Under The Oak Tree - 196. Bölüm
Riftan, bir tayın dizginlerini tutuyormuş gibi kolunu onun omuzlarına doladı.
"Sana kalacağımız odayı göstereceğim."
Max merdivenlerden aşağı onu takip etti ve ona baktı. "A-atlarının... ahırlara girdiğinden emin olmaman senin için sorun olur mu?"
"Şövalyeler halleder."
Yağla cilalanmış gibi balmumuyla parıldayan koridorda yürürken güven verici bir şekilde yanıtladı ve en tenha odayı açtı.
Max, Riftan'ın yanından kabinin içine merakla baktı ve loş odayı gözlemledi. Oda onların Calypse Kalesi'ndeki odalarıyla karşılaştırılamazdı ama yeterince geniş ve lükstü. Aceleyle içeri girip yumuşacık yatağın üzerine çökerken, Riftan valizlerini gümbürtüyle omzundan yatağın yanına indirdi.
"Buradaki tüm denizciler erkek. Etrafta sana hizmet edecek kadın hizmetçi yok, bir şeye ihtiyacın olursa bana söyle.''
Riftan masanın yanındaki küçük lombozu¹ açarken söyledi. İçeriden sızan güneş ışığı yüzüne bir parıltı yaydı.
"Yalnız da dolaşma. Benim karım olduğunu bile bile kimse sana bir şey yapmaya cesaret edemez ama yine de tedbirli olmakta fayda var.''
Max, gereksiz endişeleri olmasa bile, kimsenin ona dikkat edeceğinden şüpheliydi, ama yine de tek kelime etmeden başını salladı.
Bir süre sonra gemi rıhtımdan uzaklaşmaya başlayınca tekrar güverteye çıktılar. Denizciler, güvertede koşuşturarak belirlenmiş görevlerini yerine getirmekle meşguldü. Gemi karadan uzaklaştıkça, denizciler direğe sarkan halatları çekerek düzinelerce yelkenin çözülmesine izin verdi.
Max korkuluğun yanında durup devasa geminin dalgalı denizlere girişini izledi. Ne zaman güçlü bir dalga gövdeye çarpsa, altında hafif bir sallanma hissediliyordu. Sonra rüzgar hızlanmaya başladı ve yelkenler bulutlar gibi şişti, rüzgar birileri sırtlarını itiyormuş gibi hissedecek kadar sert esti.
Max, suda yelken açmanın garip hissine alışmaya çalışırkenRiftan'ın yanına yapıştı ve Riftan sanki her şeyin yolunda olduğuna dair onu rahatlatmak istiyormuş gibi nazikçe sırtını okşadı.
''İlk defa bir tekneye biniyorsun, baş dönmesi hissetmen mümkün. Alışana kadar sulara bakmaktan kaçın ve deniz tutabileceğinden sallanma hareketine de odaklanma.''
Max şimdiden biraz sersemlemiş hissediyordu, bu yüzden tavsiyesine uydu ve parmaklıklardan uzaklaştı. Geminin kıç tarafına baktı ve şehrin onlardan uzaklaşmasını izledi. Şehir kısa süre sonra sadece puslu bir nokta haline geldi ve denizin ortasında yapayalnız yüzdüler. Deniz meltemi biraz daha hissettikten sonra Riftan'la birlikte dinlenmek için odalarına geri döndü.
Gemideki ilk günleri çok huzurlu geçmişti. Max, denize açıldıklarında saatlerce midesi bulansa da, kestirdikten sonra kendini yeterince iyi hissetti ve akşam olduğunda düzgün bir şekilde yemek yiyebildi. Riftan'la yemek odasına gitti, yemek yedi ve erkenden yattı. Biraz kestirmesine rağmen vücudu ağırdı ve uzuvları uyuşmuş hissediyordu. Belki de biriken tüm yorgunluk bir anda üzerine çöküyordu.
Başını yastığa koyar koymaz uykuya daldı. Ertesi gün, güneş gökyüzünün ortasına gelene kadar kalkmadı.
''Deniz tutman nasıl oldu?''
O sersemlemiş bir şekilde otururken Riftan bir bardak su ile yaklaştı. Max ılık sudan bir yudum aldı ve kocasına baktı. Riftan, sade beyaz bir tunik ile eşleştirilmiş bir çift gündelik pamuklu pantolon giydi. Zırh takmayan Riftan çok daha genç ve tazelenmiş görünüyordu.
"Hala mide bulantısı hissediyor musun?"
"Ha-hayır. Sanırım... şimdi iyiyim."
"Kendini yorma, burada kal ve dinlen. Biz gemideyken yaralıları tedavi etme veya ata binme konusunda endişelenmene gerek yok. Sana yemek getirmemi ister misin?"
''Ben… yüzümü yı-yıkamak… ve önce kıyafetlerimi değiştirmek istiyorum…''
Riftan, hizmetçilere yemek ve yüzünü yıkanması için su getirmelerini söylemek için hemen ayrıldı. Kısa süre sonra, on altı yaşından büyük olmayan bir çocuk suyu getirdi ve Max bunu yüzünü temizlemek için kullandı, sonra saçlarını taradı ve gevşek bir örgü halinde topladı. Üzerini değiştirmek için çantalarını karıştırırken, Riftan ona bir kutu verdi.
"Bunu almak için bir iyilik yaptım."
Kadife kutunun içinde çivit mavisi bir elbise ortaya çıktığında Max'in gözleri büyüdü. Riftan, onaylamayan bir bakışla kıyafetine baktı.
"Şimdi, şu lanet pantolonu değiştir."
"Pa-pantolonun... nesi var?"
Max surat asarak mırıldandı ama elbiseyi uysalca kutudan çıkardı. İpeğin kadifemsi pürüzsüzlüğünü hissetmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki, bu duygudan yüzünün aydınlanmasına engel olamıyordu. Heyecanlı bir ifadeyle uyumu görmek için elbiseyi vücuduna yaydı. Riftan gidip odanın kapısını sıkıca kapattı, sonra ona döndü ve elini uzattı.
"Seni giydireceğim, arkanı dön."
"Be-ben kendim giyebilirim."
Max savunmacı bir tavırla elbiseyi göğsüne bastırdı ve Riftan onun tepkisi karşısında gözlerini kıstı.
"Sen bir gemide yaşamaya tamamen alışana kadar aptalca bir şey yapmayı planlamıyorum. O yüzden hiçbir şey için endişelenme ve kıyafetlerini bana ver."
Max şüpheyle ona gözlerini kıstı, ama sonunda yumuşadı ve elbiseyi verdi. Riftan tuniğini başına kadar çekti ve pantolonunun iplerini gevşetip yere kadar indirdi. Çenesini sıkarak bir an için vücuduna bakmak için durdu, sonra elbiseyi başının üzerine yerleştirdi.
Max kollarını uzun kolların arasına soktu, teninin üzerinde nazikçe akan serin ipek hissine sevindi. Riftan büyük bir kısıtlamayla elbisenin eteğini ayak bileklerine kadar çekti. Ardından, arkadaki karmaşık bağcıkları nazikçe çekti ve bir düğümle bağladı.
"Harika. Sana çok yakışıyor."
Onu döndürdü ve gözlerini tepeden tırnağa üzerinde gezdirdi. Max, etraflarındaki ince, hararetli aurayı hissedince kızardı ama beklentilerinin aksine, Riftan bir adım geri çekildi ve açıkça başını çevirdi.
"Şimdi daha iyi hissediyor gibisin, hadi yemekhanede kahvaltı yapalım. Gidelim, fikrimi değiştirmeden odadan çıksam iyi olur."
Max, ne demek istediğini sormadan sessizce odadan çıktı. Bir kat aşağı indiler ve güverteye çıkmadan önce geç bir kahvaltı yaptıkları yemek salonuna girdiler. Gökyüzü açık ve maviydi ve görünürde tek bir bulut yoktu. Korkuluğa koştu ve beyaz dalgalarla kaplı masmavi denize baktı. Riftan ona doğru yürüdü ve dirseklerini parmaklığa dayadı.
"Hava böyle devam ederse bir hafta içinde Levan'a ulaşabiliriz."
"Sa-savaş... Levan'dan ne kadar uzakta?"
''Yaklaşık üç ila dört gün uzakta. Levan'a vardığımızda önce merkezi tapınaktan geçeceğiz. Zamanlamamız doğruysa, Osiria'dan gönderilen Kutsal Şövalyelere katılıp onlarla savaşa gidebiliriz." Birden yüzüne bir gerilim yayıldı. ''Sen tapınakta kalacaksın. Manastırda kalmanı ayarlayacağım.''
Max sertleşti. Max onun ifadesine hemen cevap vermeyince Riftan ayağa kalktı ve endişeyle yüzünü ona bakması için ellerini onun üzerine koydu.
"Manastırda kalmak istemiyorsan, Livadon kraliyet ailesiyle konuşabilirim ve sana sarayda kalacak bir yer sağlayabilirler."
"Ben... ben... yabancı bir yerde... yalnız kalmak istemiyorum. Seninle gelirsem Riftan…''
Max, kocasının yüzünün ürpertici bir kaş çatmaya dönüştüğünü görünce ağzını çabucak kapadı. Riftan daha sonra sakince konuştu, ama böylesi daha da korkutucuydu.
"Seni bunca yolu getirmek zaten inanılmaz zor bir karardı, bu kadar yeter."
"A-ama... şövalyelerin bir şifacıya ihtiyacı var..."
"Livadon'da çok sayıda baş büyücü ve yüksek rahip var, bu yüzden daha fazla risk alman için bir neden yok."
Max'in başı iç karartıcı bir şekilde düştü. Riftan'ın onunla tartışırken sakin olduğunda, sesini yükselttiği zamandan daha tehlikeli olduğunu zamanla öğrendi. Kuru bir şekilde yutkundu ve ardından üzgün bir sesle cevap verdi.
"Anladım. O zaman… Ben ma-manastırda kalacağım.''
Riftan'ın omuzları onun rızasıyla gözle görülür bir şekilde gevşedi. Ardından, onu yatıştırmak için hafifçe yanağını okşadı. "Merak etme, orada kalmanın mümkün olduğunca rahat geçmesini sağlayacağım. Levan Manastırı devasa ve lüks, kalmak için fena bir yer değil.''
Max bir iç çekti. Onun tehlikeyle karşı karşıya kalacağını bilerek rahatça yaşayabileceğine içtenlikle inanıyor muydu? Eğer onun yanında kalmak, kalçaları kırılana kadar bütün gün ata binmek ya da her gece engebeli toprak zeminde uyumak zorunda olduğu anlamına gelse bile tereddüt etmezdi. Şimdiye kadar geldi, mücadele etti ve birçok zorluk yaşadı, ama asla bir saniyesinden pişmanlık duymadı.
Max gerçekten üzgündü, ama arkasını döndü ve bunu gizlemek için denize baktı. Riftan onu sessizce arkadan kucakladı. Sıcak ve güçlü vücudunu sırtında hissettiğinde daha da çaresiz hissetti.
Gemi tekrar yanaştığında, onu uğurlaması gerekecekti. Savaş bitene kadar manastırda yalnız kalması gerektiğini düşünerek kasvetli bir rüzgarın kalbine çarptığını hissetti. Max, başını hafifçe Riftan'ın göğsüne yasladı.
***
Yolculukları aksamadan devam etti. Geminin gövdesi kuvvetli rüzgarlar ve büyük dalgalar arasında seyrederken şiddetli bir şekilde sallanıyor, ancak rotasında sabit kalıyordu.
Max başta çok gergindi, şimdi geminin hafif sallanmasına gözünü bile kırpmadı. Ancak korkuyormuş gibi yapardı çünkü gemi her sallandığında Riftan onu sıkıca tutar ve her şeyin yoluna gireceğine dair güvence verirdi.
Denizde hayat monotondu ama hiç sıkılmadı. Riftan, geminin kontrollerine gittiği zamanlar dışında neredeyse her zaman onun yanındaydı. Max hiç olmadığı kadar memnundu, Riftan'a kendisine hediye ettiği hançeri nasıl kullanacağını öğretmesi veya şövalyelerin en çok keyif aldığı zar oyununu öğrenmesi için yalvarıyor olurdu.
Onu ne kadar rahatsız etse de, Riftan hiçbir zaman en ufak bir kızgınlık ya da rahatsız olma belirtisi göstermedi. Ve Riftan'a karşı zar oyununu birçok kez kazanmasına rağmen, Riftan ona sadece içtenlikle gülümseyip elbisesinin altın düğmelerini söküp ödül olarak ona verirdi. Sonra gece olunca, sadık bir hizmetçi gibi onu yıkayıp saçını tarardı.
Bazen Max ona kitap bile okurdu. Max herhangi bir aşk faaliyeti için çok acıktığında, yatakta birlikte otururlar ve yüksek sesle eski destansı kahramanların hikayelerini ya da ozanlar tarafından yazılmış romantik şiirleri okurdu. Riftan başını onun kucağına yaslar ve sanki tatlı bir müzik dinliyormuş gibi gözlerini kapatırdı. Kekemesi ne kadar kötü olursa olsun, Riftan'ın yanındayken asla zavallı ya da aptal gibi hissetmiyordu.
Birlikte geçirdikleri zaman o kadar değerliydi ki Max geminin sonsuza kadar denizde kaybolmasını diledi. Ama bunu her düşündüğünde, hayatları pamuk ipliğine bağlı olan Ruth'u ve diğer şövalyeleri düşündükçe suçluluk duyuyordu.
Tabii ki onlar için endişeleniyordu ama kalbi, sadece Riftan'ın öyle tehlikeli bir yere gideceğini düşünerek alevler içinde yutuluyormuş gibi hissediyordu. Max, her gece kaygıyı savuşturmak için kollarına tutkuyla sarıldı ve Riftan, onun vücudunun her santimini sevgiyle okşayarak karşılık verdi.
Sadece kendini daha fazla tutamadığı zamanlar ona sahip olurdu ve Max, birbirine bağlı bedenlerinin hissine daha yakından tepki verirdi. Ancak yoğun tutkularından sonra tek duyabildiği, kasvetli bir sessizliğin ortasındaki yalnız dalgalardı.
Ç/N: Siz hep böyle kalsanız ya :')