under the oak tree 183. bölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
under the oak tree 183. bölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2021 Çarşamba

 Under The Oak Tree - 183. Bölüm

Kapıda bekleyen hizmetçi çantayı Max'in elinden aldı ve taşımaya gönüllü oldu. Hizmetçiler treni ona göz yaşları dolu bir veda ile dışarıya kadar eşlik ettikten sonra Max, Rem'e bağlı eyere oturdu. Tüm şövalyeler, yola çıkmak için eğitim alanlarında sıraya girdiler. Keşif gezisi için iyi hazırlanmış göründüklerinden, sadece iki günde hazırlık yapmamış gibi görünmüyorlardı.

"Bütün ihtiyaçlarınız toplandı mı?"

Şövalyelerin saflarına yaklaşırken, savaş hatlarını teftiş eden Gabel onunla konuştu. Max başını salladı. Gabel Rem'in eğerine bağladığı çantanın boyutunu inceledi, sonra arkasında bir şey işaret etti.

"Hey, Leydi Calypse burada."

Onun dürtüsüyle, safların arkasında duran yaverlerden iki çocuk çıktı. Yulysion ve Garrow'un dev bir atı sürükleyerek ona doğru koştuğunu görünce Max'in gözleri büyüdü.

"Bize Leydi'nin de geleceği söylendi. Yolculuk boyunca size eşlik etmek için gönüllü olduk.'' Yulysion telaşla koştuktan sonra açıkladı.

"Ama... Yulysion ve Garrow hâlâ çıraklar. Bu sefere katılmaları do-doğru mu?''

''Yaverler aslen şövalye törenlerinden önceki çıraklardan seçilir. Merak etmeyin, geçtiğimiz aylarda çok fazla deneyim kazandık.''

Garrow gururla göğsünü kendinden emin bir şekilde pompaladı ve Yulysion şiddetle onun yanında başını salladı. "Geçen seferki gibi leydinin hayatını asla riske atmayacağım. Ne olursa olsun sizi güvende tutacağız, endişelenecek bir şey yok!''

Max, ayrı oldukları zamanlarda daha da onurlu hale gelen iki çocuğa gülümsedi. "Te-teşekkür ederim. Size güveniyorum."

"Rovar ve Livakion yaverler arasında en iyisidir. Lütfen nereye giderseniz gidin ikisi de yanınızda olsun. Ayrıca, asla isteyerek ayrılmamalısınız. Herhangi bir sorun olursa lütfen bana veya başka bir şövalyeye haber verin.''

Gabel ciddi bir yüzle ona talimat verdi ve Max sertçe başını salladı. "Aklımda tutarım. Bu arada… Ri-Riftan nerede?''

"Komutan orada."

Max, Gabel'in gösterdiği yere baktı ve Rodrigo'yu, gri saçlı iki yaşlı şövalyeyi ve kocasını gördü. Bunu diğer genç şövalyeleriyle tartışıyorlardı.

''Komutan kalenin denetimini devrediyor. Büyük salonun bakımı Rodrigo'nun sorumluluğunda olacak, Sör Obaron ve Sör Sebrick ise eğitim ve askeri tesisleri denetleyecek."

Riftan, Rodrigo'ya ve yaşlı şövalyelere bir anahtar halkası verdi, sonra sıranın önüne doğru yürüdü. Max, Riftan Talon'un üstüne otururken onu dikkatle gözleriyle takip etti. Riftan'ın bakışları aniden ona kaydı. Max aniden fikrini değiştireceğinden ve bu seferden ayrılmasını emredeceğinden korktu, ama Riftan tek kelime etmeden Talon'u kapılara doğru yönlendirdi.

"Hadi gidelim!"

Yüksek emir veren sesi yankılanınca, surların tepesinde konuşlanmış muhafızlar güçlü bir şekilde borularını öttürerek şövalyelere hatlarını korumalarını ve kale hendeğini düzenli bir şekilde geçmelerini işaret etti. Max dizginleri kavradı ve Rem'i çizgi boyunca sürdü. Calypse Kalesi ondan uzaklaştıkça, içinde bir korku ve garip bir heyecan kabardı. Yakın gelecekte onları neyin beklediğini merak etti. Yanında atına binen Garrow, onun endişesini fark etmiş gibi görünüyordu ve sakince konuşarak ağzını açtı.

"Endişelenecek bir şey yok. Bütün baharı Anatol çevresindeki dağları arşınlayarak canavarları yok ederek geçirdik, yakın zamanda kolumuzu oynatmamız gerekmeyecek''

Max, kendisinden çok daha genç bir çocuğun nasıl daha iddialı davrandığını görünce utançtan yanaklarının ısındığını hissetti. Sadece Garrow değil, onun yaşındaki tüm diğer genç şövalyeler de aynı sakin ifadeyi giyinmişti.

Anatol kasaba meydanını atlarına binerek geçerken, insanlar yolun kenarına akın etti ve şaşkınlık içinde savaşa girişlerini izlediler. Max kendini bir kurt sürüsünün içinde kaybolmuş masum bir köpek yavrusu gibi hissetti.

"Madam, lütfen kapılardan geçtikten sonra safların ortasına geçin."

Gabel omuzlarının üzerinden bağırdı ve Max itaatkar bir şekilde onun talimatlarına uydu. Korunan bölgelerden çıkar çıkmaz Rem'i hattın ortasına yönlendirdi. Riftan safların önünden ona baktı, sonra atını daha hızlı sürmeye başladı. Şövalyeler onun yolunu izleyerek vadilerde hızla ilerlediler.

Max, diğer atlar tarafından ezilmemeye dikkat ederek, hızlarına ayak uydurmak için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırken Rem'i ileri sürdü. Engebeli toprak yolda ilerlemek düşündüğünden daha zordu. Boş zamanlarında pratik yapmamış olsaydı, ayak uyduramayacaktı.

Yulysion, Max nefes nefese ve terlerken bu şekilde kaç saat daha binmek zorunda olduklarını merak ederken, ona cesaret verici bir şekilde gülümsedi.

"Bugün iki dağı aşacağız. Anatol'dan ayrıldıktan sonra yol daha kolay olacak, o yüzden lütfen orada kalın.''

Max başını salladı, genç adamın bu hızda nasıl olup da dilini ısırmadığını merak etti. Uylukları zaten uyuşmuştu ve kalçaları karıncalanıyordu ama onlarla gitmek zorunda olduğu için inatla ısrar ettikten sonra tek bir şikayet mırıldanamıyordu. Max, şövalyelere ayak uydurmak için sürerken mücadele etti.

Neyse ki, yol dikleştikçe, hareket hızını azaltmak zorunda kaldılar. Sakinliğini yeniden kazanmayı başardı ve çevresini inceledi. Dağ vadilerinin dar yolunun iki yanında yemyeşil ağaçlar onları kuşatmıştı. Doğa tarafından oyulmuş keskin, sivri uçlu kayalar dağın eteğinde eğilmişti ve yakındaki bir dereden gelen hafif su akışını duyabiliyordu. Bir süredir seyahat ettikleri için sonunda orada mola vermeye karar verdiler.

Max'in bacakları titrediği için atından inmekte zorlandı, sonra Rem'i suya doğru yönlendirdi. Şövalyeler ekmek ve kuru sığır eti yerken, atlar dereyi boşaltır gibi susuzca su içtiler. Max de mataradan su içti, kurumuş dudaklarını ıslattı ve bir tahta parçası kadar sert olan bir parça kuru et yedi. Atlarının üstüne çıkmadan önce yaklaşık yirmi dakika dinlendiler ve hemen yola geri döndüler.

Yarım günden az bir sürede Max tamamen yenildi. Eyere oturmuş kalçası yanıyordu sanki. Ve ciğerleri bıçakla bıçaklanmış gibi hissediyordu. Örgülü saçları sürekli gevşeyip yüzüne yapışmıştı, bu da onu rahatsız ediyordu. Ona kıyasla, etrafındaki şövalyeler ağır demir zırhlarına rağmen daha rahat görünüyorlardı.

Max, çöken duruşunu düzeltmek için uyluklarını eyere bastırdı. Cehennem yürüyüşü ancak dar ve uzak yolun sonuna geldiklerinde ve kamp kurmak için biraz yumuşak bir yer bulduklarında sona erdi.

"Bugün burada kamp yapacağız." Riftan'ın sesi şiddetle yankılanırken Garrow atından indi ve sessizce mırıldandı.

"Koca bir günlük yolculuktan sonra bile, hala Anatol topraklarındayız..."

Max o kadar rahatlamıştı ki sonunda at sırtında seyahat etmekten dinlenebildi ve dağlarda bir gece geçirmekten çekinmedi. Atından inerken neredeyse eyerden düşüyordu. Ona yardım eden Yulysion olmasaydı, yüzünü nemli zeminde bulabilirdi.

"Yorgun olmalısınız. Lütfen burada oturun ve dinlenin. Hemen çadırı kuracağım." Yulysion onu omuzlarından tuttu ve nazikçe düz bir kayaya oturması için yönlendirdi. Max tükenmişlik seviyesinde zar zor bir teşekkür mırıldanmayı başardı.

İki çocuk, hiçbir yorgunluk belirtisi göstermeden atlarının eyerlerini çabucak indirdiler ve bavullarını açtılar. Diğer şövalyeler de şenlik ateşleri için bir çukur yapmak, onları yakmak ve atlara yiyecek ve su sağlamakla meşguldü. Max yardım etmesi gerektiğini biliyordu ama şu anda gerçekten elini kaldıramıyordu. Kızarmış avuçlarını soğuk kayanın yüzeyine bastırarak dizginleri çok uzun süre tutmanın gerginliğinden soğuttu.

"Yatak ayarladım. Leydim, oldukça perişan ama içeri girip dinlenebilirsiniz..."

"Onunla ben ilgileneceğim." Max, araya giren alçak sesle ürperdi. Başını kaldırıp baktığında Riftan'ın hâlâ aynı ifadesiz yüzle ona baktığını gördü. "Gidin ve atlarınızla ilgilenin."

Garrow ve Yulysion onun emriyle hemen atlara doğru koştular. Böyle düzensiz bir durumda olduğu ve katkıda bulunamadığı için onu azarlayacağından endişeliydi, ancak Riftan sadece ona yardım etti ve onu bir ağacın altına kurulmuş çadıra doğru herhangi bir kınama olmadan yönlendirdi.

"Hazır olduğunda sana bir yemek getireceğim, o yüzden bu arada uzan sen."

"Ben i-iyiyim. Ben de yardım etmeliyim…''

Max, Riftan ona korkunç bir bakış attığında hemen dudaklarını kapadı. Çadırın tentesini indirdi ve uzaklaştı. Doğrusu, Max'in parmağını bile kaldıracak enerjisi yoktu, bu yüzden ertesi gün onu nelerin beklediğini düşünerek çaresizce kalın battaniyelerin üzerine kaydı. Sabah poposunun ve uyluklarının siyah ve mavi şekilde moraracağını biliyordu, bu yüzden keşif boyunca nasıl hayatta kalacağını merak etti. Hızla başını salladı ve bu bozguncu düşünceleri kovdu.

 Hayır. Sadece bir gün sonra Anatol dağlarından çıkmış olacağız.

Haritaya göre, Anatol'u geçtikten sonra Livadon'a giden yolda pek çok düz ova olacaktı. Ayrıca, özellikle yollar daha az hantal hale geldiğinde, vücudu yavaş yavaş at sürmeye alışacaktır. Bu kadar kolay pes etmemeliydi. Riftan kendini motive etmeye çalışırken çadıra döndü.

"Yemek yemeden önce masaj yaptırsan daha iyi olur. Pantolonunu çıkar."

Çadıra girmek için eğildi ve bir çuvaldan küçük bir şişe yağ çekerek bir köşeye oturdu. Max ona baktı, az önce ne duyduğundan emin değildi.

"Az önce... ne dedin...?"

"Çizmelerini ve pantolonunu çıkar. Bu ilaç uygulanmadığı sürece yarın bir daha ata binemeyeceksin.''

Riftan umursamaz bir tavırla cevap verdi ve eldivenini, tozluklarını ve tulumlarını hantalmış gibi çıkarıp köşeye koydu. Bu arada, Max ona boş boş bakmaya devam etti. Onu boş boş durduğunu görünce Riftan kaşlarını çattı ve çıkarmak için ellerini çizmelerinin üzerine koydu. Max protesto etti ve panik içinde çadırın en uzak köşesine çömeldi.

"Ben... ben iyiyim! Gerek yok!"

"Her an bayılacak gibisin, ne demek iyisin?"

Riftan yaklaştı ve tüm gücüyle kaçmaya çalışan Max'i tekrar yerine yerleştirirken yakaladı. Kalçasını kavradığında zonklayan kasları çığlık attı. Artık kendini tutamayıp acıyla inlediğinde, Riftan kaşlarını çattı ve baldırlarını sıkıca saran çizme bağcıklarını çözmeye başladı ve Max'in yüzünü parlak kırmızıya boyadı.

"B-bunu anladım. Ben... Kendim yapacağım! Ya-yağı bana ver, ben yapabilirim… bir dakika dışarı çı-çık.''

"Parmağını kaldıracak gücün bile yok."

"Bu do-doğru değil. Ke-kendim ya-yapabilirim yani…''

''Kulağa saçma gelse bile en azından kocanı dinle.''

Onun sabrının yeniden sınıra ulaştığını fark ederek itiraz etmeyi bıraktı. Riftan Max'in çizmelerini çıkarıp bir köşeye fırlattı, sonra ellerini onun pantolonunun iplerine koydu. Max çadırın girişine baktı ve ağlayacakmış gibi hissetti.

"Y-ya biri içeri girerse..."

"Onlara çadıra yaklaşmamalarını söyledim, merak etme."

Açıkça nefes verdi ve acımasızca terli pantolonunu çıkardı. Max çıplak tenine değen serin hava yüzünü pancar gibi kıpkırmızı yaptı.

Ç/N: Riftan pantolonunu çıkar deyince komiğine giden bir tek ben olamam değil mi asdfghjkl

Önceki Bölüm                                                                                               Sonraki Bölüm