Under The Oak Tree - 237. Bölüm
Max hıçkırdı ve derin bir nefes aldı. Atların kokusu ve demir zırhının çelik kokusu ciğerlerine girdi. Riftan iki elini pencere pervazına koydu ve gökyüzünde yüzen hilal aya baktı. Hala zırhla kaplı sırtından yayılan gergin, akıcı bir aura vardı. Max ne diyeceğini bilemedi. Puslu bir vizyonla onun gergin sırtına baktı ve bakışlarını kendi dizlerine indirirken, kapının hafifçe vurulduğunu duydu.
"Sör Calypse, sıcak su hazır."
Ruth kapının diğer tarafından duyurdu. Riftan yavaşça döndü ve kapıyı açtı. Max, koridordan sızan ışıktan kaçınmak için yatağın kenarına yanaştı. Ruth, Riftan'ın omzunun üzerinden içeri endişeli bir bakış atıyordu.
"Buraya birkaç temiz havlu ve üzerini değiştirmesi için bir takım elbise getirdim. Yemeklere gelince… ''
"Yiyecekleri bir saat sonra getir."
Riftan, Ruth'un girmesini engelliyormuş gibi geniş omuzlarıyla kapıyı kapattı. Daha sonra leğeni, havluyu ve kıyafetleri ondan aldı ve büyücü daha bir şey söyleyemeden kapıyı kapattı. Max, elinde leğenle yatağa yaklaşırken Riftan'a gergin bir şekilde baktı. Buharlı sıcak suyla dolu leğeni komodinin yanına koydu ve içine bir havlu batırdı, sonra havluyu sıktı ve Max'in yüzüne yaklaştırdı. Max refleks olarak irkildi, onun hareketiyle boğazını sıkıştı. Riftan'ın dudakları sertleşti ve garip bir şekilde gergin bir sesle konuştu.
"Kanı sileceğim."
"Ah… ''
Riftan yüzünü sildikten sonra, cüppesini dikkatlice çıkardı, çıplak omuzlarından ve sırtından kan lekelerini sildi. Max onun bakımını tek kelime etmeden kabul ederken kendini sefil ve çaresiz hissetti. Ne zaman ılık havlu sırtından kaysa, utanç duyuyordu, bir yerlere kaçmak ve saklanmak için karşı konulmaz bir dürtü duyuyordu ama Riftan, onun gergin ifadesine dikkat etmeden, kurumuş kanı ve çıplak sırtındaki kabukları özenle sildi. Max Riftan'ın titreyen parmak uçlarının tenini sıyırdığını hissettiğinde endişeyle dudaklarını ısırdı. Bir süre sırtını sildikten ve havluyu birkaç kez duruladıktan sonra ağzını zar zor açırak konuştu.
''… Bu ne sıklıkla oldu?''
Max'in omuzları gerildi; Riftan'ın bakışlarından kaçındı ve kaçış arayan kapana kısılmış bir hayvan gibi gözlerini bir o yana bir bu yana çevirdi. Kendini zoraki bir gülümsemeye zorladı.
"N-ne... demek istiyorsun?"
Riftan'ın nefesinin ağırlaştığını duydu. Max, titreyen elleriyle karışık, dağınık saçlarıyla oynayarak başka tarafa baktı. Sessiz olmasına rağmen, Riftan'ın aurası bir cevap aradı. Max bunu görmezden gelmeye çalıştı ama yoğun gerginliğe dayanamayarak sonunda garip bir tonda mırıldandı.
"Bu o ka-kadar sı-sık... o-olmadı. Bu sa-sadece... bugün bana aşırı derecede.. öf-öfkeliydi. Ge-genellikle, bö-böyle kötü ... değil.. ''
Max geri kalan gururunun son kırıntılarını korumak için mücadele ederken, Riftan ona anlaşılmaz bir ifadeyle baktı. Bakışları doğrudan içine bakıyormuş gibi geldi ve Max'in yüzü utançtan kıpkırmızı oldu.
"Ba-babam.. bazen son de-derece... ka-katıdır, çok öf-öfkelendiği za-zaman.. ''
"Bunu sana ne zamandan beri yapıyor?"
Riftan, Max'in olayı çok da önemli bir şey değilmiş gibi örtbas etmeye yönelik acınası çabasını bir kenara itti ve acımasızca onu sorguladı. Max sanki köşeye sıkışmış bir insanmış gibi nefesini tuttu, sırtını çaresizce duvara dayadı. Bir kalkana, onu koruyucu bir şekilde saracak ve bir şekilde kalan gururunu kurtaracak bir şeye ihtiyacı vardı. Kendini zırhlı bir adamdan korumaya çalışan zayıf, savunmasız, çıplak bir bebek gibi kendini çok güvensiz hissetti. Max battaniyeyi bir kalkanmış gibi kendine yaklaştırdı ve şiddetle ona baktı. Bu karşıtlık, her şeyi ortaya çıkarmak için dürtülmenin acımasızlığı tarafından tetiklendi.
"N-ne bilmek istiyorsun? Ne sıklıkla... dö-dövüldüğümü… ne za-zamandan beri bana vurmaya başladığını... gerçekten bu-bunu mu bilmek istiyorsun?"
Havluyu tutan eklemleri, tutuşu sıkılaştıkça beyaza döndü. Kalbi titriyordu: O ana kadar bile gururunu kurtarmaya çalışması gülünçtü.
"Eğer o ka-kadar merak e-ediyorsan... o zaman sana bir ce-evap vereceğim. Ben se-sekiz yaşındayken başladı. Ne za-zaman ki... bir ke-kekeme olduğum netleşti. Ba-babam bana haftada iki ke-kez... onun önünde bir şi-şiir okuttururdu. E-eğer ke-kekelersem.. beni o odada ce-cezalandırır.''
Onun kadar çaresizce konuşulan sözlerini duyan Riftan, yüzünde şaşkın bir ifadeyle başını eğdi. Max onu ilk defa hayal kırıklığına uğramış görüyordu. Riftan alnını tutarak sert bir sesle mırıldandı.
"Bugün… seni Anatol'a geri götürmeyi düşünmüyordum."
O anda, Max anında tüm iradesini kaybetti. Riftan, Max'invücudundaki tüm kan çekilmiş gibi solgun bir yüzle ona baktığını bilse de bilmese de, bir kukla gibi konuşmaya devam etti, gözleri fırındaki ateşin çırpınan gölgesinde parke zemine takılıp kaldı.
"Babanın malikanesinde kalmanın senin için daha iyi olacağını düşündüm. İstediğinin bu olduğunu söyleseydin, sana izin verirdim… Orada olduğum süre boyunca, kendime bunu tekrar tekrar söyleyip durdum. Sağlığının düzeldiğini görünce gideceğim, sadece yüzünü görmek istedim ve sonra gideceğim. Bu sefer daha önce yaptığım gibi seni zorlamayacağım ve sürüklemeyeceğim…'' Riftan'ın sesi alçaldıkça ve yumuşadıkça çatladı, saçlarını alnından çekerken derin bir nefes aldı. ''Dük'e yüzünü bir kez bile göstermesi için yalvardım. O adam bana yüzümü görmek istemediğini söyledi. Altımdaki toprak parçalanmış gibi hissettim.''
"Be-ben ya-yapmadım... !''
Max'in sesi refleks olarak aniden yükseldi ama dudakları hemen kapandı. Riftan'ın delici bakışları tekrar ona doğru uçtu. Çarşaflarla endişeyle oynuyor, gözleri bir o yana bir bu yana kaçıyordu.
"Be-ben bunu hiç söylemedim. Gö-görmek istemediğimi asla söylemedim… ''
"O zaman neden onunla o yere geri döndün? Neden?"
Riftan aniden ayağa kalktı ve Max daha da kıvrıldı, sırtını köşeye sıkışmış bir fare gibi soğuk duvara bastırdı. Riftan, sanki kaçışını engelliyormuş gibi bir elini duvara, yüzünün yanına koydu.
"Beni beklemektense böyle acı çekmen daha mı iyiydi? Benimle olmak yerine... öyle bir insanla birlikte olmak daha mı iyiydi?!''
"Ben, ben... '' Max konuşmaya çalışırken ağzı titriyordu. "Ri-Riftan'ın beni bir daha asla... gö-görmek istemeyeceğini düşündüm.. ''
Max bu kelimeleri zorlukla ağzından çıkarırken, Riftan'ın bronzlaşmış yüzü doğal olmayan bir şekilde solgunlaştı. Max, sesi titrerken sözlerine devam edemedi.
"Be-ben kaybettim.. ço-çocuğu.. ''
"Ve bu yüzden… artık seni görmek istemediğimi düşündün?"
Riftan inanamayarak mırıldandı. Max dudaklarını kenetledi, ona bakarken gözleri yaşlarla doldu.
''Ba-başka ne... dü-düşünebilirdim ki? Bana gi-gitmemi sö-söyledin. Bana gitmem dışında... hiçbir şey sö-söylemedin.''
"Artık incindiğini görmek istemedim!" Riftan, sanki sözleriyle kan fışkırtıyormuş gibi öfkeyle haykırdı. "Seni Anatol'a getirdiğimden beri defalarca tehlikeye maruz kaldın. Seni kanlar içinde gördüğümde, tek düşünebildiğim, hepsinin benim suçum olduğuydu. Neden bunun acısını çektin? Neden hamile kaldın, neden gittin ve o kahrolası yere kadar onca yolu takip ettin! Hepsi benim yüzümdendi!''
Çaresiz haykırışları karşısında çenesi düşerken Max'in dili tutuldu. Riftan, göğsünde birikmiş olan ıstırabı acı bir şekilde dile getirmeye devam etti.
"Seni yalnız bırakmalıydım. Seni Anatol'a bile götürmemeliydim! Benimle evlenmek istemediğini başından beri biliyordum! Gerçekten senin iyiliğin için olsaydı, döndüğümde gitmene izin vermeliydim. Canlı dönmesem daha iyi olacağını bile düşündüm! Sen baygınken, tek düşünebildiğim buydu… " Sesi sonunda çatladı. Riftan sanki bir şeyi bastırıyormuş gibi şiddetle titredi, sonra onun omuzlarını tuttu. "Kardeşin olmasaydı, seni orada bırakırdım! Neden bana söylemedin? Sana ne yaptığını… neden bana söylemedin? Benimle konuşmuş olsaydın, yanına gelmesine izin vermezdim. Ne olursa olsun seni korurdum! Neden bana daha önce söylemedin? Neden!"
"Ben, ben, ben... ''
Max ondan uzaklaştı ama Riftan onun kaçmasına izin vermedi. Yüzünden tuttu ve kendisine doğru dönmesini sağladı. Ateşli bakışlarının önünde Max kalan son kalkanın çöktüğünü hissetti. Artık onu örtecek gurur ya da enerjisi kalmamıştı.
"Sen… sen be-beni özel biri olarak dü-düşünmeyi seviyorsun… " Gözlerini dolduran yaşlar yanaklarından aşağı süzüldü. Gözyaşlarını silmeyi bile düşünmeden kurumuş dudaklarını yaladı ve tekrar konuştu. "Ancak… Be-ben sadece bir hiçim... Ben gerçekten hiçbir şe-şeyim… ko-korkmuştum... bunu ke-keşfedeceksin diye… ''
Riftan'ın ifadesi kafasına sert bir darbe almış gibi görünüyordu. Max gözlerini sımsıkı kapadı ve gözyaşları yüzünden durmadan aktı.
"Ölsem bile... sa-sana gerçeği söylemek istemedim. Ben, ben... Be-ben bilmeni istemedim. Bö-böyle biri.. Be-benim böyle ço-çok acınası biri o-olduğumu… '' Titreyen dudaklarına bir gülümseme yerleştirmeye çalıştı ama başaramadı ve yüzü sefil bir şekilde buruştu. Sarsılmaz bir hıçkırık koptu. "Ben… Ben… Ben çok utandım… ''
Riftan'ın onun omuzlarını tutan elleri kayarak aşağı indi. Max kendi vücudunu daha da sıkılaştırdı ve gözyaşlarıyla lekeli yüzünü yumruklarıyla kapattı. Dudaklarından bastırdığı bir hıçkırık daha kaçtı. Bir kasaba meydanının ortasında çırılçıplak kalmaktan daha çok utanmıştı. Onun gözlerinin önünde kendini dünyanın en asil hanımı olarak görmek istedi. Onu göz kamaştırıcı gibi görmesi onun için daha iyiydi. Bu kadar sefil, perişan ve acınası görünmek istemiyordu.
Kontrolsüz bir şekilde ağladı, titredi ve boğazına sıcak bir şey kaçmış gibi nefes nefese kaldı. Buruşmuş yüzü sıcak gözyaşlarıyla ıslanmıştı, kendini bir türlü tutamıyordu. Çarşafları sıkıca kavrayıp dudaklarını kenetlediğinde başının üstünde boş bir ses duydu.
"Sen… o zamandan beri aklımdasın." Max durakladı ve başını kaldırdı. Riftan'ın yüzünde şaşkın bir ifade vardı ve kolları çaresizce sarkıyordu. Sözlerini ona itiraf ediyormuş gibi mırıldandı. "Seni düşünmediğim tek bir an bile olmadı. Bu dünyada var olduğumu bilmediğin zamanlarda bile, benim sahip olduğum tek kişi sendin."
"Ah… ''
Max ne dediğini anlayamıyordu ve dudakları titriyordu. Acı, tuzlu gözyaşları ağzına süzüldü. Kendi perişan görünümü, Riftan'ın ıssız gözlerine yansıdı.
"Seni ne kadar çok arzulasam, perişan olsam o kadar anlamsız hale geldi... yine deduramadım." Riftan'ın dudakları hafifçe seğirdi. ''Birçok kez, birçok kez vazgeçmeyi düşündüm. Kendi kendime düşündüm, artık durmalıyım. Seni düşündükçe kendimi daha da yalnız hissettim. Kiminle olursam olayım yalnızdım. Günlerce sana dair düşüncelerimden kurtulmaya çalıştım. Kendime ulaşamayacağım birini dilemekten vazgeçmemi söyledim. Tekrar tekrar durmaya karar verdim… ama ne zaman aklım başıma gelse, hep senin peşinden koşuyor olurdum.''
Yumruğunu alnına bastırdı ve gözlerini sıkıca kapattı. "Kalbimin benim olduğunu düşünmüyorum. Seni ilk gördüğüm andan itibaren kalbim artık benim değildi. Ve yine de… nasıl bir hiç olabilirsin. Sen nasıl bir hiç olabilirsin… ''
Max Riftan'ın hafifçe titreyen demir duvarlar kadar kalın omuzlarına boş boş baktı. Riftan'ın başı, her zaman koruduğu şeyi düşmana bırakmış bir adam gibi, öyle zayıfca sarkıyordu ki. Güvencesiz figürüne uzaktan bakarak yavaşça uzandı ve adamın başını göğsüne bastırdı. Ne diyeceğini bilemedi. Max adını tekrar tekrar seslendi. Adam nasıl bu kadar kırılgan, bu kadar kalbi kırık, bu kadar kederli olabiliyordu? Max onun önünde paramparça olurken, Riftan da onun önünde parçalandı. Bedeni çaresizce Max'e yaslandı. Işığa karşı gölgeleri bundan daha acınası olamazdı.
Vücutları, parçalanan bir duvardan yıkılan molozlar gibi yatağın üzerine düştü. Max yüzünü onun soğuk omzuna gömdü. Şimdi neden ağladığını bile bilmiyordu, sadece nemli yanağını siyah saçlarına sürterek göğsünde biriken eski ıstırabı dışarı saçtı. Karanlıkta uzandılar ve hareketsizce birbirlerine sarıldılar.
Ç/N: Hangisi daha üzücü bilmiyorum, Maxi'nin buna zaman yaşadıklarını Riftan'a anlatamamasının sebebi olan gurunun ve utancının son damlalarını dökmesi mi, Riftan'ın yıllarca Maxi'nin yalnız olduğunu anlıyor olmasına rağmen aşamadığı -babası tarafından korunaklı olarak büyütüldüğü- duvarının bir yalan olduğunu anlaması ve kendini deli gibi suçlu hissetmesi mii .. Ne diyeyim bilmiyorum.. Her okuduğumda deli gibi etkileniyorum bu bölümden..