Under The Oak Tree - 233. Bölüm
"Ba-babam geldi... " Max hızla gözlerini kırptı, Prenses'in sözlerine inanmak zordu.
Prenses Agnes de kendisi kadar huzursuzdu ve elini alnına düşen altın rengi saçların arasından gergin bir şekilde geçirerek endişeyle Max'in yüzüne baktı. Silahlarının gücünü kontrol ederken şövalyelerinkine benzeyen garip bir bakıştı. Max'in dengesini kontrol ediyormuş gibi, prenses ellerini tuttu ve çok dikkatli bir sesle söyledi.
"Şövalyeler Dük'ü sakinleştirdi, ama şu an... istikrarlı bir ruh halinde görünmüyor. İyi olacak mısın?"
Max şoktaydı; babasının bu durumu yaratmak için nasıl davrandığını kafasına koyamadı. Diğer soyluların önünde soğukkanlılığını asla kaybetmezdi. Ne zaman onların önünde onunla konuşsa, gerçekten cömert ve merhametli bir baba gibi davranırdı. Hizmetçilerin önünde babası tarafından gelişigüzel dövülürdü, ama soyluların karşısında, sanki ona gerçekten tapan bir babaymış gibi soğuk dudaklarını yanaklarına yerleştirirdi. Max boğazını temizledi, endişesinin yüzeye çıkmasından korkuyordu.
"Onun parlamasına.. n-ne sebep oldu?''
"Eh, şey yüzünden - Maximillan'ın zor, çetin bir durumdan geçmiş olması.. ''
Agnes kuru tükürüğü yuttu ve sanki konuşacak doğru kelimeleri bulamıyormuş gibi gözlerini indirdi. O kadar gülünçtü ki, Max neredeyse kahkahaya boğulacaktı. Babası onun öldüğünü duysa bile gözünü kırpmazdı. Belki de sadece şefkatli bir baba rolünü oynuyordu ve gerçekten öfkeli değildi. Bu olmalıydı. Muhtemelen saraydaki soyluların o kadar bilincindeydi ki, onu ziyaret etmeyi zorunlu hissetti. Max yatağından fırladı, hissettiği bir miktar gerginlik zihninde dolaşan düşünceden uzaklaştı. En az 10 dakikalığına babasıyla yüz yüze gelememesi için hiçbir neden yoktu. 22 yıldır ona karşı koymamış mıydı?
Max duygularını yerinde tuttu. Prensesin koruması altındayken babasının onu dövmesi pek olası değildi, kendi imajına bunu yapamayacak kadar değer veriyordu. Max bu düşünceyi kendini rahatlatmak için kullandı. O artık bir Calypse'di, Croix değil. Babası olsa bile, ona kaba davranmaya hakkı yoktu.
"Üzerimi değiştireceğim... ve birazdan aşağı ineceğim."
Prenses bir süre başka bir şey söylemek istiyormuş gibi duraksadı, sonra ağzını kapatıp odadan çıktı. Tavrı biraz şaşkındı ama Croix Dükü'nün aşağıda beklediğini bilmekten sabırsızdı. Prenses biraz tuhaf davransa da Max babasının aşağıda bekliyor olması karşısında şaşkına döndü, bu yüzden aceleyle yüzünü yıkadı ve bir hizmetçinin yardımıyla mütevazı bir elbiseye büründü. Ardından saçlarını kabaca taradıktan sonra hemen yatak odasından çıktı. Aydınlatılmış oturma odasının girişine yaklaşırken, gerginlik midesini burktu. Max birkaç adım ötede tereddüt etti ve sonra gözleri sımsıkı kapalı içeri girdi.
"Buradasınız."
Kapının yanında duran Elliot kibarca elini uzattı. Max kolunu beceriksizce tuttu ve odaya girdi. Sonra bakışları Dük'e düşmanca olan Uslin Rikaido'yu gördü. Sonunda, Dük'ün Uslin'in tam arkasında durduğunu gördü. Max kalbinin donduğunu hissetti. Sadece babasının buz gibi gözlerine bakarak ne kadar kızgın olduğunu anlayabilirdi. Dük daha sonra uğursuzca alçak bir sesle konuştu.
"Uzun zaman oldu kızım." Max sertleşip hiçbir şey söylemediğinde, ağzının kenarı uyarıcı bir gülümsemeyle yukarı kıvrıldı. "Babanı selamlamayacak mısın?"
Onun dizelerindeki tehdidi okuyan Max, konuşmak için dudaklarını çabucak açtı. "Son gö-görüşmemizden bu yana... bir süre oldu. Sa-sağlıklı görünmenize sevindim...''
"Ne olduğunu duydum. Görünüşe göre birçok zorluktan geçtin.''
Dük onun selamını yarıda kesti ve zarafetle kalın ipek kaplı lüks bir sandalyeye oturdu. Ardından, ona mantıklı gelmeyen sözler söylerken, umursamaz bir tavırla elbisesinin düğmelerini düzeltti.
"Hikayen kraliyet şatosunda yayılıyor. Küçük yavruya olanları duyunca yıkıldım'' dedi.
"Efendim!"
Arkasında sessizce duran Elliot aniden sesini yükseltti. Bu kaba davranış, öfkeyi hemen dükün yüzüne yapıştırmaya ikna etti.
"Bunun baba ile kızı arasında geçen bir konuşma olduğunu göremiyor musun? Aile fertleri arasındaki bu konuşmaya kimsenin karışmaya hakkı yoktur.''
"Lord Calypse bize leydiyi korumamızı emretti."
"Şu anda kızımı tehdit ettiğimi mi söylüyorsun?"
"Ama leydi hala... !''
Elliot aniden konuşmayı kesti ve Max'e baktı. Max etrafına bakındı, konuşmalarının ne anlama geldiğini anlayamadığı için kafası karıştı. Croix Dükü ona bakarken içini çekti.
"Kendimi açıklamadım mı? Bu konu kızımın da bilmesi gereken bir konu. Onun iyiliği için neyin daha iyi olduğunu benden daha iyi bildiğini mi sanıyorsun?''
Max, Dük'ün küstah sözleri karşısında bir parşömen gibi sarardı. Gözünü bile kırpmadan nasıl böyle şeyler söyleyebilirdi! Dük kibirli bir şekilde çenesini kaldırdı, kızın ona verdiği delici bakışa gözünü bile kırpmadı.
"O zaman şimdi bize biraz alan tanıyın. Kızımla baş başa sessizce konuşmak istiyorum.''
Şövalyeler bakıştılar ve bakışlarını Max'e çevirdiler. Max isteksizce başını salladı.
"Lütfen bizi biraz yalnız bırakın. Ben… i-iyiyim."
''… Yan odada olacağız. Bize ihtiyacınız olursa lütfen seslenin.''
Şövalyeler daha sonra döndü ve odadan çıktı. Kapının kapanma sesi arkasında yankılandığında Max endişeyle elbisesinin eteğini tuttu. Babası onu parçalara ayıracakmış gibi bakıyordu. Yaydığı düşmanlık yüzünden sinirleri çok gergindi. Ancak, beklediğinin aksine, tehditlerle bombalanacağını, Croix Dükü sessiz kaldı. Korkunç bir şekilde sessizdi. Boğucu sessizliğe dayanamayan Max sonunda dudaklarını açtı ve ilk konuşan oldu.
''Hangi ne-nedenle… ben… ''
"Hemen Croix Kalesi'ne gitmeye hazırlan."
Max onun beklenmedik sözleriyle donup kaldı. Sanki ona bakmaya bile dayanamıyormuş gibi, Dük bakışlarını pencereye dikti ve aynı alçak, önsezili sesle konuşmaya devam etti.
"Rosetta'nın kraliyet ailesiyle birlikteliği yolda. Burada, sarayda kalmana izin veremem. Bugün yola çıkmaya hazırlan.''
''A-a-ama… ''
O kadar dalgındı ki söyleyecek doğru kelimeleri bulamıyordu. Aniden, babasının yüzünde açıkça bir tiksinti ifadesi belirdi.
"Birincisi, kraliyet şatosuna gelirken ne düşünüyordun? Kırsal kesimde sesini çıkarmadan kilitli kalmalısın,… ama buraya gelip beni utandırmaya nasıl cüret edersin?''
Max onun giderek artan düşmanca ses tonuyla titredi, ama hızla ellerini sımsıkı kenetledi. Babasının ona istediği yere gitmesini emretmeye hakkı yoktu. Bunu yapmaya hakkı olan tek kişi kocası Riftan olacaktı ve bu yüzden şimdiki gibi titrememeliydi. Bu düşünceleri kendi kendine tekrarladı ve olabildiğince sakin bir şekilde konuştu.
"Rosetta'nın ni-nişanına.. karışmaya hiç niyetim yok. Sadece bir kaç gün daha… kocam beni almaya geliyor. O gelene kadar… gizlice uzanacağım ve prensesin sarayında kalacağım."
"Şimdi… emrime karşı mı geliyorsun?''
Dük sesini bir çentik alçalttı. Max kendini tutmaya çalıştı ama yalvaran sesi kendi isteğiyle çıkmadı.
"Ri-Riftan yakında Drakium'a gelecek... bu yüzden saraydan ayrılamam. Babam da bo-boşanmamı.. istemiyordu.. ''
"Sana şimdi gelmeni söylüyorum ki sonun böyle olmasın!"
Dük oturduğu yerden fırladı ve ona doğru yürüdü. Max kapı kolunu kapmak için koştu. Ancak babasının eylemleri çok daha hızlıydı. Onu sertçe kendine çekti ve sözlerini kulağına tükürdü.
''Hangi erkek, halef sahibi olma ümidi olmayan bir kadınla birlikte yaşar! Başkente geldiğinde seni de yanına alacağını gerçekten düşünüyor musun? Sen umutsuz bir aptalsın! Gerçekten aile adını lekelemek zorundaydın sanki! Bu, tüm soyluların görmesi için bir felaketti.''
"Ne-ne yapıyorsun... ''
"Şu anda Drakium Kraliyet Sayarı'nda sadece bir iki kişinin senin düşük yaptığından bahsetmediğinin farkında mısın? Aklını ne kadar kaybettin ki düşük yaptığının bile farkında değilsin sen!''
Max babasının az önce ne dediğini anlayamadı ve babasının yüzüne sadece boş boş bakabildi. 'Düşük mü? Neden bahsediyor?' Zihni karışıklık içinde bulutlanırken kulakları uğulduyordu.
Dük onu omuzlarından şiddetle sarstı, gitgide daha çok sinirlendikçe yarı telaşlandı ve ona şiddetle bağırdı. "Kral Ruben senin yüzünden Rosetta'nın doğurganlığını bile sorguladı. Rosetta da ablası gibi çocuk doğurmakta zorluk çekerse ne olur diye sorgulayarak suratıma karşı benimle alay etti! Şimdi, kız kardeşini de aşağı çekiyor olmak nasıl bir duygu? Bu nişan başarısız olursa, bunun sorumluluğunu nasıl alacaksın?''
"Ben, be-ben.. bir çocuk.. ka-kaybetmedim! Bir yanış a-anlaşılma.. olmalı.. ''
Croix Dükü yüzünü buruşturdu ve ona vurmak için elini havaya kaldırdı. Max gözlerini sıkıca kapattı. Ancak ne kadar beklese de şiddetli ağrı bir türlü gelmiyordu. Yavaşça gözlerini tekrar açtığında, onun öfkesini yatıştırmak için kendi göğsünü okşadığını gördü. Döndü ve sandalyenin yanına koyduğu fildişi bastonunu aldı, sonra daha fazla tartışmak istemiyormuş gibi duruşunu düzeltti ve sert bir ses tonuyla konuştu.
"Söylenecek bir şey yok. O dönmeden hemen ayrılmaya hazırlan. Boşanma ertelenmeli, en azından Rosetta'nın evliliği tamamlanana kadar. Boşanma ve ayrılık… Senin yüzünden soyadımın lekelenmesi ve benim adımın soylular arasında alay konusu olması kesinlikle kabul edilemez!''
"Ben… Be-ben gi-gidemem. Ri-Riftan geldiğinde… o sa-sana söyler! Ri-Riftan, benden bo-boşanmaya hiç ni-niyeti o-olmadığını sö-söyledi. Ge-gerçeği söylüyorum!"
Max aceleyle babasının belini tuttu. Dük'ün yüzünün şiddetle çarpıldığını görebiliyordu ama kendini durduramadı. Ayakları endişeden titriyormuş gibi vücudunu kontrol edemiyor ve zihni bir kasırga tarafından süpürülüyormuş gibi hissediyordu.
''Dü-düşük… bir yanlış a-anlaşılma o-olmalı. Ben hiç… bö-böyle bir şey du-duymadım. Vücudumun bu kadar zayıf olması... büyü yüzündendi... ''
"Gerçekten buradan sürüklenmek istiyor olmalısın."
Dük öfkeyle ellerini savurdu. Max ona dehşetle baktı. Gözleri sıcak yaşlarla doldu ve yüksek bir hıçkırık koptu. Arkasını döndü, titreyen ellerle kapıyı açtı ve koşarak dışarı çıktı. Belki de tartışmalarını duyarak, Uslin, Elliot ve Prenses Agnes'in karşı odadan koşarak çıktıklarını gördü. Max hemen onlara koştu ve yalvarır gibi sordu.
''Be-ben çocuğumu mu ka-kaybettim? Doğru değil, di mi? Ba-babam yanlış anladı, di mi?''
''Maximillian… ''
Prensesin yüzü acı bir şekilde çarpık bir hal aldı. Max yüzündeki cevabı okuduğunda bacakları güçsüzleşti ve muazzam bir şekilde sendeledi. Elliot onu yakalamasaydı, yere yığılacaktı. Yüzünü sertçe ovuşturarak yere boş boş baktı. Kaotik kafasında birer birer hatıralar canlanıyordu. Bir hafta baygınlık, ona hüzünle bakan insanlar, etrafındaki dikkatli tavırlar ve Riftan'ın gözlerindeki acı dolu bakış. Max titreyen elleriyle ağzını kapattı. Sanki biri onu boğuyormuş gibi nefes almakta zorlanıyordu.
"Na-nasıl olur da .. bana daha önce söylemezdiniz? Na-nasıl olur… ''
"Komutan olanlar hakkında sessiz kalmamızı emretti." Uslin sert bir yüzle cevap verdi. "Leydi neredeyse ölüyordu. Mana tükenmesi ve aşırı kanama ile gerçekten ciddi bir durumdu. Leydi bir de düşük yaptığının farkında olursa, şokla başa çıkamayabilirdiniz… ''
''Çocuk... çocuktan dolayı.. şok, benim kaybettiğim.. ''
Max elini karnına koyarken kaybolmuş bir ifadeyle mırıldandı. Orada Riftan'ın çocuğunu taşıyordu ve şimdi o çocuk gitmişti. Bu gerçeği nasıl sindireceğini bilmiyordu, bu yüzden tam bir kafa karışıklığı içindeydi. Varlığından bile haberdar olmadığı bir çocuğunu kaybetmenin, umutsuzluğun ve yasın ani çöküşünü hissedemedi. Bunun yerine, uyuşmuş, felçli ve hafif, garip bir kayıp duygusu hissetti. Bunu birdenbire öğrenmek, sanki aklını başından almış gibiydi. Prenses ona yaklaştı ve omzunu okşadı.
''Maximilian, acıtıyor biliyorum... ama gelecekte başka bir çocuk doğurabileceksin. Şimdi en önemli şey, güvende olman ve iyileşmen."
Max, prensesin yüzüne bulanık gözlerle baktı. O güzel mavi gözlerin üzerinde bir sempati belirtisi açıkça görülüyordu. Aniden, kalbi şiddetle çarptı. Biyolojik annesinin çocuk sahibi olmasının ne kadar zor olduğunu ve onu doğurmadan önce kaç kez düşük yaptığını biliyordu. Croix Dükü her zaman ilk karısının ne kadar beceriksiz olduğunu anlatırdı. Max bir halef getiremeyen bir eşin nasıl bir muamele göreceğini çok iyi biliyordu. Ayrıca Rosetta'nın annesinin gün geçtikçe zayıfladığını ve sonunda bir hastane yatağında öldüğünü izlemişti. Kalbi korkuyla sıkıştı. Hayır. Riftan babasından farklıydı. Ona bu kadar sert davranmazdı.
'O bu kadar acımasız olmazdı, ama... '
Dudaklarını ısırdı. Onun karanlık, çökük gözlerini hatırlayınca, kalbi endişeyle titredi. Riftan sonunda ona kızdıysa eğer, suçlayacak kimse yoktu. Güvenli bir yerde kalması için ona yalvardı ama o bencilce ve inatla kendi sözünü tutmadı ve onu takip etti. Çocuğunu pervasızlığı yüzünden öldürdüğü için onu suçladıysa, hiçbir mazereti yoktu. Max acıyla yüzünü tuttu. Riftan'ın artık onu istemeyebileceğini düşündüğünde, tüm vücudu o kadar şiddetle titredi ki kontrol edemedi. Elliott acilen onu teselli etmeye gitti.
"Leydi, lütfen sakin olun. Hepsi geçmişte kaldı. Duygularınızla barışmalısınız... ''
''Be-be-benim için hiçbir şey.. geçmişte değil! ''
Max elini itti ve ağlamaları arasında çığlık attı. Uslin, gözlerinde mutlak bir hüzünle ona baktı. Max birden kendini kötü hissetti. Bir adım geri attı ve aniden arkasını döndü. Farkında olmadan, Croix Dükü ona arkadan yaklaşıyordu. Arkasını döndüğü anda, Dük onun kolunu sıkıca tuttu. Altın yüzüklerle bezenmiş parmaklarının etine saplandığını hissedince Max boğazına tırmanan acının iniltisini yuttu. Croix Dükü kolunu onun omzuna koydu ve şövalyelere açıkça konuştu.
"Kızımı kaleme geri götüreceğim. Evinde kalması onun için daha iyi ve daha rahat olur.''
Şövalyeler daha sonra Dük'ün ifadesine şiddetle karşı çıktılar. ''Lord Calypse yakında gelecek! Onun izni olmadan, bir yere gitmesi… ''
"Kızımın anlamsız insanların onun hakkında fısıldaştığı bir yerde olmasına dayanamam. Buradaki herkes onun durumuna karşı duyarsız ve kayıtsız.'' Croix Dükü içini çekti ve sonra Agnes'e döndü. "Whedon'da Prenses ile damadım arasındaki evlilik konuşmalarını duymamış hiç kimse yok. Majesteleri, sadık hizmetkarlarının kızımı nasıl göreceğini hiç merak etti mi?''
Dük'ün sözleri üzerine prensesin yüzü kıpkırmızı oldu. ''Riftan ile ilişkimin hiç de öyle olduğunu düşünmüyorum!''
''Majestelerinin sadık hizmetkarları, majesteleri gibi mi düşünüyor?''
Prenses Dük'e solgun, bitkin bir yüzle bakmaktan başka bir şey yapamadı ve başını çevirdi. Koridorun bir tarafında duran hizmetçiler hep bir ağızdan başlarını eğdiler. Bunu gören Croix Dükü dilini şaklattı.
"Sarayın içinde kötü niyetli söylentilerin yayılmasına şaşmamalı. Kızımın daha fazla burada kalmasına izin veremem. Onu kaleme götüreceğim, o yüzden Calypse'e söyle, eğer onu almak istiyorsa kaleme gelsin."
Agnes, onu vazgeçirecek başka bir söz bulamayınca ağzını kapalı tuttu. Düke şiddetle bakan Uslin, başını Max'e çevirdi.
"Leydim... Croix Kalesi'ne dönmek istiyor musunuz?"
"Be-ben... ''
Konuşmayı sadece kendisiyle ilgili değilmiş gibi dinleyebilen Max, kendisiyle konuşulduğunda titredi ve irkildi. Başını kaldırdı ve Dük'ün omzundaki elinin, emirlerine uymazsa onu tehdit edercesine gerildiğini hissetti. Soğuk, şiddetli dokunuş kalbini korkuyla sıkıştırdı. Ancak şimdi Riftan'ı görmekten daha çok korkuyordu. Ardından sözlerini boş bir sesle mırıldandı.
''… Evet."
Gözlerindeki yaşların ısındığını hissetti ve patlamak üzere olan çığlıklarını yutmak için titreyen dudaklarını ısırdı.
''Croix Kalesi'ne... ge-geri dönmek istiyorum."
***
Rüzgâr her estiğinde, ölü yapraklar havada güveler gibi çırpınıyordu. Adına sadık kalırak, rüzgar mevsimi olan sonbahar, tepelerin üzerinde durmadan esen soğuk kuzeydoğu rüzgarlarına sahip olacaktı. Derin, mavi gökyüzünün ortasında göçmen kuşlar karanlık nehir üzerinde uçar ve olgun, altın renkli pirinç çeltik altın bir deniz gibi sallanırdı. Arabaya oturdu ve giderek daha da yakınlaşan Croix diyarına baktı. Bu uçsuz bucaksız tahıl ambarı diyarının sonunda, onun yıllarca tutulduğu bir hapishane vardı.
Ç/N: Maxi'miz bebeğini kaybetti :((( Çok üzgün ve aynı zamanda Dük'e karşı sinirliyim.. Riftan ne olursun hemen geri dön..:(( ama cidden yazarı da tebrik etmeliyim.. Maxi'nin hamileliğinin ipuçlarını bölümler arasına öyle iyi serpiştirdi ki.. Fark edenler elbet olmuştur