5 Aralık 2022 Pazartesi

 Lucia - 94
Seni Seviyorum (5)

🎶[Şarkı Önerisi: Özdemir Erdoğan - Bana Ellerini Ver]🎶

Eve giderken arabada Hugo derin düşüncelere dalmıştı.

'Görmezden geleceğimiz bir şey değil.'

İkisi arasındaki ilişki şu anda çok huzurluydu. Ama aynı zamanda huzursuz bir barıştı. Hugo, artık derin bir gölün ince buzunun üzerinde yürüdükleri gerçeğini görmezden gelmeye çalıştı. Sonsuza kadar böyle kalmalarını diledi, ancak bir taşın ne zaman ve nereden fırlayıp buzu parçalayağını bilmiyordu. Daha derin bölgelere gitmeden önce bir kendine bir can simidi hazırlaması gerekiyordu.

Lanet olası evlilik sözleşmesi. O zamanlar bunu nasıl bilebilirdi?

Uzak gelecekte, uygun bir sözleşme yapmış olmaktan memnuniyet duyan eski benliğini dövmek isteyeceğini kim bilebilirdi?

Evlilikleri yanlış bir şekilde başladı. Ve sorunu çözmemek, zaman geçtikçe sorunun kontrolden çıkmasına neden olurdu.

Önemli miktarda 'en kötü durum' senaryosu vardı. Karısı kalbinde başka bir adam tutabilir, ondan nefret edebilir ve onu görmezden gelebilir, hatta ona şu an güldüğü gibi gülümsemeyi bırakabilirdi. Değişirse sebat edip onu kucaklayabileceğine dair kendine hiçbir güveni yoktu. Ona eziyet edebilir ve onun için işleri zorlaştırabilir. Ve bu olursa, ilişkileri dibe vururdu.

Hugo, evlilik sözleşmesini tartıştıkları zamana geri dönmek istedi, onunla tekrar konuşup kalbini açmayı. Sözleşmenin rahatsız edici konusunu çözmenin zamanı gelmişti.

Kendisini karşılamaya gelen karısını gören Hugo'nun kalbi sıkıştı.

'Bu kadın olmadan yaşayamam.'

"Akşam yemeği yedin mi?" (Lucia)

"Saate bak. Çoktan yedim. Peki sen?" (Hugo)

"Geç olduğunu biliyorum. Ben de yedim.”

Hugo bir kolunu onun beline doladı ve öne çıktı. Hizmetçiler anladı ve dağıldı. Jerome'un onayını almak için efendisine bildirmesi gereken birkaç farklı şeyi vardı ama acele etmedi.

'Yarın bildiririm, neden olmasın ki?'

Bugünün işini asla yarına bırakmayan sadık uşak, artık eskisi gibi dakik bir saat gibi yaşamıyordu.

"Sana söylemem gereken bir şey var." (Hugo)

"Şimdi mi?" (Lucia)

"Evet. Şimdi olmasını isterim.”

İkisi ikinci kata çıktılar. Kabul odasındaki kanepede yan yana otururken, Hugo'nun aklı ve içgüdüsü arasında bir iç çatışması vardı. Konuşmayı unutup önce tur atmalılar mıydı? Vücudu, yanına yapışık olan yumuşak vücuduna tepki vermeye başladığında böyle düşünüyordu.

"Bugün saraya gittim." (Lucia)

"Hm? Ah... bana bundan bahsetmiştin. İyi zaman geçirdin mi?" (Hugo)

"Evet. Güzeldi."

Lucia'nın ona söylemek istediği çok şey vardı ama konuyu nasıl açacağını bilmiyordu.

"Biliyorsun, bana gelip seninle evlenmemi teklif ettiğin gün." (Hugo)

Hugo'nun seçtiği konu çok beklenmedik olduğu için, Lucia başını sallarken ona baktı.

"Evet." (Lucia)

"Neden bendim?" (Hugo)

“…Bunu neden şimdi soruyorsun?”

İkisi evleneli bir buçuk yıl olmuştu. Sorusu için çok geç kalmıştı.

"Çünkü önemi yoktu."

İlk başlarda. Sadece önemli değil, aynı zamanda ilgilenmiyordu da. Onunla evlilik bir sözleşmeydi. Sözleşmenin sadece kendi lehine olması gerekiyordu ve sözleşmede karşı tarafın düşüncelerini merak etmeye gerek yoktu.

Aradan zaman geçtikten sonra ise korktuğu için soramadı. Onunla evliliği dar bir rayda ilerliyor gibiydi ve Hugo 'evlilik sözleşmesi' kelimesini sebepsiz yere kullanmak istemiyordu. Doğrusu, bu konuyu tekrar gündeme getirmek bile istemiyordu.

Ancak, daha fazla zaman geçtikçe, o zaman çok geç kalacağına dair bir kriz duygusu hissetti. Ayrıca, onunla evlendiği için ona teşekkür etmişti ve bu sözler Hugo'ya büyük cesaret verdi. Son zamanlarda karısı ona karşı tavrı şefkatliydi, bu yüzden evliliklerinden oldukça memnun olabileceğini düşündü.

"Ve şimdi önemi mi var? Ne şekilde?” (Lucia)

“Adaylarından biri miydim?” (Hugo)

Lucia onun sözlerini gerçekten anlayamadı, bu yüzden hiçbir şey söylemeden ona baktı.

"Demek istediğim. Teklifini reddetseydim, başkasına mı gidecektin?”

Hugo, evlilik sözleşmesi sorununu çözmeden önce onun cevabını öğrenmek istedi. Bu ihtimali düşündüğünde içi kaynamaya başladı. Lucia'nın başka bir adamın kadını olabileceği düşüncesi bile onu sinirlendiriyordu. Olmayan bir mesele üzerine içten içe pişiyordu. 

(Ç/N; Daha birkaç bölüm önce de geçmişte değiştirilemeyecek şeyler üzerine düşünmenin gereksiz olduğunu söylemiyor muydun beyfendi ahahaha)

Lucia afallamıştı ve böyle düşüncelere sahip olması bir şekilde komikti.

"Bu, bu noktada önemli mi?"

"Önemli."

"Neden? Böyle bir adayım vardı desem, bunu şu an bilsen ne yaparsın? O kişiyi taciz etmeyi falan mı düşünüyorsun?"

Sözlerini onaylar gibi ağzını kapattı. Gözlerinde bir tür kararlılık görülebiliyordu. Böyle bir aday gerçekten varsa, her şeyi yapmaya hazır görünüyordu.

Onun tamamen anlaşılmaz inatçılığını gören Lucia'nın gözleri titredi. Sanki var olmayan birini kıskanıyor gibiydi.

'Kıskançlık mı…?'

Lucia, Majesteleri Kraliçe ile tanışmak için saraya gittiği zaman Gül Sarayı'nda olanları hatırladı. Onunla ilgilendiğini ifade eden Kont Ramis'e oldukça agresif tepki vermişti. Aslında o zamanlar Lucia kendini tuhaf hissetmişti. Karısına yaklaşan başka bir adama karşı duyduğu rahatsızlığı dile getiremeyecek kadar duygusaldı. 'Duygusal' kelimesine yakışmayan bir adamdı.

O sırada, Lucia kafasında ortaya çıkan tüm varsayımları göz ardı etmeye çalıştı. İmkansız bir şey için kendi sanrılarını yaratmak ve bunun için heyecanlanmak istemiyordu. Ancak şimdi, umut sızıyordu, belki de bir yanılsama değildi.

“…Böyle bir aday yoktu.” (Lucia)

Kırmızı gözleri parladı. Çok sevindi. Lucia'nın belirsiz önsezisi biraz sağlamlaştı. Kalbi yüksek sesle çarpıyordu ve ağzı kurumuştu. Lucia onun gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam etti.

"Reddetmiş olsaydın, büyük ihtimalle kraliyet ailesine çeyiz ödeyen biriyle evlenirdim."

Bir bakıma bu da Hugo'nun kendisini iyi hissetmesini sağlamıyordu. Hugo, tanımanın imkansız olduğu birine öfkeliydi.

“Saraydan çıktığım bir gündü. Zafer partisinin olduğu gün. O gün öğleden sonra, seni Şövalyenin geçit töreni sırasında gördüm.” (Lucia)

Hugo o günü çok iyi hatırlıyordu. İnsanlar için bir gösteri haline gelmesinin hoş olmayan bir anısıydı. Palyaço gibiydi ve bunu yapmaktan başka seçeneği yoktu.

"Düşününce, o parti seninle ilk karşılaşmamdı." (Lucia)

Hugo, Sofia Lawrence ile olan olayı hatırladı ve kendini rahatsız hissetti. Karısının o olayı bir daha hatırlamasını istemedi ve gizlice yüzünü inceledi.

"Bir oğlun olduğunu biliyordum. Damian'ı tamamen tanıyan bir evlilik önerirsem ilgini çekeceğini düşündüm. Haklıydım, değil mi?”

"Sanırım."

Hugo'nun tLucia'nın teklifiyle ilgilenmesinin en büyük nedeni, Damian hakkında cesurca konuşmasıydı. Ama tek sebep bu değildi. Kendisine evlenme teklif etmeye geldiğini söylediğinde onun oldukça hırslı olduğunu düşündü. Gösterişli bir gurur üzerinde durmayan veya boyun eğme göstermeyen küçük kadın onu çok eğlendirmişti.

"Hepsi bu mu? Bu da…” (Hugo)

"Evet. Bu çok saçma, değil mi? Sana karşı dürüst olmak gerekirse kumar oynuyordum. (Lucia)

"Kumar?"

"Saraydan kaçmak istedim ve bir koruyucuya ihtiyacım vardı. Gücün ve zenginliğin. Buna ihtiyacım vardı.

"Hmm."

Hugo başıyla onayladı. Lucia onun ifadesini inceledi. Hiç de hoşnutsuz görünmüyordu. Sanki bir şey düşünüyormuş gibi bir ifadesi vardı.

"Gücenmiş hissetmiyor musun?" (Lucia)

"Hm? Ah. Bu değil. Yani, biraz kafam karıştı. Bu kadar fevri bir kişiliğe sahip olduğunu düşünmüyorum. Ve güç ve zenginlik… böyle şeyler için açgözlü görünmüyorsun.” (Hugo)

"Ben de çok tereddüt ettim ama bunu yapmam için beni güçlü bir şekilde cesaretlendiren Norman'dı."

Norman mı? Kadın romancı mı?”

"Norman cesur bir meydan okuma fikrini beğendi."

Hugo gizlice, kadın romancıyı gözetleyen insanlara ona daha fazla ilgi göstermelerini söylemesi gerektiğini düşündü.

"Ve zenginlik ve güç konusunda yüksek bir standarda sahip olduğun için öyle düşünemiyor olabilirsin. Benim için yiyeceğimin, giyeceğimin ve barınağımın halledilmesinin yeterli olduğunu düşündüm.” (Lucia)

“Hımmm. Yiyecek, giyecek ve barınak. Bu cümlenin senin ağzından çıkması oldukça tuhaf. Sarayda yaşamak o kadar zor muydu?” (Hugo)

“Lüks bir şekilde yaşamayı göze alamazdım ama idare edecek kadar şeyim vardı. Aslında güç ve zenginliğin yanı sıra kişisel arzum da vardı…”

'Peki bu nedir?' dercesine gözlerinin içine baktığını gören Lucia'nın gözleri kıvrıldı ve güldü.

"Yakışıklı bir adamsın."

İfadesi dalgalandı.

"Yüzünü gerçekten beğendim."

"…Bu bir iltifat mı?"

"Tabii ki."

"Teşekkürler."

Hugo isteksizce cevap verdi. Ona baktığında parıldayan gözlerindeki bakışı nasıl tarif edebilirdi? Pahalı bir mücevher gördüğünüzde hayranlıkla dolan bakış. Bu, genellikle onda bulamadığı materyalist arzu dolu bir ifade olduğu için, bir şekilde tuhaf hissetmişti.

"Şanslıydın."(Hugo) 

"Di mi? Düşes olduğum için şanslıydım.” (Lucia)

"Sen değil, ben." (Hugo)

Hugo başını eğdi ve onun dudaklarını öptü. Hafif bir öpücüktü, sadece dudaklarını emiyordu. Hugo hayatında şans diye bir şeyin olmadığını düşünmüştü. Bir dakika öncesine kadar.

"Hayatını bir kumara yatıracak kadar çaresizdin."

Hugo başını eğdi ve onu tekrar öptü.

"Ve ben senin ellerine yakalandım ve yenildim."

Hugo ilk kez sahip olduğu her şey için minnettardı. Zenginlik ve güç. Can sıkıcı bulduğu her şey, yaşamayı biraz kolaylaştırsa da, kolaylıktan çok külfetiydi. Kayıtsız kaldığı, gurur duymadığı ve aşağılamadığı kendi görünüşü bile. Lucia'nın seçimini etkileyen tüm koşullar için minnettardı.

Hugo, kadınların yalnızca kendi zenginliğini ve gücünü sevdiğini düşünürdü, ama şimdi karısını zenginliği ve gücüyle elde edebilmesinin bir şans olduğunu düşünüyordu. Kader değil de tesadüf olsa da önemli değildi.

“…Seni bir kumar malzemesi olarak tanımlamak istemedim.”

Lucia açıklamaya çalıştı ama Hugo yine de iyiydi.

"Yani. Kumar başarılı mıydı? Tekrar seçim yapabilseydin, aynı seçimi yapmaya yetecek kadar?”

Lucia'nın çenesini tuttu ve başparmağıyla yavaşça kırmızı dudaklarını ovuşturdu. Yavaş ve anlamlı dokunuşunu hisseden Lucia'nın yüzü kızardı. Onun üzerindeki ısrarlı bakışları onu bunalmış hissettiriyordu. Havadaki tuhaf cinsel gerilim karşısında kalbi gümbür gümbür atıyordu. Gözlerinde sanki her an üzerine atlayacakmış gibi bir durgunluk vardı. Lucia büyülenmiş gibi cevap verdi.

"Hayır. Aslında bilmediğim bir seçenek daha vardı.”

"Seçenek?"

Lucia aniden boynuna sarıldı ve ona hızlı gibi bir öpücük verdi. Onun kaygılı, dalgalanan gözlerine bakan Lucia tuhaf bir şekilde gülümsedi.

"Erkeklik." 

“…Seni cadı.”

Hugo ona saldırınca Lucia kahkahalara boğuldu. Hugo onun dudaklarını, gözlerini, çenesini ve boynunu herhangi bir engelleme olmaksızın rastgele öptü ve Lucia alaycı ısırıklarından kaçınarak onu iterken, nefesi kesilene kadar güldü.

Hugo, onun net kahkahasını duyunca çok heyecanlandı. Bu sesi asla kaybetmek istemiyordu. Onunla evlendiği için ona teşekkür ederken söylediği sözler Hugo'yu yeniden bunalmış hissettirdi. Lucia'ya hislerini de söylemek istiyordu ki o da onun şu anda hissettiklerini hissedebilsin.

"Vivian. Ben de bunu daha önce söylediğimi sanmıyorum.”

"Ha?"

"O gün gelip bana evlenme teklif ettiğin için teşekkür ederim."

Lucia aniden nefes alamadı. Kırmızı gözleri sevgi ve neşeyle doldu ve onun vücudu kaskatı kesildi.

'Ah... Bunu artık yapamam.'

Gözleri ağrıyordu. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı ve kendi isteğiyle onları doldurdu. Hugo onun kızarmış gözlerinin şaşkınlıkla titremesini izledi. Lucia gözlerini kapatıp tekrar açtığında, yanağından aşağı sıcak gözyaşları akarken bulanık görüşü netleşti.

Kalbi kelimelerle fazla doluydu ve onu tepeden tırnağa yutmakla tehdit eden duyguya dayanamadı. Ona olan sevgisi taşmış da taşmıştı. Artık saklayamıyordu.

"Seni seviyorum, Hugh."

Kelimeler ağzından kendiliğinden çıktı, kalbinin derinliklerinden fışkırdı. İtiraf ettiği sırada Lucia bir şeyin farkına vardı. Onsuz bir hayatı hayal bile edemiyordu.

Hugo yıldırım çarpmış gibi bir ifadeyle ona bakıyordu. Lucia, onun kısa süreliğine donmuş gözlerindeki duyguların anbean değişimini izledi. Şaşkınlık, şüphe ve sonra neşe. Gözlerinin sonunda zevkle titrediğini gören Lucia, gerçeği anladı.

'O beni seviyor. Bu adam... beni seviyor.'

Tüm vücudu heyecandan titriyordu ama tuhaf bir şekilde o kadar da şaşırmamıştı. Sanki bilinçaltında, bunun mümkün olabileceğini düşünmeye devam etmişti. Sadece onunla doğrudan yüzleşemiyordu. Gözyaşları durmayı reddediyordu. Lucia ona yaşlı gözlerle baktı ve mutlu bir şekilde gülümsedi.

"Bana gül verecek misin?" (Lucia)

Hugo irkildi. Zevkle boğulan sersemlemiş duyuları anında ayıldı. Lucia'nın gözleri ve yanakları yaşlarla ıslanmıştı ve gülümsemesi bir yanılsama gibiydi, bu yüzden Hugo uzanıp onun yanağını ellerinin arasına aldı. Ellerindeki canlı his bir serap değildi. Buruk bir gülümseme sundu.

"Sen gerçekten bir cadısın."

Bu durumda güllerden bahsediyor. Hugo gerçekten dünyadaki bütün gülleri kökünden söküp üst üste yığmak ve hepsini ateşe vermek istiyordu. Böylece ona asla yaklaşamazlardı. Bu uğursuz ama mutlu bir duyguydu.

Hugo onu kollarının arasına aldı ve ıslak gözlerinden öptü. Gözyaşlarının tuzlu tadı ona tatlı geliyordu. Başını eğdi ve onun kırmızı dudaklarını öptü. Ağzının derin, hassas etini süpürdü ve titreyen kirpiklerine baktı. Yumuşak, tatlı öpücük her zamankinden farklı, yeni bir duygu verdi. Öpücük sona erdiğinde dudaklarını çekti.

Berrak kehribar gözlerine baktı ve Lucia da ona baktı. Gözleri tamamen onun görüntüsüyle dolmuştu.

"Ben…"

Boğazı ağrıyordu, bu yüzden konuşmayı bıraktı ve sesli bir şekilde boğazını temizledi. Demek insanın boğazının düğümlenmesi böyle bir duyguydu. Hugo, duyularıyla yeni bir duygusal durum öğrendi. Ve aklı ne söyleyeceği konusunda boştu.

'Beni sevdiğini mi söyledi...? Beni…?'

Yalan söylediğini düşünmüyordu. Ama inanamadı da. Sanki devasa güçler bir araya gelmiş ve onunla dalga geçiyor gibiydi. Sessizliği uzadı.

Lucia onu aceleye ettirmemeye çalıştı ama kalbinin derinliklerinde biraz endişe vardı. Ondan güvence duymak istiyordu.

"Seni seviyorum." (Lucia)

Hugo sanki bir yeri acıyormuş gibi kaşlarını çattı.

"Seni seviyorum. Hugh.”

Daha çok inlemeye benzeyen bir iç çekti.

"Bırak biraz dinleneyim. Nefes bile alamıyorum.”

Lucia kahkahayı patlattı.

"Bana söylemeyecek misin?"

“…Çok kısa.”

Seni seviyorum. Duyguları sadece bu iki kelimeyle ifade edilemezdi. Kalbi taşıyordu ve Hugo onu kontrol edemiyordu. Bu kısa cümlenin hissettiklerini nasıl ifade edebileceğini bilmiyordu.

Karısı onun sevinci ve acısıydı. Sevinç, onu kollarına aldığında hissettiği rahatlamadan geliyordu ve altta yatan acı, onların iki ayrı insan olmaları gerektiği gerçeğinden geliyordu. Gülümsemesi onun mutluluğuydu ve gözyaşları ise acısıydı.

Hugo daha önce insan dilinin sınırlarını hiç hissetmemişti. Ama bu mümkün olan tek kelimeydi. Anlam veremediği bir şey onu küçük bir kutuya tıkıyormuş gibi hissetse de, bu cümleden başka kullanabileceği bir şey yoktu.

(Ç/N: Seni seviyorum korecede saranghe demek yani tek kelime o yüzden aşırı kısa diyor ve söylenebilecek tek kelime derken bundan bahsediyor)

Hugo onu kollarının arasına aldı. Kollarını sıkıca onun sırtına doladı ve birbirlerinin kalp atışlarını tüm vücutlarıyla hissedebilmeleri için göğüslerini sıkıca birbirine bastırdı. Kollarındaki vücuttan yayılan sıcaklık onu duygulandırdı. Uzun bir süre onun karısı ve kadını olmuştu, ama Hugo'nun aklına ancak şimdi onun tamamına sahip olabileceği ve  kendisini de tamamen ona vermiş olduğu geldi.

"Sen benim kalbimsin. Seni seviyorum." (Hugo)

Kulağının yanında yumuşak sesi duyan Lucia'nın gözleri yeniden yaşlarla doldu. Başını onun omzuna yasladı ve atan bir kalp sesinin tüm vücudunda yankılandığını hissetti; onun mu yoksa kendi kalbinin mi attığını bilmiyordu. Göğsünün içi derinden taşan duygularla ağrıyordu.

Artık insan tepkisinin, vücudun uyarıma maruz kaldığı süre ve sıklıkla orantılı olarak neden donuklaştığını biliyordu. Aynı derecede mutluluk ve heyecan hissetmeye devam ederse kalbi duracaktı.

Ç/N: Veee gözümüzz aydınn. Anlık modum ektedirr 😭😭











Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

 Lucia - 93
Seni Seviyorum (4)

Ertesi sabah Lucia Katherine'den bir mesaj aldı. Öğleden sonra buluşmak için bir davetti. Dün, Katherine partinin başarılı bir şekilde tamamlanmasından çok memnun kalmıştı. Lucia'yı gönderirken ifadesi gururla doluydu.

‘Konuşurken biraz daha nazik olsa, daha fazla insanla kolayca anlaşabilirdi. Ama sanırım bu da onun cazibesi.' (Lucia9

Dün partide, bazı soylu kadınlar Katherine onları duyamayacak kadar uzakta olduğunda gizlice Lucia ile konuştu.

[Bu, Prenses Katherine'i birine bu kadar rahat davranırken ilk görüşüm.]

Soylu kadın doğrudan dillendirmek yerine, Lucia'nın güçlü Katherine'e iyi katlanabildiğini  dolambaçlı bir şekilde ifade etti. Birinin doğrudan Lucia'ya böyle şeyler söylemesi çok nadirdi ve birçok insan Lucia'ya acıma ya da hayranlıkla baktı. Lucia için “İyi katlanıyor” diye düşünüyorlardı. Şu anda, yanlış anlaşılmalarını çözmenin bir yolu yoktu, ancak zaman geçtikçe, yakında gerçeği fark edeceklerdi. Lucia bir kere bile Katherine'in “katlanılması gereken biri” olduğunu düşünmemişti.

Katherine sevgiyle büyüyen biriydi ve onun hakkında çarpık hiçbir şey yoktu. Sözleri doğrudandı, bu da dinleyiciyi rahatsız edebilecekti, ama yersiz bir şımarık değildi.

'Çok sevilen, asil bir prenses olarak büyüseydim, bu kadar özgüvenli bir prenses olur muydum?'

Böyle bir hayat o kadar da kötü görünmüyordu. Lucia, Katherine’in zorluklar olmadan büyümenin ve dünyadaki kıtlığın farkında olmadan yaşamanın sonucunda olgunlaşmamış özgüvene sahip oluşunu kıskanıyordu. Lucia, Katherine'in yaşlılığa kadar mutlu ve tasasız yaşamaya devam etmesini diledi.

“Bunu nasıl duyduğunu bilmiyorum, ama Kraliçe Majesteleri bizi ısrarla davet ettiğine dair bir mesaj gönderdi. Çay zamanımızı bir dahaki sefere yeniden planlamalıyım. "

Katherine, sarayı ziyaret eden Lucia'yı selamladı ve ona homurdandı. İkili Kraliçe Sarayına geçtiler.. Beth zaten tüm hazırlıkları yapmayı bitirmiş ve onları bekliyordu.

Tartışacak neşeli konular olmasa bile, havadan sudan sohbet keyifliydi.  Lucia, sanki onları uzun zamandır tanıyormuşçasına, Beth ve Katherine ile vakit geçirmek konusunda rahattı.

'Bana yabancı olmadıkları için mi?'

Lucia pek fazla insanla ilişki kurmuyordu, bu yüzden ikisinden de hissettiği rahatlık onu hayrete düşürdü. Yakın zamana kadar karşılıklı konuşmamışlardı bile.

‘Aile böyle bir şey mi?’

Kişisel ilişkilerine bakacak olursak, Katherine onun kız kardeşi ve Beth ise onun yengesiydi. Lucia bu ilişkiye herhangi bir anlam vermiyordu ama diğerlerinden farklı olan bir şey vardı.

"Az önce hizmetçi bir nakış teknesi taşıyordu. Nakışa ne zamandan beri ilgi duyuyorsun?”

Beth alaycı bir şekilde gülümsedi. Beth, bekar olduğu dönemde sosyal çevreleri didik didik eder ve kendince eğlenirdi. Nakış gibi statik faaliyetlerden hoşlanan biri değildi.

"Bana bundan bahset. Hayatım boyunca hiç ilgilenmediğim bir şeyi yapıyorum. Majesteleri benden ona mendil işlememi istedi.” (Beth)

Katherine kahkahayı patlattı. "Mendil işlemek mi?"

"Bütün bunlar Düşes yüzünden oldu." (Beth)

Lucia bu beklenmedik yoruma şaşırdı.

"Neden 'Düşes yüzünden? (Katherine)

"Düşes, Taran Düküne işlemeli bir mendil vermiş. Majesteleri bunu gördü ve kendi de bir tane istedi, bu yüzden benden bir tane yapmamı istedi. (Beth)

Katherine kahkahalarla kükredi ve Lucia’nın yüzü kırmızıya döndü.

'Majesteleri bunu nasıl gördü?'

Kocasının bu tür bir hediye almak konusunda övünmesinin hiçbir yolu yoktu. Lucia böyle bir manzara hayal bile edemedi.

“Ne tür bir mendil olduğunu görmek istiyorum.” (Katherine)

“Düşeş işin sorun yoksa. Şansa yanımda. Majesteleri referans olması için ödünç aldı. ” (Beth)

"Aman Tanrım. Görmek istiyorum. Bakabilir miyim?"

Katherine ona parıldayan gözlerle bakıp izin istediğinde, Lucia kıpkırmızı bir yüzle başını salladı. Değersiz becerisiyle yaptığı mendili göstermeye utanıyordu.

“Eve döndüğünüzde kocanıza sert davranmayın Düşes. Majesteleri bana mendili kocanızdan zorla kaptığını söyledi.” (Beth)

Taran Dükü'nün onu elinden alırkenki ifadesinin oldukça muhteşem olduğunu söylerken kıs kıs gülen kocasına bakan Beth kendi kendine, "Bu adam ne zaman büyüyecek?" diye düşündü.

"Abim artık her türlü saçma şeyi yapıyor." (Katherine)1

Kısa bir süre sonra, bir hizmetçi nakış teknesini getirdi. Beth içinden beyaz bir mendil çıkardı ve Katherine'e uzattı.

Katherine bunun pamuklu bir mendil olduğunu görünce şaşırmış göründü. Ve tekrar gülmeye başladı. Kahkahası, 'Taran Dükü bunları yanında mı taşıyor?' anlamını taşıyordu. ve Lucia'nın yüzü kızardı.

"Nakış şirinmiş. Çiçekler ha.”

Lucia'nın kızarmış ifadesi biraz sertleşti.

“…Bir anlığına bakabilir miyim?” (Lucia)

"Tabii ki. Sen asıl sahibisin.” (Katherine)

Katherine'in mutlulukla ona uzattığı mendili kontrol ederken Lucia'nın gözleri titredi. Mendili, bir süre önce ona hediye ettiği, üzerinde adının işlendiği mendil sanmıştı. Bu mendilin köşesinde bir çiçek işlemesi vardı. Beceriksiz nakış işi, çok uzun zaman önce mendil yapmaya yeni başladığı zamanların izleriydi. Yani Damian'a göndermek için yaptığı mendillerden biri onda mıydı? Çiçek işlemeli bir mendil ise, bunları yapalı aylar olmuştu.

‘Bu… bu ne anlama geliyor?'

Kalbi küt küt atmaya başladı.

***

Kwiz'in bu günlerde para sorunları yüzünden başı beladaydı. Kral olmadan önce paranın bu kadar büyük bir sorun olduğunu bilmiyordu. Para ihtiyacı olan yerler dolup taşarken, kullanıma sunulan para miktarı sınırlıydı.

"Dük. Para kazanmanın iyi bir yolu nedir?” (Ç/N: Cevabı biliyorsanız bana da söyleyin litfen)

"Ne zamandan beri tüccar oldun?"

Kwiz ne kadar sızlanırsa sızlansın, Hugo'nun ekonomiyle ilgili verebileceği bir tavsiye yoktu. Hugo bir ekonomist değildi. Para kazanmak hakkında pek bir şey bilmiyordu. Sadece emrinde bu tür birçok uzman vardı. Hugo'nun insanları işe alırken kullandığı tek kriter yetenekti. Statülerini umursamadı ve yeteneklerinin değeri kadar onlara tazminat verdi. Hugo'nun altında çalışan birçok kabiliyetli ve yetenekli halk tabakasından insan vardı. Hugo, insanları yalnızca konumları ve yetenekleriyle ayırt ederdi. Bunun nedeni, sosyal statü sistemine şüpheyle yaklaşması ya da kuşku duyması değildi. Ona göre, hem soylu hem de alt tabaka, kafaları kesildiğinde ikisi de öldüğü için aynıydı. Kral fazladan bir hayatla doğmadı. Hugo'ya göre, ona kaba davranmadıkları sürece insanlar zaten insandı.

"Bu kral, tüccar mı yoksa kral mı olduğunu bilmiyor." (Kwiz)

"Kazanılan para miktarı tatmin edici değilse, o zaman onu kullanan şeyleri azaltın."

“Aslında saray bütçesinden kısıyorum. Şu bir önceki kralın.”

Bunu söylerken Kwiz içten içe dişlerini gıcırdattı. O lanet moruk! Şimdi, bunu yüksek sesle bile söyleyemezdi. Kwiz, emir subayıyla girdiği iddiada üst üste dört kez kaybetmişti. Kullanamadığı kelime sayısı arttıkça stresi de artmıştı.

"Yani, bütçesi oldukça büyüktü."

Önceki kral çok para harcıyordu. Servet için açgözlüydü, ancak kazanmaktan çok harcamakla ilgileniyordu. İlginç bir şekilde, astlarına şu ya da bu nedenle ödül vermeyi severdi ve ödülleri verdiğinde cömertçe israf ederdi. Son derece kararsız ve devlet işlerini istikrarlı bir şekilde yönetmekten aciz olan önceki kralın halkın desteğini kaybetmemesinin bir nedeni vardı.

"Önce, önceki kralın çer çöpü o işe yaramaz ağızları temizlemem gerekecek."

Komutanın gözleri parladı. Bir sonraki bahis için yasaklanacak kelimeye karar vermişti.

“Kaç tane üvey erkek kardeşim olduğunu biliyor muydun? O p*çlerin çoğu öldü, o yüzden bunu bir kenara bırakabiliriz. Ama 26 prenses var. Yirmi altı! Bu nedenle bütçe yıpranıyor.”

Kwiz'in nefesi sertti. Ölen moruğun yüzlerini bile tanımadığı çocuklarına yemek yedirmek ve barındırmak gibi bir yükümlülüğü yoktu. Kan bağı olan kardeşi olarak tanıdığı tek kişi Katherine'di. Son zamanlarda Düşes'e biraz ilgi göstermiş olsa da, ona bir kardeş gibi şefkat beslemek için yeterli değildi.

"Hepsini kapı dışarı edeceğim."

"Gerçekten mi? Nasıl?"

“Anne tarafından akrabalarının her birini gelip onları toplaması için bilgilendireceğim. Ve onları almaya istekli kimse yoksa, onları evlendireceğim. ”

Olağan bir karardı. Kral olarak ya da ailenin en büyük kardeşi olarak cömertlik yoktu.

Hugo'nun Kwiz'i değerlendirmesinin pek çok değeri vardı ama aynı zamanda pek çok kusuru da vardı. Tipik zayıf noktası cimrilikti. Kötü bir şekilde ifade etmek gerekirse, ucuz biriydi ve itibarını kaybetmeyecek kadar cömert davranmayı umursamıyordu.

Ancak Kwiz'in cimriliği kendisine yönelik olmadığı sürece, Hugo'nun hiçbir şekilde umurunda değildi. Ama birden aklına parçalanmış bir anı geldi. Karısı gelip ona evlenme teklif ettiği gün üzgün bir ifadeyle ona şunları söylemişti:

[Bir prenses, kraliyet ailesinin yararına her an satılmaya hazır olmalıdır. Uygun bir çeyiz teklif edilirse, kraliyet ailesi gözünü kırpmadan beni herhangi biriyle evlendirir. Satılmadan önce… kendimi satmak istiyorum.]

Hugo'nun morali bozuldu.

Tesadüfen, karısı dün 'ya şöyle olsaydı' lardan bahsetmişti ve o da böyle şeyleri düşünmenin faydasız olduğunu söylemişti. Ama şimdi. Hugo o 'eğer'leri düşünüyordu. Ya Lucia onu bulmaya gelmeseydi? Ya Hugo onun teklifine gülüp geçseydi? Bir adım yanlış olsaydı, şu anda Hugo Taran'ın karısı olmazdı.

Ama bu olmadı. Hugo, belki de her şeyin farklı bir şekilde gelişebileceğini düşünmenin hâlâ faydasız olduğunu düşünüyordu. Yine de korkudan sırtındaki tüyler diken diken olmuştu. Kral'ın kurtulmaya çalıştığı işe yaramaz ağızlar grubuna dahil olabilirdi. İsteği ne olursa olsun onun için seçilmiş bir adamla evlendirilebilirdi ve bu durumda bir gün onunla başka bir adamın karısı olarak tanışacaktı.

Hugo kendini hasta hissetti. Karısının başka bir adamın karısı olduğunu hayal edince midesi bulandı. O, onun kadınıydı ve kimse buna karşı çıkamazdı. Gerçeği hatırladığında rahatlayarak soğuk terler döktü.

Hugo bir şeyler hakkında konuşmaya devam eden Kwiz'e baktı. Çocuklarını ihmal eden rahmetli kral korkunçtu ama karşısında oturan p*ç de korkunçtu. Abi olmanın ve kardeşlerine birazcık bakmanın nesi bu kadar zordu?

Biraz önce, Kwiz'in tüm üvey kardeşlerini uzaklaştırma projesinin yararını içten içe kabul ediyordu. Ancak, kişisel olarak dahil olduğu an fikrini değiştirdi.

İşe yaramaz ağız? Bunu düşündükçe daha da rahatsız oluyordu. Aklına Lucia'nın kendisine gayri meşru çocuk demesi geldi. Kendini küçük düşürdüğünü ilk kez görüyordu, bu yüzden çok şaşırmıştı. Hugo onu bir kez bile bu kavram içinde düşünmemişti.

Saraydaki hayatı çok mu zordu?

Hugo sık sık karısının çocukluğundan bahsettiğini duyardı ama onun sarayda geçirdiği zamandan bahsettiğini hatırlamıyordu. Şimdi düşününce sarayda hizmetçisi yoktu ve bütün işi kendisi yapıyordu. Hugo zaten bildiği gerçeklerden dolayı yeniden öfkelendi. Sarayda hatırlamak bile istemediği kadar sefil bir hayat yaşamış olmalıydı.

[Satılmadan önce… Kendimi satmak istiyorum.]

O sırada, onun sözlerinin ilginç olduğunu düşünmüştü. Ona karşı hissettiği derin suçluluk, keskin bir iğne gibi Hugo'nun göğsüne saplandı. O zamanlar yanına gelip böyle bir şey söylediğinde neden onun sefaletini ve çaresiz duygularını anlayamıyordu? Rahmetli krala karşı hoşnutsuzluk Hugo'nun kalbinde yeniden filizlendi.

'Bu şekilde ölmeyi hak etti.'

Hugo, merhum kralın utanç verici ölümünü hatırlayarak onunla alay etti.

* * *

Lucia eve geldiğinde Jerome'a ​​çiçek işlemeli mendili sordu. Jerome içinden güldü ve dışarıdan sakince cevap verdi.

"Efendi onu her gün kontrol ediyor ve yanında taşıyor."

"…Ne zamandan beri?"

“Şimdi birkaç ay oldu. Roam'da olduğumuz zamandan beri.”

"Geçen sefer ona bir mendil hediye etmemi söylediğinde bana bunu söylememiştin."

"Bildiğinizi düşündüm."

Jerome soğukkanlılıkla cevap verdi.

"Bunu ona hanımın verdiğini sanıyordum. Hanımefendimiz vermediyse, Efendi mendili nereden aldı?”

“…”

Lucia Jerome'a mendili Hugo'ya kendisinin vermediğini söyleyemedi. Eğer ona vermediğini söylerse, tek açıklama Hugo'nun onu gizlice almış olması olacaktı. Kocasının evin efendisi olarak otoritesini zayıflatmak istemiyordu.

Ama Jerome zaten biliyordu. Efendisinin, genç efendi Damian'a bir paket hazırlayabilmek için hizmetçinin tamamlanmış mendilleri koyduğu sepetten gizlice birkaç parça aldığına bizzat tanık olmuştu.

Kendisi görmese inanmayacaktı. Bu, efendisinin tamamen tersi, tuhaf bir hareketti. Ancak Jerome, efendisinin yaptığı her şeyi sorgulamayan sadık bir uşaktı. Hanımının önünde çenesini kapalı tutmasının nedeni tedbirli olmasıydı. Olay ne kadar önemsiz olursa olsun, ikisinin ilişkisi üzerinde nasıl bir etkisi olacağını bilmek imkansızdı, bu yüzden Jerome sözlerine ve eylemlerine her zaman dikkat etti.

“…Onu yanında taşıdığını bilmediğimi kastetmiştim.” (Lucia)

"Bunda bir sorun mu var?" (Jerome)

“Yok, ama görünüşüne dikkat etmesi gerekiyor. Böyle bir şeyi nasıl taşıyabilir? İnsanlar görse güler."

"Endişelenmenize gerek yok. Efendimiz asil ruhludur.”

Sırıtan Jerome'a ​​bakan Lucia, Jerome'un neden yetenekli bir uşak olduğunu bir kez daha anladı. Jerome'un yaşıyla bağdaşmayan bir pürüzsüzlüğü vardı. Kocasının utanmazlığını, mantıksızlığını, bencilliğini 'asil ruh' sözüyle sarmalaması gerçekten şaşırtıcıydı.

Lucia mendilin anlamı hakkında uzun uzun düşündü. Oğluna göndermesi gereken mendili gizlice aldığı sahneyi hayal edince inanamadı ve dili tutuldu. Ve bu saçmalığa gülmekten kendini alamazken, neden böyle bir şey yaptığı düşüncesiyle kalbi küt küt atıyordu.

İhtiyacı olursa kendinden emin bir şekilde mendil istemek ona daha çok yakışıyordu. Onu bunu yapmaktan alıkoyan kocasının temkinli kalbi, Lucia'nın  kalbini sıcak bir enerji gibi kapladı.

Mendil bir fırsattı. Lucia, ona karşı olan her tavrının, sözlerinin ve ifadeleriyle gösterdiği duygularının izini sürdü. Belki de zaten bunun farkındaydı. Ama bunun doğru olmadığı düşüncesiyle ağır bir şekilde zihnine çiviledi. Sırf korkak olduğu içindi.

Duygularını kendi kendine doğruladı.

'Onu seviyorum.'

Ve onun kalbi konusunda da bir tahminde bulundu.

'Belki... o da beni seviyordur.'

Ama sevgi denen duyguyu kabul edip etmediğini bilmiyordu. Henüz kalbinden emin olmayabilir ve hala inkar aşamasında olabilirdi.

'Bekleyeyim mi? Yahut… önce konuyu ben mi açmalıyım?'

Önünde bir yol ayrımı ve aralarında yapılması zor bir seçim vardı. Ona evlenme teklif etmek için Dükal malikanesine gittiği o günden daha kararsız hissetti.

Ç/N: Haydiiii söyleeee onu nasılll sevdiğiniiii 

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

3 Aralık 2022 Cumartesi

 Lucia - 92 
Seni Seviyorum (3)

Lucia yatak odasındaki kanepeye gömüldü ve sakince çocukluk anılarının izini sürdü. Annesini düşündükçe yüreği ısınıyordu. Eskiden annesini düşündüğünde üzülürdü ama şimdi sadece mutlu anıları kalmıştı. Bu, Lucia'nın şu anda hayatında mutlu olması sayesinde oldu.

Annesi kolyeyi genellikle çekmecesinin derinliklerine koyardı ve ara sıra bakmak için dışarı çıkarırdı. Bazen bundan o kadar etkileniyordu ki Lucia'nın yanına geldiğini fark etmiyordu bile. Lucia, annesinin kolyeye gerçekten değer verdiğini düşündü.

'Annem kolyeye baktığında ailesini özlemiş ve onları düşünmüş olmalı. Aynı zamanda, içinde bulunduğu koşullar nedeniyle eve dönemediği için de üzgün olmalı.'

Annesi hamile kalmasaydı muhtemelen memleketine dönecekti. Ama annesi hayatı hakkında asla karamsar olmadı ve Lucia'yı suçlamadı.

Annesi her zaman onların iyiliği için çalışmak zorundaydı. Genelde yerel markette çalışırdı ve vakti olursa yemek masraflarını karşılamak için küçük bir sebze bahçesiyle ilgilenirdi. Her şeye rağmen annesi hep gülümsüyordu. Sık sık Lucia'ya sarılır ve onu yumuşak koynunda taşırdı.

Annesi ona 'canım kızım' diyerek sevgisini her zaman şefkatle dile getirdi ve 'Mutluyum çünkü sana sahibim' dedi. Lucia annesini kaybettiğinde hissettiği çaresizlikle sanki yerle bir olmuştu ama annesinin sevgisini hatırlayarak zor günlere dayanabildi.

'Annemin kolyeyi rehin vermesi gerektiğini düşündüm çünkü ben incindiğimde çaresizce paraya ihtiyacı vardı.'

Ancak annesi kolyeyi rehinciye hiç bırakmamıştı. Rehinci dükkanının sahibi haklıysa, Lucia'nın hafızası hatalıydı.

‘Diyelim ki çocukluk anım yanlış. Daha sonra amcamla tanışabilmemin sebebi kolyeydi. Peki kolye müzayede evine nasıl ulaştı? Çalındı mı?'

Kolye Lucia için önemli bir anlam taşıyordu. Köklerini bulmasına yardım eden şey buydu.

'Olay olduğunda sanırım sekiz yaşındaydım.'

Lucia, gençken meydana gelen kazayı hatırladı. O olayda ağır yaralanmıştı.

Mahallenin girişinde büyük bir ağaç vardı ve genç, erkek fatma Lucia, mahallenin çocuklarıyla ağaca tırmanmak için iddiaya girdi. Korkunun ne olduğunu bilmiyordu ve muzaffer bir şekilde aşağı bakmadan önce en tepeye kadar tırmandı. Ama ağacın tepesinde yuva yapan bir kuş vardı. Anne kuş kendini tehdit altında hissetti ve Lucia'ya saldırdı, bu da Lucia'nın şaşkınlık içinde sendelemesine ve yere çarpmasına neden oldu.

'O gün yaralanan yer...'

Sağ dizinin altını kontrol ettiğinde Lucia'nın gözleri hafifçe titredi. Yara izi yoktu. Sakatlığın olması gereken bölge çok düzgündü. Yara, tamamen iyileştiğini ve yaşlandıkça kaybolduğunu iddia edemeyecek kadar büyüktü. Ancak ne kadar dikkatli bakarsa baksın tek bir iz bulamamıştı.

‘Hiç var olmadı mı? Yoksa kayboldu mu?'

Lucia bacağındaki yara izine hiç bu kadar yakından bakmamıştı. Çocukken meydana gelen kazayı düşünmesine neden olan kolye olmasaydı, bunu görmezden gelmeye devam edecekti.

'Canımın yandığına dair anılarım da mı yanlış?" Hayır. Böylesine büyük bir kazayı bu kadar canlı ayrıntılarla yanlış hatırlamama imkan yok.'

Başı ağrıyana kadar düşünmeye devam etti. Bunun için ilaç aldı, yatağa uzandı ve uykuya daldı.

Lucia uyurken çocukluğunu hayal etti. Sadece yarın ne oyun oynayacağını düşündüğü o masum zamanlar çabuk geçti. Kısa süre sonra, annesinin soğuk bedeninin yanında kalbi ağlıyordu. Çevredekiler onu teselli etmek için sırtını sıvazladılar. Annesinin vefatına ve onun gibi küçük bir çocuğu dünyada tek başına bırakmasına üzüldüler. Annesinin yakın arkadaşı olan komşu teyze Lucia'nın gözyaşlarını sildi. Lucia kederden bunalmış halde ağlarken annesinin kolyesini sanki annesinin kendisiymiş gibi elinde sımsıkı tuttu.

Aniden, bir Kraliyet Muhafızı içeri girdi ve mahalleyi alt üst etti. Hiç kimse Kraliyet Muhafızlarının Lucia'yı almasını engelleyemedi ve sadece uzaktan izleyebildiler. Çukur gözlü genç kız isyan etmedi ve itaatkar bir şekilde onu takip etti.

Sarayın lüksüne kördü. İlk kez gördüğü baba denen adama baktığında hiçbir duygu hissetmiyordu. Kalacağı müstakil saray soğuk ve kasvetliydi. Issız bir yatak odasında uzanmış, hıçkıra hıçkıra ağlayan ve defalarca annesinin arkasından seslenen genç bir kız çocuğu, elinde bir kolyeyle duruyordu.

Lucia irkilerek uykusundan uyandı. Dışarısı hava karardığı için uzun süredir uyuyor olmalıyd. Boş bir ifadeyle yatağa oturdu.

‘Rüya değil…’

Az önce gördüğü rüya bir fantezi değil, anısının bir parçasıydı.

'Neden unuttum?'

İnce bir filmle kaplanmış gibi görünen hatıra yavaş yavaş açığa çıkıyordu.

'Kolye yanımdaydı.'

Lucia, annesinin ölümünden sonra kolyeyi sürekli olarak boynuna asmıştı. Saraya girerken de yanındaydı. Hizmetçiler eski kıyafetlerini çıkarıp kıyafetlerini değiştirdiklerinde bile, annesinin anısı olarak kalan tek hazineyi birinin elinden almaya çalışmasından korktuğu için kolyeyi bırakmayı reddetti.

Aklında giderek daha fazla yeni anı canlanmaya başladı. Çocukluk anılarında bir çelişki vardı. Bu çelişki, küçük mahallelerinde bir ağaçtan düşüp yaralandığı büyük kazaydı. O sırada yaralanan tek kişi Lucia değildi. Lucia düştüğünde bir dalı kırdı ve onunla birlikte başka bir çocuk da düştü. O çocuk başını yaraladı ve ardından öldü.

'…Rossa.'

Çocuğun adı buydu. Lucia'nın çocukluk arkadaşıydı. Rossa'nın ailesi, Rossa öldükten bir süre sonra taşındı. Komşu teyze, yani Lucia'nın annesinin yakın arkadaşı, Rossa'nın annesiydi. Rossa'nın annesi, Lucia'nın annesi vefat ettiğinde onunla aynı odadaydı. Belki de haberi uzaktan duydu ve geri geldi? Ancak aynı odada, Lucia ile komşu teyzenin yanında ağlayan Lucia yaşlarında bir kız vardı. O kız Rossa'ydı.

[Lucia. Yemek yemelisin, tamam mı? Hastalanırsan annen cennette üzülür.]1

Lucia, annesi öldükten sonra iki gün veya daha uzun süre yemek yemeyi reddettiğinde, Rossa onun eline bir kaşık koyup onu teselli etmişti.

'Rossa gençken öldü, değil mi?'

Lucia, çocukluğuna dair iki anısı olduğunu ve bu anıların birbirine karıştığını fark etti.

'Rehineci dükkanının sahibinin doğruyu söylediğini varsayalım. Ben gençken kaza geçirmedim ve Rossa da ölmedi. Annem kolyeyi rehineciye bırakmadı ve ben kolyeyle saraya girdim.'

Lucia'nın kolyeyle  ilgili son anısı, saraya ilk kez girdiği gündü. Ağlayarak uyuyup ertesi gün uyandığında kolye kaybolmuş ve geleceği görmüştü. Ve anıları karıştı. Belki de kafa karışıklığı onun hala küçük bir çocuk olmasından kaynaklanıyordu ya da belki de kolyenin sahip olduğu özel yeteneğinden kaynaklanıyordu.

'Büyülü bir araç...'

Dünyada tuhaf ve acayip olaylara neden olan birçok şey vardı. Lucia büyülü yalnızca bir alet görmüştü ve o gün Kraliyet Sarayı'na getirildiği gündü. Soyu belirlemek için kullanılan büyülü araç, yan yana yerleştirilmiş iki cam bardaktan oluşan bir cihaz gibi görünüyordu. İki cam bardağa berrak, saf su konur ve akrabalıklarını kanla kanıtlamak isteyen iki kişi kanlarını içine damlatırdı. Aralarında kan bağı olmasa suda bir değişiklik olmaz, kan bağı olsa su kan gibi kıpkırmızı olurdu.

'Kolye büyülü bir eşya olabilir mi?'

Amcası, kolyenin Kont Baden ailesinde nesiller boyu aktarılan bir yadigâr olduğunu söyledi. Büyülü bir eşya birinci sınıf bir hazineydi, bu nedenle çoğu büyülü eşya ulusal hazineydi. Kont Baden ailesi gibi dağılan bir ailenin sahip olabileceği bir eşya değildi. Büyülü bir alet muazzam miktarda paraya satılabilirdi, bu yüzden dayısı bilseydi, ailenin geçimini sağlamak için onu çoktan satardı.

'Dayımın bundan haberi yoktu. Büyükbabam da bilmiyor gibi görünüyor.'

Kolyenin büyülü bir araç olduğunu varsayan Lucia, yeni bir mantık yürütmeye başladı.

'Kolyenin bana gösterdiği şey... gelecek değil, başka bir yaşamımdı.'

Başka bir yaşamda, Lucia gençken ciddi şekilde yaralandı, annesi kolyeyi rehin verdi ve daha sonra, kolyenin müzayedede görünmesi sayesinde dayısıyla tanıştı. Başka bir ömür olsa bile geleceği görmekten farkı yoktu. Lucia uysalca sarayda kalsaydı, Kont Matin ile evlenirdi ve gelecek de aynı şekilde ilerlerdi.

'Çocukken incindiğim noktadan itibaren işler değişmeye başlıyor. O olay benim için başka bir gelecek yarattı.'

Gerçekte, Lucia incinmedi. Annesi kolyeyi rehin vermedi. Nedeni bilinmiyordu ama büyülü araç Lucia için harekete geçti ve ona uzun bir rüya gösterdi.

'Rossa'nın hayatta olup olmadığını öğrenmek zorundayım.'

Büyük ihtimalle Rossa yaşıyordu.

‘Eğer kolye büyülü bir aletse neden annem tarafından uyandırılmadı? Karşılanması gereken belirli gereksinimler mi var?'

"Vivian."

Lucia düşüncelerinden sıyrıldı. Kollarını dizlerine dolamış ve vücudu bir top şeklinde kıvrılmış, yatakta oturuyordu. Hugo'nun sesini duyunca başını kaldırdı. Yatak odası şimdi ilk uyandığından çok daha karanlıktı. Hugo'nun odaya ne zaman girdiğini bilmiyordu ama hemen yanında oturuyordu.

“Hugh. Ne zaman geldin?”

Hugo eliyle nazikçe saçını okşadı.

"Az önce. Döndüğünden beri uyuduğunu duydum.”

Hugo sessizce kapıyı açıp karanlık yatak odasına girdiğinde, Lucia'yı yatağın üzerinde otururken bulunca irkildi. Ne hakkında bu kadar çok düşündüğünü bilmiyordu, bu yüzden onu ürkütmemek için bir ses çıkarmadı, ama Lucia hiç fark etmedi bile.

"Partide bir şey mi oldu?" (Hugo)

"…Hayır." (Lucia)

"Başının ağrıdığını duydum. Bu, bu ay ikinci kez oluyor. Vücudunda bir sorun yoksa neden hastalanmaya devam ediyorsun?

Hugo, migrenin büyük bir sorun olmadığını söyleyen şarlatan kişinin sözlerine inanamadı. Buna hastalık deniyordu çünkü bir şeyler ters gidiyordu.

"Şimdi iyiyim. Bir şey düşünüyordum.” (Lucia)

Karanlık bir yatak odasında birinin geldiğini fark etmeyecek kadar çok düşündüğü tam olarak neydi? Hugo onun düşüncelerini öğrenmek istedi. Mümkün olduğu kadar onun tamamına sahip olmak istiyordu. Dikkatlice sormadan önce bir an tereddüt etti.

"Düşündüğün şey, bilmemem gereken bir şey mi?"

"Hayır, bu sadece... biraz saçma. Duyunca gülemezsin."

"Gülmeyeceğim."

"Büyükbabama bahsettiğim kolyeyi hatırlıyor musun?"

"Hatırlıyorum."

"Kolyenin büyülü bir alet olabileceğini düşünüyordum."

"Neden?"

Lucia, rehineci dükkanında olanları, annesi öldükten sonra kolyeyi saraya getirirken yaşadığı anıyı ve eve döndükten sonra gördüğü rüyayı anlattı. Ancak, bir rüyada başka bir gelecek gördüğünü açıklamadı. Kendisi de bundan henüz emin değildi ve her ne kadar rüyada olsa da orada yaşadığı acıları anlatmak istemiyordu.

'Ama sanırım bir gün sana anlatabilirim.'

Lucia geleceği görme rüyasının mezara götüreceği bir sır olduğunu düşündü. Ancak, farkında bile olmadan fikri değişmişti.

“Annem kolyeyi asla satmadı. Sanırım kolye hafızamdaki bir şeyi çarpıttı ve kayboldu. Yine de ortadan kaybolduğunu şahsen görmedim."

Hugo birkaç dakika düşündü ve konuşmalarının vakit alacağını anladı ve yatak odasındaki ışıkları açtı.

"Hafıza bozulması ciddi mi?"

"Tam olarak değil. Sadece, eğer gerçekten büyülü bir araçsa, neden anne tarafım bilmiyor?

“Bilmeyebilirler. Büyülü aletler hakkında pek bir şey bilinmiyor.”

Hugo, ailesinin gizli kayıtlarından büyülü aletlerin Madoh İmparatorluğu döneminde yaygın olarak kullanılan eşyalar olduğunu biliyordu. Ancak uzun bir süre sonra büyülü aletler yok edildi ve çoğu büyülü aletin orijinal işlevini bilmek imkansız hale geldi.

"Birden ortadan kaybolabilirler mi?"

"Bazı büyülü aletler olağanüstü yeteneklere sahiptir ve yok edilebilir veya kırılabilirler. Ortadan kaybolabilirler de.”

"Büyülü aletlerin çoğu ulusal hazinelerdir, değil mi? Soylu bir aile bir tane alabilir mi?”

“Büyülü aletlere sahip birçok aile var; sadece ulusal hazineler olarak tanımlanan büyülü aletler daha yaygın olarak biliniyor. Bir ailenin ne tür bir büyülü aleti ve ne tür bir işlevi olduğu genellikle bir aile sırrıdır. Soylu ailelerin sahip olduğu bazı büyülü aletlerin saklandığı biliniyor."

Büyülü aletler, işlevleri ne olursa olsun son derece yüksek fiyatlara satıldı. Bunun nedeni, büyülü aletlere hastalıklı bir şekilde takıntılı birçok koleksiyoncunun olmasıydı. Net, kullanışlı bir işlevi olan büyülü bir aletin fiyatı, satıcının kaprislerine bağlıydı.

"Öyleyse Taran ailesinin de büyülü bir aleti var mı?"

"Bizde çok var."

Taran ailesinin gizli odasında çok çeşitli şeyler vardı. Dük olduktan bir süre sonra, Hugo gizli odada ne olduğunu öğrenmek istedi ve oradaki şeylere baktı. Çoğu çöptü. İnsanların ayrı kaldıklarında birbirleriyle sohbet etmelerini sağlayan büyülü iletişim aracı biraz faydalıydı.

Konuşma mesafesi, ancak birbirlerini açık bir alanda görmeyi başarabilecekleri kadardı. Damian'ı korurken kullanıldı ve şimdi de kullanılıyordu. Aynı türden kalan büyülü aletler başkente getirildi. Büyülü bir iletişim aracı kadar yararlı olan bir aracın değeri muazzamdı.

Ancak Hugo, karısını korumak için bir konvoy düzenledi ve büyülü aletleri sanki bir hiçmiş gibi onlara verdi. Karısının güvenliği söz konusu olduğunda bu kadar az para sorun değildi. Şövalyelerin onu kendi canlarıymış gibi korumalarını tercih ederdi.

"Roam'a döndüğümüzde sana onları göstereceğim." (Hugo)

"Büyülü aletler gerçekten bu kadar büyük bir güce sahip mi? Yağmur yağdırabilen büyülü bir alet olduğunu duymuştum.” (Lucia)

Hugo kıkırdadı.

“Bu sadece saçmalık. Büyülü aletlerin çoğu işe yaramaz. Onlar sadece yeni öğelerdir. Xenon Kraliyet Ailesi'nin büyülü aletini tanımlayan soyun bu kadar iyi bilinmesinin nedeni, bu kadar iyi işleve sahip büyülü bir aracın son derece nadir olmasıdır. Bazı ülkelerin ulusal hazinesi karanlıkta parlayabilen bir çubuktur. Bir şey için kullanılabilir ama ona ulusal bir hazine denecek kadar iyi değil.”

Lucia kaybolan kolyesinin anlamını düşündü. Kolye başka bir yaşamı gösterme yeteneğine sahip olsaydı, dünyanın hiçbir yerinde bulunamayacak devasa bir hazineydi.

"Büyülü aletlerle ilgilenir misin? İstediğin bir şey var mı?” (Hugo)

Dünyanın dört bir yanına dağılmış büyülü aletleri toplama operasyonu her an başlayabilirdi. Bu tamamen Lucia'nın cevabına bağlıydı.

"Hayır. Sadece biraz kafam karıştı.”

Lucia'ya geleceği gösteren kolyeyse, Lucia kaybolan kolyeye minnettardı. Şimdi burada olması onun rüyası sayesindeydi. Ve önemsiz bir olayın bile geleceği bölebileceğini ve geleceğin seçimlerine bağlı olarak değişebileceğini fark etti.

'Benim seçimim sensin. Keşke senin seçimin de ben olsaydım.'

Hugo, kolyeyi gizlice bulma ve onunla onu şaşırtma planının gerçekleşmeyeceğini öğrenince oldukça hayal kırıklığına uğradı.

“Yani öylece ortadan kayboldu? Hafızanı bozduğunu söyledin, o kısım tamam mı?"

"Kafam karışmıştı çünkü çocukluğuma dair iki anım vardı ama iyice düşündükten sonra hallettim."

"Kolye için gerçekten endişeleniyorsan, büyükbabanı buraya getirip seni dinlemesini sağlayabiliriz. Kont ailesinin yadigarı, o yüzden bir şeyler biliyor olabilir."

Lucia gerek olmadığını söylemek üzereydi ama fikrini değiştirdi. Her halükarda dedesiyle geçirdiği süre kısaydı ve kendini üzgün hissediyordu. Ayrıca kolyenin neden olduğu fenomeni de merak ediyordu. Kocasına göre büyükbabası bir şeyler biliyor olabilirdi.

"Peki. Bunu yapmayı çok isterim.”

"Ona refakat edilmesini sağlayacağım."

Eli nazikçe Lucia'nın yanağını okşadı. Lucia, onun sevecen dokunuşu karşısında bir şekilde duygulandı.

'Benim seçimime mi kapıldı?'

Lucia onu seçti ve kendine yeni bir gelecek yarattı. Ama bu kurallara aykırıydı. Önündeki mutsuz geleceği bilen başka hiç kimsenin bundan kaçınmayı tercih etme şansı olamazdı. 

Lucia, kendisi yüzünden Hugo'nun çok daha mutlu bir geleceğini altüst etmiş olabileceğinden korkuyordu. Hiçbir şey bilmeden olayın içine sürüklenmiş olması çok acımasızdı.

'Bütün dünya beni kınasa ve bana bencil dese de sorun değil. Onu seviyorum. Onun da beni sevmesini istiyorum. Benim hakkımda ne düşünüyor? Benden ne kadar hoşlanıyor? Ona onu sevdiğimi söylersem, kaçar mı?'

“‘O zamanlar farklı bir seçim yapsaydım bir şeyler değişirdi’ diye hiç düşündün mü hiç?” (Lucia)

"Böyle düşüncelere sahip olmanın ne yararı var? Nasıl olsa geçmişte kaldılar."

[Geçmişteki şeylere hiçbir bağlılığım yok. Değiştirmesi imkansız olan bir şeye tutunmanın faydası yok.]

Evlendikten sonraki gün Lucia'nın 'Verdiğin bir karardan hiç pişmanlık duydun mu?' diye sorduğunda verdiği cevaptan pek de farklı değildi bu. Lucia alaycı bir şekilde gülümsedi. O böyle bir adamdı. Geçmişe bakmayan biri.

Onun kalpsiz bir adam olduğunu düşünmüştü. Hugo'nun hayata bakışı değişmemişti. Ama Lucia'nın ona bakışı değişmişti. Şimdi, onun kalpsiz biri olduğunu düşünmüyordu. Aksine aşırı şefkatliydi.

Sevgisi her zaman Lucia'nın kalbinde fırtınalara neden olmuştu. Mutluluğu arttıkça ıstırabı da artıyordu. Ondan vazgeçemezdi. Beklentileri artmaya devam ediyordu ve bu gidişle sonunda ona içerleyeceğinden korkuyordu.

"Benim böyle düşüncelerim var. Ya seninle evlenmeseydim? Yine müstakil sarayda olacaktım. Bir süre sonra da kraliyet ailesine çeyiz ödeyen biriyle evli olacaktım.” (Lucia)

Hugo ona baktı ve sözlerinin ardındakini anlamaya çalıştı.

"Bazen... hak ettiğimden çok daha fazla bir konumda olduğumu düşünüyorum." (Lucia)

"Neden öyle düşünüyorsun?" (Hugo)

"Hiç bunun acele bir karar olduğunu düşünmüyor musun? Benimle evlenmenin, demek istediğim.”

Hugo tek kelime etmeden Lucia'ya baktı ve sonra içini çekti.

"Yine neyi yanlış yaptım?"

"…Ha?"

"Böyle lafı dolandıracağına direkt söyle yeter."

Lucia'nın gözleri döndü ve ona baktı. Her zaman ve her yerde kendinden emin ve gururlu olan adamın yüzünde gözü korkmuş bir ifade vardı. Farkında olmadan yanlış bir şey yapmış olabileceğini düşündüğü için endişeleniyordu.

Sanki her şeyini ona teslim edecek ve her istediğini yapacakmış gibi davranıyordu. Ne zaman onun sevgisiyle sırılsıklam olsa, Lucia sanki birisi kalbini yakalamış ve sıkmış gibi hissediyordu. Başkalarının korktuğu canavara benzeyen adam çok sevimliydi ve buna dayanamıyordu. Lucia'nın burnu sızladı ve yumruğunu sıktı.

"Yanlış bir şey yapmadın. Bu benim vicdan azabım."

"Ne demek istiyorsun, vicdan azabın derken?"

“Evliliğimizde oldukça önemli bir eşitsizlik vardı. Gayrimeşru bir çocuktan hiçbir farkı olmayan, tanınmayan bir prensestim. Sen ise, kendi ülkende ve diğer ülkelerde tanınan, ünlü Dük'tün. Gerçekten kayıpla evlendin."

Hugo hafifçe kaşlarını çattı. Kendisine gayri meşru bir çocuk demesinden hoşlanmadı. Bir kayıpla mı evlendi. Onun böyle düşündüğünü bilmiyordu.

Hugo, ne olursa olsun, onu yanında olmaya biraz olsun isteksiz yapan her türlü nedenden nefret ediyordu. Onunla olan ilişkisine kayıp ve kazanç kavramının dile getirilemeyeceğini nasıl açıklayabilirdi?

Elini beline doladı, onu nazikçe yere yatırdı ve üzerinde yükseldi.

"Partide gerçekten bir şey olmadı mı?"

"Hiçbir şey olmadı."

"Öyleyse sorun ne?"

"Kulağa aptalca geliyorum, değil mi?"

Hugo Lucia'nın utangaç bir şekilde gülümsemesini izledi ve gözlerinin kenarını öptü.

"Böyle konuşma Vivian. Aptal falan değilsin ve ben bir kayıpla evlenmedim."

Lucia derin bir nefes aldı. Sözleri usulca kalbini sarıyormuş gibi hissetti.

"Bunu daha önce de söyledim. Zorsa, içinde tutma. Kendini rahatsız etmene gerek yok. Sadece yapmak istediğin şeyi yap.”

Lucia elini kaldırıp yüzünü avuçladı. Onun yanağını okşarken, onu bir su birikintisine dönüştürmekle tehdit eden duygunun büyüsüne kapıldı. Kulağına aşk sözleri fısıldamadı ama sözleri çok tatlıydı.

"Sanırım senin için o kadar güvenilir değilim." (Lucia)

"Güvenilir olmadığını düşündüğümden değil, incinme diyorum." (Hugo)

"Beni kim incitecekmiş?"

"İncinebilecek tek şey beden değildir."

Sosyal çevre, insanların kelimelerle öldürüldüğü bir yerdi. Her zaman abartılı şeyler söyleyen insanlar olmuştu. Bir Dük ailesinin desteğinin, karısını tamamen koruyabileceğini garanti edemezdi. Hugo, insanların kendisi hakkında söylediklerini tamamen görmezden gelebilirdi. Ancak karısı küçük ve zayıftı. Bu yüzden onun için her zaman endişeleniyordu.

Lucia'nın gözleri kocaman açıldı. Kalbini incitmemesini söylüyordu. Bazen ondan hissettiği incelik gerçekten şaşırtıcıydı. Annesi öldüğünden beri hiç böyle bir sevgi görmüş müydü? Bu, bir kocanın karısına zorunlu görevini aşmıştı

'Belki o da... beni...'

Bu varsayım karşısında kalbi küt küt atmaya başladı. Sanki bir şeyi kıl payı yakalamış gibi hissediyordu ama parmaklarının arasından kayıp gidiyordu. Lucia her an dökülecekmiş gibi olan duygularını bir arada tutmayı başardı ve kollarını ona uzattı.

Sırtını ona sardı ve başını göğsüne gömdü.

"İncinmemeye dikkat edeceğim."

Ç/N: Yani aslında farklı olasılıklar kombinasyonunun yarattığı birden fazla hayat çizgisi var. Lucia'nın rüyasında gördüğü de onlardan biriydi. Çoklu evren gibi. Ben öyle anladım yani. Dr. Strange acil olay yerine çağrılıyorsunuzz efenim..



 








Neyse başlıktandan da anlaşılacağı üzere itiraf sahnelerine daha da yaklaşıyoruz kuzularım. Hadi Lucia'm akıllı kabağım çak köfteyi artık 👀

Neyse bugünlük de buraya kadarr. Ayrıcaa yeni cicimize de göz atmayı unutmayın canlarımm 😊😘

Önceki Bölüm                                                                                               Sonraki Bölüm