sabrı tükenen prenses çığlık attı ve ateş kıvılcımları her yere saçıldı. Agnes'in çıkardığı alevler nedeniyle ayrılmak zorunda kaldılar. Orada bir yargıç gibi durdu ve yüksek sesle bağırdı. "Savaştayız! Sırf aptal gururlarınız yüzünden iç kavgaların çıkmasına izin vermeyeceğim!"
Ancak iki adamın düşmanca bakışlarını birbirlerinden ayırmadı. Beklenmedik bir şekilde, boğucu gerilimin ortasında ilk çekilen Kuzeyli oldu. Phil Aron'ın sağ kolu olan adam döndü ve boynunu buruşturdu, yere kan tükürdü ve sonra kışlasına doğru yürüdü. Balto'nun diğer adamları onu izleyerek kılıçlarını kınına soktular ve tek kelime etmeden liderlerinin peşinden gittiler.
Hepsi uzaklaşırken Max tuttuğu nefesi verdi. Korkunç baskının ortadan kalkmasıyla bacaklarının titrediğini hissetti ve çökmeye başladı. Riftan çabucak uzandı ve onu kucağına aldı. Onu hızla kaldırdı ve kollarına aldı. Max etrafına baktı, şaşkın ve biraz utangaçtı. Şövalyeler, paralı askerler ve diğer askerler kargaşayı izlemek için toplanmışlardı.
"Lü-lütfen beni yere bırak. Ben… kendi başıma yü-yürüyebilirim.”
"Sabit kal."
Onları izleyen kalabalığın arasından geçerken Riftan'ın sesi hala sertti. Yulysion onu birkaç adım geriden takip etti ve bol bol özür dilemeye başladı.
"Leydi'yi güvende tutamadığım için özür dilerim Lord Calypse."
Riftan ona bakmadan adımlarını hızlandırdı ve Yulysion'ın başı azarlanmış bir köpek yavrusu gibi zayıfça aşağı düştü. Bunu gören Max, Riftan'a sitemle baktı.
"Bu Yu-Yulysion'ın hatası değil. Bu insanlar… birdenbire ortaya çıktılar ve… aşağılayıcı şeyler söylemeye başladılar…''
"Şu anda..." Riftan'ın boynu sanki boğazına bir şey takılmış gibi şişti ve çenesini sıktı. "Hiçbir şey söyleme."
Kocasından gelen korkunç, öfkeli aurayı hisseden Max, hemen ağzını kapattı. Etraflarındaki kalabalık sessizce dağıldı, sanki Riftan'ı çevreleyen öldürücü aurayı onlar da hissetmişler gibi.
Max'i hemen kışlasına getirdi. Riftan onu yatağa yatırıp çakmaktaşıyla bir lamba yakarken, Max birkaç kez gözlerini kırptı, çadırın karanlığına alıştı. Işığın bahşettiği ve kuru bir şekilde yuttuğu kocasının yüzünün ana hatlarına baktı. Max düzensiz kalbinin sakinleşmesini diledi ama bunun yerine gözlerinin yaşlarla dolduğunu hissetti. Her zamanki gibi kızacağını ve ona bağırmaya başlayacağını düşündü, ama onun net ve sakin ifadesini, sanki şu anda kendi dünyasındaymış gibi olduğunu görmek, Max'in içini korkunç bir şekilde burktu.
Aptal kekeme. Belki de şu an düşündüğü buydu. Max dudaklarını ısırdı. Babasının ona defalarca böyle seslendiğini duyması bir hakaretti, öyle ki neredeyse duymaktan uyuşmuştu. Ancak ona dayanılmaz acı veren şey, kusurunun bir silaha dönüşmesi ve Riftan'a saldırmak için bir hakaret olarak kullanılmasıydı. Boğucu sessizliğe daha fazla dayanamadı ve konuşmak için ağzını açtı.
"Ö-özür dilerim. Benim yüzümden alay ko-konusu oldun.... ''
Riftan başını çevirdi. Az önce duyduklarına inanamayarak Max'e baktı ve onun önünde tek dizinin üzerine çöktü.
"Neden özür diliyorsun! Bunu beni kışkırtmak için yaptı. Ben olmasaydım, o orospu çocuğu tarafından asla aşağılanmak zorunda kalmazdın..."
Riftan parmaklarını Max'in bileklerine dolarken, Max acıyla yüzünü buruşturdu. Onu acı içinde gören Riftan'ın omuzları gerildi. Kolunu nazikçe sıyırdı ve derin, keskin bir nefes aldı. Açıkça görülebilen koyu kırmızı çürükler, loş ışıkta bile fark edilebiliyordu.
"Elbette o piçi öldüreceğim." Riftan, hırlayan bir canavarınkine benzer bir sesle ilan etti. "Bu savaş biter bitmez onu düelloya davet edeceğim. Seni incitmeye cüret ettiği için dersini almasını sağlayacağım."
Ç/N: Ahh aşırı sinirlendimm, öldür onu Riftaan, görmek istiyorum bunu..