18 Kasım 2022 Cuma

 Lucia - 77
İnsanlarla Tanışma (4)

"Bu Deli Köpek."

"Deli Köpek Krotin."

Göz alıcı bir adam içeri girdiğinde, hoş ziyafet salonunun atmosferi huzursuzlukla karıştı. Roy çok çarpık bir ifadeyle içeri girdi, av arayan vahşi bir köpek gibi yavaşça etrafına bakındı. İnsanlar korkunç bir şekilde solgunlaştı ve onunla göz göze gelmekten korkarak arkalarını döndüler.

Roy, Veliaht Prens'in refakatçisiyken yavaş yavaş ün kazandı ve Veliaht Prens'e partilere veya toplantılara eşlik etti. Artık sosyal çevrelerde ünlü olmuştu. Eskort olarak Veliaht Prens'in yanında olduğu için istese de istemese de kanlı güç oyununa kapılmıştı. O çiçekli, asil konuşma tarzına alışık değildi, bu yüzden ilk başta kavga ettiğini bile bilmiyordu. Alaycı konuşsa bile çoğu hiçbir şey söylemeden geri çekilen insanlardı. Bu nedenle, eskortluğun erken evresinde oldukça sessizdi. Sonra yavaş yavaş Roy'u görmezden gelmeye ve onunla alay etmeye başladılar. Savaş alanında isminin sahip olduğu ün sosyal çevrede işe yaramazdı. Taran Dükü ona Baron unvanını vermiş olsa da, o aslında sıradan bir insandı.

Düşük rütbeli, cahil ve saf şövalyeler, asil olmasalar bile insanlara insan muamelesi yapmayan aristokratlar için çok gülünçtü. Ve Veliaht Prens'e muhalif olan soyluların Roy ile sürtüşmeye başladıkları ve eldivenlerini fırlattıkları oldu. (Ç/N: Eldiven fırlatmak düelloya davet etmek anlamına geliyor.) Ve Roy onları mutlu bir şekilde döverek karşılık verdi. Roy'un stresi, yeteneğine uymayan bir eskort işi yapması nedeniyle zirvedeydi. Ancak, kılıcını bir kez kullandığında, stresi tamamen yeniden canlandı. Bunun tadına vardığı için, şimdi onların peşinden ilk giden o olmuştu.

Çoğu, Veliaht Prens'e karşı çıkan güçlerden olduğu için, Veliaht Prens'in hizipleri sessizce Roy'u teşvik ederken, Veliaht Prens öylece durup izledi. Roy'un morali yüksekti ve bazen bir günde birkaç düello yapardı.

İlk başta, hiçbir şey bilmeyenler onun meydan okumasını kabul ettiler ve şövalyeleri yarı ölü bir şekilde dövülene kadar Roy'un bir deli olduğunu fark etmediler. Marki'nin şövalyelerini yendikten sonra şövalyelerin efendilerinin köpeği olduğunu söyledi ve bu söz sosyal çevreyi alt üst etti. Bundan sonra Roy'a Deli Köpek denildi. Zarar görenler öfkeyle dişlerini gıcırdatsalar bile, yasal bir yüzleşme olduğu için hiçbir gerekçeleri yoktu. Ayrıca, Roy'un arkasında Veliaht Prens ve daha da gerisinde Taran Dükü vardı. İnsanlar Deli Köpek'in kuyruğuna basmamak için son derece güvenli oynadılar.

Önceki Kral vefat ettikten sonra, Roy kibirli bir şekilde eskortluk görevinden kaçtı ve sonrasından korktuğu için bir süre kendini sakladı. Dolaşıp canının istediği kadar oynadıktan sonra sıkıldı. Zaman geçtikçe, sıradan Roy, Lordu tarafından azarlanma anındaki korkusunu neredeyse unutmuştu.

Bugün taç giyme törenine giden bir sürü insan vardı, bu yüzden eğlenceli bir şey olup olmadığını merak etti ve etrafta dolaştıktan sonra partiye geldi. Resmi bir olay olduğu için partiye Roy gibi zırh giyerek gelen hiçbir Şövalye yoktu. Onu girişte durdurmaları gerekirdi ama Kraliyet Muhafızları zaten ünlü olan Roy'u durdurmadı.

Roy içeri geçerken, birisiyle omuz omuza çarpıştı. Özür dilemek için başını çevirdi ama orta yaşlı asilzade aniden kendini kaybetti.

"Kör müsün, nesin! Nerede zırh giydiğini sanıyorsun? Eyhh, cık cık cık"

'Hah.'

Roy'un gözleri kısıldı. Birisi onunla kavga etmeyeli uzun zaman olmuştu, bu yüzden canlandırıcıydı. Orta yaşlı soylu adam bir süredir başkentten uzaktaydı ve geri döneli çok olmamıştı, bu yüzden kötü şöhretli Deli Köpek Krotin'i duymamıştı.

"Peki ya sen? Gözün yok mu Neden senden kaçmalıyım? Eğer körsen, o zaman özür dilerim.”

“Ne… ne!! Bu kaba piç-!”

Orta yaşlı adam, etrafındaki insanların küçüldüğünü görmedi. Ona hakaret eden bir şövalye bozuntusu, öfkesinin başının üstüne çıkmasına neden oldu.

"Piç? Az önce bana piç mi dedin? Ağzını çalıştırmayı sevdiğini görüyorum. Kaç tane boynun var? Hm?" (Roy)

“Ne…Ne…Ne- bu çöp gibi piç-! Bu ne cüret! Kim olduğumu biliyor musun! Bundan sonra güvende olacağını mı düşünüyorsun?!"

"Kimsin? Ve n'olmuş?"

Hadi, acele et ve bana meydan oku. Roy, birinin onunla kavga edeceğini umuyordu. Orta yaşlı adam şans eseri radarına yakalandı. Bir suçlu gibi gülümseyip ani bir adım attığında orta yaşlı asil geri çekildi.

"Ah canım." (Rastgele A)

"Cık cık. Tüm insanlar arasından." (Rastgele B)

Halkın dikkati bu kargaşaya çekildi. Deli Köpek Krotin ile karşılaşmak korkunçtu ama talihsizlik kendi başlarına gelmediği sürece, harika bir manzaraydı. İnsanlar Deli Köpek'e dillerini şaklatırken, gizlice onun sorun çıkarmasını istediler. Her şeyi ihtiyatlı olmak olan yüksek sosyetede, Deli Köpek gibi ihtiyatsız bir gösteri sunan kimse yoktu. İnsanlar bugünün günah keçisine sempati duyuyorlardı ama aynı zamanda gösteriyi izlemekten de heyecan duyuyorlardı.

Kwiz insanların bakışlarının üzerine düştüğünü hissetti ve boğazını temizledi. Tahta çıkışının kutlama partisiydi. Olayın bu şekilde ilerlemesine izin verirse, bu Kral'ın itibarına zarar verirdi. Bunu böyle bırakamazdı ama asıl soru, onu durdurursa Roy'un onu dinleyip dinlemeyeceğiydi. Geçmişte, arabuluculuk yapmasını isteyenler şimdi müdahalesinin gülünç görünmesi için duymuyormuş gibi yaptı.

"Öhöm. Dük Taran."

Neden onu durdurmuyorsun? O senin astın. Kwiz, problem çözme işini Hugo'ya verdi ve sessizce ellerini meseleden uzaklaştırdı. Doğrusu, Hugo, Roy'un burada bir karışıklık yaratıp yaratmadığını pek umursamıyordu. İlgisi sadece şu anda orada olmayan karısı üzerindeydi. Gideli çok zaman geçmiş gibi hissetti, bu yüzden peşinden bir hizmetçi gönderdi. Hizmetçiyi az önce göndermişti ama şimdiden hizmetçinin yavaş olduğunu söylemeye başlamıştı. Hugo dilini kısaca tıklattı ve hareket etmeye başladı. Herkesin bakışları hareket eden Taran Dükü'ne döndü.

"Deli Köpek'i gerçekten durdurabilir mi?"

"O onun astı, bu çok açık değil mi?"

"Ama bu Deli Köpek."

Deli Köpek'i tahmin etmek imkansızdı. İnsanların görüşleri bölündü. İnsanlar Dük'ün hemen Roy'u durdurmasını bekledi ama o döndü ve yakındaki bir masaya gitti. Masadan bir bıçak aldı. Salata kesmek için kullanılan kör bir bıçaktı.

Neden bu? Kalabalık kalplerinde sorguladı ve nedense Dük'ü beklentiyle izlediler. Hugo bıçağı birkaç kez hafifçe havaya fırlattı ve tek eliyle yakaladı. Sonra Roy'un sırtına attı.

Her şey bir anda oldu.

“Hak!!” (Nefes kesilme sesi)

"Kyaaaa!"

Etraftan kısa çığlıklar yükseldi.

Roy orta yaşlı asilzadeyle kedinin fareyle oynaması gibi oynuyordu. Orta yaşlı adam, Roy'un boyundan gelen tehdide karşı galip gelemedi ve sırtı direğe değene kadar tereddütle geri çekildi. Kimsenin ona yardım etmeyeceğine inanamıyordu. Roy kolunu direğe dayadı ve orta yaşlı adamı bir alçak gibi tehdit etti. Adamın meydan okumayı düşünemeyecek kadar korkması, Roy'un yanlış hesaplamasıydı.

Hugo bıçağı Roy'un yanağına fırlattı ve bıçak direğe saplandı. Tesadüfen bıçağın düştüğü yer, direğe karşı titreyen orta yaşlı adamın göz hizasının yanıydı. Adamın ağzı köpürdü ve bayıldı.

Orta yaşlı adam bayılmadan hemen önce, Roy yanağının acıdığını hissetti ve elinin kırmızı kana bulanmış olduğunu fark etti.

“Aish! Bunu kim yaptı!"

Roy öfkeyle bağırdı ve başını çevirdi. Ve böylece, dondu. Etraf sessizdi. Herkes donmuştu.

Gözleri buluştu ve Hugo parmağını Roy'a doğru kaldırarak onu çağırdı.

'Öldüm ben.'

Roy güçlükle yutkundu. Gözleri umutsuzlukla buğulanmıştı. Roy, ifadesiz bir oyuncak bebeğinki gibi donmuş bir ifadeyle döndü ve Lord'una doğru yürümeye başladı. Roy'un esnek gövdesi, eklemlerinden ses geliyormuşcasına robot gibi hareket etti. Efendisinden iki adım uzak kalana kadar yürüdü ve olduğu yerde diz çöktü.

İnanılmaz manzara karşısında kalabalığın üzerine bir sessizlik çöktü. Buradaki soyluların çoğu Dük Taran'ın gücünü duymuştu ama aslen buna tanık olmamıştı. Ama Roy'un çılgınlığına epey tanık olmuşlardı. Ayrıca Roy'un düellolarını izleyen birçok kişi vardı. Adamın kişiliği deliydi ama hepsi yeteneğinin üstün olduğunu kabul etti. İnsan kendi gözleriyle gördüklerine güvenmeden edemiyordu.

İnsanlar farkında olmadan Roy Krotin'in yeteneklerinin Taran Dükü'nünkinden daha iyi olduğunu düşünmeye başladılar. Dük onun efendisi olsa bile, çılgın bir at gibi etrafta koşuşturan Roy'un dizginlerini almakta zorlanacağını düşündüler. Ancak bunu tamamen yanlış varsaydıklarını anladılar.

Oradaki insanlar bir an için unutmuştu. Taran Dükü, Savaşın Kara Aslanı olarak adlandırılan şövalyeydi. Savaştaki yeteneğinin büyüklüğü düşman ülkelerde daha da fazla kabul edilmişti. Onun önünde, cesur 'Deli Köpek' korkmuş bir köpek yavrusu gibiydi. Zayıf kalpli kadınlar, Roy'u barbarlıkla suçladıklarını unutarak sempati duymaya başladılar.

"Seni görmediğim zamanlarda korkunç şakalar öğrenmişsin." (Hugo)

Monoton bir sesti.

"Ayağa kalk."

Roy ayağa fırladı. Ruhla dolu yeni bir acemi gibi görünüyordu.

'Dövüleceğim.'

Roy'un bir önsezisi vardı. Roy'un önsezileri asla yanlış değildi, daha da kötüsü kötü önseziler olduklarında. Efendisinin sinirlenmesi çok korkutucuydu. Karındaki bir darbenin etkileri en az bir hafta sürerdi. Sıradan bir insan olsaydı iç organları patlar ve anında ölürlerdi. Kendisi olsa bile bir hafta boyunca düzgün yemek yiyemez ve kanlı dışkısı olurdu. Roy cezasını bekleyerek bakışlarını indirdi ama ceza gelmeyince sessizce başını kaldırdı.

'Oh…'

Efendisinin yanında tanıdık bir yüz vardı. Düşes'ti. Bu arada Roy, 'Pembe bir elbisenin üzerindeki mavi şalda bir tuhaflık var' diye düşünüyordu.

Lucia toplanan kalabalığı yararak Hugo'nun yanına gitti. Roy'u yaramazlığının zirvesinde görmemişti ve kalabalığın garip atmosferini fark etmedi. Gideceği yer ve gözlerindeki tek kişi oydu(Hugo), bu yüzden etrafa bakacak zamanı yoktu.

Hugo'nun gözlerine baktığında, o nahoş insanlarla karşılaşmaktan arta kalan dikenli his eriyip yok oldu. Mutlu olduğu için ağzından bir kahkaha kaçtı. Hugo hemen kolunu uzattı ve Lucia'nın beline sıkıca sardı.

Daha sonra Lucia, Roy'un orada durduğunu fark etti.

"Sör Krotin. Uzun zaman oldu."

Lucia, Roy'un ona biraz ruhsuz bir bakışla baktığını hissetti, bu yüzden dikkatlice konuştu.

"Umm...parti eğlenceli, değil mi?"

Yapmacık bir selamlamaydı.

'Kık'. Biri kahkahayı patlattı. Suçlu Kral'dı. Kwiz kahkahayı bastı ve kahkahalara boğuldu. İnsanlar kahkahalarla kükreyen Kral'a baktılar ve birer birer gülmeye başladılar. Çok geçmeden parti mekanı yüksek sesli kahkahalarla doldu. Lucia'nın kafası karışmıştı; neden güldüklerini bilmiyordu.

'Ben onu selamlarken neden gülüyorlar? Bir hata mı yaptım?'

Hugo kolunu onun omzuna doladı ve telaşlı vücudunu göğsüne çekti. Komik duran Roy'a kaşlarını çattı ve ona işaret gönderen bir bakış attı: Derhal geri dön ve uslu dur.

Roy söylenmeyen emri anladı ve çabucak kendini ortamdan uzaklaştırıp kayboldu. Efendisinin doğasını bildiğinden, önceden yaşanmış bir olaydan dolayı onu cezalandırmak için daha sonra geri aramazdı.

'Bu borcu unutmayacağım leydim.'

Roy, Lucia'yı göklere çıkardı. O onun hayat kurtarıcısıydı. Roy sevinç içinde parti alanından hızla çıkarken birdenbire durdu. Az önce yanından geçen kadına bakmak için döndü. Kadın, çok az insanın bulunduğu parti salonunun girişinde tek başına duruyordu. Yüzü tanıdıktı ama onu daha önce nerede gördüğünü tam olarak hatırlayamıyordu.

'Kötü bir koku yayıyor.'

Kadınların etrafında, partinin neşeli atmosferine tezat oluşturan kasvetli bir aura vardı ve bakışları bir yere sabitlenmişti. Baktığı yerde birçok insan toplanmıştı, bu yüzden tam olarak kime baktığını söylemek imkansızdı. Her şeyden önce, dük çift bu insanlar arasındaydı. Nedense Roy'un içinde kötü bir his vardı. Kadına çok yakından baktıktan sonra arkasını döndü.

Bayılan orta yaşlı adam, hizmetçiler tarafından bir yere götürüldü. Kimse zavallı orta yaşlı adama dikkat etmedi. İnsanlar Taran Dükü'nün fırlattığı bıçağın gömülü olduğu sütunun etrafında toplandı ve kendi aralarında fısıldaştı. Taş sütunun derinliklerine gömülü bıçağı sadece sapı kalmış halde gören insanlar korku ve huşu içinde baktılar. Biri "cömertçe" bıçağı çıkarmaya çalıştı ama bıçak yerinden kıpırdamadı.

Daha sonra, çağrılan inşaat uzmanı, bıçağa dikkatsizce dokunulması durumunda sütunların çökebileceğini tavsiye etti. Sonunda, bıçak yerinden çıkarılmadan yalnız kaldı. Hatta gelecekte yabancı elçilerin en az bir kez ziyaret ettiği bir uzmanlık alanı haline geldi.

* * *

Öğleden sonra geçip akşama yaklaşırken, ziyafet salonundakiler çoğaldı. Gün tamamen karardığında, kalabalık hazırlanmakta olan Dış Saray'a hareket edecek ve balo başlayacaktı.

Yarım gün boyunca insanlarla selamlaştıktan, konuştuktan ve gülümsedikten sonra Lucia, yüz kaslarının spazm içinde olduğunu hissetti. Kimi selamladığını bile hatırlamıyordu. Sürekli ayakta durduğu için bacakları ağrıyordu ve yumuşak bir kanepeye çöküp bacaklarını ovmak istedi.

Lucia'nın bugünkü sosyal çıkışı başarılı oldu. İnsanlar adeta Lucia'yı selamlamak için sıraya giriyorlardı. Bugünün kahramanı olması gereken Kral ve Kraliçe, Dükal Taran çiftine odaklanan ilgiye ancak tahammül edebildi.

"Yorgun musun?"

Lucia her zamanki gibi "İyiyim" cevabını vermek üzereydi ama cevabını "Biraz yorgunum" olarak değiştirdi. Ona zor olduğundan şikayet etmek istedi.

"Geri dönelim mi?"

Ağzından diline yapışmış olan 'İyiyim' yerine 'Yorgunum' sözleri çıkıyorsa gerçekten zor zamanlar geçiriyor olmalı. Hugo onu omuzlarından tuttu ve göğsüne çekti. Ona yaslanmak, Lucia'nın bacaklarındaki ağırlığı biraz azaltmasına yardımcı olacaktı. Kesinlikle çok yorgundu. Genelde toplum içinde fiziksel temastan rahatsız oluyordu ama şimdi itaatkar bir şekilde onun kollarına yaslandı.

"Ama balo daha başlamadı bile..."

"Sorun değil, zaten bu kadar uzun süre ziyafet salonunda kaldın. Her iki etkinliğe de herkesin katılması zor. Her halükarda, baloya sadece yüzümü göstermeyi ve sonra gitmeyi planlamıştım. Yarınımız da var.”

"Gerçekten eve gidebilir miyiz?"

Hugo gülümsedi. 'Ev' kelimesi kalbini ısıttı.

"Evet."

Kendi dünyalarında olan dük çifti, çevrelerinde gezinirken insanlar onlara yakınlaşamadı.

“…Bu çok nadir görülen bir manzara değil, değil mi?”

Kwiz bunu ne kadar görmüş olursa olsun, yine de büyüleyiciydi. Tüm insanlar içinden bu kişi Taran Düküydü! Halkın içinde sevgisini çekinmeden ifade eden! Bu bir alâmet mi?

Beth, kocasının mırıldanmasını dinlerken güldü.

"Kraliçem, zaten biliyordun, neden bana bir ipucu vermedin?"

"Çünkü ilginç olacağını düşündüm. Bu küçük şey, Majesteleri için bir oyalama işlevi görebilir, değil mi?"

Kwiz, gülümsemeyle dolu olan Beth'e baktı ve hafifçe içini çekti. Karısı, üç oğlunu yetiştirirken giderek daha sert ve kayıtsız hale geliyordu. Bu günlerde arka sarayı ziyaret ettiğinde Kraliçe tarafından gizlice izlendi. Ayrıca, annelerine yanlış yaparsa, dönüp üzerine atlayacak olan üç oğlu vardı. Yaşlılığında zorbalığa uğramak istemiyorsa bundan sonra puanını yükseltmesi gerekiyordu. (Ç/N: Arka saray diye bahsettiği yer cariyelerin bulunduğu saray)

"Kraliçem ne düşünüyor? Taran Gong gerçek mi, yoksa bir oyun mu oynuyor?"

"Bu önemli mi?"

Kraliçe haklıydı. Önemli değildi. Taran Dükü'nün resmi bir etkinlikte eşine olan sevgisini dile getirmesi, herkese sessiz bir uyarıydı: Bu kadının arkasındayım, saçma bir şey denemeyin. Elbette Taran'ın Dükalık Hanesi'nin Leydisi olarak kimsenin görmezden gelemeyeceği bir konumdaydı. Ancak Dük kendini onun güçlü kalkanı olarak ilan ettiğinde durum farklı bir seviyedeydi.

"Düşes oldukça meşgul olacak."

"Kesinlikle öyle görünüyor." 

Buraya gelen herkes Taran Dükü'ne saldırmanın kestirme yolunun Düşes olduğunu biliyordu. Pek çok insan zaten yanan gözlerle Düşes'e bakıyordu.

"Ama Katherine yüzünü bile göstermiyor da ne yapıyor?"

"Bu tür olaylardan nefret ediyor. bilmiyor musun? Akşam balosuna geleceğinden eminim."

Kwiz, ne zaman olgunlaşacağı konusunda onu her zaman endişelendiren kız kardeşini hatırladığında dilini şaklattı. İkisi de onun kız kardeşiydi ama neden bu kadar farklılardı? Anneleri farklı olduğu için mi? Daha önce sahip olduğu bir düşünceydi ama işte buradaydı, tekrar yaşıyordu. Kız kardeşine uygun bir damat bulması gerekiyordu ama sorun şu ki uygun kimse yoktu.


Ç/N: Sizi bilmiyorum ama ben Roy'u çok seviyorum ahahaha Ayrıca Hugo'nun fırlattığı bıçağın akıbeti de görülmeye değer 😂

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

17 Kasım 2022 Perşembe

 Lucia -76
İnsanlarla Tanışma (3)

Alkolün etkileri hızla azaldı. Lucia dinlenme odasından çıktı. Koridorda yürürken, bir hizmetçi acele adımlarla ona yaklaştı ve başını eğdi.

"Majesteleri Dük bu hizmetçiyi Düşes'in yokluğunun uzun süreceği endişesiyle gönderdi."

Dinlenmek için ayrılalı sadece 30 dakika olmuştu. Lucia utandı çünkü etrafındaki insanların onun bekleyemediği ve onun için bir hizmetçi gönderdiği hareketlerini olağandışı göreceklerini düşündü.

"Git ve ona yolda olduğumu söyle."

Hizmetçi eğildi ve hızla geldiği yoldan geri döndü.

"Efendimiz her zaman leydi için bakınıyor."

Onu takip eden hizmetçi ekledi.

"Benimle dalga mı geçiyorsun?"

"Hayır, Leydim. cesaret edemem. Öyle diyorum çünkü iyi görünüyor. Daha sonra evlenirsem, Efendi ve Leydi gibi yaşamak istiyorum.”

Lucia, hizmetçinin gıptayla karışık dalkavukluklarını duymaya aldırmadı. Başkalarının gözünde o kadar iyi görünüp görünmediklerini merak etti ve biraz mutlu oldu. Bugünlerde onunla olan ilişkisi kesinlikle iyiydi.

Yüzünü görmek için kuzeyde oldukları zamana göre daha az zamanı olmasına rağmen, daha da yakınlaşmışlardı. Kuzeyde olduklarından tam olarak neyin farklı olduğunu düşünmeye çalıştı ama gösterebileceği belirli bir şey yoktu. Ama garip bir şekilde, söylediği her şey kulağa çok tatlı geliyordu.

Lucia neşe içinde yürüyordu ama biraz uzakta sohbet eden bir grup adam görür görmez adımlarını durdurdu.
Onu takip eden hizmetçi, "Leydim?" diye seslendi.

Lucia, elindeki şalı bir kalkanmış gibi sıktı. Nefesini düzene soktu ve tekrar yürümeye başladı. Yüzü doğrulayacak kadar yaklaştığında nefesini içine çekti. Sadece geçebileceğini umuyordu.

Birkaç adım sonra adamlardan biri Lucia'yı keşfetti ve gözleri açgözlülükle parladı. Lucia'nın tüm vücudunda tüyler diken diken oldu.

"Ooo. Düşes sizsiniz değil mi? Böyle güzel bir şahsiyeti selamlama fırsatı bulduğum için çok mutluyum.”

Lucia, adamın aşırı dramatik selamını görmezden gelemezdi. Düşesin ilk resmi sosyal çıkışında kaba davranması sadece dedikodunun hedefi haline gelirdi. Durup mide bulandırıcı adamın yüzüne bakmak zorunda kaldı. İfadesinin bozulmaması için bakışlarını kontrol etmeye odaklandı.

Adam Lucia'dan biraz daha uzundu. Hamile bir kadınınki gibi karnı olan tombul bir figürü vardı ve yağlı yüzü yoğun bir şekilde açgözlülükle kaplıydı. Sırıtan ağzı hizmetkarlıkla doluydu. Kurnaz gözleri, şu ya da bu şekilde gücü elinde bulunduran birini silip süpürme kaygısını gösteriyordu. Lucia'nın rüyasındaki kocasıydı, rüyasında bile görmek istemediği adam. Kont Matin.

“Ben Matin ailesinin başıyım ve Kont unvanı Horio Matin'in halefiyim. Ne yazık ki. Sizi daha önce uzaktan gördüm ama şimdi daha yakınım, güzelliğiniz daha da parlıyor. Taran Dükü Majestelerine büyük saygı duyuyorum. Taran'ın Büyük Dükü'ne selamlarımı iletebilmek benim için büyük bir onur."

Kont Matin dilini salladı ve kötü bir tüccar gibi avuçlarını ovuşturdu.

Lucia şu anki duygularını tanımlayabilirdi. iğrenme. Ve korku. Kont Matin rüyasında bir umutsuzluk duvarıydı. Evlilik hayatı karanlıktı. Yine de Lucia'nın dayanabilmesinin nedeni, ironik bir şekilde hiçbir şey bilmeden evlenmiş olmasıydı. Normal bir evliliğin nasıl olduğunu biraz bile bilmiş olsaydı, bu kadar boyun eğmiş ve merak içinde yaşamazdı. Rüyasının anısı bir kabussa, evliliği artık kırmak istemediği bir yanılsamaydı.

Bu yüzden Kont Matin ile karşılaştığında, illüzyonları kırılmış gibi sırtı dehşet içinde patladı. Lucia nadiren başkalarına karşı karanlık duygular beslerdi. Biraz üzücü ya da rahatsız edici şeylerden sıyrılan bir tipti. Ancak, Kont Matin söz konusu olduğunda ondan çok nefret ediyordu. Bu yüzden pelin otu yedi, kısırlığına sebep oldu ve kendini kocasına evlenme teklif ederken buldu. Tüm bunlar, Kont Matin'in üzerine düşürdüğü gölgeden kurtulma mücadelesiydi.

'Bu adam... o her zaman bu kadar küçük müydü?'

Lucia, Matin Kontu ile her an yüzleşmeye hazırdı. Düşes olmasına rağmen kalbinin derinliklerinde hafif bir korku vardı. Ancak gerçekte karşılaştığı Kont Matin çok köhneydi. Yapısı şövalyeleri geride bırakan kocasına kıyasla o bir cüceydi.

Kocasının(Hugo) geniş göğsünü ve sıkı kucaklamasını hatırlayınca endişesi kayboldu. Kocası bu adama bir tekme atsaydı, çok uzaklara uçardı. Her nasılsa, önündeki adam çok acınası görünüyordu ve Lucia'nın korkusu yavaş yavaş kayboldu.

"Düşes. Majesteleri Dük'e selamlarımı iletmem için bana bir şans verir misiniz? Yanında çok seçkin insanlar var, benim gibi değersiz biri onun gözüne giremez ama ben Majesteleri Dük'ün elleri ve ayakları olmaya hazırım. Bana bir şans verirseniz, bu lütfu asla unutmayacağım.”

Çoğu zaman Lucia, Kont Matin'in güç konusundaki anormal saplantısını anlayamadı. Matin ailesinin kendine ait bir bölgesi vardı, aile tarihi derinlere iniyordu, yaşamak ve mevcut koşullarından memnun olmak için yeterliydi.

'O hala aynı. Gerçekten de insanlar kolay değişmez.' (Lucia)

Matin Kontu sanki ayakları yanıyormuş gibi bir ileri bir geri dolaşmıştı ama o hem Veliaht Prens'in hem de karşı tarafın gerçekten istemediği boş bir tahıldı. Aslında iki taraf için de bir fark yaratmayan biriydi. İster gücü, ister zenginliği, ister kendi yeteneği olsun, bunların pek bir önemi yoktu.

Kont Matin kabul etmek istemiyordu ama nüktedanlığının sınırına gelmişti. Vücudunu sudan ne kadar dışarı atarsa ​​atsın istediği diğer gölete ulaşamadı.

"Bu bizim ilk görüşmemiz ama kabalık ediyorsunuz. Majesteleri Dük ile bir işiniz varsa, doğrudan onunla konuşun."

Lucia yüzünde ciddi bir ifadeyle konuştu. Düşes olsa bile, ilk karşılaşmalarında yaşlı bir soylu Kont'a karşı çıkan tonu kabaydı. Lucia, adamın bir daha onunla konuşmasını istemiyordu. Gölgesini görmekten bile nefret ediyordu.

Bu kişiyle olan korkunç kaderi artık gerçekte yoktu. Bu yüzden kasıtlı olarak kaba bir şekilde konuştu.

Lucia, Kont Matin'in koyu renk gözlerinde utanç ve kızgınlık parıltısı görebiliyordu. Lucia rüyasında Kont'un gözleri her böyle olduğunda korkudan titriyordu. Onun içinin büküldüğü ve gaddarlığının ortaya çıktığı zamanlardı.

Lucia belini düzeltti. Kibirli görünmeyi umdu ve yanından geçti. Kalbi biraz gergindi ama sanki göğsüne bastıran bir şey kaldırılmış gibi son derece mutlu hissediyordu.

Lucia güleceğini hissettiği için dudaklarını ısırdı. Artık rüyasındaki kabustan tamamen kurtulduğunu anladı.

'Onu sebepsiz yere tokatlasam bile bana bir şey yapamaz.'

Lucia'nın arkasında Taran Dükü vardı. Onu hayattaki tüm fırtınalardan koruyacakmış gibi tutan güvenilir bir koca. Yenilmez olmayabilir, ancak bu tür çöplerden kurtulmak için yeterli güce sahipti. Rüyasında olduğu kişi, o adamdan korkarak titreyen kişi artık yoktu.

Lucia birden Hugo'yu görmek istedi ve adımlarını hızlandırdı. Bunu ona açıklayamasa da sevincini onunla paylaşmak istiyordu.

'O adam sonunda rüyadaki gibi sefil bir şekilde ölecek.'

Lucia'nın adımları yavaşladı.

‘…Ölmeyebilir. Gelecek değişiyor.'

Evliliklerinin beşinci yılında olduğu zamanlardı. Kral, kendisine karşı çıkanları sessizce izliyordu ve sonunda kılıcını çekti. Daha sonrası 'Kanlı 100 Gün' olarak bilinen çilenin başlangıcıydı.

İlk başta, Kont Matin kralın tarafındaki partiye katılmak için elinden geleni yaptı, ancak saflara katılamayınca, ayaklarını karşı tarafa daldırdı. Korkak Kont Matin'in gerçekten isyan etmeyi planlamasına imkan yoktu. Ne cesareti vardı ne de yeteneği. Niyeti, iktidardakilere öyle ya da böyle kendini sevdirmekti.

Muhalif güçler de Kont Matin'in bariz niyetinin farkındaydı. İlişkileri birbirlerini kullandıkları bir ilişkiydi. Böyle bir ilişkide, zayıf tarafın yenilmekten başka seçeneği yoktu.

Kont Matin, sanki aktif olarak katılmış ve geri çekilememiş gibi kendini kaptırdı. Kont Matin'in asılsız suçlamalarını kimse bilmiyordu. Kralın bakış açısından, birlikte yok edilseler bile kaçırılmayacak tortulardı. Ve Kont'un desteklediğine inandığı iktidardakilerin hepsi boyunlarını kaybetmişti.

Derin geçmişi olan Matin ailesi bir gecede yok edildi. Kont askerler tarafından yakalandı ve uygun bir yargılama yapılmadan başı kesildi. Hane halkının tümü götürüldü ve kısa bir süre sonra başları kesilmeye mahkum edildi. Uzun bir süre sonra, Kont'un Akademi'deki en küçük oğlu Bruno'nun yangından kaçmak için başka bir ülkeye kaçtığı duyuldu.

Lucia rüyadaki anılarını hatırlayınca vücudu titredi. Askerlerin geldiği gecenin anısı başlı başına korkuydu. O sırada 'Kanlı 100 Gün'e öncülük edenin Taran Dükü olduğunu duymuştu.

'O gece yakalansaydım, belki de onun elinde ölebilirdim.'

Lucia, Matin Kontu'nun konutuna yapılan saldırının olduğu gece askerlere Taran Dükü'nün önderlik edip etmediğini bilmiyordu. Sonuçta onu şahsen görmedi. O gece onun için baskıyı ve kurtuluşu simgelemişti. Korku dolu bir geceydi ama Lucia özgürlüğüne kavuşmuştu. Matin Kontesi Vivian'ı terk ederek Lucia olmaya geri dönebildi. Gökler ona yardım etmişti. Bu olay olmasaydı, Lucia tüm hayatını rüyada geçirecek ve Matin Kontesi olarak ölümüne kadar acı çekecekti.

'Unut gitsin. O adam ölse de ölmese de benimle bir ilgisi yok.'

Kendine o çöpü sürekli hatırlatmasına gerek yoktu. Buna değmezdi.

‘…Yine de ölse iyi olurdu. Çok sefil bir şekilde.'

Lucia, masum Kontes ve diğer hane halkının çatışmaya bulaşmasını ve ölmesini istemese de, karanlık zihni Kont'un ölümünün rüyada gördüğü gibi olmasını umuyordu.

"Düşes."

Lucia parlak bir gülümsemeyle yolunu kapatan adamı görür görmez sinirinin arttığını hissetti. Bu üst üste üçüncü istenmeyen yüzdü, önce Falcon Kontesi, sonra Matin Kontu ve şimdi de bu. Bu yüzden birçok insanla yapılan partilerden nefret ederdi. Beklenmedik şeyler olmaya devam etti ve görmek istemediği insanları görmeye devam etti.

"Beni hatırlıyor musunuz? Geçen gün sizi selamladım. Ben Dük Ramis'ten Kont David Ramis."

Lucia sadece sert bir ifadeyle başını salladı. David'in gözleri onun rahatsız edici ifadesini görmedi. Ona göre, Lucia'nın ışıltısı gözlerini kamaştırırken, ona utangaç bir baş selamı veriyor gibiydi.

"Mütevazı bir ölçüyle, Düşes'in güzelliğini basit bir şiire koydum. Lütfen bir göz atarsanız sevinirim."

Gül bahçesinde karşılaştıkları günden beri, David her zaman yanında bir aşk mektubu taşımıştı. O günün fantastik ilk karşılaşmasından sonra, Lucia'yı düşündüğünde David'in gözleri her zaman parıldıyordu. O gün güzel sesinden duyamadığı adını öğrenmişti.

Vivian. Ne kadar asil ve güzel bir isim.

Onun için doğmuş bir isimdi. Evli olsaydı ne söylenebilirdi? Bir erkek ve bir kadın aynı gönülleri paylaşsalardı, bu tür sıradan koşullar onları engelleyemezdi. Şu anda, çok fazla açgözlü değildi. Düşesle mektuplaşırken sadece birbirlerini biraz tanımak istiyordu.

Lucia zarfa baktı. Birinin evli olup olmadığına bakılmaksızın, aşk mektupları alışverişi basit bir olay olarak görülüyordu. Birkaç kural vardı. Bir erkeğin bir kadına vermesi sorun değildi, ama tam tersi durum ağızların açılmasına neden olurdu. Bir erkekten aşk mektubu alırken, bir kadın bunu şahsen almamalı, hizmetçi veya yanındaki kişi onun adına kabul etmek zorundaydı.

Hizmetçi, "Kabul etmeli miyim?" diye sorar gibi Lucia'ya baktı. Lucia karşılık olarak başını salladı.

"Sör Ramis. Lütfen kalbini geri al çünkü kabul edemem. Ben zaten kocamla birlikte yaşlanmaya yemin ettim.''

David hazırlıksız yakalandı. Aşk mektupları soylu bir kadının dış çekiciliğinin bir ölçüsünü temsil ettiğinden, çok az reddedilme vakası vardı. Soylular için, birinin karısı veya sevgilisi böyle bir şey aldığı için gücenmek onur verici değildi. Aksine, bununla gurur duymak tipikti.

"Düşes. Her ihtimale karşı… Yanlış anlarsınız diye söylüyorum ama sadece birkaç mısra yazdım. Madam olarak erdeminize zarar vermez.”

"Bana gelenekleri öğretmenize gerek yok. Almamam günah değil, değil mi?”

“…Şey, bu…”

“Kocam bir parçası olmadığı sürece özel bir konuşma yapmak istemiyorum.”

Lucia kötü bir ruh halinde olduğu için açık açık konuştu. Ne yazık ki David için zamanlaması kötüydü. David'in bakışları Lucia'ya veda ederken onu takip etti ve yanından geçti. Yüzü aşağılanmadan kızarmıştı ve yumruklarını sıktı, elindeki zarfı ezdi. Onu her zaman takip eden takipçileri birkaç adım öteden izlediler ve mahcup bir ifadeyle bakışlarını beceriksizce çevirdiler.

İnsan ilişkilerinin karmaşık olduğu aristokratik toplumda, her zaman söz ve davranışlarına dikkat edilmeli ve düşman yaratmamaya çalışılmalıdır. Yüzleşmeyi çok ciddiye alan aristokrat toplumda, birinin diğerini bu kadar açık bir şekilde reddetmesi, Lucia'nın yaptığı gibi aşağılayıcı olduğu ölçüde nadir görülen bir şeydi. Gerçekten de aşağılayıcıydı.

'Böyle bir kadın neden Taran Dükü ile evlendi?'

David'in midesi kıskançlıktan burkuldu. Kalbinin kocasına olan sadakatini korumak istemesi bile onu her zamankinden daha asil gösteriyordu.

David partiye geç gelmişti. Dükal Taran çifti çoktan gelmişti ve diğer insanlarla ayrı ayrı konuşuyorlardı. David Düşesi görür görmez çırpınan kalbini kontrol edemedi. Düşes, onu gül bahçesinde son gördüğünden daha güzeldi. O zamanlar bir peri gibiyse, bu sefer bir tanrıça gibiydi.

Düşesin soylu kadınlarla çevrili olduğu yere yaklaşamazdı. Kız kardeşi Düşes'in yanında duruyordu ve onu biraz uzakta bulmuştu. Ona açık bir bakış attı ve başını salladı. David, kız kardeşinin uyarısını görmezden gelemezdi.

Ne olursa olsun, Taran Dükü'ne bir kahraman gibi davranan insan kalabalığına katılmak istemiyordu. Başka seçeneği olmadığı için, takipçileriyle birlikte parti mekanının çevresinde amaçsızca gezindi. Ancak takipçilerinin çok uzun süre sıkıldığına dair işaretleri görmezden gelemezdi. İsteksizce parti mekanına girdi ve ardından Düşesi keşfetti. Dünyanın tepesindeymiş gibi mutlu hissediyordu.

Ama şimdi kendini her şeyini kaybetmiş harap bir ülkenin kralı gibi hissediyordu. David hem aşağılanma hem de üzüntü hissetti ve başı öne eğik bir şekilde durdu. Bu onun ilk kalp kırıklığıydı.

'İnsan bir şeye ne denli sahip olamıyorsa, onun için o kadar endişelenir. Sör Ramis.'

Anita uzaktan izledi ve soğuk bir şekilde gülümsedi. Aklına iyi bir fikir geldi.

'Düşesi çevreleyen bir skandal...'

Bir kişinin pozisyonu ne kadar ulaşılmazsa, eğer işin içindeyse bir söylenti o kadar kontrolsüz olabilir. Orman yangını gibi yayılan söylentilerin daha büyük süslemeleri vardı.

Taran ailesinin Madam'ı sosyal çevreyi sarsan bir skandalın merkezinde olsaydı Taran Dükü nasıl tepki verirdi? Kadınları gerektiği gibi alıp terk eden Dük, karısını terk edecekti.

'Önceki kralın birçok prensesinden biri Düşes oldu ve sonra boşanmış eski Düşes oldu.'

Anita bunu çok beğendi. Sosyal çevrede 10 yıl konuşulabilecek bir skandaldı. Anita, David'e baktı ve anlamlı bir şekilde gülümsedi. Ne olursa olsun, Ramis Dükü'nün varisinden yararlanma şansı olacaktı.

Ç/N: Hoşt be hoştt tek tek gelin. Gerçi öyle geldiniz zaten ama hepinizi peşpeşe 2 bölümde beklemiyorduk asdfghjkl Çeviriye elimin gitmemesine hak verin aa dostlar 

Önceki Bölüm                                                                                           Sonraki Bölüm

 Lucia - 75 
İnsanlarla Tanışma (2)

Taran Dükü merkez olduğunda, etrafındaki insanların yarıçapı farklı bir dünyadaymış gibi garip bir şekilde sessizleşti. Sadece bu duruma neden olan Dük tamamen sakindi. Boş bardağını yoldan geçen bir hizmetçinin tepsisine koyup yeni bir bardak alırken yaptığı hareket bile çok doğaldı. Normalde yüzsüz bir insandı. Utangaçlığın ya da utanmanın anlamını bilmiyordu. Bir insanın bakışlarını ve düşüncelerini önemsediği tek zaman karısı mevzubahis olduğu zamandı.

“…Düşesle ilişkiniz iyi görünüyor.”

Sessizliği Kwiz bozdu. Kendini tutamadı ve ağzını açtı. İlk başta ilgi çekiciydi ama sadece izlediği için, kutlama partisinde romantizmlerini sergilediler. Gözlerini tahriş etti.

"Yeni evliler, değil mi?" (Kwiz)

Herkes başını salladı, sonra bir uyumsuzluk duygusu hissettiler. Dük çifti evleneli bir buçuk yıl olmamış mıydı? Onlara güvenle yeni evliler demek için belirsiz bir dönemdi.

Kwiz daha sonra hepsinin aklındaki soruyu sordu.

“Yeni evli olma süresi ne kadardır?”

"Bebek doğana kadar."

Ohoo, çok doğru. Başlarını sallayanlar burada önemli olanın 'yeni evlilik dönemi' tanımı olmadığını bir tık geç fark ettiler. Sorun şu ki, dün evlenmiş bile olsaydı, az önce tanık oldukları eylemi yapan Taran Dükü'ydü.

Sevgi dolu fısıltı alışverişinde bulunmaya başladıkları andan itibaren insanların bakışları dük çifte çevrilmişti. Tartışanlar bile sustu ve gözlerini onlara dikti. İkisi her ne hakkında konuşuyorlarsa mutluydular ve onları kimin izlediği umurlarında değil gibiydi.

Dük'ün karısına bakarken gözlerindeki sıcaklık şaşırtıcıydı ve sevecen sevgi dolu ifadesi çeneyi gevşetiyordu.

“…Dük, aşık olmuş gibisin.” (Kwiz)

Majestelerinden beklendiği gibi. Herkes içten içe, kendi söyleyemediklerini cesurca ve açıkça söyleyen Kwiz'i alkışladı.

Hugo ifadesizce Kwiz'e baktı. Kralın belagatına kanmaya ve söylentiler için bir ipucu sağlamaya hiç niyeti yoktu.

"Majestelerinin bu kelimeyi bildiğini bilmiyordum."

Taran Dükü konuyu değiştirdiğinde çevredekiler üzgün görünüyordu. Özellikle kadınlar. Üzücüydü çünkü üç gün üç gece dedikodu yapılabilecek bir konu yapabileceklerdi. Bazen asılsız söylentiler olsa da, duman olmayan yerden yayılan söylentiler yoktu. Söylentinin bile elle tutulur olması için en az bir inanılırlık sözü olması gerekiyordu. Sosyal çevreye yayılan tüm söylentiler bu şekilde yapıldı.

"Hm? Dük bu Kralı nasıl görüyor? Bu kralınız tam bir romantiktir.” (Kwiz)

Birçok kişi neşeli bir kahkaha patlattı.

Hugo güldü. Taht, pek çok kişinin kanına ve canına basılarak kazanılan bir makamdı. O koltuk sahibinin böyle bir şey söylemesi çok gülünçtü. Kwiz, konumunu korumak için kardeşlerini öldürdü. Yarı-kan kardeşleri olsalar bile kendi kanından olanı kesmekten çekinmedi. Bu kararlılık, Hugo'nun Kwiz'i desteklemeyi seçmesinde rol oynadı.

"Bundan bahsetmişken, Dük. Bize iç hikayeden biraz bahsetmeyi düşünün. Dük'ün aşk hikayesiyle ilgilenen tek kişi ben değilim."

Kralın itibarını düşürebilecek bir sözdü ama bu Kwiz'in tuhaf çekiciliğiydi. Orta derecede otoriteyi bir kenara atıp şaka yaptığında bile saygınlığını kaybetmedi. Kenarı aşmadan bir ip üzerinde yürümekte iyiydi. Muhtemelen bu yüzden Kwiz'i destekleyen birçok genç soylu vardı.

"Hayır teşekkürler. Bir laf bin lafa dönüşür sonra.” (Hugo)

"Dük söylentileri umursamıyor, değil mi?"

Hugo'nun kafasında karısının ona koca memeli güzellikleri sevip sevmediğini sorduğu anısı canlandı. Tüm bu süre boyunca, karısı hakkında kötü bir söylenti çıkarsa ya da karısı onun hakkında saçma bir söylenti duyup yanlış anlarsa diye özenle söylentiler toplamıştı. Ama öyle görünüyor ki, bu yeterli değildi. Saçma sapan söylentileri umursamıyordu ama daha agresif bir şekilde söylentilerin önünü kesme ihtiyacı hissetti.

* * *

Lucia dinlenme odasına kaçtı. Parti başlayalı çok olmamıştı, bu yüzden geniş dinlenme odasında fazla insan yoktu.

"Bana bir bardak su getir."

Lucia, yanında görevli hizmetçiyi bir iş için gönderdi ve nefesini toplamak için zaman ayırdı. Yanan yüzünü elleriyle kapattı.

'Şişkinlik azalıncaya kadar dinlenmem gerekiyor.'

O kadar sarhoş değildi ama farkında olmadan ruh hali heyecanlanmıştı. Ve böyleyken bir hata yapabilirdi. Ama çok geçmeden Lucia'nın ifadesi karardı. Zaten büyük bir hata yapmadı mı? Onun yaramazlığını kışkırtmak başlı başına bir hataydı.

'İnsanların bakışlarını umursamadığını bilsem bile...'

Ona bir sebep vermemeliydi. Ne derse desin değişmedi, o yüzden dikkatli olmalıydı.

Lucia hizmetçinin getirdiği suyu içti ve şalını çıkardığında omuzlarına ve sırtına serin hava çarptı.

'Söyleme bana... sırtım yüzünden mi?'

Lucia şalla oynadı ve düşüncelere daldı. Neden aniden ona bir şal verdiğini ve onu çıkarmasını istemediğini merak ediyordu ama şimdi cevabı bildiğini hissetti ve gülmeden edemedi.

'Her zaman böyle muhafazakar bir adam mıydı?'

Karısının ya da sevgilisinin teşhir edilmesinden hoşlanmayan erkeklerin olduğunu duymuştu ama onun (Hugo) onlardan biri olduğunu bilmiyordu. Bir şal alma zahmetine girdiğini görünce, bundan gerçekten hoşlanmamış gibi görünüyordu. Görünüşe bakılırsa, Antoine suçlanacaktı.

'Oh iyi. Madem iş bu noktaya geldi, bu şansı Antoine ile bir anlaşma yapmak için kullanacağım.'

Antoine, ilk ziyaretinden sonra muazzam bir bedelle bir makbuz göndermişti, ancak bu taç giyme elbisesinin ücreti oldukça ucuzdu. Lucia, zafer partisi sırasında bir elbise satın almıştı, bu yüzden fiyatın mevcut fiyattan birkaç kat daha yüksek olması gerektiğini biliyordu. Nereden bakarsan bak, garipti.

Lucia, onun için bir topluma çıkış elbisesi kesinlikle gerekli olduğu için sessiz kaldı ama er ya da geç neler olduğunu öğrenmeyi planladı.

"Düşes. Dinlenmenizi böldüğüm için üzgünüm. Sizi bir dakika rahatsız edebilir miyim?”

Mola odası, nezaket kuralları tarafından kısıtlanmayan bir alandı. Kraliçe içeri girse bile, istirahat eden kadınların ayağa kalkıp selam vermelerine gerek yoktu. Amaç sessizce dinlenmeye izin vermekti, bu nedenle bir tartışma yapacak olsa bile yüksek sesle konuşmak kabalıktı.

Lucia yorgun değildi, bu yüzden rahatsız dinlenme onu gerçekten rahatsız etmedi. Onu karşılayan kadına baktı.

"Oturun, Leydi Alvin."

"Ah, beni hatırladınız. Memnun oldum."

Bugün Alvin Kontu, eşi Sofia yerine eşi olarak evlenmemiş küçük kız kardeşini getirdi. O günden beri Sofia kendini eve kapatmıştı. Bugün taç giyme partisi olsa bile, Sofia dışarı çıkmış olsaydı, Lucia bunu uyarısını hiçe sayması olarak görürdü. Sofia'nın sözlerinin anlamını anlayamayacak kadar aptal olmaması büyük şanstı.

"Kardeşim, baldızımın hatası için Düşes'ten özür dilememi istedi. abim kendisi şahsen fırsat bulamazsa benim sizinle konuşmamı içtenlikle istedi. Baldızım gerçekten büyük bir hata yaptı. Lütfen hoşgörünüze sığınıyorum. Sizden af ​​dilemeye cesaret edemiyorum. Sadece öfkenizi bırakmanızı rica ediyorum."

"Ben bu konuyu çoktan unuttum. Leydi Alvin'in özür dilemesine gerek yok. kabul edeceğim efendim. Alvin'in özürü."

"Cömert sözleriniz için çok teşekkür ederim."

Leydi Alvin acı acı gülümsedi. Düşes onu gerçekten affetmiş olsaydı, gelecek için  'Kontes ile tanıştığında ona bir ara konuşmamız gerektiğini söyle' diyerek gelecek için bir söz verir ve eve kapanma istemini kaldırdığını dile getirirdi.

Bu bağışlama çok önemliydi. Düşes genç olduğu için, esprili ve nazikçe yatıştırılırsa, çabucak yumuşayacağını düşünmek bir hataydı. Leydi Alvin veda etti ve ayağa kalktı.

Lucia, Leydi Alvin'in dinlenme odasının bir köşesine gidip bir kadınla konuşmaya başlamasını kayıtsızca izledi. Ne hakkında konuştuklarını duyamadı, bu yüzden ilgisini kaybetti ve arkasını döndü. Lucia aniden bir şey hatırladı ve tekrar kadına bakmak için döndü.

'O kadın…'

Koyu kahverengi saçlar, kedi gibi gözler, hafifçe kalkık dudaklar ve göz altında bir ben. Kadın, Norman'ın ona verdiği tanıma uyuyordu. Lucia'yı araştırmak için Norman'ı bulmaya giden soylu kadına benziyordu.

Lucia hizmetçiden kadının kim olduğunu bulmasını istedi. Hizmetçi, yaşlı hizmetçilerden aldığı bilgilerle kısa süre sonra geri geldi. Her zamanki gibi, o(hizmetçi) düşünceli bir çocuktu.

"Ona Falcon  Kontesi deniyor." (Hizmetçi)

"…İyi iş."

Lucia, Anita'yı rüyasında hiç görmemişti. Kadının beklenmedik bir şekilde üç kez evlendiğine dair söylentiler duymuştu, ancak Falcon Kontesi kendini sosyal çevrede pek göstermedi. Sofia ile yaptığı konuşmayı duymamış olsaydı, Falcon Kontesi'nin onun(Hugo) gizli dostu olduğunu bilemezdi.

'Neden beni gizlice araştırdı?'

Kadının onu mu hedeflediği, yoksa Hugo'ya ulaşmak için onu kullanmayı mı amaçladığı belli değildi. Sofia gibi, bunun kişisel duygular yüzünden yapılmış olması mümkündü, ancak bunun altında yatan bir neden olması da mümkündü.

Gerçekten bir amaç olsaydı, kadın kesinlikle ona yaklaşırdı. Kadın herhangi bir nedenle Lucia'ya yaklaşırsa, Lucia Hugo'ya söylemeyi planlıyordu.

Düşesin dinlenme odasından çıkışını izlerken Anita'nın bakışları soğuktu. Bir sürü kalp kırıklığı yaşadıktan sonra, geçen yıl Anita'nın atmosferi değişmişti. Kilo verdikçe yanakları çukurlaştı, izlenimi güçlendi ve mizacı sertleşti.

Şirketinden haber verilmeksizin büyük miktarda fon aniden çekildi. Nedenini bulmak için zamanı yoktu ve her yeri halletmek için koşturmuştu. İflastan kurtulmayı başarmış olsa da, şirketindeki hisselerin çoğu başkalarının eline geçti. Geriye kalan tek şey yüzeysel bir kabuktu. Aile şirketinin temellerini yıkan fon saldırısı sadece bir başlangıçtı. Taran Dükü'nün yardımcısı geldi ve acımasız bir son verdi.

[Yapmaman gereken bir şey yaptın. Bir başkasını araştırmayı beceremiyorsanız, yapmayın. Lordum çok kızdı. Bu gelecekte tekrar yapılırsa, bedelini ödemeye hazır olun. Bu sadece çok hafif bir uyarıdır(1). Benim uyarımı dikkate almayanlara efendimin affı yoktur.]

Fabian, Falcon Kontesi'nden zaten hoşlanmamıştı ve efendisinin uyarısını küçümseyerek iletmişti. Fabian gittikten sonra, Anita aşağılanmadan bayıldı ve birkaç gün hastalandı. Anita uyandığında gözleri zehirle doluydu.

'Demek o kadın romancıyla iletişim kuruyorsun.'

Anita, Prenses Vivian'ın onu kadın romancı aracılığıyla öğrendiğini düşündü. Ardından Taran Dükü'nün nabzını tuttu.

Dük büyük gururlu bir adamdı. Sevgisiz bir evlilik olsa bile, biri peşine düşerse mutsuz olurdu. Ancak ona verdiği ceza çok fazlaydı. Dük'ün bu kadar ileri gitmesi için bir sebep yoktu.

'Benim hakkımda ne kadar kötü konuştu?'

Prenses Vivian, hikayelerinde Dük'e karşı daha da ileri gitmiş ve ona zorbalık ya da başka bir şeymiş gibi davranmış olmalı. Gerçekten de, yanlışlıkla atılan bir taş tarafından öldürülen bir kurbağa vakasıydı. Prenses Vivian amaçsızca bir taş attı ve taşla o (Anita) vuruldu.

'Böyle düşeceğimi mi sanıyorsun? Ölsem bile, yalnız ölmeyeceğim.'

Anita, düşmüş bir aristokratın en küçük kızı olarak doğdu ve görünüşü sayesinde zengin bir adamla evlendi. Evlendikten birkaç ay sonra kocası ani bir kalp durmasından öldü. Anita bir anda zengin oldu. Parası olduğu için statü sahibi olmak da istiyordu. Ona aşık olan boşanmış bir Baron buldu ve sonra onunla evlendi. Sadece yarım yıl içinde ikinci kocası attan düştü ve öldü.

Üçüncü kocası, iş yaparken tanıştığı Kont Falcon'du. Anita statü için açgözlüydü ve Kont'un paraya ihtiyacı vardı. Birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılamak için evlendiler. Bir yıllık evlilikten sonra, kont çay işi için başka bir ülkeye gitti ve yüksek ateşten öldü. Anita'nın ölen kocasından çocuğu yoktu ve unvanını devralacak bir halef tayin etmedi. Yasaya göre yeniden evlenmediği sürece, ölene kadar Kontes'ti. Düşmüş bir aristokratın en küçük kızı zengin bir Kontes olmuştu.

Kocalarının ölmesi onun suçu değildi. Ama insanlar Anita'yı işaret ederek onun lanetli olduğunu söylediler. Önyargıya karşı savaştı ve dişlerini sıkarak yaşadı. Kendine sert olduğu kadar başkalarına da sert davranıyordu. İnsanlar ona arkadan küfretseler bile, o buna kulaklarını tıkadı. Böyle bir zehir sayesinde bu kadar ileri gidebildi. Zenginliği ve statüsü ile yüksek sosyetede ünlü olmak istedi. Ama bu istediği gibi gitmedi.

Anita ünlü olmaktan çok bir yabancıydı. Soylu kadınlar sınıf konusunda titizdi ve Anita'dan nefret ediyorlardı. Onun uğursuz olmasının nedenini kullandılar ama Anita'nın gördüğü şekilde, bu sadece bir bahaneydi ve gerçekte çirkin bir kıskançlıktı.

Sadece başkaları hakkında dedikodu yapmayı bilen iddialı soylu kadınların aksine, Anita erkeklerle konuşabiliyordu. Ekonomiyi tartışabiliyor ve iş hakkında konuşabiliyordu. Ayrıca çekici görünüyordu. Anita gösteriş yapıyormuş gibi, onu baştan çıkaran erkekleri reddetmedi ve gerekirse bazen kendi baştan çıkardı. Evli ya da bekar olmaları umurunda değildi.

'Beni dışladığınızı mı sanıyorsunuz? Hepinizi dışlayan benim.'

Soylu kadınlara dudak büktü ve başını dik tuttu. İşi sürekli başarılıydı ve diğer kadınlardan farklı olarak, her para harcadığında kocasına hitap etmek zorunda değildi. Balolara gitmesi gerekiyorsa çok lüks elbiseler ve takılarla süslenirdi. Zenginleştikçe, yüksek sosyetedeki kadınlar onu görmezden gelemezdi. Kırıntı bulmayı umarak ona yapışanlar bile vardı. Dünya komik şekillerde çalıştı. Anita, birkaç takipçisini alıp sosyal çevrelerde aktif rol oynadı.

Birkaç yıl bunu yaptıktan sonra, sosyetenin özel bir şey olmadığını fark etti ve ilgisini kaybetti. Daha sonra ise zorunlu olmadıkça sosyal faaliyetlere katılmadı. Parasını artırmaktan başka bir şeyle ilgilenmiyordu. Enerjisinin çoğunu işini büyütmeye harcıyordu.

Sonra Taran Dükü ile tanıştı. Anita ilk kez, her şeyi elde etmiş gibi bir tatmin duygusu hissetti. Her şey mükemmeldi. Her şeyini vererek inşa ettiği sağlam bir kaleydi.

Ama özenle inşa ettirdiği kale, hem prenses hem de Düşes olacak kadar şanslı bir kadının tek sözüyle yıkıldı. Anita sağlam olduğunu düşünmüştü ama kalesinin bir anda çöktüğünü görünce şoka uğradı. Onu emenlerden yardım istediğinde, hepsi arkalarını dönüp kaçtılar. Tüm zenginlik ve insanlar birdenbire bir yanılsama gibi göründü.

'En azından nasıl göründüğünü görmeliyim.'

Anita, Düşes'in katılacağı çay partisine davetiye almaya çalıştı. Bağlantılarını seferber etti. Kont Jordan onu kurtarmaya geleceğini söyleyerek kornasını çaldı ama garip bir ifadeyle başka bir şey söyledi.

[Hmm. Bunun için karımla konuştum. Ahem. İşler biraz…]

Sonunu dinlemeden bile belliydi. Falcon Kontesi seviyesindeki birinin partiye girememesiyle alay etmiş olmalılar. Sonunda bir davetiye alamadı ve bir yoksunluk ve sefalet duygusu hissetti. Eğer işi iyi gidiyor olsaydı, böyle bir aşağılanmayı çekmezdi. Bu düşünceyle Düşes'e olan kızgınlığı arttı.

Anita uzakta durdu ve dük çiftin kutlama partisi mekanına girişini izledi. Bir an için, değişmeyen Taran Dükü'nü görünce yüreği sızladı ve Düşes'in sanki tüm dünyaya sahipmiş gibi pırıl pırıl bir elbise ve muzaffer bir ifadeyle insanların bakışlarını karşılamasını izledi. Midesi bulandı ve izlemeye devam edemedi.

Kalabalıktan kurtulup dinlenme odasına gitti. Dinlenme odasında Leydi Alvin ile tanıştı. Leydi Alvin, Anita'nın sürekli çaba gösterdiği bağlantılardan biriydi. Leydi Alvin, hali vakti yerinde ağabeyi sayesinde hiçbir eksiği olmadan büyümüş genç bir bayandı. Tecrübeli bir tüccar olan Anita için kaşıntısını kaşımak ve onu nazikçe güldürmek çocuk oyuncağıydı.

Leydi Alvin, Anita'yı bir arkadaş olarak düşündü. Toplumdaki itibarı büyük olmasa da, Falcon Kontesi, büyük iş yeteneklerine sahip nadir bir kadındı. Böyle bir insan ona yapışmış, onu eğlendirmiş, öğüt vermiş ve bu öğütle yatırımlardan kazanç sağlamıştı. Bu kazançtan dolayı erkek kardeşi onu övdü ve Falcon Kontesi katkısını belirtmek yerine, onu mükemmel ve parlak olduğu için övdü. O gerçekten güzel bir insandı.

Anita iş sorunları yaşıyor olsa da, Leydi Alvin onunla daha sık konuşuyordu. Leydi Alvin, yardım etme sırasının kendisine geldiğini söyleyerek Anita'yı teselli etti. Ama aslında, onun samimiyeti, Falcon Kontesi'nin başarısının zirvesinde olduğu zamanki aşağılık kompleksinin ortadan kalkmış olmasıydı.

İki kadın yaklaştıkça, Leydi Alvin ara sıra evdeki durum hakkında konuşurdu. Son zamanlarda, kayınbiraderi ile Düşes arasında olanlar hakkında dert yakındı ve konuştu.

'O sıradan değil.' (Anita)

Anita, Düşesi hafife alan düşüncesini düzeltmek zorunda kaldı ve onu hayatın gerçeklerini bilmeyen genç bir prenses olarak düşündü.

[Leydi Alvin onlar adına içten bir özür dilemeyi deneyebilir. İşler yolunda giderse, Kont Alvin memnun olacak ve Leydi Alvin'i ödüllendirecek.]

Anita'nın cazibesine kapılmış olan Leydi Alvin, Düşes'e yaklaştı ve bir özür diledi. Ama istediği cevabı alamadı. Anita, Leydi Alvin'i rahatlatıyormuş gibi davranıyordu ama içten içe Düşes hakkında bilgi topluyordu.

'O hafife alınamaz. Karakteri düşündüğümden daha güçlü.”

Anita, Düşes'e yaklaşma planından vazgeçti. Bir gün bir fırsat olacaktı. Onunla Düşes arasında büyük bir statü farkı vardı ama bu fark mutlak değildi. Anita'nın hayatı bunun kanıtıydı.

'Düşes harika bir güzellik mi? Dük aşık mı oldu? Saçmalık!'

Anita söylentilere inanmadı. Muhtemelen kendi gözleriyle görse bile inanmayacaktı. Sadece görmek istediğini gördüğü ve duymak istediğini duyduğu bir duruma ulaşmıştı. Sakin kararlar veren Anita artık yoktu.


Ç/N: Sakin kararlar veren Anita değil de doğrudan Anita yok olsa 😇 Çok uzun zamandır çeviri yapamadım bu arada depresyonum depreştiği için ama bunda Anita olan bölümde kalmamım da etkisi olabilir. Elim gitmedi hiç yalan yok 😅

Önceki Bölüm                                                                                              Sonraki Bölüm