Riftan pov 1. bölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Riftan pov 1. bölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Kasım 2021 Çarşamba

Riftan's POV - Under The Oak Tree

 1.Bölüm 

[Şarkı Önerisi: Cem Karaca- Tamirci Çırağı]

Bütün gece yağan şiddetli yağmur şafakta kesildi. Riftan, oluktan akan yağmur suyuyla yüzünü yıkadı ve sertleşen gözlerini kırpıştırdı. Kulübe, uçan bir bıçak gibi esen şiddetli rüzgara karşı bütün gece boyunca gıcırdayıp inlerken dün gece bir kabus gibiydi.

Dün geceki vahşi fırtınadan eser kalmayan parlak gökyüzüne baktı ve yüzünden damlayan suyu yırtık pırtık kollarıyla sildi.

Üvey babası bahardan beri evlerini onarıyor olsa da, kulübe haraptı; yağmur mevsimi geldiğinde türbülans kaçınılmaz oluyordu. Sezonun geri kalanı gelmeden tekrar elleriyle tamir etmeleri gerekebiliyordu.

Tamir etmek için gereken kadar odun almak için ne kadar para kazanması gerektiğini düşünürken, Riftan'ın kaşları çatıldı. O anda, arkasından rahatsız edici bir ses bağırdı.

"Yapacak tonlarca iş var, ne duruyorsun orada?!"

Çeliğe vuran çekiçlerin sesi yüksek sesle çınlarken, demirhaneye baktı. Açık kapıdan esmer, kırmızı bir yüz gördü. Adam sadece kısa bir mesafede olsaydı, Riftan'ın kafasına yumruk atmak için koşardı. Riftan, yanında duran çuvalı hızla kaldırdı.

''… Tam gitmek üzereydim.''

Riftan, kendisi kadar ağır olan çuvalı omuzlarında taşıdı ve ileri doğru yürüdü. Demirci ona nefret dolu bir bakış attı ve ondan önce demirhaneye girdi. Riftan, yemyeşil ormanın üzerinde yükselen devasa kaleye bakarak sessizce onu takip etti.

Croix Kalesi'nin demircisinde çırak olarak çalışmaya başlayalı birkaç ay oldu ama aklı hiçbir zaman olmasını istediği yerde olmamıştı. Demirhanede olmaktansa, eskiden olduğu gibi at ahırlarındaki gübreyi temizlemesi daha iyiydi. Ahırlarda çalışmakla sürekli meşgul olmasına rağmen, demirhanede yapması gereken iş hayal edilemeyecek kadar fazlaydı.

Her şafakta, odun yığınları kazmak, bir fırında kömür yakmak ve omuzları yarılacak gibi olana kadar kızıl demir cevheri çekiçlemek zorundaydı. Bundan sonra, alevlerin yükselmesi için sürekli olarak ocaktaki ateşe bakmalıydı.

İlk birkaç hafta boyunca, avuçlarında büyüyen kabarcıklardan ve vücudunun çeşitli yerlerinde yanıklardan öyle muzdaripti ki bazen onu böyle korkunç bir yerde kalmaya zorlayan üvey babasını dövmeyi düşünürdü.  Ancak adamın körelmiş yüzünü gördükten sonra, boynuna kadar yükselen kırgınlığı, duyguları birer yalanmış gibi yok oldu.

Riftan, midesini ince, soğuk yahniden başka bir şeyle dolduran üvey babasının görüntüsünü hatırlayınca, çuvalı sertçe çarptı. Üvey babasının onu buraya sürüklediği gün söylediği sözler kulaklarında çınladı.

''Benim gibi bir köylü çiftçi, ölene kadar hayatı boyunca sefalet içinde yaşar. En azından bir demirci daha iyi bir hayat yaşıyor.''

Bu sözleri söyleyen üvey babası, kulübelerinin arka bahçesinde bir toprak kazdı ve siyah, çürük deri bir kese çıkardı. İçinde Riftan'ın biyolojik annesiyle evlendiğinde aldığı çeyiz vardı.

On dört dirhem. Üvey babası altı tanesini domuz gibi demirciye teklif etti ve Riftan'a akıl hocalığı yapması için yakardı. Bunun ne kadar saçma olduğunu hatırlayan Riftan, ağzından küfürler savurdu.

O kadar param olsaydı, yeni bir ev inşa etmek için kullanırdım... Seninle bir damla kan paylaşmayan bir yabancının piçini neden umursasın ki?

"Hey! Acemi! Daha fazla kömür getir!''

Riftan, yüksek bağırma sesiyle düşüncelerinden uyandı. Ezilmiş kömürle dolu bir el arabasıyla koştu ve onu fırına döktü, sonra körüğü elinden geldiğince sert bir şekilde iterek altın bir alevin tavana yükselmesini sağladı. O andan itibaren, düşüncelere dalıp gidecek zamanı yoktu.

Otuzdan fazla adamın ''Bunu yap, şunu yap'' diye bağıran talimatlarına uymalı ve her türlü yükü taşıyarak büyük demirhanenin etrafında bitmek bilmeyen ayak işleri yapmalıydı.

Demircilerin sadece altısı gaziydi, geri kalanı onun gibi öğrenmeye gelen küçük çıraklardı ama hepsi ona bir hizmetçi gibi davrandı.

Riftan, her türlü işi yapmaya zorlananın kendisi olduğunu fark etti ama buna itiraz edemedi. Onu yanına alan nalbant, onu ihmal etmiş, diğerleri onun melez bir çocuk olmasından rahatsız olmuşlardı. Bu nedenle, at nalının nasıl düzgün bir şekilde yapılacağını öğrenemedi.

Riftan dişlerini sıktı. Babasının öğrenmesi için gümüş para vermesine kırılsa da bırakamadı, yine de kendisine köle muamelesi yapılıyordu. Acı veren küskünlüğünü yuttu ve omuzları ağrıyana kadar çelik dövdü.

Eve gitme zamanı geldiğinde, herhangi bir küfür kusacak bir gram enerjisi kalmamıştı. Derede yüzünü ve kömür karası olan ellerini ovuşturdu ve alacalı kıyafetlerini yıkadı. Ardından damlayan kıyafetlerini üzerine kabaca tekrar giydi ve evinin yönüne döndü. Birden, dalgalanan suda köpüklü bir şey buldu.

Eğilip onu aldı. Başparmağı büyüklüğünde beyaz bir çakıl, ışığa karşı parlıyordu. Tuhaf, beyaz, pürüzsüz taşla uğraşan Riftan, onu kıyafetinin içine yerleştirdi ve ileri doğru adım attı. Yorgunluktan bağımsız olarak, canlılığı anında bir yerden fışkırdı.

Sık ormanın içinden yürüdü ve kalenin avlusuna doğru yöneldi. Ağaçların arasında muhteşem bir yapı ortaya çıkana kadar uzun zaman geçti.

Yanındaki depodan odun alırken gözleri aradı. Bir süre sonra, müştemilat bahçesinin köşesinde çömelmiş ve bir şeyler toplayan küçük bir kızı görebildi. Onu görmek, kalbindeki yükselen yumruyu eritti.

Riftan, başka bir odun parçası alıyormuş gibi yaparak ağır ağır yürüdü. Onun dışında, odun almaya gelen birkaç hizmetçi daha vardı ve o da aralarına karıştı, bu yüzden onun yaklaşması hakkında garip bir şey düşünmüyor gibiydi.

Ancak küçük kızı takip eden siyah köpek ihtiyatlı davrandı ve kulakları hemen dikildi. Gereğinden fazla yaklaşmamaya özen gösteren Riftan, bulduğu çakıl taşını kızın önüne dikkatlice bıraktı.

Daha sonra yapacak başka bir işi varmış gibi hızla uzaklaştı. Bir an sonra, omzunun üzerinden baktığında, kızın yere koyduğu çakılları alıp renkli kesesine koyduğunu gördü.

Riftan göğsünden fışkıran bir kahkahayı yutarak şehrin kapılarına doğru adım attı. Nasıl bir aptal gibi davrandığına dair düşüncelerinden bir türlü kurtulamıyordu. Bu nasıl oluyor da iyi hissettiriyor? Kaleden daha hafif bir hızla uzaklaşan Riftan, bunun yerine acı acı güldü.

Kendini anlayamadı. Her gün eve gitmeden önce sırf o kızı görmek için kaleyi dolaşıyorum… Deli miyim neyim ben?

Oynayabileceği bir çocuk bile değildi. O, dükün kızıydı ve onun gibi bir köylünün, kendisiyle konuşulmadığı sürece onunla konuşmasına izin verilmezdi.

Birisi ne yaptığını fark ederse, kesinlikle küstah olarak alay edilecekti. Aniden, isteksiz duygular buharlaştı ve sert bir şekilde yere tekme attı.

Her neyse, onun varlığını fark etmemiş olmalı. Ara sıra bahçeye tuhaf renkli tüyler veya çakıl taşları attığını bilmemeli. Yataktayken, bir bahçede böyle şeyler bulmanın ne kadar olağandışı olduğunu merak ediyor mu? …Bunlarla ne tür bir taç yaptığını bile bilemezsin sen, hatta senin verdiklerini kullansa bile, merak etme cüretini sana ne veriyor?

Tepenin altındaki harap kulübeyi gören Riftan gerçeğe döndü. Komşusunun evinde yaşayan bir kız değildi. O, bu devasa malikaneyi yöneten dükün kızı ve kendisi de tebaalarının en aşağısıydı.

***

Kalenin ahırlarında çalıştıktan çok sonra fark etti onu. Ahıra doğru dolu bir el arabası taşırken, onun ek binanın arka bahçesinde oturduğunu gördü.

Croix Dükü'nün en büyük küçük kızını hemen fark etti ve hızlı bir şekilde omuz silkmeye çalıştı, ama nedense bacakları kıpırdamadı.

Oyuncak bebek gibi küçük kız, siyah tazıya küt kollarıyla sıkıca sarıldı ve yüzünü kadifemsi kürke gömdü. Kendisinden büyük bir köpeğe nasıl yapıştığını görünce, vücudu kaskatı kesildi ve bilinmeyen nedenlerle kalbi ağrıdı.

Biri tarafından kucaklanmak istediğini ve yalnızlığının onunki kadar canlı olduğunu fark etti. Kendisi de yalnızlığı için böyle yardım arar, yüzünü bir tayın ensesine gömerdi.

 Yüzlerce hizmetçisi olan bir kız neden bir tazıdan teselli arar ki? O da benim kadar yalnız mı? Aklında bu tür düşünceler dolaşırken, onu küstahça teselli etme isteği duydu.

Öyle bir düşünceydi ki yanından geçen bir köpek bile buna gülerdi. Kim kimi teselli edecek? O, ahırlardan at pisliğini temizleyen bir hizmetli ve o ise, bir dükün kızı.

Belki de hayal bile edemeyeceği kadar lüks bir hayat yaşadı. Mermerler, altın avizeler, yumuşacık kumaşlar ve ömrü boyunca asla dokunamayacağı şatafatlı yiyeceklerle süslenmiş bir ziyafet salonu…

Kuş tüyünden yapılmış bulut gibi yumuşak bir yatakta uyur ve istediği kadar yiyip içebilir. Avuçlarının derisi ölünceye kadar çalışmanın acısını asla yaşamayacak.

Ona karşı beslediği tuhaf hisleri üzerinden attı ve çekip gitmeye başarılı bir şekilde ikna olduğu için kendini tebrik etti. Ancak o günden sonra, müştemilattan her geçişinde gözleriyle onu kovalamaktan kendini alamadı.

Omuzlarının düştüğünü veya kaba tüylü başının arkasını görmek onu hasta hissettiriyordu, gülümsemesi ise onu daha iyi hissettiriyordu. Ayrıca, etrafta olmadığı zamanlarda bir yerde hasta olup olmadığı konusunda da endişeleniyordu. Beklenmedik bir şekilde günün sonunda ona şifa sağlayan biri haline geldi.

Dün gece, Riftan fırından aldığı kömürü torbaya koyarken kendi kendisiyle alay etti. Bir yandan bunu bilmesine rağmen, diğer yandan sert gerçeklikten kaçmak için sadece bir rahatlık alanı yaratıyordu.

O sadece istediği zaman kendini koruyordu ve kız hiç yalnız bile olmayabilirdi. Kızın üzücü figürü, sahip olduğu bir yanılsamadan ibaret olmalıydı ve onun önünde eğlenceli ve neşeli günlerden başka bir şey olmayacaktı. Eski püskü hediyelerini her gün getirmenin ona neşe getirdiğini düşünmek boşunaydı.

Dilerse istediği kadar mücevher alabilir. Sadece birkaç yıl içinde, biraz daha büyüdüğünde, çakıl taşları topladığını ve bu tür saçmalıkları unutacaktı.


Ç/N: Riftan'ın hikayesine başlanmış bulunuyoruz. Hadi bakalım 😢 
                                                                                                                          Sonraki Bölüm