14 Kasım 2021 Pazar

Under The Oak Tree - 99. Bölüm 

Şaşırtıcı Yönleri (2) 

"De-de-deli adam mı?"

Max onun aşırı karakterizasyonu karşısında gözlerini büyüttü. Aşırı görünüyordu. Ruth, sanki bu sözler onu tarif etmeye yetmiyormuş gibi, başını huzursuzca salladı.

"Gerçekten korkusuzdu. Silahsızken, bir deve sadece bir hançerle ve özellikle bir ejderhanın kafatasını kesmek kadar çılgınca bir şeyle saldırmamalıdır. Her şeyi hiç çekinmeden yaptı. Şimdi bile, zaman zaman yaptığı şeyleri hatırladığımda, omurgamdan aşağı bir ürperti iniyor. Lord Calypse'e eşlik etmekle görevlendirildiğim gün, bütün gün saçlarım diken diken oldu."

Bilinçsizce, Max'in çenesi düştü. Sözleri hayranlık uyandırmak yerine onun soğuk terler dökmesine neden oldu. On altı yaşından beri böyle tehlikeli işler yaptığına inanamıyordu.

On altı yaş kız kardeşi Rosetta'nın sosyeteye ilk tanıtıldığı zamandan, hatta eğitimdeki neşeli şövalye Yurixion'dan bile genç değil mi?

Kuru dudaklarını yaladı ve titrek bir sesle sordu.

"Ha-hala o-o  tür e-eylemler yapıyor mu?"

''Vücuduna bakmak söz konusu olduğunda hala aynı ama… o zamanlar olduğu gibi nadiren hayatıyla kumar oynuyor. Artık inatla sorgulanabilir eylemlerde bulunmasa da, kötü ruhlardan kolaylıkla kurtulacak kadar güçlüdür. Ejderhaların bastırılması zamanından beri, yıllardır hayatını bu şekilde tehlikeye attığını görmedim.''

"Ej-ejderhanın bastırılması mı...  ne-neler o-oldu ö-öyle?"

Ruth onun sorusu üzerine derin bir iç çekti.

''Lord Calypse, manayı geçici olarak emmek adına son derece nadir bir yeteneğe sahiptir. Bu onu kılıcı şeklinde silah olarak kullanmasına izin verir. Bu yetenekle doğmadı. Kötü ruhlarla savaşırken onların vücut sıvıları ve kanlarıyla kaplandı ve vücudu değişti. Uzun lafın kısası Lord Calypse, bu yeteneği kullanarak Kızıl Ejderha'yı yendi. Doğal dünyada var olabilecek en güçlü büyünün önünde durdu: ejderha nefesi ve onu kesip, gücünü kılıcına emdi ve sonunda kendi manasını kullanarak ejderhanın kafasını dilimledi."

Kendisini bir ejderhanın alevlerine attığını görünce ürperdi. Ruth sadece hatırlayınca dişlerini gıcırdatıyordu.

"Yalnızca tek bir hesap yanlış olsaydı, Lord Calypse bir avuç kül olurdu. Taşkın eylemleri nedeniyle bu, kıtadaki en cesur hikaye oldu.''

Max, Riftan'ın Kızıl Ejder'e karşı başarısını daha önce duymuştu ama onun ne kadar pervasız olduğunu asla bilmiyordu. Korkudan titredi. Riftan ölebilirdi. Onu bu kadar yakından tanıma şansını asla elde edemezdi ve aralarındaki tek şey o sefil düğün gecesi olarak kalacaktı. Bu düşünceden korktu.

''Ah… seni korkutmak istemedim.'' Ruth onun solgun yüzünü görünce şaşırtıcı bir şekilde mırıldandı. "Bu bir hanımefendinin duyması gereken bir hikaye değildi. Kaba adamlarla birlikte çok fazla zaman geçirdim, sanırım hassasiyetimi kaybediyorum.''

"Sorun değil. Sana i-ilk önce so-soran bendim."

Max, Ruth'un zaten başlangıçta herhangi bir duyarlılığı olduğundan şüpheliydi, ama bunu söylemeye zahmet etmedi.

Max döndü ve daha fazla soru sormadan sessizce görevini tamamlamaya başladı. Aklı karmakarışıktı, yüreğini korku sarmıştı. O bir şövalyeydi, diye tahmin etti. Sonunda, zamanı gelince kendini tehlikeye atacaktı.

Kış geçtikten sonra Riftan, Kral Ruben tarafından şövalye arkadaşlarına bir sefere liderlik etmesi için çağrılırdı. Ne de olsa bir şövalye olarak görevi buydu. Bu sefer asla geri gelmeyebilirdi. Riftan güçlü bir şövalye olabilir ama yenilmez değildi.

Olasılık Max'i nefessiz bıraktı. Durumun ne kadar tehlikeli olduğunun farkında değildi. Onun rahat, mutlu hayatının bu kadar kolay kaybolabileceğini. O Riftan çok kolay ortadan kaybolabilirdi.

"Aklın başka yerde." Büyücü hemen işaret etti. Durumunu çabucak okudu.

Gözlerini kıstı, masasındaki işine baktı ve tüy kalemini bıraktı.

"Bugünlük bu kadar yeter."

Max uysalca oturduğu yerden kalktı ve kütüphaneden ayrıldı. Bugün yeni hizmetçiler geldi. Max Riftan'a danıştıktan sonra tüccar Aderon'dan otuz yeni hizmetçi önermesini istemişti.

Evin hanımı olarak, yeni çalışanları selamlamak ve diğerlerini eğitmek için hizmetçileri seçmek zorundaydı. Bundan sonra, durumunu gözlemlemek için mutfağı ziyaret etti. Mutfak hâlâ günlük yemekleri hazırlayan aşçılarla doluydu ama artık bir savaş çıkmış gibi görünmüyordu. Kış hazırlıkları neredeyse tamamlanmıştı.

''İlk donun önümüzdeki günlerde yaşanması bekleniyor'' dedi.

Aniden Max'in arkasında beliren Rodrigo, gözle görülür şekilde düşen sıcaklıkta titredi ve paltosunu sıkıca tuttu. Max'in yüzü endişeyle bulutlandı.

"O-ondan önce, ga-gardiyanlara kışlık gi-giysiler sağlamalıyız," dedi.

"Bu neredeyse bitti. Daha fazla hizmetçi geldiğine göre, soğuk çarpmadan önce her şeyi tamamlayabilmeliyiz.'' Rodrigo bildirdi.

Kış hazırlıkları bitince kalede vakit yavaş yavaş geçmeye başlayacaktı. Yoğun dönem yakında sona erecekti. Son olarak, yeterince yakacak odun olup olmadığını kontrol etmek için her odaya gitti, ardından günlüğünü doldurmak için odasına geri döndü.

Ç/N: Ne demiş Jon Snow bey, Winter is Coming..

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

 Under The Oak Tree -98. Bölüm

 Şaşırtıcı Yönleri (1)

Manzaralar ardı ardına dört nala koşarken soğuk, sert rüzgar saçlarını dalgalandırıyordu, ama Max bunların hepsinden habersizdi. Riftan'ın kucağında sıcacık yuvalanmış ve onların açık havada yoğun sevişmelerinin, gün ışığının tadını çıkarırken kendini güvende hissetti. Bir zamanlar aynı havayı solumaktan bile korktuğu adamdan gelen yeni bir duyguydu.

Kaleye vardığında, Riftan tamamen bitkin kızı sıkıca kucakladı ve odaya götürdü. Onu dikkatlice ılık suyla yıkadı, kıyafetlerini nazikçe değiştirdi, hatta sevgiyle ona güzel, sıcak bir yemek yedirdi. Sonra sanki bir çocuğu uyutuyormuş gibi, Max onun göğsüne yattı ve uyumaya çalıştı.

Görünüşe göre Riftan gibi kaba bir adam için alışılmadık bir davranıştı. Çünkü kesinlikle tek seferlik bir olay değildi. Ne zaman onun yanında olsa, sanki onun bakıcısıymış gibi bu hareketlerine devam ediyordu. Her gün doğrudan yemeğini yedirir, birlikte banyo yapmakta ısrar eder ve hatta sabah erkenden gelip Rudis'in tarağını alır ve Max'in saçlarını tarardı.

Şimdi her şeyi biraz utanç verici buluyordu. Çocukluğunda bile böyle bir ilgi görmemişti. Üstelik bu, aşina olduğu evlilik fikrine de aykırıydı.

Soğuk tavırlar, kibar bir kayıtsızlık ve evlilik zorunluluğu… ideolojiye göre evli çiftler arasında var olan buydu. İnancı doğrulayacak bol miktarda ''canlı'' kanıt da vardı. Karısına en azından onun kadar hevesli olmayan bir şekilde tapan bir kocayı ne görmüş ne de duymuştu.

Bu onun büyümesini besleyen bilgiydi - Riftan'ın tutumu, ona verilen 'evli bir adam' öğretilerinden farklıydı. Belki de sadece cahildi? Ne de olsa, Croix kalesindeki yaşamını çevreleyen koşullar onu kalenin duvarları içine hapsetmişti. En fazla tapınaktaki kışlaları ziyaret edebilirdi. Ama bu bile on dört yaşına girdiğinde yasaklandı ve bu nedenle tecrit edilmiş bir hayattı.

Evlilikle ilgili tüm bilgileri Croix Kalesi'ni ziyaret edenlerin ağzından çıktı. Çoğu, biraz ifadesiz, soğuk gülümseyen kız kardeşi Rosetta'yı veya babasını görmeye geldi. Onunla ilgilenen kimse yoktu - varlığından haberdar olup olmadıklarından bile şüpheliydi.

O zaman ile şimdiyi karşılaştırdığında, Max'in kafası karışıktı.

Belki de bildiği dünya yanlıştı? Evliliği normal miydi? Bir koca böyle mi olmalıydı?

Sorularla boğuşmasına rağmen, cevaplarını nerede bulacağını bilmiyordu.

"Şaşırtıcı derecede hünerlisin."

Ruth'un sesi Max'i dalgınlığından kurtardı. Ayarladığı formülleri titizlikle gözden geçirirken ona memnun bir şekilde sırıttı. "Ve beklediğimden çok daha hızlısın," diye ekledi.

Bunun övgü olması mı gerekiyordu? Max acı acı gülümsedi.

"E-eğer sadece aynı şey te-tekrar ediyorsa... hı-hızlanmak doğal şey"

"Bitirmenin zamanı geldi. Bu hızla büyüyü yarına kadar tamamlayabileceğiz.''

Rahat bir nefes aldı. Bir süre heyecan verici olsa da, sonunda tekrarlanan hesaplamalardan ve eskizlerden o kadar sıkıldı ki parşömene bakmaktan bile nefret etti. Sert boynunu ovuşturdu ve şikayet etti.

"Bü-büyünün bu kadar çok e-evrak işi içerdiğini bi-bilmiyordum. Daha ha-ha-harika bir şey yapacağımızı dü-düşünmüştüm."

''Büyü, öğrenmenin ileri bir seviyesidir. Gelişmiş hesaplamalar ve araştırma gerektirir. Bir büyücünün büyünün heyecanını yaşayabileceği tek zaman savaş alanındadır. Dünya Kulesi'ndeki büyücüler bunu asla deneyimlemez, buna rağmen tüm hayatlarını büyü tasarlamaya adarlar." 

Max yaptığı şeyi durdurdu ve ona merakla baktı.

"Ru-Ruth, sen de Dünya Kulesi'nden bir bü-büyücü müsün?"

"Evet, eskiden orada otururdum," dedi Ruth hoşnutsuzca.

Gözleri genişledi.

Dünya Kulesi, Ishiria Denizi'nin merkezinde eski büyücüler tarafından inşa edilmiş yapay bir adaydı; Nornui olarak anılırdı. Masum ve tecrit edilmiş bakire Maximillian, bu konuda pek bir şey duymazdı. Yalnızca büyücülerin doğduğu yer, dünyadaki tüm bilgilerin bir deposu, herhangi bir ülkenin içişlerine karışmaktan kaçınan müdahaleci olmayan ve dünya düzenini koruyan bir bilgeler adası olduğunu biliyordu… Nornui.

Ancak Ruth'un tepkisi, sanki bu başarıları inkar ediyormuş gibi, tiksintiyle bundan bahsediyordu. Onun şaşkınlığına bakarak açıklamaya tenezzül etti.

"Dünya Kulesi'ne giren büyücüler, daha yüksek bir rütbeye terfi ettikleri anda kısıtlanırlar. Nornui'nin sunduğu tüm tehlikeli ve gizli büyülerde ustalaşmalarına izin verilmek yerine, kişisel güçlerini dünyayı rahatsız etmek için kullanmadıklarından emin olmak için izlenirler. Kıdemli büyücüler hayatlarının çoğunu Dünya Kulesi'nde geçirirler. Şahsen ben beğenmedim, o yüzden kaçtım.''

"Ha-hala... ge-geri dönebilir misin?"

"Hayır. Büyük bir ihanetti. Şimdi bile Dünya Kulesi'nden büyücülerle tanıştığımda bana sadece bir suçlu gibi davranılıyor."

Ruth sanki önemsiz bir konuymuş gibi çekinmeden konuştu. Max, tüm büyücülerin bu kadar yüzsüz olup olmadığını merak etti.

"O za-zaman... Dü-dünya Kulesi'nden kaçtıktan sonra dolaşırken Ri-Riftan'la mı tanıştın?"

"Evet, paralı asker olduktan kısa bir süre sonra onunla tanıştım. Lord Calypse o zamana kadar zaten tanınmış bir şahsiyetti.''

Max, gözleri parıldayarak giderek daha meraklı hale geliyordu.

"N-neden o?"

"Açık değil mi? Çarpıcı güzelliği, bir genç için inanılmaz iri fiziği, her zaman dümdüz ileri bakan cesur bir kalbi ile on altı yaşındayken zaten ünlüydü. O zamandan beri Lord Calypse tam bir deli."

Ç/N: Dün yeni bölüm yükleyemedimm çünkü Riftan kısmını çeviriyorum hızlı bir şekilde.. Birkaç gün içinde, doğru zaman olduğunu hissettiğim bölümden sonra paylaşacağım sizlerle o kısmı.. Şimdiden çok heyecanlıyım.. Sizlerle çok daha erken paylaşmak için, çok hızlı bir şekilde ilerlemeyi düşünüyorum.. O yüzden seri bir şekilde takip etmeyi unutmayın .. Ha bir de bir önceki bölüm yani 97. bölümün sonu şu an webtoon'daki sezon finali verilen yere denk geliyor.. Aklımızda bulunsun 

Önceki Bölüm                                                                                               Sonraki Bölüm

12 Kasım 2021 Cuma

Under The Oak Tree - 97. Bölüm 

Sevdiklerin ve Sevmediklerin (2)

[Dikkat !!  :Yetişkin İçerik]  [Şarkı Önerisi : Christina Perri - A Thousand Years ]

Riftan sinirleri biraz yatışmış gibi omuzlarını gevşetti ve dudaklarını Max'in alnına bastırdı. Görünüşe göre, at bindikleri tüm zaman boyunca aceleyle ağzından çıkan kelimeleri düşünmüş ve sonunda onunla bu konuda konuşmasına izin verilmişti.

"Ama kendimden hiç bu kadar nefret etmedim ki, biri bana hoşlanmadığım şeyleri sorduğunda ilk cevabım bu olsun." Riftan ona basitçe söyledi ve Max içini çekti.

"Şey, bu... Çü-çünkü senin ha-hakkında bu kadar nefret e-edebileceğin hiçbir şeyin yok, değil mi?"

Onun mırıldanan sözlerine eğlenerek baktı.

"Öyle mi görünüyor?" Ona alaycı bir şekilde sordu ve Max ona hafifçe çatık kaşlarla baktı.

''Sen ke-kendin… bunu iyi biliyorsun, bilmiyor musun?''

"Bilmiyorum. Bana söylemen gerekecek." Sanki söylediklerinde ciddi olup olmadığını sorar gibi ona baktı. Yine de Max onun suyuna gitmeye karar verdi ve özelliklerini listelemeye başladı.

"Sen... sen güçlüsün. Sen dünyadaki en iyi şövalyesin, uzun boylu ve zekisin..." Riftan ona hafifçe kıkırdadığında Max devam edemedi.

"Birinin bana zeki dediğini ilk kez duyuyorum. Her ne kadar birçok kez kalın kafalı olduğumu duymuş olsam da..." Riftan onunla alay etti ve Max ona kaşlarını çattı.

Konuşma tarzı rafine edilmemiş ve tam olarak bir görgü ustası olmasa da, Riftan ağırbaşlı olmaktan çok uzaktı. Keskin bir bakışı vardı ve gözlem becerileri bazen çok anlayışlıydı. Bazen onun ruhunun her yerini gördüğünü bile hissetti.

''Ka-kalın kafalı birine… as-asla bö-böylesine saygı du-duyulmaz.'' Max ona söyledi.

Riftan, sanki onunla barışçıl bir şekilde aynı fikirde olamayacakmış gibi alaycı bir şekilde gülümsedi. Başını ağaç gövdesine yaslayarak ilgisizce, "Başka ne var?" diye sordu.

''Sa-sadıksın, li-liderliğin var… ve… ya-yakışıklısın.'' Max utanarak cevap verdi. Yanaklarının ısındığını hissedebiliyordu.

"Yakışıklı olduğumu mu düşünüyorsun?" Riftan bir kez daha onunla alay etti ve kadın ona omuz silkti.

''…Bunu za-zaten biliyordun.''

''Görünüşüm hakkında ne düşündüğünü nasıl bilebilirim?'' Ona söyledi ve Max şaşırdı ve kafası karışmış bir şekilde gözlerini kırptı.

"Benim de gözlerim var, Rif-riftan... Benim gü-güzellik anlayışım diğer i-insanlarınkiyle aynı."

"Croix Kalesi'ni her ziyaret ettiğimde, korkunç bir devle karşı karşıyaymış gibi titriyordun," dedi Riftan alayla.

''Bunlar, çekici bir genç adama bakan birinin gözleri değildi. Muhtemelen bir goblinin kırışık yüzüne bile daha hayranlıkla bakardın." Ekledi ve Max ona inanamayarak baktı.

"Ben... daha önce hiç gob-goblin görmemiştim." Max cevap verdi.

"Konu bu değil." Riftan ona bakması için çenesini ona doğru kaldırdı. "Sana yaklaşsam bile bayılacakmış gibi davrandığını söylüyorum."

Max, onun sorgulayıcı ses tonuyla telaşa kapıldı. En çılgın rüyalarında bile, onun ona karşı tavrını ya da onun hakkında ne düşündüğünü umursayacağını düşünmemişti. Gerçeği söylemek gerekirse, düğünlerine kadar onun varlığından tamamen habersiz olduğunu düşünmüştü.

''Ben… Sen ko-korkutucuydun. Fi-fiziğin çok büyük ve eski i-ifaden çok bu-buzlu olduğu için… Ö-öfkesi her an, her şeyde a-alevlenebilecek bi-birine benziyordun.'' Max kabul etti.

Riftan uzun bir süre hiçbir şey söylemedi. Max rahatsız bir şekilde göğsüne doğru kıvrandı. Sonunda ağzını açtı.

''Hala korkutucu muyum?''

Max yavaşça başını sağa sola salladı.

Yüzüne boş boş bakan Riftan, aniden başını yana yatırdı ve dudaklarını onunkilere bastırdı. Onunla alay ettiği sürpriz öpücüklerden farklı olarak bu öpücük tutkuluydu. Yumuşak dilinin ağzına girdiğini hissetti ve dokunuşuyla hafifçe inledi.

Boynunun arkasını kavradı ve parmaklarıyla rüzgarda uçuşan saçlarını hafifçe okşadı ve dudakları onun narin ağzını emdi.

Omurgasından aşağı lezzetli bir ürperti geldi ve Max göğüs uçlarının sertleştiğini hissetti. Riftan göğüslerini parmaklarıyla kavrayıp nazikçe masaj yaptığında Max, midesinin alt kısmında havai fişeklerin patladığını hissetti.

"Rif-riftan... bunu dışarıda yapamayız." Max, öpücüğünden kurtulurken söyledi.

"Gerek yok. Burada sadece biz varız. Biri gelse bile, hemen fark edeceğim.'' Riftan ona söyledi.

Max, Riftan'ın vücudundan yayılan ısıyı hissederek ürperdi. Riftan'ın yüzü çok sakin ve soğukkanlı olduğu için, onlar öpüşürken onun ne kadar sertleşmiş olduğunu henüz fark etmemişti. Onu kendine doğru çekti ve kucağını vücudunun alt kısmına dayadı ve elbisesinin eteğini yukarı itti. Max utanarak ona baktı. Riftan'ın gözleri zifiri kara kömürler gibi ona doğru yanıyordu.

"Korkma. Sana asla zarar vermem." Ona fısıldadı.

Sözleri kalbinin derinliklerinde yankılandı. Max nefes almadan onun yoğun ifadesine baktı. Riftan alnını onun alnına dokundurdu, burun uçlarını birbirine sürttü ve dudaklarını tekrar ağzına çekti. Uzun parmaklarını eteğinin altına kaydırdı ve bacaklarının içini yumuşak bir şekilde okşamaya başladı. Max, Riftan'ın ipeksi saçlarını kavradı ve inledi.

Bu kişi bana zarar vermez. Umutsuzca bu kelimelere sarıldı.

"Kış gibi kokuyorsun." Riftan ona söyledi, Max zayıfça inledi ve yüzünü onun omzuna gömdü. Max derin bir nefes aldı. Kuru ve hoş bir şekilde ısıran kış esintisinin kokusu da Riftan'dan geliyordu.

Max'in ciğerleri misk ağacı kabuğunun, atların ve hafif ter kokusuyla dolmuştu.

"Lanet olsun, her santimini öpmek istiyorum. Ama kıyafetlerini burada soyarsam hastalanabilirsin.''  Riftan, onun kıyafetlerini okşayarak onu heyecanlandırırken şikayet etti.

Max, tüm vücuduna yayılan ateşin soğuğu hissedemiyordu bile, şimdi onu sarıyordu, ama bunu ona göstermedi. Bir tepenin üstünde açıkta bir giysi şeridi olmadan uzanacak kadar cesur değildi. Gerçekte, böyle bir şey yapmak onun ötesindeydi. Ama kendini ondan tamamen ayıramadığını fark etti.

Riftan, pantolonunu acilen çözerken, kadının boğazını emdi ve ısırdı. Hâlâ cüppesine sarınmıştı, eteğini beline dolamak için yukarı çekti. İç çamaşırını kenara itti.

Ve sonra onun yavaşça içine girdiğini hissetti. Onun en derin kısmına ve birleşik bedenlerine ulaştığını hissettiğinde, Max kaba bir inilti çıkardı.

Riftan rahatlatıcı bir şekilde onun sırtını sıvazladı, boynuna ve kulaklarına öpücükler bıraktı.

"Sorun değil, Max. Sana zarar vermeyeceğim. Bir daha asla." Riftan kulağına fısıldadı.

Max onu ne zaman incitmiş olabileceğini bile hatırlayamıyordu. Ondan korktuğunu ve ondan kaçtığını bile hatırlamıyordu. Riftan Calypse'in her zaman onun bir parçası olduğunu hissetti. Sanki boğuluyormuş gibi kollarını çaresizce boynuna doladı ve onu ayakta tutan tek şey oydu.

Riftan birliklerini derinleştirmek için kalçalarını kavradı.

Birbirine kenetlenmiş bedenleri birbirine çarpıyor ve geçen rüzgarın sesi gitgide uzaklaşıyordu. Daha önce ona öğrettiği gibi, ata biniyormuş gibi vücudunu hareket ettirdi.

O isteksizce gitmesine izin vermeden önce üssüne kadar nüfuz ederken, Max erkekliğini hevesle sıkılaştırdı, sadece onu daha derine çekmeye çalışıyormuş gibi tekrar sıktı. Kalbi umutsuz bir tutkuyla çarpıyordu. Max onun sıcak öpücüklerine karışırken kendini bir mutluluk dünyasına bıraktı.

Ç/N: Riftan: Yoksa ata binmeyip odamıza geri dönmeyi mi tercih edersin?
       
        Yine 5 dk sonra Riftan: Hımm açık hava da fena sayılmaz aslında... 

Önceki Bölüm                                                                                               Sonraki Bölüm