under the oak tree 245. bölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
under the oak tree 245. bölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Kasım 2021 Salı

 Under The Oak Tree - 245. Bölüm

Riftan'ın parmakları sertleşti. Kucağında yatan Max, dikkatle onun yüzüne bakmak için başını çevirdi. Ardından Riftan, pencereye şiddetle vuran yağmur damlalarına bakarken açıkça konuştu.

"Sadece gergin hissettiğim için. Croix Kalesi, kendimi gerçekten rahat hissetmediğim bir yer.''

Max şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Yeni şövalye olduğunda bile, Riftan'ın eylemleri herhangi bir asilzadeye kıyasla daha onurlu ve korkutucuydu. Konuşması ve davranışı çok karmaşık olmasa da, tavrındaki kibir, diğer insanların onu nasıl algılayacağını umursamıyormuş gibi, etkileşim biçiminde mevcuttu. Max'in alt dudağı dışarı çıktı.

"Yalan sö-söylüyorsun. Bu kadar gergin biri… o kadar kibirli davranmaz.''

''Kibirli mi göründüm?'' Kaşlarını çatıp sordu.

"Ne zaman biri seninle konuşsa... onlara bu ifadeyle tepeden bakıyordun." Max çenesini kaldırdı ve Riftan'ın insanlara bakışını taklit ederek, elinden geldiğince kendini beğenmiş görünmeye çalıştı. "Ne zaman biri seninle konuşsa... yüzünde bu tür bir ifadeyle onlara bakardın."

"Yani böyle tatlı bir surat yaptığımı mı söylüyorsun?"

Riftan Max'in onu taklit etme gülünç çabasına güldü, sonra başını eğdi ve dudaklarını onun çıkıntılı alt dudağının üstüne yerleştirdi. Max, Riftan dudaklarını gagalarken kahkülleri gözlerini dürterken yüzünü buruşturdu.

"Ve ne zaman gözlerimiz buluşsa... bana sert bir ifadeyle bakardın. Bu beni korkuttu…"

"Sarp izlenimim yüzünden bunu böyle yorumlamış olmalısın. Ben sadece sana bakıyordum."

Riftan ciddi bir şekilde cevap verdi ve yüzünü ellerinin arasına sıkıştırarak Max'in yanaklarının ezilmiş bir kirpi balığı gibi öne doğru şişmesine neden oldu. Max'in yüzü kızardı ve itirazları yüzünden sonunda ellerini yüzünden çekti. Riftan'ın o zamanlar ona karşı yaptığı muameleye karşı verdiği cehalet ve kayıtsızlık yüreğine bir diken gibi saplanmış gibiydi. Gözlerine inanamayarak baktı.

"Sa-sanmıyorum. Bir şeye kızmış gibi görünüyordun. Bazen... ben... beni hor görüyormuşsun gibi hissediyordum."

Aniden, Riftan'ın yüzündeki gülümseme silindi. Max endişeyle başını kaldırdı, duygularını gizlemek için buğulanmış gibi görünen siyah gözlerinde bir cevap aradı. Riftan daha sonra sözlerini dudaklarında acı bir gülümsemeyle mırıldandı.

"Benden nefret ettiğini sanıyordum. Sana ne zaman yaklaşsam, gözle görülür bir şekilde gergindin. Ve seninle ne zaman konuşmaya çalışsam, yüzünde korkmuş bir ifadeyle kaçardın. Bunu her yaptığında kendimi korkunç bir canavar gibi hissettim.'' Max'in omuzlarına düşen bir tutam saçını kaldırıp dudaklarına götürdü. "Daha sonra bu beni rahatsız etti. Ben de senden nefret edeceğime karar verdim. Seni kafamdan atmak ve durmak istedim, kendimi rahat hissettirmek istedim.''

Bir an için Max'in dili tutuldu. Ne zaman Riftan için bir şey ifade etmeye başladığını merak etti. Onu ilk gördüğü anı hatırladı. Dristan'la olan anlaşmazlığı çözmek için gönderilen şövalyelerle birlikte kaleye girdiğini açıkça hatırladı. Bu yüzlerce şövalye arasında en göze çarpan ve en öne çıkan kişi oydu. Riftan kaledeyken hizmetçiler ona kimin eşlik edeceğini tartışırlardı ve akşam yemeğine davet edilen leydiler bile gözlerini ondan alamazlardı.

Ama Max, kadınların ona yaklaşamayacakları kadar soğuk kalpli biri için neden yaygara kopardığını anlayamıyordu. Dediği gibi, Riftan'ın yanındayken kaskatı ve korkmuş görünüyordu, ama birinin dikkatini çekeceği hayalinde asla geçmedi. Riftan duygularını saklamakta son derece iyiydi.

Max bir an tereddüt etti, sonra elini bakır renkli yanağına koymak için elini uzattı. "Yani... benden ne-nefret mi ettin?"

"Ettim."

Max onun sert cevabı üzerine elini geri çekti, ama o uzaklaştırmak üzereyken Riftan onu yakaladı ve ardından elini tekrar yüzüne sıkıca bastırdı.

"Beni eline geçirip  ve asla bırakmadığın için senden gerçekten nefret ettim."

Sonra Riftan'ın kara gözleri battı ve Max oturdu ve kucağına tırmandı.

"Ben ge-gerçekten... senden asla nefret etmedim. Korkutucuydun, ama… kafamda, her za-zaman havalı olduğunu düşündüm. Bu yüzden ne zaman önümde ol-olsan... gerginleşiyor ve sertleşiyordum.''

Riftan, sözlerinin doğru olup olmadığını sınamak istercesine ona dikkatle baktı, sonra açıkta kalan beyaz sırtına bir battaniye örttü ve onu sıkıca kucakladı. Max onun sıcak, kalın kollarıyla güneşlenirken, derin bir iç çekip başını omzuna koyarken kendinden geçmenin ötesinde hissetti. Rahat, sıcacık yuvasında uzanmış bir kuş olmanın böyle bir his olup olmadığını merak etti. Kalp kırıklıkları ve üzüntüleri bile, tüm endişeleri ve acıları o sakin atmosferde eriyip gitmiş gibiydi. Max ocaktan çıkan ateşin titreyen gölgelerini izledi ve sordu.

"Sen... be-benimle hayal kırıklığına uğramadın mı?" Max sırtını saran kolun sertleştiğini hissetti. Max daha sonra sorusuna adalet katmak için aceleyle kekeledi. "Ben... kekemeyim... ço-çocuğu düşürdüm... ben se-senin...  olduğumu düşündüğün o hanımefendi değilim.. ''

"Sen tam olarak hayal ettiğim şeysin."

Aniden Max'in sözlerini kesti. "Hayır, hayal ettiğimden çok daha fazlasısın. İmkansız derecede cesursun, nefesimi kesecek kadar güzelsin. Ve çocuk…''

Riftan boğazına bir şey takılmış gibi yutkundu. "Dürüst olmak gerekirse, artık bir tane istediğimi sanmıyorum. O zamanlar ne kadar kan kaybettiğini bile bilmiyorum. Bir daha böyle bir riske girmeni istemiyorum."

Adamın hafifçe titrediğini hissetti ve Max puslu bir şekilde gözlerini kırptı. Onun sözleriyle rahatladığı için kendinden nefret etti. Elbette bir halefi gerekiyordu. Bu, bir eşin kocasına karşı en vazifeli rolüydü, hatta annesi bile sırf bu görevi yerine getirmek için sayısız düşüklere yol açan birkaç denemeden sonra hayatını kaybetmişti. Riftan'ın sözleri ona yabancı gelmişti, babasının bir varis sahibi olmak gibi takıntılı tavrına alışmıştı o.

Max, bu sözlerinde ciddi olup olmadığını anlamaya çalışıyormuş gibi dikkatle ona baktı. Sonra Riftan, Max'in nemli göz kapaklarını öpmek için yüzünü indirdi.

"Sana sahip olmak bana yeter."

Bu sözler Max'in yüreğinde yankılandı. Kendini onun geniş göğsüne daha da gömdü ve ışıktan düşen gölgeleri garip bir hayvan şekli gibi göründü. Birbirlerine bu kadar bağlı kalmanın ve asla ayrılamamanın harika olacağını düşündü kendi kendine. Dünyada sadece ikisi olsa ne güzel olurdu. Max sonra gözlerini kapadı, Riftan'ın saçlarını okşayan ellerinden dolayı uykulu hale geldi. Sonra yağmurun sesi yavaş yavaş azaldı, onları yumuşak bir sessizlik kapladı.

***

Calypse Kalesi'ni çevreleyen gerilim, savaş ilanının geri çekildiğinin duyurulmasının ardından hemen dağıldı. Kaledeki güvenlik güçlenmiş gibi görünse de, paralı askerlerin ve silah yüklü vagonların ziyaretleri gözle görülür şekilde azaldı. Max bunu bir fırsat olarak gördü ve Riftan'a Croix Dükü'nün vassallarını çağırdığını ve bir şeyler planlıyor gibi göründüğünü söyledi. Şaşırtıcı bir şekilde, Riftan bu konuda açık sözlüydü.

"Tam beklediğim gibi. Anatol'a gelen tüccarlara baskı yapıyorlar gibi görünüyor.''

Max'in yüzü sertleşti. Anatol dağlarla çevrili küçük bir araziydi, tarıma uygun bir arazi olmadığı için gıda arzının çoğu ticaretten geliyordu. Tüccarların Anatol'a giden ticaret yollarından geçmeleri yasaklansaydı, içeri girmeleri zor olurdu.

Sonra endişeyle sordu. "Bu... so-sorun değil mi? Tüccarların yolu kesilirse… kışı atlatmak daha zor olacak…''

"Güney kıtasından gelen birçok tüccar limandan geldiği için büyük bir sorun olmaz." Riftan kılıcını parlatırken cevap verdi. "Anatol'a bundan böyle her yıl bolca baharat ve ipek getirilecek. Kuzeyden ticaret yolunu keserlerse, bu onların kaybı olur.''

Sakin açıklaması Max'i biraz rahatlattı ama babasının ne kadar inatçı olduğunu biliyordu, bu yüzden endişesi gitmedi.

"Ha-hala... başka bir şey planlıyor olabilir. Babam sadece bu-bununla durmaz…''

Riftan içini çekti, sonra kılıcını indirdi ve onu kucaklamaya gitti. Yatağa oturdu ve bir çocuğu sakinleştirmek ister gibi konuştu.

''Hala Anatol ile ticarete devam etmek isteyen tüccarlar var. Onları Croix Dükü'nün hareketlerini takip etmeleri için görevlendirdim, bu yüzden endişelenmene gerek yok."

Max başını hafifçe aşağı indirdi. "Ö-özür dilerim. Benden dolayı…"

"Aptal olma. Bu senin hatan değil."

Açık açık konuştu, başını okşadı ve sonra elini saçlarından geçirdi. Max onun sertleşmiş yüzüne baktı ve içini çekti. Riftan, Croix Dükü'nün kasıtlı olarak sorun çıkarmasını istiyor gibiydi ve dük ona bir bahane verirse, her zaman savaşmaya çalışacaktı.

Ne zaman çökeceğini asla bilemeyeceği bir barajın önüne konmuş gibi hissetti. Ancak, endişelerine aldırmadan, zamanlar huzur içinde geçti. Calypse Kalesi, kış hazırlıkları için çok heyecanlıydı ve dinlenme mevsimi yaklaştıkça sıcaklık günden güne düşüyordu. Bir veya iki hafta sonra huzursuzluk yavaş yavaş azaldı: hava soğuduğunda, bölgeler arasında neredeyse hiç seyahat yoktu. Croix Dükü bir şeyler planlıyor olsa bile, muhtemelen kış mevsimi geçtikten sonra uygulayacaktı. Sürekli bunun için endişelenmek sadece onu etkilerdi ve bu yüzden Max bilinçli olarak kendini endişelerini gidermeye zorladı.

Aslında savaş ilanı geri çekildiğinden beri, Riftan sürekli yanında olduğu için endişeleri içinde tek başına gömülecek zamanı yoktu. Max, Rem'in yelesini okşarken, kocasına bir bakış attı: Riftan Talon'a yavaş yavaş elma yedirirken gündelik kıyafetler giymişti, bu yüzden ondan sonra antrenman alanlarına yönelecek veya duvarlarda devriye gezecek gibi görünmüyordu. Max biraz kaşlarını çattı. Bu şekilde birlikte olmak Max için en keyifli ve mutlu an olmasına rağmen, Riftan zamanının çoğunu ona adadığından, endişeleniyordu. Yapması gereken işi dikkatle gözlemlediğinden, bir süre sessizce Rem'in yelesini tımar ettikten sonra ağzını dikkatlice açtı.

"Me-meşgul değil misin? Yapacak çok şeyin olduğunda her zaman bana eşlik etmene gerek yok, kendini fazla yorabilirsin. Vücudun ve sağlığın…''

''Yol genişletme çalışmaları tamamlandı, kış hazırlıkları da tamamlandı. Şu anda takip etmem gereken tek şey Anatol'un sınır güvenlikleri."

"Şey, bu değil. Daha geçen yıl... çok meşguldün. Böyle olmanın uygun olup olmadığını merak ediyordum…''

Riftan'ın ifadesi biraz mahzun görünüyordu. "Yanında olmam seni rahatsız mı ediyor?"

"Hi-hiç de öyle değil. Sadece geçen yıl… bu zamanlar çok meşguldün. Sadece böyle olmanın uygun olup olmadığını merak ediyordum...''

"Geçen yıl ejderha keşif gezisinden eve döneli çok olmamıştı. Birikmiş tüm işleri sıralamakla meşguldüm. Bundan sonra hayatımın geri kalanında ölümüne çalışmak gibi bir niyetim yok.''

"Buna itiraz etmek istiyorum."

Max aniden konuşan sese kafasını çevirdi. Hebaron, yüzünde hoşnutsuz bir ifadeyle ahırların girişinde duruyordu.

''Gelecekte eğitim direktörü olmanın sorumluluğunu bana yüklemeyeceksin, değil mi? Muhafızları tek başıma idare etmekten bunaldım.''

"Her şeyi kendi başına hallediyormuş gibi konuşma. Muhafızların yönetimini Elliot'a devrettiğinin farkındayım." Riftan açık açık cevap verdi, sepetten bir elma aldı ve Talon'a yedirdi. "Bunca zaman tembellik ediyordun, o yüzden fazla saçmalama."

Hebaron sert bir şekilde misilleme yapacakmış gibi dudaklarını büzdü, sonra Max'e baktı ve derin bir iç çekti.

"Bu konuyu sonra tartışalım... şimdilik, hemen şövalye kamarasına gelmelisin. Dükalığa gönderilen casuslar geri döndü.''

Max'in omuzları kaskatı kesildi ve Riftan, Hebaron'a soğuk bir bakış fırlattı.

"Birazdan orada olacağım, o yüzden orada bekle."

Ç/N: Favori bölümlerimden biri 😍 ''Sen benim hayal ettiğimden fazlasısın'' Riftan'ın hikayesini bildiğimizden bu cümlenin ne kadar büyük anlama geldiğini hepimiz biliyoruzdur :')

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm