30 Aralık 2021 Perşembe

 Lucia - 55.1 Bölüm 

Başkente (1)

Bahar geçti ve yaz geldi. Lucia'yı Roam'daki kalışında selamladığı ikinci yazdı.

Günden güne huzurlu ve sakindi. Dün, bugün gibiydi ve bugün, yarına benzer bir günü doğurdu.

Bu yaz sıcaklar tüm hızıyla devam ediyordu ve huzurlu bir günün sonunda yemek yerken Hugo konuşmaya başladı.

"Majesteleri vefat etti. Başkente gitmeye hazırlan.''

Lucia elindeki çatalı istemeden düşürdü. Bunu tamamen unutmuştu.

'Hayır. Bilinçaltımda unutmak istemiş olabilirim.'

Derinlerde bir yerde, dünyada ne olursa olsun, her şeyi bir kenara itip bu balonun içinde yaşamak istemiş olabilirdi.

"İyi misin?"

"…Evet. Biraz şaşırdım sadece. Çünkü çok ani oldu."

Lucia babasının ölümüne şaşırmadı. Saatin durmuş ibresi yeniden dönmeye başlamıştı. Artık rüyasında gördüğü telaşlı gelecek kendini göstermeye başlayacaktı. Lucia bundan bu kadar korkacağını bilmiyordu.

Kraliçe çocuk sahibi olamayacak durumdaydı. Başka bir deyişle, Kralın tüm çocukları gayri meşru idi. Bu nedenle, hiç kimse meşruiyeti tartışamaz ve herhangi bir prens tacı giyebilirdi.

Kralın yirmi kadar oğlu vardı ama Kral vefat ettiğinde, Veliaht Prens de dahil olmak üzere bu prenslerden sadece beşi hayattaydı. Bunun aksine, Kralın yirmi altı prensesi çoğunlukla hayattaydı.

Prensesler, taht üzerinde hiçbir hakları olmadığı için hayatta kalmayı başarmış, ancak diğer yandan prensler, tahta yakınlaşmak için birbirlerini öldürmek zorunda kalmışlardı. Lucia küçük müstakil sarayında sakin bir hayat sürerken, mahkemelerde kanlı bir savaş başladı.

Bunun ortasında, Veliaht Prens takdire şayan bir şekilde galip geldi, ancak buna rağmen diğer rakipleri tamamen yenemedi. Onları kontrol altında tutmak için, Veliaht Prens'in kozlarını güçlendirmesi gerekiyordu ve bunun için Taran Dükü'ne ihtiyacı vardı.

Son kazanan Veliaht Prens oldu. Ve öncüsü de Taran Dükü.

Lucia, karmaşık siyasi mücadelenin ayrıntılarını bilmiyordu ama Hugo'nun gelecekte çok meşgul olacağını tahmin edebiliyordu. Kesinlikle tımarda boş durmuyordu ama uğraşması gereken iş nispeten basitti.

Zaman zaman toplantılar yaptı, bölgeyi denetledi ve teftişlere gitti. Görüştüğü insanlar sınırlıydı ve eylemleri bir dereceye kadar tahmin edilebilirdi.

Lucia'nın kendini hazırladığının aksine, sadık bir kocaydı. Belki de kuzey gelenekleri ve görgü kuralları onu etkilemişti. Kuzey halkının gelenekleri birçok yönden başkentinkinden farklıydı.

Evlenmemiş erkek ve kadınların liberal eğilimleri aynıydı, ancak kuzeyde kişi evlendikten sonra eşine daha çok sadıktı. Ancak başkente dönerse onu cezbedecek pek çok şey vardı.

Xenon, liberal cinsel geleneklere sahip bir ülkeydi. Özellikle başkent en açık olanıydı. Biri evlendikten sonra bile, hiçbir engel yoktu.

Evli bir adam olmasına rağmen, başkent kendisini ona atmaya hazır kızlarla dolup taşıyordu. Lucia huzursuz hissetti. Başkentte çok fazla değişken vardı.

'Başkente gidersek soğuyabilir. O kadar çok güzel kadın var ki...'

"…o. Beni dinliyor musun?"

"Ha?"

Lucia ürkmüştü ve bu sefer bıçağı eline düşürdü.

"Gerçekten iyi misin?"

"Ah evet. Üzgünüm. Ben başka bir şey düşünüyordum…''

"Başka bir şey?"

''Ah… bu aniliği. Majestelerinin sağlığının eskisi kadar iyi olup olmadığını merak ediyordum."

"Genellikle iyi olmadığını duydum. Sarayın tavsiyesine karşı, aşırı cinsel zevklerden ve alkolizmden kaçınmadı.''

Bu, Lucia'nın Kral'ın kişiliği hakkında ilk kez bir fikir edinmesiydi. Sanki kendi kirli çamaşırları kocasına teşhir ediliyormuş gibi utandı. Babası, sefahatiyle kendi başına ölüm getirdi.

Tıpkı rüyadaki gibi, Lucia'nın babasıyla olan ilişkisi hiç düzelmedi ama Lucia bundan hiç pişmanlık duymadı.

"Ne zaman gideceksin?" (Lucia)

"İlk iş şafakta ayrılmayı planlıyorum. Acele etmeliyim, bu yüzden seninle gidemem. Yolda dikkatli ol karıcığım.'' (Hugo)

"Tamam. Hazır olur olmaz gideceğim."

Akşam yemeğini bitirdiklerinde Hugo onun elini tuttu ve yemek odasından çıktılar. Hizmetkarların gözleri efendilerine çevrildiği için bir an sersemlediler ama daha sonra bunu tamamen görmezden geldiler. Hizmetçiler, dük çiftin cömert yakınlığına alışmışlardı, bu yüzden, eğer bu dereceyse, bir kez daha dönüp onlara bakmadılar.

Lucia birdenbire biraz utanmış hissetti. Bahçeye gideceklerini sandı ama adam onu ​​terasa çıkardı ve sımsıkı sarıldı. Sarılmaya karşılık verdi, kollarını beline doladı.

"Hugh? Neden böyle aniden…"

"Hizmetçilerin önünde bundan hoşlanmıyorsun."

''…''

Hoşlanmadığını biliyorsa, fark etmeden elini tutmasa ya da insanların görebileceği bir yerde yanağını öpmese daha iyi olurdu.

Ona sarılmanın güzel hissi kısa sürdü. Sonuçta yazdı.

"Sıcak."

Hugo içini çekti ve onu serbest bıraktı.

"'Çok sıcak' diye bağırmadan biraz daha dayanamaz mısın?''

"Ama hava sıcak."

"Ne kadar soğukkanlı bir kadın."

Hugo homurdandı ve Lucia kahkahayı patlattı. Hugo nazik bir bakışla onu izledi, sonra belinden tutup yanağından öptü.

"Yemekte neden bu kadar dalgındın? Bir sorun mu var?"

"Hayır, sadece... biraz karmaşık hissettim. Buradan ayrılmayı düşünmek beni üzdü.''

"Onun yerine geride kalmak mı istiyorsun?"

Sözleri çok cezbediciydi. Gerçekten yapabilseydi çok iyi olurdu.

"Saçmalama. Başkente vardığında yapman gereken çok şey var. Veliaht Prens Majesteleri'nden Damian'ın meselesine yardım etmesini istediğini söylemiştin."

"Çocuk yüzünden gidip çalışmam gerektiğini söylüyor gibisin."

"Bir babanın oğlu için bir şeyler yapması gayet doğaldır."

"Çocuk daha sonra onun için yaptığım şeyleri bilecek mi?"

"Tabii ki. Damian cahil bir çocuk değil."

'Öyle olsa bile, çocuk hala her yerde seni kovalıyor,' diye mırıldandı Hugo kendi kendine. Bu günlerde Hugo, Damian'ın mektuplarının içeriğini merak ediyordu ve sonunda okumak için bir tane aldığında içindekiler dudaklarını seğirtti. Temelde sabahtan akşama kadar olan her şeyin bir raporuydu.

"Damian'la her şey yolunda mı?" (Lucia)

"Seni güncel tutuyor, değil mi?"(Hugo)

"Son zamanlarda aldığın bazı haberler olmalı."

Tıpkı daha önce olduğu gibi, Damian Akademi'de kimliğini açıklamadan yaşadı. 'Shita', herkesin yalnızca becerilerle elde edebileceği bir konum değildi. İyi bir geçmişe de ihtiyaç vardı. Ancak, daha çok zaman vardı, bu yüzden Hugo sadece durumun ortaya çıkışını izliyordu. Bir barınma meselesine karışmak gibi bir niyeti yoktu.

Erkeklerin güçlü bir şekilde yetiştirilmesi gerekiyordu. Belki de Damian genç olduğu, durumu belirsiz, üstün yetenekli ve düşmanca bir kişiliğe sahip olduğu için çevresinde birçok açgözlü insan vardı. Ayrıca kavga arayan baş belaları da vardı ve bunlar çocuk büyüdükçe artacaktı. Oğlan tüm bunlarla başa çıkabilmeliydi.

"İyi gidiyor tabii."

Birkaç gün önce, bazı baş belaları Damian'la kavga etmişti. Pek çok rakibi vardı, bu yüzden birkaç darbe karşılıklıydı ama Hugo'ya göre sorun bu değildi. Hiçbir yeri kırılmadı ve sakatlanmadı.

'Ne kadar rakip olursa olsun, böyle berbat çocuklar tarafından darbe almak sadece...'

Hugo tatmin olmamıştı. Tabii ki, Damian kardeşinin oğluydu. O olsaydı, o aptallardan kimsenin haberi olmadan kurtulurdu. Damian'a 'Akademi'deki insanları öldürme' dediğinde, 'bunun icabına bakmak zahmetlidir, bu yüzden göze çarpmadan hallet' demek istemişti. Çocuk onu doğru dürüst anlamamışa benziyordu.

"Çocuktan bu kadar bahsetmek yeter, başkente gelirken dikkatli ol. Ve vagondayken sıcağa dikkat et." (Hugo)

"Benimle ilgilenecek çok insan var, neden endişeleneyim?"

Lucia başını onun geniş göğsüne yasladı. Zaman geçtikçe, kocasının ilgisi daha romantik hale geldi. Lucia Hugo'nun ondan önemli ölçüde hoşlandığını tahmin edebiliyordu. Ama buna rağmen tedirginliği azalmadı.

Başkent eski sevgilileri, cazibesine kapılan baştan çıkarıcı güzellikler ve hatta rüyasında Hugo'nun karısı olacak kadınla doluydu. Onun için yer yoktu.

'Beni terk etmenden korkuyorum.'

Lucia, onu sevdiği sürece sorun olmayacağını düşünmüştü. Güven ve yük olmadan merkezde durabileceğini ve onu sevebileceğini düşünmüştü. Ama şimdi böyle bir aşkın var olup olmadığını merak edebiliyordu.

Yavaş yavaş kibrine uyanıyordu. Belki bir yerlerde var olabilirdi ama onun için böyle bir aşk imkansızdı.

Ç/N: Bindik bir alamete gidiyoz başkente amaninn

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

 Lucia - 54.2 Bölüm 

Taran Dük'ünün Aile Doktoru (4)

''Anna, iş sözleşmen feshedildi. Şu an için sana geçici iş sözleşmesi verilecek.''

Jerome'un ses tonunda belirli bir sivrilik vardı. Anna zayıf bir şekilde yanıtladı ve masadaki belgeye tek tek baktı. Daha sonra, doktorluk dönemindeki olayları gizli tutmak için ömür boyu bir gizlilik anlaşması imzaladı.

"Güvenimizi kırdın. Geçici işin bitene kadar dışarı çıkmana izin verilmeyecek ve iletişimin minimum sayıda insanla sınırlı olacaktır. Doktorla görüşmen yasak."

"Evet."

''İşin bittikten sonra bile, kiminle görüştüğünü görmek adına izleneceksin. Bu, imzalamış olduğun gizlilik sözleşmesine sıkı sıkıya bağlı kalacağından emin olunana kadar devam edecektir. Şüphe yaratacak bir harekette bulunmamanı tavsiye ederim.''

Sonu belli olmayan gözetim altında yaşamak. Anna ne kadar büyük bir hata yaptığını anladı. Dük Evi'ne gelene kadar, soyluları tedavi etme konusunda çok az deneyimi vardı ya da hiç yoktu. Asil dünyanın kuralları ve içinde yaşayanların alışkanlıkları hakkında hiçbir fikri yoktu.

Dük'ün altında yaşarken kimse ona dikkatsizce davranmaya cesaret edemedi. Hepsi dost canlısıydı ve üstlerinden birkaçı ona saygıyla davrandı. Ama Anna bir soylunun doktoru olarak ihtiyatlı davranmadı ve kayıtsızdı. Kendisine ne kadar cömert ve insanca davranıldığını muhtemelen daha sonra öğrenecekti.

''Mümkünse, Sör Philip ile son bir kez görüşebilir miyim? Bana çok şey öğretti. Kendisine son selamlarımı vermek istiyorum'' dedi.

"Efendiye soracağım."

* * *

Philip, Anna bir gün onunla temasa geçmediğinde bir şeylerin ters gittiğini anladı ve Dük dönene kadar onu bulamayınca, her şeyin tamamen yanlış gittiğini anladı.

Düşes'in şu anki durumuna bakıldığında, bir çocuk için çaresiz kalacağı varsayılabilirdi. Bu nedenle, Philip, Düşes bir tedavi olduğunu bilirse, fırsata hemen atlayacağını düşündü.

İşlerin nerede ters gitmeye başladığını anlayamadı. Anna, Dük döndükten yaklaşık on gün sonra onu görmeye geldi, yüzü oldukça düşmüş görünüyordu.

"Leydi seninle tanışmayı reddediyor, Philip. Şimdiye kadar, Majesteleri Dük muhtemelen durumu duymuştur ve her şeyi biliyordur. Merak etme. Ben güzelce açıkladım.'' (Anna)

Başarısızlık. Philip zaten öyle tahmin etmişti ama onaylandığında hüsrana uğradı. Nasıl olur? Hedefi gözünün önündeyken burada nasıl durabilirdi ama yüzü iç kaygısını hiç belli etmiyordu.

"Anna, benim yüzümden çok zor bir dönemden geçiyorsun." (Philip)

"Hayır. Düşüncesiz olan bendim. Sör Philip ve ben artık görüşemeyiz. Ben de çok yakında görevimi bırakacağım.'' (Anna)

"Oh? O zaman bundan ötürü tüm cezayı Anna alıyor. Kendimi kötü hissediyorum, bu benim yüzümden oldu.''

'Bu en kötüsü.'

Anna'nın doktorluk görevinden istifa edeceği  düşüncesi. Bu, Dük'e erişiminin tamamen ortadan kalkacağı anlamına geliyordu.

''Hak ettiğimden daha fazla bir pozisyondu. Her şey eski yerine dönüyor." (Anna)

"Madamla konuştuğunda, benim Dük'ün doktoru olduğumu söylememeliydin. Majesteleri Dük görüşmememizi söylerse Düşes bunu hemen kabul edemez." (Phiilip)

"Her halükarda, kimse seninle görüşemez ve seni izleyen gözlerden kaçamaz."

"Pekala, bu doğru."

Philip dışarıdan ikna olmuş görünüyordu ama içten içe dilini şaklattı. Ne inatçı bir kadın. Üzerinde gözler olduğu için, en iyi şans Taran Dükü'nün olmadığı zamandı. Düşes, Philip'i görmeye kesin olarak karar verdiyse, Taran Dükü'nden başka hiç kimsenin bunu durdurma yetkisi yoktu.

Elbette Dük bunu daha sonra duyardı ama eğer bu Düşes ile konuşabileceği anlamına gelirse, Philip elinden geleni yapacaktı.

"Peki, bıraktıktan sonra ne yapmayı düşünüyorsun? Bırakırsan, bu Düklük Evi için bile büyük bir yetenek kaybı olur. '' (Philip)

''Yetenek diyorsun. Milady için bir tedavi bulamadım ve ayda bir veya iki kez baş ağrısı ilacı yazmaktan başka bir şey yapmadım. Aksine fazlasıyla telafi ettim.'' (Anna)

"Baş ağrısı mı?"

Philip'in gözleri bir an parladı.

"Migren, kadınlar arasında yaygın bir semptomdur."

"Ah evet. Gerçekten de kadınlar arasında yaygın bir semptomdur. ''

Philip'in gözlerinde bir delilik dokunuşu belirdi ama geldiği gibi hızla kayboldu. Anna hiçbir şey keşfetmedi.

"Baş ağrısı için çok iyi bir reçete biliyorum. Belki buna tazminat diyebilirsin ama ben hediye olarak veriyorum. Etkisi gerçekten çok iyidir.'' (Philip)

''Bu da ailenizin vizyonunun bir parçası değil mi? O kadar değerli bir şeyi…''

"Tıpla hayatımı kazanmaya hiç niyetim yok ama Anna benim gibi yaşayamaz. İyi bir ilaç birçok insana faydalı olabiliyorsa, o zaman bu iyi bir şeydir.''

"Ah. Philip. Çok teşekkür ederim. Sonuna kadar bile sen benimle ilgilen."

''Reçete birkaç gün içinde gönderilecek. Bu sefer, reçetede listelenen tüm şifalı otlar yazılmış olacak, bu yüzden o kısım için endişelenmene gerek yok. ''

Anna gittikten sonra kendi kendine mırıldanırken Philip'in dudaklarına küçük bir gülümseme yayıldı.

"Peki o zaman, baş ağrısı ilacı yapayım mı?"

En küçük şansı bile asla gözden kaçırmamak. Bu Philip'in yaşam tarzıydı.

Philip, insanların ondan şüphelenmesine neden olacak hiçbir şey yapmadı. Birazcık bile tehlikeli görünseydi, Taran Dükü hayatını bağışlamazdı. Taran Dükünün tanıdığı Philip sadece inatçı ve aptal yaşlı bir doktordu.

Taran ailesi ile Philip'in ailesi arasındaki müttefik ilişki, bıçak sırtında bir ilişkiydi. Bu yüzden Philip'in seçtiği hayatta kalma yöntemi kendini alçaltmaktı.

Philip'in ailesi olmadan Taran soyu devam edemezdi ama Philip asla bu gerçeği kullanmaya çalışmadı. İki aile arasındaki ittifak, çıkarları örtüştüğü için ancak geçmişte sürebilirdi.

Nesiller boyunca birçok deli Taran ailesinin başına geçti. Çoğu dışarıdan iyi görünüyordu ama içlerinde birkaç vidası eksikti. Merhum Dük de başka bir şeydi. Philip'in hayatta kalmasının tek yolu, merhum Dük'ün duygularını alaya almaktı. Merhum Dük ile karşılaştırıldığında, mevcut Taran Dük'ünün doğası oldukça temizdi.

Pelin otunun etkinliğini nötralize edecek ilaç, deneme yanılma ile bir dolu tekrarlanan deneylerle yapılan nihai bir üründü. Nihai sonuçtan önce kullanılan küçük tedavilerin tümü, nesilden nesile aktarılan deftere yazıldı.

'Düşes vanilya kokusunu bildiği için... kokunun kaldırılması gerekiyor.'

Tabii ki, etkisi düşecekti. Ayrıca, bir ila üç yıl içinde pelin otu etkisini nötralize etmek iki kat daha fazla zaman alacaktı ve hamilelik olasılığı da önemli ölçüde düşecekti. Gerisi göklerin takdirine kalmıştı.

Ancak, cennet daha önce Philip'e hiç ihanet etmemişti. Baş ağrısı için çok etkili bir ilaç bildiğini söylemesi yalan değildi. Ailesinin vizyonunda kesinlikle böyle bir ilaç vardı.

Tek yapması gereken, baş ağrısı ilacının reçetesini ve nötrleştirici ilacın reçetesini karıştırarak yeni bir ilaç yapmaktı. Biraz zaman alabilirdi, ancak tıptaki yeteneği, övgü konusunda cimri olan rahmetli babası tarafından bile kabul edilmişti.

* * *

Bir süre sonra Anna baş ağrısı ilacı reçetesini eline aldı. O reçeteyi aldıktan kısa bir süre sonra Philip Roam'dan ayrıldı. Her zaman olduğu gibi, Philip'i izleyen gözler, Roam şehrini tamamen terk edene kadar onu takip etti, sonra gözetimlerini geri çektiler.

Anna reçeteye hayretle baktı.

"Yani otları bu şekilde birleştirilebilir. Ne kadar da devrimci.''

Başı ağrıdığında kendi üzerinde test etti ve etkisi beklentilerin ötesine geçti.

Genellikle baş ağrısı için ilaç içildiğinde, kafadaki ağırlık kısa bir süre devam ederdi ama bu ilacı aldığında başı, sabahları ferahlatıcı bir uykudan sonra uyanmak gibi hafif ve berraktı.

Anna, baş ağrılarından şikayet eden ve tepkileri Anna'nınkinden farklı olmayan kale kadınlarına bu ilacı yazmaya başladı. Bazen sık migreni olan kadınlar, bir aylık ilaç istemek için Anna'ya akın ederdi.

Lucia, Anna'yı baş ağrısı için çağırdığında, Anna yeni ilacı getirdi.

"Anna, bu seferki ilaç gerçekten iyi çalışıyor."

Lucia'nın periyodik migrenleri sinirliliğini artırma eğiliminde olduğundan, Lucia ilacın hızlı sakinleştirici etkisine gerçekten hayrandı.

"Eğer beğenirseniz, gitmeden önce yeterli bir miktar yapabilirim."

"Buna minnettar olurum."


Ç/N: Ahh Anna 

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

 Lucia - 54.1 

Taran Dük'ünün Aile Doktoru (4)

Hugo Lucia'nın hasta olmasından nefret ediyordu. İnsanlar sağda solda ağızlarını açarak ona karısının durumunun normal olmadığını söylediler. Bir papağan misali, doktor Anna'nın söylediği tek şey tedavi aradığıydı. Gerçekten de yaşlı adamın tıbbi becerileri diğer insanlardan farklı görünüyordu.

"Bu doktorla görüşmeye hiç niyetim yok. Onunla tanışma fikrinden hoşlanmamakla kalmıyorsun, aynı zamanda istemiyorsun da. Haklı mıyım?" (Lucia)

"…Haklısın." (Hugo)

"Bu doktor geçmişte sana zarar vermiş olabilir mi? Etrafında bu kadar sevmediğin birinin olması için bir sebep var mı?''

Hugo'nun Philip'i hayatta tutmasının birkaç karmaşık nedeni vardı. Bunun en büyük nedeni, kardeşinin hayatını ona borçlu olmasıydı.

"Ona bir hayat borçluyum. Kardeşim onun sayesinde birkaç kez kurtuldu.''

Tabii ki, ikincil bir sebep vardı. Philip, Taran Ailesinin tüm kirli çamaşırlarını biliyordu. Philip'in varlığı, Hugo'nun içindeki karanlığı unutmamasını sağladı. Philip'in öldüğü güne kadar Hugo, tabanlarının kuma basması rahatsızlığıyla yaşamak zorunda kaldı.

Hugo, kendisine ceza olarak ve merhum kardeşine kefaret olarak buna katlandı. Bununla birlikte, nedeni ne olursa olsun, Philip'in tehlikeli olduğuna karar verilirse, Hugo onu ortadan kaldırmakta tereddüt etmeyecekti.

Ancak şimdilik onun için yaşlı adam sadece bir doktordan başka bir şey değildi. Yaşlı adam ağzını açtığında, 'kan soyu böyle' ve 'kan soyu şöyle' diyerek onu çileden çıkıyordu ama yaşlı adam gerçekten ailesinin de nesiller boyunca yaptığı gibi merhum Dük'ün iradesine göre hareket ediyordu.

Hugo işbirliği yapmadığı sürece soyu sürdürmek söz konusu olduğunda, bu işin sonuydu. Damian ile tanışmaya gelince, Hugo o yolu tamamen kapatmıştı. Yani sonunda, yaşlı adam hayata tutunuyordu.

"Anlıyorum." (Lucia)

Lucia'nın şüpheleri dağıldı ve kendini güvende hissetti. Rüyasındaki hayırsever doktor kötü biri değildi.

"Ama onun tedaviyi bildiğini söyledin." (Hugo)

"Evet. Ama sen bu doktora güvenmiyorsun. Tedavim konusunda ona güvenebilecek misin?'' (Lucia)

"...."

Sadece bir doktordan başka bir şey olmayan yaşlı bir adam. Hugo, Philip'i bu şekilde küçümsese de, yine de biraz tedirgin hissediyordu. Karısının tedavisini yaşlı adamın ellerine bırakırsa hiç rahatlamayacaktı. Ama Philip'in tıbbi becerileri doğruydu. Yaşlı adam, yapamayacağı bir şeyi tedavi edebileceğini söyleyen biri değildi.

"Dürüst olmak gerekirse, tedaviyi biliyorum." (Lucia)

"Ne?" (Hugo)

"Şey, ilk başta sana söyleme fırsatını kaçırdım. Ve ondan sonra, ne pahasına olursa olsun tedavi olmamı söylemene kızdım, o yüzden sana söylemedim. Demek istediğim, doktorun yardımına ihtiyacım yok. ''

"...."

Hugo hem rahatlamış hem de sersemlemiş hissetti. Duyguları karmaşıktı. Karısı hakkında ne kadar çok şey öğrenirse, o kadar gizemli hissediyordu. Karısı yumuşak huylu ve nazikti. Ama hiç beklemediği bir anda o kalıptan çıktı ve dengesini bozdu.

"Hasta değilim. Günlük hayatımda bir sorunum yok ve sağlığım gayet iyi. İstediğim zaman kendimi tedavi edebilirim ve tedavi etmemek kendi isteğimdir. ''

"Benim yüzümden mi? Çünkü çocuk istemiyorum dedim..."

"Sebeplerini anlıyorum. Bu yüzden sorun değil. Zaman ayırabilir ve üzerinde düşünebiliriz. Sen istemiyorsan ben de istemiyorum. Ama önce sana söylemeden kendimi tedavi etmeyeceğim. ''

'Ama sorun senin vücudun değil.'

Hugo, çocuğu olamayacağını ona söyleyemedi.

'Bilirse, beni terk edebilir.'

Derinliği bilinmeyen çamurlu bir çukura yavaş yavaş batıyormuş gibi hissetti.

'Neden bu bedenle doğdum?'

Şimdiye kadar, arkasında bir iz bırakamadığı için şanslı olduğunu düşünmüştü. Ama şimdi bunun bir lanet olduğunu anladı. Diğer insanlar gibi sevdiği kadınla normal bir aileye sahip olmasına izin vermeyen bir lanet.

Kardeşinin, evlenmek istediği bir kadın olduğunu söyleyen yüzünü hatırladı. Kardeşi oğlunun doğduğunu bilseydi, oğlunun doğumunun ardındaki sırları öğrendikten sonra bile yine de mutlu olur muydu?

Olurdu. Eğer kardeşi olsaydı bunu kabul eder ve sadece gelecekteki mutluluğu düşünürdü.

Aksine, Hugo kardeşini kıskanıyordu. Adam yarı-kardeşi olduğunu bilmeden aşık oldu ve sonuna kadar bilmeden öldü. Hugo, kanını başka birine vermek gibi mide bulandırıcı bir eylemi gerçekleştirmesi gerekseydi, çocuk istemiyordu. Bunu yaptığı an gerçekten bir canavara dönüşeceğini hissetti.

Zaten karısıyla bu yöntemi kullanmak için çok geçti ama yapabilse bile istemiyordu.

"İstediğin gibi yapabilirsin." (Hugo)

Tedavisi tamamen onun elindeydi. Hugo ona tedavi etmesini veya tedavi etmemesini söyleyemedi. Tedavi etmesini söyleyerek ona hamile kalma umudu vermek ve tedavi etmemesini söyleyerek çocuk sahibi olmaya karşı olduğunu düşünmesini istemiyordu.

"Buraya gel."

Hugo kollarını açtı. Lucia küçük bir kahkaha attı ve ona doğru yürümek için kanepeden kalktı. Onun yanına vardığında, Hugo onu kucağına çekti.

Bir hamleyle onun bacaklarının üzerine düştü ve Hugo kollarını beline doladı ve Lucia başını onun geniş göğüslerine gömdü.

"Başka bir şey oldu mu?" (Hugo)

"Hayır. Ah… Damian'dan bir mektup vardı. ''

"Her gün bir mektup geliyor."

"Her gün değil. Ayda bir veya iki kez. ''

Damian sohbetin konusu olduğunda, Lucia'nın gözleri parıldamaya başladı. Hugo, çocuğa gösterdiği aşırı ilgiden hala memnun değildi. Ancak zaman geçtikçe anne-oğul bağlarını daha iyi anlamaya başladı ve daha bağışlayıcı oldu.

"Çocuk ne dedi?"

"İyi olduğunu söylüyor."

Lucia, Damian'ın mektuptan okuduğu akademi hayatının ayrıntılarıyla Hugo'yu bombardımana tutmaya başladı. Hugo, bir süre önce aldığı raporu hatırlayınca kıkırdadı. Çocuğun, havalar ısınana kadar her gün Lucia'nın ona gönderdiği kırmızı atkıyı giydiğini söylüyordu.

''Damian'ı ilk gördüğünde beni görüyormuş gibi hissettiğini söylemiştin, değil mi?''

"Evet. Senin çocuk halini görüyormuşum gibi hissettim. ''

Lucia'nın çocukluk hali. Karısının çocukluğunun tablosu olan küçük bir çocuğu görmek nasıl olurdu? Lanetlenmiş kanının kanıtı olmayan, siyah saçları veya kırmızı gözleri olmayan bir çocuk nasıl görünürdü? Hugo'nun göğsü sıkıştı.

Ona bol miktarda zenginlik ve güç verebilirdi ama ona bir çocuk veremezdi. Ya bu daha sonra ona zarar verirse? Bir çocuğu olması için ona yalvarırsa ne yapabilirdi? Hugo, çıkışı olmayan sonsuz bir labirentte dolaşıyormuş gibi hissetti.

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm