under the oak tree etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
under the oak tree etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2022 Salı

 Under The Oak Tree 

( 2. Kitap 14. Bölüm )

Akşam olduğunda şövalyeler kalenin hanımını karşılamak için Büyük Salon'da toplandılar. Max, yemek salonunda büyücülerle yemek yerken Uslin Ricardo ve Yulysion Rovar'ın ona doğru yürüdüğünü görünce beceriksizce gülümsedi. Sadece Uslin'in yüzündeki sert ifadeye bakarak, onun Pamela Platosuı'na gideceğini zaten duyduğunu söyleyebilirdi. Doğruca Max'e yürüdü ve saygılarını göstermek için eğildi, büyücülerin ona attığı meraklı bakışları görmezden geldi.

"Uzun zaman oldu Leydi Calypse."

"Evet, uzun zaman o-oldu, Sör Ricardo."

Max ağzında çiğnediği yemeği yuttu ve gergin bir sesle mırıldandı. En rahatsız olduğu şövalyenin karşısında kendini sıkıntılı hissetti, bu yüzden yemek salonunun girişine baktı: ne yazık ki, Yulysion ve Sör Lombardo dışındaki diğer tüm şövalyeler onun için tanıdık olmaktan fazlası değildi. Uslin yerine Hebaron veya Gabel olsaydı, durumunu daha rahat anlatırdı.

"Rovar'dan kabaca duydum. Görünüşe göre leydi yine tehlikeli bir meseleye giriyor.''

Max, Yulysion'a baktı ve ona ihanet dolu bir bakış fırlattı. Yulysion sanki yanlış değerlendirilmiş gibi ellerini abartılı şekilde salladı.

"Ben asla öyle bir şey söylemedim! Ben sadece leydi için endişelendim…!''

"Leydi ne düşünüyor böyle? Leydi anca geri döndü ve şimdi Pamela Platosu'na gidecek… Komutan bunu öğrenirse, leydi onun nasıl tepki vereceğini biliyor mu?'' Uslin, Yulysion'ın sözlerini ortasında keserek, Max'i sorgulayarak konuştu. "Leydinin böyle tehlikeli bir yere gitmesine izin veremem. Bu kadar zor bir deneyim yaşadıktan sonra leydinin tekrar bir keşif gezisine çıkmayı düşündüğüne inanamıyorum! Leydi çok pervasız. Bu sefer komutanı da düşünün…''

"Hepiniz onu gözaltına almaya zorlayacak ve tehdit edecekseniz, burayı derhal terk edeceğiz."

Şöminenin yanında sessizce yemek yiyen Calto, sakin bir sesle araya girdi. Uslin'in keskin bakışları ona doğru uçtu. Calto, baskıcı bakışlara rağmen herhangi bir bükülme belirtisi göstermeden aynı tonda konuşmaya devam etti.

''Maximillian Calypse buraya bir leydi değil, Dünya Kulesi Büyücüsü olarak geldi. Sevk ekibine katılmaya karar veren ve bu görevi bizimle birlikte tamamlamak için yemin eden oydu ve biz tek bir büyücüyü bile kaybetmeyi göze alamayız.''

"Bu sevk ekibinin lideri sen misin?"

"Evet. Ben onların lideriyim, Calto Serbel. Ve Maximillian Calypse benim emrimde olan bir büyücü. Bu sevk ekibinin görevi tamamlanana kadar benim emrimi yerine getirmeli."

"O Lord Calypse'in karısı." Uslin ona keskin bir hoşnutsuzlukla baktı, ama Calto zerre kadar bile korkmadı.

''Dünya Kulesi Büyücüleri, Dünya Kulesi kurallarına uymalıdır. Soylu olsanız da olmasanız da istisna yoktur. O, kurallarımıza uymaya yemin etmiş bir Dünya Kulesi üyesi. Onu burada tutmakla tehdit edecekseniz, o zaman bir Nornui büyücüsünü zorla alıkoymuş olursunuz." Calto, şövalyelerin tepkilerini ölçmek istercesine bir süre duraksadı ve sonra tekrar konuşmaya devam etti. ''Siz böyle yapacaksanız, öyle hiçbir şey yapmadan yerimde duramam.''

Uslin'in asil yüzü soğukça sertleşti, sonra Calto'ya baktı ve sözlerini tükürdü. "Öyle olursa ne yapacaksın?"

"Sizi Dünya Kulesi'ne şikayet edeceğim. Bu gerçekleştiğinde Anatol, şimdi olduğundan daha katı yaptırımlara maruz kalacak.'' Calto soğukkanlılıkla karşılık verdi ve donup kalmış olan Max'e baktı. "Bundan sonra hiçbir büyücünün Anatol'da kalmasına izin verilmeyecek."

Bu sözler, görev bittikten sonra bile Max'in Anatol'un büyücüsü olmasına izin verilmeyeceği anlamına geliyordu. Etraflarındaki hava aniden gerginleşti. Şövalyelerin yüzlerinin öfkeyle sertleştiğini gören Max yerinden fırladı ve müdahale etti.

''He-herkes, lütfen, bu kadar yeter!''

Uslin'in koyu mavi gözleri ona karşı bir itiraz ipucu barındırıyordu. Max kuruyan dudaklarını yaladı ve kararlı bir şekilde ona baktı.

"Profesör Calto haklı, ekiple birlikte Pamela Platosu'na gitmeye söz verdim bile. Sör Ricardo ne derse desin onlarla birlikte ayrılmak zorundayım."

Uslin'in gözleri, Max'in kararlı tavrı karşısında şaşkınlıktan büyüdü. Max'in yüzüne uzun süre baktıktan sonra Uslin başını Calto'ya çevirdi.

"Ekibin Pamela Platosu'na gitmesinin nedeni tam olarak nedir?" Calto'nun dudakları kapalı kaldı, ama Uslin onu sorgulamaktan vazgeçmedi. "Kutsal Şövalyeler'in canavar ordusunun kalan güçlerini aradıklarının farkındayım. Orada bir şey bulundu mu?''

"Bu konuyu bu kadar açık bir şekilde açıklayamam."

Uslin, araştıran gözlerle Calto'ya baktı ve sanki bundan daha önce bilgi toplamış gibi, tahminini ortaya koydu.

''Ölümsüzlerin sayısı son zamanlarda tüm kıtada katlanarak artmaya başladı. Ve üç yıl önce, istilayı sürdüren canavar ordusunun içinde büyü kullanan güçlü bir büyücü vardı. Pamela Platosu'na kaçan canavarlar yine bir şeyler mi planlıyor?"

Max'in gözleri büyüdü. Ölümsüzlerin sayısının arttığını ilk kez duyuyordu. Ethylene Kalesi'nde verilen savaş aklında oynamaya başladı. Yerden fışkıran gulyabanilerin, korkunç ateş büyüsü kullanan kertenkele adamların ve asla iyileşmeyen bir yarayla lanetlenmiş Hebaron'un görüntüleri zihninde canlandı. Belki de bunların hepsi kıtanın kuzeyine sürülen büyücülerle ilgiliydi. Max, Calto'nun ifadesini görmek için ona baktı. Adam Uslin'in söylediği gerçeklerin zaten farkındaymış gibi, sesinde bir gram şaşkınlık olmadan sakince cevap verdi.

"Aslında sana söyleyecek sözüm yok. Şu ana kadar net olarak ortaya konan bir şey yok.''

Ancak, Calto'nun sözleri tek başına onaylamak için yeterliydi. Uslin'in ifadesi daha da ciddileşti.

"Leydinin böyle tehlikeli bir meseleye bulaşmasına izin veremem. Leydi tehlikeye yakın olan bir yere gönderilirse ve başka bir sorunlu durum ortaya çıkarsa…!''

"Kutsal Şövalyeler bize eşlik etmeyi kabul ettiler. Keşif seferi, Batı Kıtası'nın koruyucuları ile birlikte 19 rütbeli büyücüden oluşacak. Ortada endişelenecek bir şey görmüyorum." Calto, tartışmaktan yorulmuş gibi sinirli bir ifadeyle Uslin'in sözünü kesti. ''Birincisi şu an olduğu gibi bu konuya müdahale etmeniz için bir neden yok. Aslında buraya davete icabet ederek geldik ama bu sizin emirlerinize boyun eğeceğimiz anlamına gelmez. Komutam altındaki büyücülerden birini almaya kalkarsanız, dediğim gibi hemen gideriz."

Sanki söylediklerinin arkasında duracakmış gibi, Calto oturduğu yerden kalktı. Ardından kaliteli şarabı yudumladı ve tartışmanın gelişmesini izleyen büyücülere sert bir sesle bağırdı.

"Millet, sandalyelerinizden kalkın ve eşyalarınızı toplayın."

Cömert ziyafetin tadını çıkaran büyücülerin hepsi bir anda şikayet etti. Ancak Calto'nun kararlı ifadesini gördükten sonra, hepsi gönülsüzce rahat sandalyelerinden kalktılar. Büyücüler, kaleyi hemen terk etmeye hazır bir şekilde salonun girişine doğru ilerlerken, şövalyelerin yüzleri utançla doldu. Calto, kaybolmuş görünen Max'e sert bir bakış attı.

"Hazırlanmak yerine boş boş ne yapıyorsun?"

Korkutucu sözleri üzerine Max çaresizce arkasına döndü. Ardından, Uslin'in aceleci sesi haykırdı.

"İyi! Leydinin nereye gittiği konusunda artık tartışmayacağım.'' Calto ona şüpheyle baktı. Uslin dişlerini sıkarak ona öfkeyle baktı. "Leydi Calypse, neredeyse üç yıl sonra nihayet evine döndü. Lütfen yeterince düşünceli olun ve en azından ayrılma zamanı gelene kadar kalede kalmasına izin verin."

Calto bir an düşündü ve sanki cömertmiş gibi konuştu. "Tamam. Burada kalacağız. Ancak daha önce de söylediğim gibi zamanı gelince yola çıkacağız.''

Uslin karşılık vermek istiyormuş gibi göründü ama Max'in solgun tenini gördü ve sonunda başıyla onayladı.

"İstediğini yap."

Uslin sonunda teslim olurken, yemek salonunu dolduran gerilim, denizdeki gelgitin çekilmesi gibi geri gitti. Kısa süre sonra büyücüler tekrar masaya oturdular ve yemeklerine devam ettiler. Max ise salondan çıkıp şövalyelerle konuşmak için Calto'dan izin istedi. Tüm şövalyeler huzursuz ve endişeli görünüyorlardı, bu da onun omuzlarını suçluluk duygusuyla kamburlaştırıyordu.

"Sizi endişelendirdiğim için özür dilerim. Ancak… adadan bir an önce ayrılmak istiyordum. Ve… sevk ekibine katılmanın bunu başarmak için bir şeyler yapmama izin vereceğini düşündüm.''

''…lütfen özür dilemeyin. Leydinin suçu değil." Uslin ona daha yumuşak bir sesle cevap verdi. "Leydi Calypse'in Dünya Kulesi'ne ilk etapta gitmesinin nedeni Anatol ve Lord Calypse'i kurtarmaktı. Leydinin kuleden ayrılabilmesi için böyle yapması küstahçaydı. Ancak…"

Kaşlarını çattı, cümlesinin sonuna doğru sesi azaldı. "Lord Calypse'in bu haberi nasıl karşılayacağı konusunda endişeliyim."

"Sen o-ona... bir telgraf mı gönderdin?"

"Onu gönderen bendim. Leydinin adayı terk ettiğini bir an önce komutana haber vermem gerektiğini düşündüm…''

Dedi Yulysion başının arkasını kaşırken. Max kuru bir şekilde yutkundu. Riftan'ın nasıl tepki vereceğini merak etti. Max, mektuplarını sakladığını gördükten sonra bile, yürek parçalayıcı ve sefil bir ayrılıktan sonra birbirlerini bu kadar uzun süre görmedikleri için endişelerini gideremedi.

Max yarı kayıp bir sesle mırıldandı. "Bilgi ona ulaşana kadar... burada kalabileceğimden emin değilim."

"Leydi ne zamana kadar Anatol'da kalmayı planlıyor?"

Max, Uslin'in sorusunu yanıtlamadan önce bir an düşündü. ''Yaklaşık bir hafta… ama kesin değil. Kutsal Şövalyeler gelir gelmez ekibin ayrılacağı dışında pek bir şey bilmiyorum.''

"Kutsal Şövalyelerin şu anda Arex ve Dristan'ın doğu bölgelerinde soruşturma yürüttüğüne dair bazı bilgiler duydum." Duvarın yanında uzun bir bekçi direği gibi duran Lombardo ciddi bir sesle konuştu. "O bölge o kadar uzak değil, bu yüzden buraya gelmeleri uzun sürmez."

Uslin düşünceli bir yüzle pürüzsüz çenesini okşadı. Onu ölçen Max, sonunda bunca zaman merak ettiği şeyi sordu.

"Ruth ve diğer şövalyeler... Riftan'la birlikte Livadon'a mı gittiler?"

"Büyücü, Sör Nirta ve Sör Caron, komutanla birlikte Livadon'a gittiler. Ve bazı şövalyelerle birlikte Laxion, taş ocaklarını ve madenleri korumakla görevlendirildi.''

"Ta-taş ocakları ve madenler mi?"

''Anatolium Dağları'nda artık canavar habitatları yok. Ara sıra goblinler bulsak da, artık eskisi gibi canavarlarla dolu tehlikeli bir alan değil. Büyük bir boyun eğdirme düzenlendi ve bölge süpürüldü. Bu nedenle, artık dağ menzili içinde bulunan kaynakları tam olarak kullanabiliriz. Anatol'un bu kadar kısa sürede bu kadar başarılı olmasının nedeni de bu.''


Ç/N: Ahaha Uslin olmuş Riftan vol.2 

Bu arada twitter'da yazdım ama buraya da not düşeyim. Biliyorsunuz serinin resmi ingilizce çevirisi yayınlanmaya başlamıştı. Bu nedenle illegal sitelerdeki çeviriler için sıkıntılı durumlar çıkabilir. Fark ettiğiniz gibi mesela bu bölümün çevirisi dün gelmeliydi ama yayınlayamadılar. Neyse öyle bir durumda yine sizi merakta koymamaya çalışacak çözümler arayacağım. Şimdilik devam edelim 👌

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

2 Ocak 2022 Pazar

Meşe Ağacı ve Uigru Efsanesi Hakkında Teori

 Selam çok sevgili ve biricik Under the Oak Tree okuyucularım 🙋 Nassınızzz? Başlıktan da anlayacağınız üzere bugün sizlere bu efsane ile ilgili gördüğüm ve yine kendi fark ettiğim bazı ayrıntılar ve teoriler hakkında bir yazı yazmaya karar verdim.  Evet çünkü neden yapmayayım değil mi? Sonuçta bu yazıyı yazıyorum çünkü elimde şu an asdfghjkl Neyse çok uzatmayım bu giriş kısmını 😅 Yalnız bu yazının spoiler içeriyor olduğu konusunda da sizleri uyarayım. Henüz noveli hiç okumamış biri okumasın ama güncele gelmiş olanlar rahatlıkla okuyabilirler.

Eminim hepimiz bu Uigru efsanesini duyduğumuzdan beri bunun ana karakterlerimizle yani Riftan ile Maxi'nin hikayesiyle bağlantısı olur mu diye merak ediyoruz. Böyle bir şey olabilir de olmayadabilir. Sonuçta her efsane gerçek diye bir şey yok. Yaşadığımız gerçek dünyada bile sayısız efsane var ama doğrular mı uydurmalar mı tartışılır. Yazar da sadece kitap için böyle bir efsane tasarlamış olabilir. Ama tabii biz yine de inceleyelim çünkü birazdan göreceksiniz aşırı benzer veya bağlantılı nokta var.


Şimdi öncelikle Uigru'nun kim olduğunu hatırlayarak başlayalım. Yöreden yöreye değişse de genel efsane şudur ki tanrılar Uigru adlı şövaleye bir kılıç bahşeder ve o da batı dünyasını birleştirip Roem Krallığını kurarken karanlık savaşlara son verir. Aynı zamanda efsanevi şövalyenin beyaz bir ejderhaya binip gökyüzüne yükseldiği de söylenir. Hatta o kadar meşhur ki bu olay birçok sanat eserine de ilham kaynağı olur. Ki bizler de novel içinde ara ara görüyoruz zaten heykelleri, resimleri vs. tarif ediliyor. (Bknz: 63. Bölüm) İşte bu beyaz ejderhaya binip gökyüzüne yükseldiği bölge de Anatol'da bir tepe. İşte bu yüzden oranın halkı daha çok inanıyor diyebiliriz efsaneye.

Şimdi bu efsanevi şövalyenin reenkarnasyonu olduğuna inanılan bazı şövalyeler de var. Yani daha doğrusu ancak onun reenkarnasyonu bu kadar güçlü olabilir felsefesiyle düşündükleri şövalyeler bunlar. Bu unvana sahip olabilmek öyle kolay değil. Sadece mükemmel yetenekli olmak yetmiyor aynı zamanda sayısız başka şövalyenin de ezici desteğine sahip olmak ve yeteneklerini ön plana çıkarabilmek, 7 krallık barışına katkı sağlamaları gibi birçok etken var. Şimdi bu unvana sahip totalde 5 şövalye var. Birini zaten hepimiz biliyoruz bizim Riftan Calypse. Diğer şövalyeleri henüz tam olarak tanımadınız ama özellikle 2'sini daha yakından öğreneceksiniz 2. kitapta. Bunlardan biri Kutsal Şövalyelerin lideri Quahel Leon ki aynı zamanda kendisi rahip, diğeri de Livadon'un Kraliyet Şövalyeleri'nin lideri Sejour Aren. Diğer ikisini hatırlamıyorum ama onlar da yine diğer ülkelerden böyle üst düzey şövalyeler. Ve yine yanlış hatırlamıyorsam bu 5 şövalyenin içinde soylu bir geçmişe sahip olmayan tek şövalye Riftan. 

Gelelim şimdi meşe ağacı efsanesinin ne olduğuna. Efsaneye göre meşe ağacının ruhu beline bir bez bağlayarak ve şövalyenin başına bir çiçek tacı takarak onu baştan çıkarmıştır. Ve Uigru ile meşe ruhu sevişir ve insanlar meşe ağacının ruhunun hala gökyüzüne uçan şövalyenin geri dönmesini beklediğine inanır. Öncelikle ilk benzerlik burada başlıyor. Riftan'ın bakış açısını okurken hepimiz Maxi'nin çocukken Riftan'a bir çiçek tacı verdiğini hatırlıyoruzdur. Ve bu efsaneye inanan Anatol halkı da bahar şenlikleri hazırlayıp meşe ağacı altında toplanıp bu olayı şarkılar söyleyerek kutlarlar. Ve Riftan şenlikte beline bez bağlayıp dans eden Maxi'den yine etkilenip onu ağaçların oraya götürüyordu yine hatırlayın. Şimdi biraz da şarkıları inceleyelim. Hatırlarsanız aynı efsaneye dair 2 halk şarkı gördük. Biri bahar şöleninde, diğeri de Livadon seferine giderlerken gemide bir ozanın söylediği.. Bahar şenliğindeki şarkı şuydu;

Ve böylece, şövalye kırık bedeni aldı
Ruh uçup giderken
Aşık olduğu meşe ağacının ruhuydu bu
Sadece o, tepede yalnız kaldı
Meşe ağacının nazik dallarını sallayan rüzgar
Onun yanındaydı

Sevgilim, kar eridiğinde
Ve mevsim değiştiğinde
Vücudumdan yeni yapraklar filizlenecek
Ve senin için bir şarkı söyleyeceğim
Ah, rüzgar benim sesimdir
Umarım sana iletilir
Şimdi bu şarkıya göre meşe ağacının ruhu ölüyor ve şövalye onun cansız bedeniyle tepede yalnız kalıyor. Maxi bu şarkıyı şenlikle duyduğunda ona garip bir şekilde tanıdık geldiğini hissediyor. Sonrasında da belki de efsaneyi içerdiği için ona tanıdık geldiğinden böyle olabileceğini söyleyip geçiştiriyor: ( Bknz: 158. Bölüm ) Ama biliyorsunuz yazar bazı ipuçlarını hep böyle basit cümlelere saklamayı seviyor. Mesela Maxi'nin hamilelik belirtilerini savaşa ve kocasından uzak kaldığı için duyduğu kaygı gibi duygularla gizlemişti. Kiliseye gelen cansız şövalye bedenlerine bakıp midesinin bulanması gibi. O yüzden açıkçası ben bu şarkının Maxi'ye garip şekilde tanıdık geldiği cümlesini öyle çok hafife alamıyorum bu yüzden. Maxi'nin meşe ağacının reenkarnasyonu olabileceğine dair ikinci önsezim buradan kaynaklanıyor. Şimdi bir de diğer şarkıya bakalım (Bknz: 197. Bölüm);

♫ ♪ ♫

Şövalye perinin yüzünü öptü
Ve uzak gökyüzüne uçtu

Sevdiği meşe ağacı
Tepede yalnız kaldı
Rüzgarın ortasında
Narin dalları sallandı

Lütfen ejderha,
Paramparça kırık vücudunu al
Götür ebedi uyku diyarına

Bu kaotik diyardan
Sevgilim, uzaklara

Ah~
Sevgilim, seni seveceğim
Son nefesimi vereceğim güne kadar..

♪ ♫ ♪
Şimdi bunda ise şövalye ölür ve ejderha bedeniyle gökyüzüne uçarken periyi tepede yalnız bırakır. Bunu ilk çevirdiğimde ilk şarkıyı acaba yanlış mı anlayıp çevirdim diye kontrol ettim bayağı ama öyle değildi. İlkinde ölen peri, ikincisinde ise şövalye.. Maxi şarkının neden farklı olduğunu sorunca da ozan sözlerin yöreden yöreye farklı olduğunu söylemişti. Açıkçası şöyle bir teori okudum. İlk şarkıyı Maxi'nin Dünya Kulesi'ne gidip Riftan'ı geride yalnız bırakması ile bağdaştırmış. Yani ölmeyi fiili olarak değil ama ruhsal olarak yaşadıklarına vurgu yapıyor. İkinci şarkı için de bu sefer Riftan'ın Maxi'yi geride bırakacağı bir durum olacağı düşünülüyor. Şimdi burası biraz spoiler olacak şu anki güncelde olanlara bile. Şöyle ki kitabın korece güncelinde Riftan'ın Maxi'ye açıklamadığı önemli bir olay var. Henüz biz de tam olarak bilmiyoruz bunu. Ve bu olay neyse Riftan Maxi'yi kendinden uzaklaştırıyor ki Maxi Dünya Kulesi'ne geri dönsün. Onu güvende tutmak istediği için. Ve zaten yaklaşan büyük bir savaşın da sinyalleri var ve buna sebep olabilecek birçok olay silsilesi de mevcut. Yani savaş başlatabilecek çok fazla ihtimaller var. İşte bu yüzden bu efsane akla geliyor. Çünkü düşünceler Riftan'ın Maxi'yi geride bırakıp şövalyeleriyle birlikte savaşa gideceği ve bunun da ruhen Maxi'yi yaralayacağı yönünde. Unutmayın ki Riftan'ın komutanı olduğu Remdragon Şövalyeleri'nin anlamı beyaz ejderha şövalyeleri demekti. Bu da bir benzerlik olarak görülüyor. Uigru'nun beyaz bir ejderhayla gökyüzüne uçması ve meşe ağacının ruhunu geride bırakmasına bir metafor olarak bakarsak Riftan, Remdragon(beyaz ejderha) şövalyeleriyle savaşa gider ve Maxi'yi geride bırakır olarak da bir benzerlik kurabiliriz.  En kötü ihtimal ise tabii ki Riftan'ın böyle bir savaşta ölebilecek olma ihtimali.  Ki bunu düşünmek istemiyorum ben açıkcası. 

Ve Maxi'nin meşe ağacının ruhunun reenkarnasyonu olmasına dair başka bir öngörüm de şu. Büyü yapmak için 4 ana element kullanıldığını hatırlıyor musunuz? Ateş, su, toprak ve tahta ahaha tamam tamam ve rüzgar. Şimdi eğer bir meşe ağacını bu 4 element ile eşleştirin desem hangileri uygun olur. Akla ilk toprak gelir ve sonra da belki su. Şimdi Maxi'mizin toprak büyücüsü olduğunu da hepimiz biliyoruz. Ve biraz da suya yakınlığı var. Ateş ve rüzgara ise hiç yakınlığı yok. Ama normalde toprak büyücülerinin ateşe yakınlığı daha fazladır ama Maxi'nin toprak ve su daha uyumsuz olmasına rağmen suya ilgisi var.  Açıkçası bu da göz önüne almamız gereken bir detay diye düşünüyorum ben. 

Neyse şimdilik benim aklımdakiler bu kadar ileride daha fazla detay keşfettikçe güncelleme yaparım bu yazıya. Ama umuyorum ki efsanedeki kalp kırıcı hikayeye dönüşmeden mutlu son ile bitecektir Maxi ile Riftan'ın hikayesi. Ve son olarak bu konuda sizlerin de teorileriniz, fark ettiğiniz noktalar veya düşünceleriniz varsa lütfen yorumlara yazın 🙈

1 Ocak 2022 Cumartesi

 Under The Oak Tree 

(2. Kitap 13. Bölüm)

[Şarkı Önerisi: Adele - Million Years Ago]

"O... ha-hasta mı yoksa bir yeri mi yaralandı..."

"Hiç de değil leydim! Sör Calypse'in yaralanmasına imkan yok. Komutanın sağlığı iyi. Olağanüstü sağlığı inanılmaz ve güçlü! Sadece bu limana bir göz atın. Sör Calypse, Anatol'u Whedon'daki en iyi ticaret şehri yaptı. Leydi yokken çok şey oldu. Yakında Anatol kontluk olacak. Majesteleri kral, Sör Calypse'e seferden döner dönmez ona kont olarak yeni bir unvan vereceğine söz verdi. Leydi yakında bir kontes olacak!''

Yulysion devam ettikçe daha da heyecanlandı ve tutkuyla şaşırtıcı haberler vermeye başladı. Ona şaşkın bir ifadeyle bakan Max, titreyen bir sesle sordu.

''Riftan… bir keşif gezisine mi çıktı? Şu anda burada değil mi?"

Yulysion'ın yüzüne hayal kırıklığına uğramış bir ifade yansıdı. Deri eldivenlere bürünmüş eliyle ensesini ovarken yavaş bir sesle itiraf etti.

"Sör Calypse geçen ay Kralın emriyle Livadon'a bir keşif gezisine gitti. Geçen yıl kuzeybatı Whedon bölgesinde bir çatışma yaşandı ve Livadon destek olarak takviye gönderdi. Bu sefer canavarlar Livadon'un doğu kesiminde yayılmaya başladı. Majesteleri Kral geçen yılki iyiliğini Whedon'un en güçlü şövalyesini göndererek geri ödemek istedi. Belki de Whedon'un kraliyet ailesinin Uigru'nun reenkarnasyonu olarak adlandırılan bir şövalyesi olduğu konusunda dünyaya övünmek istedi."

"Ve böylece... sadakati karşılığında, Riftan'a kont unvanı verilecek." Max yüzünde şaşkın bir ifadeyle mırıldandı. Max'in hissettiği hayal kırıklığı tarif edilemezdi, yakında Riftan ile tanışacağını umuyordu. ''Öyleyse… Riftan ne zaman dönecek?''

''Sefer geniş kapsamlı değil, bu yüzden uzun sürmeyecektir. En son bir rapor gönderildiğinde bahardan önce dönecekleri yazıyordu.''

Max dudaklarını ısırdı. Onlar en fazla bir hafta burada kalacaklardı. Kutsal Şövalyeler geldiğinde, sevk ekibi doğruca Pamela Platosu'na gidecekti. Uzun bir yolculuktan önce Riftan'ı görememe düşüncesi gözlerindeki ışığı karartmış gibiydi.

"Lütfen fazla hayal kırıklığına uğramayın. Kaleye varır varmaz Sör Calypse'e bir telgraf göndereceğim. Leydinin geri döndüğü kendisine haber verilirse, hemen tüm canavarları yok edecek ve buraya geri dönmek için acele edecektir.''

Yulysion onu teselli etmeye çalıştı ama bu onun daha iyi hissetmesine yardımcı olmadı. Riftan'ın gerçekten böyle yapacağından şüphesi yoktu, aynı zamanda Livadon'dan oraya varması, ne kadar acele olursa olsun, en az bir ay alacaktı. Riftan bilgiyi alır almaz aceleyle geri dönse bile, Max o gelene kadar Pamela Platosu'na gitmek için çoktan ayrılmış olurdu.

Max kasvetli bir şekilde başını salladı. "Ben... temelli olarak geri dönmedim henüz. Sözümona, bir yıl daha eğitim almam gerekiyor, ama… sevk ekibine katılmanın karşılığında, niteliğimi almam için bana özel bir büyü töreni verildi. Önümüzdeki birkaç gün içinde diğer büyücülerle birlikte Pamela Platosu'na gitmem gerekecek."

"Pamela Platosu mu?"

Bu sefer şok hisseden Yulysion oldu. Orada ağzı açık bir şekilde durdu ve şaşkın bir ifadeyle Max'e baktı. Yulysion yeniden konuşmak üzereyken adamları dört arabayla restoranın önünde durdu. Konuşmaları tam bu noktada kesildi. Max, restorandan yeni çıkan büyücülerle birlikte arabaya bindi. Yulysion daha fazla konuşmak istiyor gibiydi ama adamları atının dizginlerini vererek geldiğinde atına tırmandı.

"Konuşmaya kalede devam edeceğiz."

Yulysion başını pencereye yasladı, içini çekti ve atını ileri sürdü ve öne geçti. Sonra Max'in yanında oturan Sidina, sanki gerçeği öğrenmeye çok hevesliymiş gibi onu dürtmeye başladı.

"Max, sen gerçekten Leydi Calypse misin? Bunca zaman nasıl bu kadar masummuş gibi davranabildin?''

"Dünya Kulesi'nin ilkesi... statüyü ve aileyi bir sır olarak tutmaktır."

''Arkadaşlar bazen kendi aralarında sırlarını paylaşırlar! Arkadaş olduğumuzu düşünmüştüm…"

"Ö-özür dilerim. Gerçeği ortaya çıkarmak kolay değildi."

Max etrafına bakıp utanç verici bir şekilde özür dilediğinde Sidina nefes nefese iç çekti.

"Pekala, anlamadığımdan değil. Remdragon Şövalyeleri gerçekten ünlü ama Anatol'da 'malum kişi' var... Max'in Lord Calypse'in karısı olduğu ortaya çıksaydı, çok acı çekerdin.''

"Bir düşününce, yakında 'hain'le tanışabiliriz. Sence Calto nasıl tepkiverecek?''

Karşısında oturan Annette ilgiyle dolu gözlerle sordu. Ruth Serbel ile tanışmak ona ejderhayı yenen savaşçıdan daha heyecanlı görünüyordu.

Max acı acı gülümsedi. "Şu anda... Calypse Kalesi'nde olduğundan emin değilim. Muhtemelen keşif gezisine katılmıştır.''

Max sonra tekrar hayal kırıklığı hissetti. Ancak Sidina, onu Remdragon Şövalyeleri hakkında sorularla bombardımana tutarken, Riftan ile tanışmamanın hayal kırıklığından bir süreliğine dikkati dağılabildi. Bu kötü duygudan kurtulmaya çalıştıktan sonra, kocasının becerilerini arkadaşlarına abartmaya başladı. Bir süre hiç durmadan konuştuktan sonra vagon sonunda Anatol'un kapılarına ulaştı. Konuşmaları sona erdi ve hepsi pencereden dışarı baktı. Araba şehir kapılarından geçerken Max şaşkınlık içindeydi ve diyecek kelime bulamıyordu. Sanki 3 yıl değil de 30 yıl geçmiş gibi görünüyordu.

Limanın ilerlemesi gerçekten şaşırtıcı olsa da, Anatol farklı bir gelişmeydi. Eskiden koyunların otladığı tepeler şimdi en az üç katlı taş evlerle doluydu ve daha önce hiç görmediği binalar yükseliyordu. Max, vagonların ve yük arabalarının dağlarca mal taşımasını izledi ve bu ona Anatol'un pazarının ne kadar büyüdüğü hakkında bir fikir verdi. Şehirde yaşayan insan sayısı da muazzam bir şekilde artmış olmalıydı.

''Kışın ortasında bile pazarın bu kadar yoğun olması inanılır gibi değil… Anatol inanılmaz zengin bir şehir.''

Sidina kalabalık sokakları izlerken hayranlıkla parladı. Max, gurur ve endişenin karmaşık bir karışımını hissetti. Anatol'un bu kadar müreffeh hale gelmesi onu gerçekten sevindirdi, ama aynı zamanda çok şey değiştiği için farklı bir yer gibi geldi. Küçük bir adada inzivaya çekilirken sanki dünya alt üst olmuştu. Anatol ile birlikte Riftan'ın kalbinin de böyle değişmesinden korkuyordu.

Max, Calypse Kalesi'ne giden meydanda tanıdık bir manzara bulmak için uğraştı ama boşunaydı.

''Calypse Kalesi nasıl bir yer?''

"Yakında... hep birlikte göreceğiz."

Max, hatırladığından tamamen farklı bir kaleyle karşı karşıya kalacağından korkarak ihtiyatla konuştu. Arabaları sonunda kale hendeğini tepenin üzerinden geçti. Neyse ki, Calypse Kalesi pek değişmemişe benziyordu. Daha önce hiç görmediği iki yeni ahşap bina ve bir gözetleme kulesi vardı ama kaba duvarlar, geniş eğitim alanları ve ata binen şövalyeler hatırladığından pek de farklı değildi. Ancak, Max vagondan indiğinde, çok geçmeden kalenin içinin yabancılarla dolu olduğunu fark etti. İyi giyimli birkaç ziyaretçi merdivenlerden inip çıkıyordu ve dinlenmek için miğferlerini çıkaran şövalyelerin çoğu da yabancı görünüyordu. Daha sonra atından inen Yulysion'a yaklaştı ve sordu.

"Bu insanların çoğunu daha önce hiç görmedim."

Yulysion geniş araziye bakarken gururla konuştu. "Sör Calypse güney kıtasının lordlarıyla bir bağlılık kurdu ve oğulları buraya çırak olmak için geldiler. Birçoğu bir gün babalarının halefi olmayı planlıyor, ancak yaklaşık yarısı resmi Remdragon Şövalyeleri olmayı umuyor.''

"Ba-bağlılık mı?"

Max tanıdık olmayan yüzlerin sayısını kabaca tahmin etti: yaklaşık otuz tane vardı. Birkaç soylunun haleflerini Riftan'a emanet etmesi ne anlama geliyordu? Aklına o kadar çok düşünce geldi ki, sanki kafası yanıyormuş gibi hissetti.

''Diğerleri kendilerine verilen görevleri yerine getirmek için dışarı çıktılar. Leydi, döner dönmez onlarla görüşebilecektir. Şimdilik ana kaleye gidelim.'' Yulysion ona baktı ve sonra başını diğer büyücülere çevirdi. ''Uzun yolculuktan herkes yorulmuş olmalı. Dinlenmeniz için odalarınızı hemen hazırlayacağız.''

"Anatol başrahibiyle konuşmak istiyorum." Calto, kale arazisine bakarken kayıtsız bir tonda konuştu.

''Rahip ana kalede kalıyor. Geldiğinizi ona haber vereceğim.''

Hızla kaleye doğru yol aldılar. Kış güneşi parlıyordu ama esen rüzgar dondurucuydu ve bahçedeki çiçek tarhları buz tutmuştu. Max, titreyen kediyi pelerininin altında sıkıca kucakladı ve kendisinin hazırladığı bahçeyi geçti, sonra büyük salona yöneldi. Açık kapılardan girdiklerinde tanıdık bir manzara açıldı. Garip bir hisle büyük salona baktı. Tüm salonu göz kamaştıran yüzlerce cam pencereden güneş ışığı yağıyor ve mutfağa giden koridor kavrulmuş et ve taze pişmiş ekmek kokuyordu.

Görünüşe göre, birkaç asker ve odun taşıyan genç hizmetçiler dışında, kaledeki insanların çoğu yemek hazırlamak için yemek salonunda toplanmış gibiydi. Yulysion, salonu koruyan askerlere ciddi bir sesle talimat verdi.

"Leydi Calypse geri döndü! Hizmetçileri çağırın."

Koridorun bir tarafında sohbet eden askerler şaşkın bir ifadeyle onlara baktılar ve hemen mutfaklara koştular. Bir süre sonra aceleyle 5-6 civarında hizmetçi geldi. Max tanıdık bir yüz bulduğunda parlak bir şekilde gülümsedi.

"Rodrigo! Görüşmeyeli nasılsın?"

"Hanımım! Geri dönmüşsünüz."

Uşak onu kırışık yüzünde genç bir gülümsemeyle karşıladı. Max ayrıca hemen arkasında bulunan Rudis'e parlak bir şekilde gülümsedi.

"Rudis, sen nasılsın, iyi misin?"

"İyiyim, hanımın de sağlıklı görünmesine sevindim."

Hizmetçi ona tatlı bir gülümseme verdi ve nazikçe elini tuttu. Sıcak konukseverlikleri gerilimi azaltmış gibiydi. Hizmetçilerin geri kalanını selamladıktan sonra Max, Calto Serbel'i ve dimdik ayakta duran diğer büyücüleri onlara tanıştırdı.

"Bunlar... Dünya Kulesi'nden gelen misafirler. Lütfen onlara en iyi odalarımızı sağlayın. Herkes yolculuktan yorgun.''

"Emrettiğiniz gibi yapacağım."

"Biraz yemek yemek güzel olurdu." Burnunu mutfağa doğru çeken Annete konuştu. "Keşke birkaç kalın domuz pastırması yiyip ve harika bir bira içebilseydim, fazlasıyla tatmin olurdum."

Calto Serbel ona sert bir bakış atarak zarif davranması konusunda uyardı ama Annette onu duymazdan geldi ve Rodrigo'ya beklentili bir bakış attı. Rodrigo daha sonra eğilmek için sırtını büktü ve kibarca konuştu.

"Lütfen odanızda ısının, yakında size bir yemek hazırlayacağım."

Hizmetçiler çok geçmeden bavullarını topladılar ve merdivenleri tırmanmaya başladılar. Yulysion, Max ile daha fazla konuşmak istedi ama adamlarından biri onu çağırdı ve bir kez daha kaleyi terk etmek zorunda kaldı. Yulysion isteksizce dışarı çıkarken, Max on sekiz büyücüyle birlikte merdivenleri çıktı. Rudis doğal olarak onu odasına yönlendirdi. Buraya lordun karısı değil de sevk ekibinin bir üyesi olarak geldiğinden, ekibin lideri Calto'ya kıyasla daha iyi bir odada kalmasının kendisi için uygun olmadığını düşündü ama Calto'nun umrunda değildi.

Hizmetçiler konukları odalarına götürürken Max tereddütle kendi odasına girdi. Sonra, tanıdık bir manzara görüşünü doldurdu. Daha sonra kasvetli bir karanlıkla dolu soğuk odaya dikkatlice baktı. O gittiğinden beri odada hiçbir şey değişmemişti.

"Size banyo hazırlayıp yeni kıyafetler getireyim mi?"

Diye sordu Rudis, pencereden perdeleri çekip şöminede ustalıkla ateş yakarak. Max, kediyi pelerininin altından çıkardı ve yere bıraktı. Soğuktan titreyen Roy, hemen şöminenin önüne kıvrılmak için koştu. Rudis onu gördüğüne şaşırmıştı.

"Aman Tanrım, bu ufaklık da nereye gitti hep merak etmişimdir... Hanımın peşinden nasıl gitti?"

"Görünüşe göre ben ayrıldığımda bagajımdaydı." Max, zor zamanlar geçiren kediye acıyarak baktı. "Roy'a... yiyecek bir şeyler getirir misin? Gemideyken hiçbir şey yiyemedi.''

"Banyo için su getirdiğimde ona da süt getireceğim. Lütfen biraz bekleyin.''

Rudis dışarı çıkarken Max kalın paltosunu çıkardı, sandalyenin arkasına koydu ve yavaşça yatağa doğru yürüdü. Çarşaflar temizdi ama soğuktu. Hafif lif kokuyorlardı, bu da uzun süredir kullanılmadıkları anlamına geliyordu. Max rengarenk işlemeli yorgana dokundu ve boş zırh ve silah raflarına baktı. Riftan'ın izini bulmaya çalıştı ama saçının tek bir telini bile bulamadı.

Max odanın ortasında dururken, kendini başka birinin evinde saklanan davetsiz bir misafir gibi hissetti. Hayallerinin evine zar zor geri dönebildi, ama kendini eskisi kadar rahat hissetmiyordu. Kasvetli bir ifadeyle yavaşça arkasını döndü. Sonra yatağın yanındaki rafta büyük bir tahta kutu dikkatini çekti ve Max bunun Riftan'ın olup olmadığını merak etti. Merakla kutuyu aldı ve kapağını açtı. İyi hazırlanmış kutunun içinde birkaç soluk parşömen vardı. Muhtemelen sakladığı sözleşmeler veya önemli belgelerdi.

Max hayal kırıklığıyla kapağı geri kapatırken, parşömenin köşesindeki tanıdık mührü görünce durakladı. Max parşömeni çıkardı ve çevirdi: tanıdık bir el yazısı ortaya çıktı. Boş gözlerle gözlerini kırptı ve iki ay önce Riftan'a gönderdiği mektuba baktı. Boğazı umut ve acıyla sıkıştı. Neden onun mektuplarını başucunda tutsun ki? Belki de orada sebepsiz bırakılmışlardır. Belki riftan değil de bunu Rudis ya da başka bir hizmetçi yapmıştı. Max umutlu hissediyordu ama aynı zamanda cesaretinin kırılmasından da korkuyordu, bu yüzden buna fazla anlam yüklememeye çalıştı. Ancak parşömen demetini çekerken eli titriyordu. Derin bir nefes aldı ve antetli kağıtları okudu. Sanki ayrıldığı ilk yıldaki tüm mektupları ve sonraki yıl gönderdikleri saklanmış gibi görünüyordu - otuz sayfadan fazla vardı.

Gözlerini kendi yazdığı cümlelerin üzerinde gezdirdi, ifade etmek istediği kelimelere baktı ve hepsi şaşırtıcı bir şekilde dinsel ve kuru görünüyordu. Ona iyi olduğunu söyleyen harflere bakarken kendini kaybolmuş ve kelimelerinin tükendiğini hissetti. Max'in gözleri yavaşça bulanıklaştı. Riftan bu mektupları okurken neler hissetti? Kalbi uyuşmuş gibi hissettiği için hepsini okuyamadı. Hepsini kutunun içine geri koymak üzereydi ama kararmış kutunun altında başka bir sarı renkli parşömen yaprağı fark etti. Mektup, Dünya Kulesi'nin mührü basılmadığı için gönderdiği telgraflardan biri gibi görünmüyordu.

Max bir an tereddüt etti ve sonra eline aldı. İlk başta, ne olduğunu anlayamadı. Daha sonra bunun Levan Manastırı'nda yazdığı mektup olduğunu anladı. Kutsal Şövalyelerin lideri Quahel Leon'dan teslim etmesini istediği mektuptu bu. O kadar uzun zaman önce yazdığı mektuba baktı, ne yazdığını bile hatırlayamıyordu. Gözlerinin sulandığını hissederek aceleyle gözlerini cüppesinin kollarına bastırdı.

Bu mektubu bu kadar uzun süre saklayan Riftan'ın düşüncesi yüreğini burktu. Aynı zamanda, onun da onu özlediğini bilerek içini derin bir rahatlama hissi kapladı. Max yıpranmış mektubu kalbine bastırdı.

Ç/N: Kim soğan kesti burada.. Rudis sen misin yoksa.. 

Bu arada bir fanart paylaşacağım bu bölümün linkini paylaştığım tweet'i alıntılayıp, ona da bir bakın

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

31 Aralık 2021 Cuma

 Under The Oak Tree 

(2. Kitap 12. Bölüm)

Sokaklar labirent gibiydi. Bunun yerine, yassı taşlarla döşeli ana yol boyunca yürüdüler ve  kahvaltı yapmak için nispeten sakin bir restorana girdiler. Calto Serbel, uzun bir masanın etrafında oturup midelerini sıcak yahni ile doldururken iki yardımcısıyla bir şeyler tartışıyordu. Konuşma, keşiflerinin programından bahsediyormuş gibi geliyordu.

"Plan, Kutsal Şövalyeler'in bizden önce gelmesi ve bize rehberlik etmesiydi, ancak rüzgarlar sayesinde beklenenden bir hafta önce geldik. Görünüşe göre Kutsal Şövalyeler gelene kadar Anatol'da beklememiz gerekecek."

Uzun bir süre tartıştıktan sonra Calto uzun masaya yaklaştı. "Öncelikle plan, Anatol'un katedraline gidip rahiplerle buluşmak. Kilise, kalmamız için bir yer sağlamaya yardımcı olacak.''

"Anatol'a nasıl gideceğiz? Buradaki limandan Anatol'un merkezine yolculuğun bir saat süreceğini duydum.'' Ben ismindeki sıska kıdemli büyücü kibarca sordu.

Calto başını ona çevirdi ve cevap verdi. ''Anatol'a mal getiren bazı tüccarlara eşlik etmeye karar verdik. Yer çok uzak değil ve rota nispeten güvenli, ancak yine de mümkünse eskortlarla seyahat etmek daha iyi olur.''

Max konuşmayı dinledi ama sesleri bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu, sonra pencereden sokağa baktı. Mallarla dolu birkaç vagon durmadan girip çıkıyordu. Bu tür ticaretler için sadece vergilerin ve geçiş ücretlerinin bile çok büyük miktarda gelir getireceği açıkça görülüyordu. Max Riftan'ın bu kadar kısa sürede başardıklarına tamamen şaşırmıştı. Bununla birlikte, aynı zamanda, bu kadar şaşırtıcı bir şeyi başarmak için çok çalışırken onu desteklemek için yanında olmaması, sol tarafında bir boşluk hissetmesine neden oldu. Buranın kendi gözleriyle büyüyüp geliştiğine tanık olmak harika olurdu.

Max, yahnisinden et parçalarını parçaladı ve sokaklarda yürüyen insanları izlerken parça parça Roy'a verdi. Hepsi iyi giyimliydi ve tenleri güzeldi. O bölgede yaşayanların bolluk içinde yaşadığı görülüyordu.

"Max, şuraya bak!"

Kafası sokaktaki insanları izlemekle meşgulken, çılgınlar gibi yanında yemek yiyen Sidina, bir anda parmağıyla yan tarafına vurdu. Max başını çevirdi ve ona sorgulayıcı bir bakış attı.

Sidina kulağına yüksek sesle fısıldadı. "O tarafta! Çok yakışıklı bir adam var."

Max, Sidina'ya gözlerini kıstı, sonra onun işaret ettiği yöne bakmak için döndü. Derin mavi pelerinli ince bir genç adam, sağlam yapılı iki adamla birlikte hana giriyordu. Max'in gözleri büyüdü. Arkadaşının da gözlemlediği gibi, adam gerçekten de harika bir güzellikti, düzgünce toplanmış gümüş rengi saçları ve ayrıntılı yüz hatları o kadar güzeldi ki, büyük tapınağın salon sütunlarına kazınmış bir heykel olarak kolayca yer alabilirdi. Beyaz, pürüzsüz teni parlıyor gibiydi ama soğuk, ifadesiz gözleri acımasız görünüyordu.

"Asil bir adama benziyor, değil mi? Belki de Anatol'dan bir şövalyedir?"

Sidina, Max'in kulağına usulca fısıldadı. Ona Remdragon Şövalyeleri'nde böyle birinin olmadığını söylemek üzereydi ama Sidina'nın bunu nereden bildiğini sorabileceğini düşündü, bu yüzden Max çenesini kapalı tuttu.

Adam açıkça sıradan biri gibi görünmüyordu. Sade ama zarif giysiler giymişti ve belinde hafif bir kılıçla silahlanmıştı. Max yeni bir üye olabileceğini düşündü. Bu düşünceyi düşünürken, restorana bakan genç adam alçak sesle konuştu.

"Şehir amirinden, Dünya Kulesi'nden gelen büyücülerin olduğunu duydum. Bize biraz sohbet etme fırsatı verir misiniz?"

"Bizi aramaya geldiğine dair konuşman gereken ne var?" Calto genç adama döndü ve sordu.

Genç adam ona yaklaştı ve sakince konuştu. "Ben Yulysion Lovar, Lord Calypse'e hizmet eden bir şövalyeyim. Anatol'un baş rahibi tarafından Dünya Kulesi'nden gelen misafirlere büyük bir misafirperverlikle davranmamı istedi."

Genç adam bir an duraksadı, sonra son derece asil ve kibirli bir bakışla masanın etrafındaki insanlara baktı. Max ona boş boş bakarken kulaklarından şüphe etti. Uzun masanın ucuna oturuyordu, bir sütunun arkasına saklanmıştı, bu yüzden Yulysion onu görmemiş gibiydi.

Yulysion daha sonra başını Calto'ya çevirdi ve donuk bir ses tonuyla devam etti. ''Grubun beklenenden daha erken geldiğini görüyorum. Şimdi herkes oturduğu yerden kalksın. Sizi Calypse Kalesi'ne götüreceğim."

"Teklifi takdir ediyorum ama reddetmeliyim." Calto kararlılıkla başını salladı. "Calypse Kalesi'ne borçlu olmamıza gerek yok. Kilise bize destek vereceğine söz verdi, katedrale gideceğiz.''

''Anatol Katedrali'nde size hizmet edecek kadar kalacak yer yok. Katedral son zamanlarda genişlemeye başladı, bu yüzden orada yaşayan rahipler bile Calypse Kalesi'nde kalıyor.'' Calto'nun reddine biraz gücenmiş gibi alnı kırışmış halde konuştu. "Katedral arazisinde misafirler için bir konaklama yeri var, ancak son derece perişan ve orası sadaka için toplanmış gezginlerle dolu olabilir. Tüccarlar mallarla geldiği için hanların çoğu da dolu.''

Calto, düşüncelerle dolu bir yüzle büyücülerin etrafına baktı. Calypse Kalesi'nde kalmalarına izin vermek konusunda isteksiz görünüyordu, ama aynı zamanda büyücülerin uzun bir yolculuktan sonra kalacak yerleri olmamasından da endişe duyuyordu. Bir dakikalık sessizliğin ardından genç adam, Calto'yu ısrarla Calypse Kalesi'nde kalmaya ikna etmeye hiç niyeti yokmuş gibi hafifçe omuzlarını silkti.

"Gerçekten niyetiniz yoksa sorun değil. Kapıcıya bir söz bırakacağım, fikrinizi değiştirirseniz kaleye gelebilirsiniz. Peki o zaman yapacak çok işim var, şimdi sorumluluğumu-..."

Soğuk tavrına dönmek üzere olan adam aniden hareket etmeyi bıraktı. Max, vücudunun oturduğu yöne doğru baktığını açıkça görebiliyordu. Canlı mor gözleri, pencereden sızan soluk kış güneş ışığında parıldıyordu. Çocuğun adını duyduktan sonra bile kafası hala karışık olan Max, şok olmuş bir ifadeyle mırıldandı.

"Yu-Yulysion...?"

Bir süredir hayalet görmüş gibi boş boş bakan adam sonunda ona doğru yürüdü. Sadece bir mermer parçası gibi soğuk görünen yüzü dramatik bir şekilde aydınlandı ve Max'in iyi tanıdığı masum çocuğun yüzünü ortaya çıkardı.

"Leydim! Geri dönmüşsün!"

"Sen ge-gerçekten Yulysion musun?"

Max ona tepeden tırnağa inanamayarak baktı. Şok içinde ağzı açık kalırken ağzını kapalı tutamadı. Kendisinden sadece yarım karış uzun olan ince çocuğun nereye gittiğini merak etti. O çocuğun yerine şimdi ağırbaşlı bir fiziğe sahip, 6 kvet'in üzerinde (yaklaşık 180 cm) görünen uzun boylu genç bir adam ona bakıyordu.

"Dünya Kulesi'nden büyücülerin geldiğini duydum, ama leydinin onlarla olacağını asla hayal edemezdim! Leydi gideli üç yıl olmadı. Leydinin en erken önümüzdeki baharda döneceğini düşündüm… Beklendiği gibi, leydi gerçekten harika!'' Max'in yarı donmuş olduğunu fark etmemiş gibi, Yulysion heyecanla konuşmaya devam etti. "Herkes burada olduğunuzu bilmekten memnun olacak! Burada olmamalıyız, hemen kaleye gitmeliyiz…!''

"Be-bekle! Biraz sakin ol. Henüz geri dönmüyorum…''

Max aceleyle varsayımını reddetti ama Yulysion hiç dinlemiyordu. Gidip girişin yanında durdu ve bıkkınlıkla yandaşlarına bağırdı.

"Hepiniz ne yapıyorsunuz! Leydi Calypse geri döndü. Şimdiden saygılarınızı gösterin ve leydiyi kaleye götürmeye hazırlanın!''

"Leydi Ca... Calypse?" Sidina'nın gözleri şaşkınlıkla Max ve Yulysion arasında gezindi ve boğuk bir sesle haykırdı. "Max'in soyadı Calypse mi? Riftan Calypse'nin Calypse olduğu gibi mi?"

Max şaşkın görünüyordu. Sadece Sidina'nın değil, soğuk deniz meltemiyle kendilerini ısıtmak için kahvaltı yapan büyücülerin ve denizcilerin gözleri ona çevrildi. Aniden ilgi odağı haline gelen Max, utançtan kıpkırmızı kesildi. İnsanlar birbirlerinin kulaklarına Anatol Hanımı'nın döndüğünü fısıldadı ve mırıldandı. Hatta bazıları, yüzüne iyice bakmak için boyunlarını uzatarak etrafa göz gezdirdi.

Çevreleri daha gürültülü hale gelirken Calto derin bir iç çekti. "Orada kalmak doğru olacak gibi görünüyor. Teklif hala geçerliyse, davetinizi kabul edeceğiz.''

"Tabiki öyle! Teklif geçerli."

Yulysion yüksek sesle bağırdı ve adamlarına arabaları hazırlamalarını emretti. Sonra, sanki onun için doğal bir şeymiş gibi, Max'in bavulunu aldı ve beklentiyle ona sordu.

"Arabalar gelene kadar konuşmamız uygun olur mu? Size anlatmam gereken o kadar çok şey var ki!"

Max izin istemek için Calto'ya baktı ve o da teslimiyetle başını salladı. "Tanıdığınız birini görmeyeli uzun zaman oldu, konuşacağınız çok şey olmalı, canınız ne istiyorsa onu yapın."

"Te-teşekkür ederim."

Max, Roy'u bir süre Sidina ile bıraktı ve Yulysion'ı takip etti. Yolda bekleyen beş at ve yanlarında gururla duran ve Yulysion'ın astları gibi görünen iki adam vardı. Max pelerininin altında giydiği zırhın üzerinde Remdragon Şövalyesi'nin armasını çabucak buldu ve parlak bir şekilde gülümsedi.

''Artık resmi bir şövalyesin! Bundan sonra size Sör Lovar demeliyim."

''Şövalyelik töreni, leydi gittikten kısa bir süre sonra yapıldı.'' Yulysion, sanki pohpohlanmış gibi yanakları kızararak konuştu. "Ancak, lütfen daha önce yaptığınız gibi bana adımla hitap etme konusunda rahat olun."

"Garrow nasıl?"

Max, her zaman kendisine eşlik eden çırak şövalyeyi ararken, Yulysion'ın dudaklarında muzip bir gülümseme vardı.

"O arkadaşım da şövalye oldu elbette. Şu anda Lord Nirta'nın asistanı olarak görev yapıyor. Ölecekmiş gibi hissettiğini söylüyor."

Max tanınmaz hale gelen Yulysion'ı görünce biraz garip hissetti ama tanıdık isimler kalbinin çarpmasına neden oldu. Bir an tereddüt etti, sonra temkinli bir sesle sordu.

''Ri-Riftan... nasıl? İyi mi?''

Yulysion'ın yüzü bir anda bulutlandı. Max kalbinin sıkıştığını hissetti.

Ç/N: Ayyy Yulysion oğluşummm nasıl özlemişimmm 😍😍 Çok yakışıklı ve tam bir şövalye olmuş ama hala Maxi'nin leydisinin enayisi ahahaha

 İngilizce çeviriler haftada 4 gün; Pazartesi, Çarşamba, Cuma ve Cumartesi günleri geliyor bu arada, daha önce net bir şekilde bunu size söyledim mi bilmiyorum.. 2. kitabın 11. bölümünden gidiyoruz bu bölümle ama korecesi 116. bölümde. İngilizce bölümler geldikçe yetişeceğiz bir şekilde korece güncele ama yine de çevirisi henüz olmayan bu ilerleyen bölümleri merak edenler olduğuna da eminim. Ama ben siz merak edenler için ilerde neler olacağına dair kabataslak bir spoiler yazısı yazmayı düşünüyorum. İster misiniz böyle bir şey? Lütfen bana bildirin..

Ve son olarak 2021 yılının son 2 ayını burada benimle paylaştığınız için teşekkürler, 2022 yılında da güzel güzel bölümlerde buluşalım. Herkese Mutlu Yıllar! 🌸

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

29 Aralık 2021 Çarşamba

 Under The Oak Tree 

(2. Kitap 11. Bölüm)

Max onu elleriyle aldı, ateş mana taşından yapılmış küçük bir el ısıtıcısıydı. Alex utangaç bir şekilde konuşurken burnunun kemerini ovuşturdu.

"Buraya geri gelmeyi düşünmüyorsun değil mi? Bu bir veda hediyesi."

''…Teşekkür ederim, Alex.''

Max garip bir şekilde ifade etti. O anda orada edindiği arkadaşlarına veda etmesi gerektiğini anladı. Ona bakan ikizler, şaşkınlık içinde orada dururken sırayla Max'in omzuna dokundular.

"Sağlıklı ol. Kendine dikkat et. Fırsatın olursa, lütfen bize bir mektup gönder.''

"Kesinlikle iletişim halinde olacağım. Herkes kendisine iyi baksın… ve iyi olun. Her şey için teşekkürler."

"Eğer minnettarsan, bu kadarı yeterli."

İkizler kibirli bir şekilde atıştı ve kendi kız kardeşlerini dırdır etmeye gittiler. Bu arada Max, onu uğurlamaya gelen diğer stajyerlere veda etti. Bir süre sonra vagonlar birbiri ardına hareket etmeye başladı. Max pencereden dışarı eğildi ve bakımlı bahçeye, garip aletlerle çevrili geniş avluya ve puslu sisin içinde dimdik duran devasa kulelere baktı. Ayrılınca rahatlayacağını düşünse de beklenmedik bir şekilde yalnız hissetti ve kalbinin bir köşesinde bir boşluk oluştu. Riftan'a karşı hissettiği suçluluk yüzünden adaya karşı sevgi beslememek için kendine empoze etmişti ama sonunda, inkar edilemez bir şekilde burada kalmaktan hoşlanmaya başlamıştı.

Max, uzaklaştıkça yavaş yavaş sönen kulelere bakarken acı acı mırıldandı. ''… Tüm bu vakit boyunca ki her şey  için teşekkür ederim.''

***

Denizdeki yolculukları sorunsuz geçti. İlk gün dalgaların gemilerine sertçe vurması deniz tutmasına neden olmasına rağmen, akşam olduğunda deniz sakinleşti. Max, sisli gökyüzüne ve beyaz köpüklerle kaplı karanlık denize bakmak için güverteye çıktı, sonra kamarasında büyü kitapları okuyarak zaman geçirdi. Dünya Kulesi'ne geldiğinden beri ilk kez boş zamanı vardı ama ne rahatlamış ne de tatmin olmuş hissediyordu. Gemileri ilerlerken, içinde bir endişenin arttığını hissetti. Evet, Riftan'la yeniden bir araya gelmek için elinden geleni yapacaktı ama o an yaklaştıkça, kaçma dürtüsü peşini bırakmadı.

Anatol'dan ayrılmadan önceki gün aralarında geçen konuşma zihninde canlandı. Riftan'ın ona tutunabilmesi için sıkıca kendine sakladığı bir zayıflığını ortaya çıkardığını fark etmesi uzun sürmedi. Ancak onun yaptığı şey ise ona sırtını dönüp odadan çıkmak oldu ve ayrıldığı gün Riftan onu görmeye gelmedi. O gün aklına geldiğinde Max kalbinin kırıldığını hissetti. Riftan'ın ifadesi, gözlerindeki ışık, sesi, her şey onu bir gün önce görmüş gibi canlıydı. Onu asla affetmeyeceği aklına her geldiğinde korku iliklerine işliyordu ama öte yandan gitmekten başka çaresi olmadığını anlamadığı için de Riftan'a içerliyordu.

"Hava kararıyor."

Düşüncelere dalmış olan Max, Annette'in kasvetli ses tonuna kapıldı. Kız, bir kase yulaf lapasını karıştırıp derin bir iç çektikten sonra, yuvarlak gemi penceresinden denize bakarken kül rengi bir yüzle yatağın üzerine oturdu.

"Sanırım yakında kar yağacak. Bu dinlenme mevsimi gerçekten garip. Güney denizinin ortasındayız, henüz sıcaklığın bu kadar düşmesinin zamanı değil ama şimdiden karla karışık yağmur var…''

"Dalgalar sertleşecek mi?" Max, gri, bulutlu gökyüzüne bakarken sordu.

Annette bunu düşünmek bile onu titretiyormuş gibi kaşlarını çattı. "İçtenlikle umuyorum ki bu olmaz. Bu kahrolası gemi ilk günkü kadar sallanırsa denize atlayıp yüzmeyi tercih ederim.''

Yarısı boş yulaf lapasını yatağının yanına koydu ve kendini yatağa attı. Annette ve Armin, belki de insanları dağlarda kazılmış tünellerde yaşayan ataları nedeniyle, bir gemide yaşama pek alışamadılar. Ne yazık ki, Annete'nin çaresiz duası duyulmadı. O akşamdan itibaren dalgalar daha da sertleşti ve gemi şiddetle sallanmaya başladı. Annette yatağa yattı ve bir dizi inilti kusarken, Max'in endişeli kedisi yatağın altına girdi ve çok uzun bir süre çıkmadı. Kötü hava birkaç gün sürdü. Deniz bir an için sakinleşse bile, sonrasında tekrar tekrar çalkantılı olurdu. Rüzgarlar da gün geçtikçe şiddetlendi. Bir gemide olmaya biraz alışık olan Max bile deniz tutması hissetti. Baş dönmesi ağırlaşınca kitap okumayı bıraktı ve yatağına kıvrılıp denizin sakinleşmesi için dua etti. Neyse ki, çalkantılı deniz, yelken için şansa hizmet etmiş gibi görünüyordu. Ertesi sabah erkenden bir denizci kapılarını çaldı ve neşeli bir sesle haykırdı.

''Öğle saatlerinde Anatolium Limanı'na varmayı bekliyoruz. Gemiden ayrılmaya hazırlanın.''

"Şi-şimdiden mi?"

Kabin yatağından kalkarken Max, bütün varlığının bir anda uyandığını hissederek gözlerini ovuşturdu. Şaşırmış ifadesi ile denizci daha sonra parlak bir şekilde konuştu.

''Sert rüzgarlar sayesinde gemi beklenenden bir hafta önce geldi. Gerçekten hızlı bir yolculuk için bir rekor bu. Görünüşe göre Tanrı büyücüleri kutsamış.''

Zayıf ve bitkin bir halde yatakta yatan Annette, denizcinin sözlerine itiraz ediyormuş gibi bir homurtu çıkardı. Max acı acı gülümsedi ve denizciye küçük bir madeni para uzattı.

"Sorduğum için üzgünüm ama valizlerimizi güverteye taşımaya yardım eder misiniz?"

"Tabii ki."

Çocuk parlak bir şekilde cevap verdi ve odanın bir köşesine yığılmış bavullarıyla dışarı çıktı. Max daha sonra su ısıtıcısından gelen suyla temiz bir havluyu ıslattı ve yüzünü sildi. Sonra en temiz elbisesini giydi, çantasından bir şişe güzel kokulu yağ çıkardı, kuru saçına ince bir tabaka halinde sürdü, sonra parlayana kadar onları fırçaladı.

Yataktan güçlükle kalktıktan sonra üstünü değiştiren Annenette, Max'i görünce dilini şaklattı.

"Süslü bir yere mi gidiyorsun? Neden tam takır giyindin?"

''…Çünkü keyfim yerinde olmayalı uzun zaman oldu.''

Max utangaç bir şekilde sözlerini tükürürken ve saçlarını düzgünce örerken kızardı. Annette beline her türlü büyülü aletin asılı olduğu bir kemer taktı, ardından iki kat pelerin giydi. Bu yetmezmiş gibi yün bir şapka, kürk çizmeler ve eldivenler giydi. Max ondan daha az giyindi ama en kalın çoraplarını çıkardı ve bir yünlü ceket giydi. Sıcaklık son birkaç günden beri düşmüştü ve içeride bile konuştuklarında nefesi buğulandı; geceleri uyurken kedisiyle birlikte kalın bir battaniyenin altına kıvrılmak zorunda kalıyordu. Max, ceketinin içine küçük bir deri kese astı ve Roy'un yanına sımsıkı tutunabilmesi için Roy'u içine soktu. Kemerine cepler dolusu eşya asan Annette manzara karşısında kaşlarını çattı.

"Karışmak istemem ama... onu bir yolculuğa çıkarmanın pratik olmadığını biliyorsun, değil mi?"

"Tabiki! Roy'u o kadar uzağa götürmeye hiç niyetim yok. Merak etme, onunla ilgilenecek birini bulacağım."

Roy'u ne kadar önemsediğinin farkında olan Annette tek kaşını kaldırdı ama kediyi kime emanet etmeyi planladığını daha fazla sorgulamadı. Çok geçmeden güverteye çıktılar. Rüzgarlar her yönden sert esmesine rağmen, gökyüzünde tek bir bulut yoktu. Korkulukların önünde durmuş, kargo taşıyan meşgul mürettebatın arasından süzülerek geçmişti. Gümüşi ufukların ötesinde, düzinelerce geminin demirlediği muhteşem bir liman vardı.

Manzara netleşirken Max gözlerini kırptı. O ayrıldığında, Anatolium Limanı'nda sadece birkaç büyük bina, depo ve büyük rıhtım vardı. Birçok gemi vardı, ancak rıhtım dışında yollar iyi döşenmemişti ve vatandaşlar için yeterli konut yoktu. Ancak şimdi önlerinde uzanan Anatolium limanı, Levan limanına benzer bir büyüklüğe sahipti. Max ufkun ötesinde ne gördüğünden şüphe etti ve yanından geçen denizcilerden birini yakaladı.

"Bu geminin... Anatolium Limanı'na yanaşması gerekmiyor muydu?"

"Doğru, Büyücü Bayan. Orası Anatolium Limanı."

Denizci gülümseyerek cevap verdi. Max kafası karışmış bir ifadeyle limana baktı. Tekne rıhtıma ulaştığında, mürettebat gemiyi sıkıca demirledi ve bir yol açmak için altındaki uzun tahtaları indirdi. Diğer büyücülerle birlikte gemiden inerken her yere baktı. Anatol'un günün birinde Whedon'un başlıca ticaret şehirlerinden biri olacağından asla şüphe duymamıştı: burası potansiyelle dolu bir yerdi ve Riftan, bölgeyi canlandırmak için herkesten daha çok çalıştı. Ama yine de, sadece iki yıl, üç mevsim geçmişti.

"Bu harika. Anatol'un canlanışını duymuştum ama bu kadar harika olmasını beklemiyordum."

Yanında yürüyen Annette bir ıslık çaldı. Max, yüzünde şaşkın bir ifadeyle iskele boyunca sıralanan taş binalara baktı. Sokaklar egzotik kıyafetli insanlarla doluydu ve yüklenmeyi bekleyen arabalar sokaklarda sıralanmıştı. Geçen kış sezonunda kaç tüccar gelmişti? Max limanda sıralanan gemilere baktı, tamamen bunalmıştı. Çoğu güney kıtasından gelen gemiler gibi görünüyordu, ancak nadiren Livadon, Dristan ve Arex'in bayraklarını taşıyan gemiler vardı. Yükleri Rakasim bayrağını taşıyan bir gemiye yükleniyordu ve güney tüccarlarından ve yedi krallığın her yerinden gelen yükler limana giriyordu.

Tüccarlar geniş bir alanda bir ateşin etrafında oturmuş, hararetli görüşmeler ve pazarlıklar yapıyordu. Müzakereler yapıldıktan sonra, vergi tahsildarı buna göre onlardan vergi toplardı. Büyücülerin gözleri, değiş tokuş edilen muazzam altının görüntüsüyle büyüdü. Olayı izleyen Calto, tüccarlara yaklaştı ve bir araba satın alıp alamayacağını sordu. Anatol tüccarı olduğu anlaşılan bir adam, onlara isteyerek birkaç işçi ve bir vagon verdi, sonra yanlarında getirdikleri her şeyi vagona yüklediler. Şehir yöneticisine Dünya Kulesi'nin büyücüleri olduklarını kanıtlayan küçük bir madalya gösterdikten sonra iskeleden ayrıldılar.

Ç/N: Riftan Anadolu topraklarını Avrupa'nın (Özellikle Almanya) kıskandığı bir yer haline getirmiş demek  ¬‿¬

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

27 Aralık 2021 Pazartesi

 Under The Oak Tree 

(2. Kitap 10. Bölüm)

Ertesi gün baş dönmesi biraz azaldı. Max hızlı bir kahvaltının ardından yurtlardan ayrıldı ve adanın limanına yakın küçük pazarı görmeye gitti. Deneyimlerinden bir keşif gezisinin sağlam çizmeler, deri kemerler, eşyaların koyulması için bir çanta ve pratik bir silah gerektireceğini biliyordu. Botlar, kalın çoraplar, seyahat şapkaları ve rahat kıyafetlerin tümü doğrudan pazardan satın alınabilirdi, ancak silahlar Gnome Hall'ün demircilerinden alınmalıydı. Max, kuleden kazandığı para ve Rodrigo'nun Anatol'dan ayrılırken kendisine verdiği altınlarla ihtiyacı olan her şeyi satın aldı.

Kış mevsimi için kıyafetler oldukça hantaldı, bu yüzden sadece gerçekten ihtiyacı olanları getirse bile, bagajı hala hafif olmaktan çok uzaktı. Max bavulunu kuleden ödünç aldığı küçük bir arabaya yükledi, sonra eşeğin dizginlerini tutmak için üzerine tırmandı ve pazardan çıktı. Geniş tepeyi tırmanıp yaklaşık yarım saat kadar yol kat ettikten sonra nihayet pansiyon göründü. Max daha sonra bavulunu odasına taşıdı ve sevk ekibinin bir toplantısına katılmak için merkez kuleye bağlı tapınağa gitti.

Toplanan yaklaşık 20 büyücü vardı. Tüm baş büyücüler koyu kırmızımsı-kahverengi pelerinler giyerken, büyülü niteliklerini henüz kazanmış olan çırak büyücüler gündelik kıyafetler giyiyordu. Max, gelmesi için elini sallayan Sidina'nın yanına gitti ve orada bulunan diğer büyücüleri dikkatle inceledi. Kabala'dan gelen üç büyücü, Sigur'dan üç, Undaim'den iki büyücü ve yeni sıradan büyücülere dönüşen 8 kişi vardı - toplamda 16 büyücü toplanmıştı. Henüz gelmemiş olan üç Urd büyücüsü de sayılırsa, sevk ekibinin toplam sayısı 19 olacaktı. Max, bir sevk ekibi için biraz düşük olan sayılarına kaşlarını çattı.

"Gnome Hall'den katılacak yüksek rütbeli büyücüler olduğunu sanmıyorum." Armin Max'in mırıltısına iç geçirdi. "Beklendiği gibi. Gnome Hall'deki tüm yüksek rütbeli büyücüler tabu büyüsünü öğreniyor. Adadan ayrılma konusunda pek çok kısıtlama var ve Dünya Kulesi, kiliseyle işbirliğini gerektireceği için büyük olasılıkla bu büyücülerin sevk ekibine katılmasına aceleyle izin vermeyecek."

"Görünüşe göre tek sebep bu değil." diye fısıldadı Annete. "Urd'un birçok yaşlı büyücüsünün bir sevk ekibi oluşturmaya karşı olduğunu duydum. Serbel klanı kiliseye bulaşmayı küçümsüyor… ve aslında kuzeye sürgün edilen büyücülerin çoğunun elf soyundan olduğu söyleniyor.''

Max beklenmedik açıklama karşısında nefesini tuttu. ''O-on bir ırk… iyidir. Ama neden kara büyü gibi bir şey olsun ki…''

"Eğer sapkın yargıçlar bunu söylediğimi duyarlarsa, muhtemelen boğazımı keserler ama... gerçek şu ki, kara büyü insanların düşündüğü kadar kötü değil. Onlara 'kötü büyücüler' denmesinin nedeni, kiliseye karşı savaşmalarıydı. Geçmişte büyücülerin ve benzerlerinin baskı ve katliamları sırasında, Serbel klanı iki gruba ayrılmıştı. Büyücülerin ve insan olmayan ırkların yarısı Nornui'yi inşa etmek için güneye indi, diğer yarısı ise sonuna kadar savaşmak için Roviden kıtasında kaldı, ancak sonunda kuzeye sürgün edildiler."

"Yani... Serbel büyücülerinin büyücülere karşı savaşmaktan yana olmadığını mı söylüyorsun?"

"Eh, büyücülerin hala hayatta olup olmadığı kesin değil. Açık olan şu ki, Serbel klanının kiliseye düşmanlığı devam ediyor. Bazı yaşlı büyücüler, kilisenin yaptığı katliamların ilk elden tanıklarıydı, bu yüzden kinlerinin hala devam etmesi anlaşılabilir. Görünüşe göre Calto Serbel ısrarla bu ekibin kurulmasında ısrar etmiş. Ancak, buna karşı çıkan sesler yeterince güçlü değil gibi görünüyor, bu nedenle bir sevk ekibi oluşturmanın zor olacağı düşünülüyor. Bu yüzden bizim gibi çaylaklar de işe alındı.''

"Herkes sessiz olsun!"

Max'in kafası, Annette'in ona sunduğu tüm yeni bilgilerle yüzerken, Calto toplantı odasına girdi ve yüksek sesle konuştu. Aceleyle sakinliğini geri kazandı ve duruşunu düzeltti. Calto yükseltilmiş platforma çıktıktan ve herkesin hazır olduğunu kontrol ettikten sonra, keşif gezisini sırayla açıklamaya başladı.

''Sevk ekibi, gemi limana varır varmaz yola çıkacaktır. Muhtemelen bir hafta içinde ayrılabileceğiz. Umarım o zamana kadar herkes yolculuk için her şeyi hazırlamıştır. Roviden'a vardığımızda yüklerimizi taşımak için birkaç kiralık işçi bulmayı planlıyoruz, ancak geri kalan her şeyi her zaman yaptığımız gibi kendimiz halletmemiz gerekiyor."

''Peki ya güvenliğimizle ilgili konular? Canavarların çoğu büyüye karşı dirençlidir, bu nedenle saldırı büyüsü yeterli olmayacaktır. Büyücülerin yalnız seyahat etmesi tehlikeli olacaktır.''

"Bunun için endişelenmene gerek yok. Ekibimize limandan itibaren Kutsal Şövalyeler eşlik edecek. Kilise ayrıca yolculuğun masraflarına ve ekipmanına da destek sağlayacak.'' Calto başka soru var mı diye bir an durakladı ve Max bu fırsatı değerlendirdi.

"Yolculuğumuzun... rotası ne olacak?"

"Planımız Anatolium'un limanına yanaşmak ve kara yoluyla Roviden'e gitmek."

Max'in gözleri büyüdü. Güvenlik nedeniyle kuzey kesimde bulunan bir limana gireceklerini bekliyordu, ancak plan onu endişelendirdi. Dudaklarını gergin bir şekilde ısırdı ve adadan Anatol'a gemiyle seyahat etmenin kaç gün sürdüğünü hatırladı. Sorunsuz giderse önlerindeki birkaç hafta içinde Anatol'a ulaşabileceklerdi. Kalbi agresif bir şekilde çırpındı. O anda Miriam sert bir ses tonuyla konuştu.

"Nasıl oluyor da Anatolium'a yanaşıyoruz? Revan'daki limana gidersek yolculuk çok daha hızlı olacaktır. Kıtalar arasında kara yoluyla seyahat etmek çok yavaş olacak.''

Max, önünde oturan Miriam'ın başının arkasına baktı. Max ilk kez o küstah kadına tokat atmak istemiyordu ama şu anda ona karşı en büyük düşmanlığını hissediyordu. Endişeli gözleri Calto'ya sabitlendi. Neyse ki, adam başını salladı.

"Sevk ekibi Balbom'daki büyük tapınağı ziyaret etmeyi planlıyor. Bunun en hızlı yolu, Anatol limanından Roviden kıtasına girmek olacaktır.''

Miriam, Calto'nun sözlerinin ona mantıklı gelmediğini belirtir bir ifadede bulundu ama daha fazla tartışmadı. Max gizlice kalbini sakinleştirdi. Birkaç soruyu daha yanıtladıktan sonra Calto, Kutsal Şövalyelerin önünde dikkatli olmaları gereken şeylerden bahsetti, ancak Max'in kulaklarına hiçbir şey girmedi. Sadece birkaç hafta içinde Riftan'la yeniden bir araya gelebileceğini düşünerek endişeyle ayaklarını yere vurdu. Göğsü korkuyla çarpıyordu. Anında Pamela Platosu'na gitmek zorunda kalacaktı, yeniden bir araya gelmelerinin keyfini çıkaracak kadar uzun süre bile oyalanmadan. Riftan'ın nasıl tepki vereceğini merak etti- tekrar pervasız bir şeye atladığı için üzülür müydü ya da belki de artık ne yaparsa yapsın umurunda olmazdı. Max bu düşünceyle kalbinin sıkıştığını hissetti.

"Bu kadar derinden ne düşünüyorsun?"

Diye sordu Sidina, Max'in önünde elini sallayarak. Max düşüncelerinden sıyrıldı ve ona bir şey olmadığını söylemek için gülümsedi. Şimdiden hiçbir şeyi değiştirmeyecek şeyler için endişelenmeye dalmıştı. Max kendini toparlamaya çalıştı.

Sonunda ayrılacakları gün gelmişti. Max, gemilerinin limana girdiğini duyar duymaz eşyalarını toplamaya başladı. Roy, onun uzun bir yolculuğa çıkmak üzere olduğunu hissetmiş gibi, ona sarıldı ve bir an bile yanından ayrılmayı reddetti. Eteğine yapışan kediyi güçlükle yatıştırdıktan sonra Max, yünden yapılmış en kalın elbisesini ve iki çift çorabını giydi. Önümüzdeki haftalarda sıcaklık düştüğünde kendini savunmak için son derece donanımlı olması gerekiyordu. Sonunda kalın bir cüppe ve sağlam deri çizmeler giydi, ardından bavulunu merdivenlerden aşağı taşımaya başladı.

Ayrılma zamanına kadar hala erkendi ama diğer büyücüler vagonlara bir şeyler yüklemekle meşguldü. Max, valizini uzaktan dikkatlice kontrol eden Miriam'ı gördü, sonra çantasını vagonun arkasına yükledi ve Roy'la birlikte araca tırmandı. Kedi onun kollarında kıvrıldı ve pelerininin derinliklerine daldı, belki de onun karnına yapışırken kendisini çağrıldığını hissediyordu.

'Annette'e önceden Roy'u da yanımda getireceğimi söyledim...'

Pencereden dışarı göz gezdirdi ve Miriam'a baktı. Diğer büyücüler pek umursamadı ama Miriam onun Roy'u getirmesine izin vermedi. Max oturdu ve Miriam onu ​​görmesin diye vücudunu alçalttı. Bir süre sonra, kendisi kadar büyük bir bavulla ileri geri yürüyen Annette'i gördü. Max hemen ona elini salladı.

"Annette, buraya!"

Annette esnedi ve Max'in bulunduğu arabaya yaklaştı. Arkasında, kendileri kadar büyük bavullar taşıyan Godrick ikizleri vardı. Sürekli birbirlerine homurdanıyorlardı ve Max'i bulduklarında kısa bacaklarıyla hemen ona koştular.

"Selam Max. Hazırlanmayı bitirdin mi?"

"Bir an önce adayı terk etmeye durmaksızın devam ettin ve şimdi gerçekten ayrılıyorsun ha."

Dean ona yaramaz bir bakış attı. Max'in yüzü, adadan ayrılmak için yaptığı ve söylediği tüm şeyleri hatırlayınca kıpkırmızı oldu.

"Oturup durma da şu şeyleri yükle!"

Çantasını vagonun kompartımanına yerleştiren Annette, kardeşlere bağırmaya başladı. Ona kaşlarını çattılar ve vagonun arkasına doğru yürüdüler. Sonra çantaları kompartımana attılar ve Max'in önünde bir şey tutarak kapıya geri döndüler.

"Bunu yanına al. Bu kış özellikle soğuk görünüyor. Şimdi bile hava zaten soğuk."

Ç/N: Ahh sonunda bekle bizi Anadolu toprakları biz geliyoruz 

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

24 Aralık 2021 Cuma

 Under The Oak Tree 

(2. Kitap 9. Bölüm)

Max tüm vücudunda tüylerin diken diken olduğunu hissetti ve kollarıyla kendini sardı. Çocukken dadısının ona anlattığı korkunç büyücülerle ilgili hikayeler hep aklındaydı. Büyük kiliseye karşı savaşan, ancak vahşice yenilip kuzeye sürgün edilen kötü büyücüler hakkındaki hikayeler… Bunların sadece efsane olmadığını, aslında var olduğunu fark ettiğinde midesinde yavaş yavaş korku büyüdü.

Titreyen bir sesle konuştu. "Bu, sürgündeki büyücülerin...savaşa arkadan önderlik edenler olduğu anlamına mı geliyor?"

"Henüz hiçbir şey kesin değil. Büyücü olduğuna inanılanların varlığının izlerini buldukları doğru olsa da, burayı uzun zaman önce terk ettikleri görülüyor. Ancak geride bıraktıkları kayıtlar ve çeşitli kalıntılar var. Büyük kilise bizden onları araştırmamızı istiyor. Canavarların nerede saklanıyor olabileceğine dair ipuçları sağlayacaklarını düşünüyorlar.''

"Bu çok vahim bir mesele." dedi Calto acı bir şekilde. "Savaşın arkasında gerçekten de büyücülerin olduğu ortaya çıkarsa, büyücülerin zulmü yeniden başlayabilir. Bunun olmasını önlemek için Dünya Kulesi, büyük kiliseyle aktif olarak işbirliği yapmaya karar verdi.''

"Neden benim gibi bir çaylak... bu kadar önemli bir göreve alınsın ki? Kıdemli büyücülerden oluşan bir sevk ekibi oluşturmak daha iyi olurdu.''

"Zaten bildiğiniz gibi, yüksek rütbeli büyücülerin kuleden ayrılma konusunda kısıtlamaları var. Şu anda Urd'da adayı terk etmesine izin verilen yalnızca üç yüksek rütbeli büyücü var: Bunlar ben, Celic ve Anton. Bizden başka, yüksek rütbeli büyücülerin geri kalanı ya Pamela Platosu'na yapılan yolculuğa dayanamayacak kadar yaşlı ya da adadan ayrılmayı şiddetle reddediyorlar. Araştırmak için bir ekip oluşturmaya üçümüz yeterli değiliz ve bu yüzden çaylaklar arasından birkaç yetenekli kişiyi işe almaya karar verdik.''

"Ve özellikle, toprak elementiyle bağları olan bir büyücüye ihtiyacımız var." Landon derin bir iç çekti. ''Şu anda adada yaşayan toprak elementi büyücülerinin hepsi Umli kabilesinden. Ne yazık ki, Umli büyücüleri Nornui'nin dışına çıkmak konusunda kesinlikle isteksizler ve kilisenin farklı bir ırktan gelen büyücüleri kabul etmeye istekli olacağından şüpheliyim."

"Ve böylece... sıradan bir insan olarak benim sevk ekibine katılmamı istiyorsunuz."

Max anlayışla başını salladı. Kendi becerilerini baltalamak istemiyordu ama Dünya Kulesi'nde ondan çok daha üstün olan birkaç büyücü vardı. Kendisine böyle bir teklifin neden yapıldığını anlamamasının nedeni buydu.

"Yetenek ve beceriden yoksun olduğunu düşünseydim, seni işe almayı önermezdim." Landon, Max tarafından gücenmiş gibi hayal kırıklığına uğramış bir tonda söyledi. "Başka bir çaylağa fırsat vermeyi düşündüm ama bu görev için en uygun kişinin sen olduğuna karar verdim. Sen Gnome Hall'ün en iyi stajyerlerinden birisin."

Max'in yüzü kızardı. Bu kadar değerli olduğu için içinde sevinç ve şaşkınlık fışkırdı. Golem yaratmak için büyülü formülünü sunamasa da, Landon bundan derinden etkilenmişe benziyordu.

"Şimdi, buradan nasıl devam etmeliyiz? Sevk ekibine katılacak mısın?''

Diye sordu Calto, sanki uzun konuşmadan bitkin düşmüş gibi sırtını sandalyeye dayayarak. Max bir cevap vermekte tereddüt etti. Ne de olsa çok tehlikeli bir görevdi, Pamela Platosu'na yolculuk başlı başına en az birkaç ay sürecekti. Ancak, bu fırsatı yakalayamazsa, o adada bir yıldan biraz daha fazla kalması gerekecekti. Max dudaklarını ısırdı. Riftan'ı çok daha erken görme niyetinden dolayı çok ciddi bir göreve gitmenin çok bencilce olduğunu düşündü. Ancak, denizi yüzerek geçmesi gerekse bile ona dönmeyi çok istiyordu. Zaman geçtikçe, Riftan'ın hisleri ondan uzaklaşacakmış gibi hissetti ve giderek daha fazla endişeli hissetti.

Uzun bir sessizliğin ardından Max sonunda konuşmak için ağzını açtı. "Evet. Ben… ekibe katılacağım.''

Bir hafta sonra Max, büyü niteliğini almak için Urd'un 7. katına gitti. Orada bulunan stajyerler arasında mütevazı bir çocuk olan Kiehl, çok az tanıdığı ve birkaç kez konuştuğu Undaim'li iki erkek öğrenci, Miriam, Sidina, Annette Godrick ve Armin Dolph vardı. Ona iyiliğini dileyen Miriam'a ve onu neşeyle karşılayan Sidina'ya selamlarını söyledikten sonra, uzakta oturan Annette ve Armin'in yanına gitti.

"İkiniz de sevk ekibine katılmaya mı karar verdiniz?"

Max'in gözleri şaşkınlıkla aralarına baktı, Umli kabilesinin bu adayı terk etmeye ne kadar isteksiz olduğunun çok iyi farkındaydı.

"Pamela Platosu'na yolculuk boyunca Kutsal Şövalyeler arasında yaşayacaksınız... bu iyi olacak mı?"

"Başka uygun büyücü yoktu." Armin net bir şekilde yanıtladı. ''Gördüğün gibi, Umli stajyerleri arasında en uzunu benim. Umli kabilesinden olduğumu kimse ifşa etmezse, rahipler benim başka bir ırktan geldiğimi fark edemezler.''

''Ayrıca ben de Umli kabilesinin en uzun boylularından biriyim. Üstelik ben bir kadınım. Bu boyda biri için yeterince yer var, değil mi?''

Annette parmağıyla başının tepesini işaret ederken sırıttı. Gerçekten de Annette'in boyu 5 kvet'ten (yaklaşık 150 santimetre) biraz daha kısa ve bu da ortalama Umli erkeklerinden daha uzundu ve Armin, Max'ten yaklaşık bir parmak daha uzundu. İkisi de boylarına göre fazla iriydiler ve biraz orantısız görünüyorlardı, ancak sıradan insanlar gibi görünmediklerinden şüphelenilecek kadar da değillerdi.

"Bizden çok senin için endişeleniyorum. Beceriksizliğin yüzünden ta Pamela Platosu'na kadar gidebilecek misin?"

Annette ona öfkeyle bakan Max'e yukarıdan aşağıya bakarken dudak büktü. "Be-ben burada keşif tecrübesi olan tek büyücüyüm."

Annette ve Armin'in yanı sıra kendi aralarında gevezelik eden diğer büyücüler Max'e bakmak için döndüler, yüksek sesi dikkatlerini çekti. Max şüpheli bakışlarından biraz korktu ama itibarını artırmaya devam etti.

"Bu beni buradaki tüm stajyerlerden farklı kılıyor."

"Aman da aman, anlıyorum."

Annette onunla açıkça alay etti. Max tam misilleme yapmak üzereyken, bekledikleri odanın karşısındaki kapı açıldı. Calto Serbel ve ona yardım eden diğer dört büyücü içeri girdi.

Calto onlara yaklaştı ve sakin bir tonda konuştu. "Herkes geldi. Buradan itibaren, vücudunuzda mana oluşturmaya yardımcı olacak büyü özelliğinizi alacaksınız. Bu tören aynı zamanda sizi ömrünüzün sonuna kadar Dünya Kulesi'nin bir üyesi yapacak bir yemin görevi görecektir."

Stajyerlerin her birinin yüzünü dikkatle inceledi. ''Tören bittiğinde isimleriniz kulenin sütunlarına kazınacak. Kule kurallarına aykırı bir şey yapmadığınız sürece, kule her zaman yanınızda olacak ve size yapılan herhangi bir kötü muamelede, kule anında öne çıkacaktır. Şimdi, umarım ne olursa olsun kulenin yasalarına uyacağınıza söz verirsiniz.''

Tüm kursiyerler ağızlarını bir ağızdan açtılar ve büyücülerin çıkarlarına aykırı hiçbir şey yapmamaya ve Dünya Kulesi'nin tüm yasalarına ve etiğine sıkı sıkıya uymaya ciddi bir şekilde yemin ettiler. Daha sonra Calto'nun arkasında bekleyen büyücüler, her birinin adını taş levhalara kaydederek niteliklerine göre ayrı odalara yönlendirdiler. Max, sırasını beklerken kalın bir örtüyle gizlenmiş dar bir odadan girdi. Stajyerlerin her biri, Urd büyücüleri onlara niteliklerini kazandıracak bir ritüel gerçekleştirirken, bir odanın ortasında mumlarla çevrili olarak ayakta durmaya zorlandı.

İşlem düşündüğünden daha acı vericiydi. İki büyücü her iki bileğine de dövmeler çizdi, işaretler büyü için yazı görevi görecek ve bunlara büyü üfleyerek vücudunda mana oluşmaya başlayacaktı. Mana havuzu büyüdükçe, Max şiddetli bir baş dönmesi hissetti. Dişlerini sıktı ve acıdan çığlıklarını yuttu. Sanki tüm vücudundan ateş fışkırıyordu. Sonunda, avuçlarından kalbine giden büyülü yol nihayet yaratıldığında, tüm vücudu tamamen terle kaplıydı.

"Önümüzdeki iki gün içinde büyü nitelikleriniz tam olarak yerleşecek. Doğru kullanırsanız, hacim olarak eskisinden çok daha fazla mana üretebileceksiniz.'' Büyücü dedi ve dövmeyi işaretlemek için kullanılan boyayı bir havluyla sildi. ''Gün boyu yeterince dinlendiğinizden emin olmalısınız. Vücudunuzun artan büyü hacmine uyum sağlaması biraz zaman alacak."

"Te-teşekkür ederim."

Max odadan çıkarken sendeledi, tıpkı yorgun görünen diğer stajyerler gibi. Onlarla biraz dinlendikten sonra odasına döndü ve anında uykuya daldı. Urd büyücüsü onu uyardığı için, vücudunun kendi vücudunda yaratılan büyülü yola uyum sağlaması biraz zaman alacak gibi görünüyordu. Max daha sonra bütün gün yatakta kaldı ve akşamları Roy'u beslemek için aklı başına zar zor geldi.

Ç/N: Riftan'ı Maxi mi daha çok özledi biz mi bilemiyorum..

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm