Riftan's POV - Under The Oak Tree
36. Bölüm
Riftan, kötü bir iblis tarafından ele geçirilmiş bir adam gibi Anatol'u yeniden inşa etmekte ısrar ederken, şimdiye kadarki en sert kış gelmişti. Ancak kale ne kadar onarılsa, ne kadar duvar örülse de yıkılan özgüvenini bir türlü geri getirememişti.
Riftan ön kale duvarlarının tepesinde duruyordu, donmuş toprağa bakarken çenesi kasılmıştı. Gözlerini ne zaman kapatsa, Croix Dükü'nün küçümseyici gözleri anılarında parladı ve ne zaman başı yastığa dokunsa, kızın korkmuş yüzü önünde belirdi. Yüzünü sertçe ovuşturdu, kendisine yapılan bu tür hakaretlere göz yumduğu için büyük bir pişmanlık duydu.
Şimdi gerçekten uçup giden fantezilerinden kaçmak zorundaydı. Onun önünde diz çökmesine bile izin verilmedi. İşe yaramaz düşüncelerine artık bir son vermeliydi. Riftan bunu kendisine defalarca tekrarladı. Maximillian Croix artık yalnızlığını teselli etmiyordu, şimdi onu ne zaman düşünse keskin bir acı hissediyordu.
Toprağın çöpü gibi doğduysan hayatını sadece toprağa bakarak yaşamalısın. Yukarıya bakmak seni perişan etmekten başka bir şey yapmaz.
Üvey babasının sözleri kemiklerine işledi. Onun varlığı onu daha da perişan etmekten başka bir şey yapmıyordu. Ona olan hasretinden kurtulamadığı sürece hayatının geri kalanını acı dolu bir boşlukta yaşayacaktı. Sadece yanında olamayacağı bir kadın yüzünden, öldüğü güne kadar dayanılmaz bir yalnızlık çekmesi gerekiyordu.
Gerçekten, bu artık durmalı.
Kendini daha fazla aptal yerine koymak istemiyordu, bir daha asla Croix'e adım atmamaya yemin etti. Sadece gözleriyle onu kovalamak ve ona bir böcekmiş gibi bakan kadını bir anlığına görebilmek için Dük'ün malikanesine girip çıkmaktan vazgeçerdi.
Riftan, kale duvarlarından aşağı indi ve ıssız kalesine doğru adım attı, Dük'ten aldığı aşağılanmanın, onun varlığını zihninden silmek için yüreğine yeterince derin bir öfke kazıyabilmesi için dua etti...
Birkaç ay geçti ve kışın en yüksek sıcaklıkları azaldıkça ve Lexos Dağları'ndaki ejderhanın uyandığına dair söylentiler yayılmaya başladı. Sefer ekipleri sisli ormanlarda katledilirken, her krallık ciddiyetle ejderha boyunduruğu için birlikler kurmaya başladı.
Binlerce asker Lexos Dağı yakınlarında kamp kurarken, Kral Ruben'in tahminleri gerçekleşti ve büyük bir kargaşa çıktı. İnsanlar dehşete kapıldı, eşyalarını toplayıp kuzeye göç ettiler. Sonsuz bir halk alayı donmuş topraklarda yürüdü ve toprak ağalarını kaçan köleleri ezmek için bir mücadeleyle karşı karşıya bıraktı.
Herkes arasında, ateşin kokusunu en çok yakalayan Croix Dükü oldu. Muhbirlerin getirdiği raporları okurken Riftan'ın alnı kırıştı. Croix Dükü'ne sevk emri verildiğinde, vasallarını toplayarak karşı önlemler için toplandı. Kurnaz adamın bu çıkmazdan nasıl sıyrılacağını merak etti.
Parşömeni fırına atarken Riftan'ın dudakları alaycı bir şekilde yukarı kalktı. İçindeki alevler yükseldi ve bir anda kışlayı aydınlattı. Yakacak odun parçalayıp ateşin üzerine yığdı, parşömenin yanarak kül olmasını sağladı ve şafağın aydınlanmaya başladığı gökyüzüne bakmak için çadırdan dışarı çıktı. Sisli ormanların üzerinde mavimsi bir gölge gezindi.
Whedon'un batı topraklarının lordları sevk emrinden muaf değildi. Aksine, canavarları sınırları geçmekten korumakla görevlendirildiler. Lexos Dağları'nda yüz binlerce canavar pusuya yattı ve yakında en güçlü canavardan kaçmak için göç etmeye çalışacaklardı. Onların Whedon topraklarını işgal etmelerini engellemek lordların görevi haline geldi.
"Sör Calypse, Croix Kalesi'nden bir haberci geldi."
Geçici olarak inşa edilen bariyerleri incelerken, bir asker bağırarak yanına koştu. Riftan tek kaşını kaldırdı.
"Croix Kalesi'nden bir haberci neden beni arıyor?"
"Ayrıntıları duymadım. Haberci, mesajını doğrudan size iletmekte ısrar ediyor…''
Riftan'ın gözleri kısıldı ve soğuk bir sesle konuştu. "Ona beklemesini söyle. Henüz devriye gezmeyi bitirmedim.''
Asker cevabı karşısında şaşırmış göründü ama Riftan onu görmezden geldi ve gözetleme kulesine doğru gitti. Güneş, karanlık dağ doruklarının üzerinden yavaş yavaş yükseliyordu.
Şu andan çok uzak olmayan bir zamanda, on binlerce asker tüm hayatlarını tehlikeye atarak oraya yürümeye başlayacaktı. Kaç kişinin canlı olarak geri dönebileceğine dair hiçbir bilgi yoktu. Dudaklarını ıslatmak için matarasından bir yudum alarak gökyüzünde yükselen on iki dağ zirvesine baktı. Yüzlerce asker ejderhanın bariyerlerinden girmeye çalışırken hayatını kaybetmişti. Gelecekte bunun üzerine daha ne kadar ceset yığılacağını hayal bile edemiyordu.
"Sör Calypse, haberci defalarca sizi hemen görmek istediğini söylüyor."
Güneş göğün ortasına ulaştığında, asker ısrarla tekrar yanına geldi ve Riftan kaşlarını çattı. Aslında görmezden gelmeyi düşünüyordu ama bu tür bir durumun ortasında gereksiz bir soruna neden olmaktan kaçınmak istedi, bu yüzden sadece iç çekti.
"Şimdi gidiyorum."
Asker onu doğruca kışladaki haberciye götürdü. Dük Croix'in habercisi, günün neredeyse yarısını beklemiş, onu öfkeli bir ifadeyle karşıladı.
"Sizinle görüşmek için üç gece üç gündür durmadan seyahat ediyorum." Adamın gür sakalını okşamasını dinledi, ona düzgün bir selam bile vermeden. "Dük böyle bekletildiğimi bilse hiç memnun olmazdı."
Riftan ona korkutucu bir şekilde sert bakış attı. "Kral tarafından sınırları savunmam ve kötü yaratıkların bu toprakları işgal etmesini engellemem emredildi. Dük'ün mesajının Kralın emrinden daha önemli olduğunu mu söylüyorsun?"
Adamın ağzı, sözlerini çürütmeye çalışacakmış gibi aralandı ama kısa süre sonra tekrar kapadı. Bir süre sessiz kaldıktan sonra daha yumuşak bir tonda konuştu.
''Burada kamp yapan binlerce asker var. Lord'un kısa süreliğine yokluğunda bile, savunmalar hemen yıkılmayacaktır."
''Sadece yapmam gereken göreve öncelik verdim.'' Riftan'ın yüzü rahatsız olduğunu ifade etti. ''Şikayet ederek zaman kaybetmek yerine, neye ihtiyacın olduğunu söyle. Seni buraya ne getirdi?"
"...Majestelerinin ejderha boyunduruğu emrini Dük'e emanet ettiğini duymuş olmalısınız." Haberci, sanki hoşnutsuzluğunu bastırıyormuş gibi, sakin bir tonda söyledi. "Bu nedenle Sör Calypse'e bir teklif sunmak için gönderildim."
"…bir teklif?"
Riftan hırıltılı bir sesle sordu, önereceği her şeyi hemen reddetmeye karar verdi. Gözlerini kıstı, bu gerçekten şaşırtıcıydı. Yüzüne böyle hakaretler kustuktan sonra, ondan bir teklif duyacağını hiç düşünmemişti.
''Ne teklif ediyor olabilir?''
Uzun bir süre dilini tutan haberci ağzını zorlukla açtı, görünüşe göre Riftan'ın düşmanca tavrından bıkmıştı.
"Ekselansları... ejderha boyunduruğunun komutasını lordluk devralacaksa, size en büyük kızı Maximillian Croix'i gelin olarak vermeyi teklif ediyor."
"…ne?"
Riftan'ın ağzı boş boş açıldı. Habercinin ne dediğini tam olarak anlamadı. Haberci, yarı bastırılmış bir şekilde önünde sakince konuşmaya devam etti.
"Bu, batı bölgesinin kaderini belirleyecek hayati bir görevdir. Bu görevi diğerleri arasında en deneyimli ve yetenekli savaşçıya vermeyi planlıyor.''
"…benim hakkımda mı konuşuyorsun?"
''Ekselansları sizin yeteneklerinize büyük saygı duyuyor.''
Riftan'ın dudakları bir sırıtışla yukarı kalktı. Kendisine böylesine farklı bir teklifte bulunması Dük'ün ne kadar kalın bir yüze sahip olduğunu merak etmesine neden oldu, bu daha çok bir hakaret gibi geldi. Yapılacak doğru şey, kışladan o anda ayrılmaktı.
Ancak, sanki bacakları sıkışmış gibi hareketsiz kaldı. Riftan eliyle alnını sertçe ovuşturdu. Habercinin kibirli sesi, çimento gibi sertleşmiş kafasını deldi.
"Dük'ün en büyük kızının gelininiz olması büyük bir onur değil mi? Bu daha önce hiç teklif edilmemiş bir teklif."
''Öyleyse… minnettar olup teşekkür mü edeyim?''
Riftan sıktığı dişlerinin arasında karşılık verdi. Öfkesi yalnızca, ondan yararlanmaya ve cömert görünmeye çalışan Dük'ün küstahlığına karşı büyüdü. Dük onu ne kadar gülünç buluyor ola ki ona bunu teklif edecek midesi vardı? Gözleri utançtan kızaracakmış gibi hissediyordu. Onu en çok utandıran şey, duygularının kontrolü dışındaymış gibi dalgalanmasıydı.
Yumruklarını sıkıca sıktı. İçinde bulunduğu ikilem için kendini asla affedemeyecekti. Öneri, dikkate alınmaya bile değmezdi. Bu sadece kendi hayatını riske atmak değildi, Remdragon Şövalyeleri ve Anatol'un kaderi de pamuk ipliğine bağlıydı.
Sırf açgözlülüğünü tatmin etmek için şövalyeleri emrine uymaya zorlar mıydı? Riftan dişlerini o kadar çok sıktı ki çenesi her an kırılacakmış gibi hissetti.
Üstelik Maximillian Croix ondan nefret ediyordu. Daha iyi bir damat, köylü kökenli gayri meşru, melez olmayan daha iyi bir adam arzu ederdi. Riftan sözlerini tükürdü, sanki onunla birlikte kan da çıkacaktı.
"Reddediyorum."
Bu kelimeleri tükürmek, hayatı boyunca yaşadığı her şeyden daha zordu. Riftan'ın gözleri sessizce yere yapıştı, sanki göğsüne kocaman bir delik açılmıştı. Bakışlarını yavaşça kaldırırken habercinin yüzünün öfkeyle sertleştiğini gördü. Adam tehditkar bir şekilde konuştu.
"Dük'ün ailesiyle derin bir bağ kurma fırsatını mı reddediyorsun?"
"Bir toprağım ve sorumluluğunu taşıdığım insanlar var." Riftan duygusuzca tükürdü. "Dük'e şunu söyle. 'Onurunu kendine sakla'
Adam ona soğuk bir şekilde baktıktan sonra yavaşça oturduğu yerden kalktı. "Mesajını ona ileteceğim. Ancak bugün söylediğiniz sözlerden pişman olacaksınız.'' Haberci çıkışa doğru ilerlemeye başladı ve ona acır gibi dilini şaklattı. "Dük aklına koyduğu her şeyi başarır. Onun teklifini itaatkar bir şekilde kabul etseydiniz sizin için daha iyi olurdu.''
Riftan, kışladan çıkmasına izin vermek için çıkışı açtı. Adam başını eğdi ve dışarı çıktı. Habercinin ayak sesleri uzaklaştıkça, uzak bir yere düştüğünü hissetti.
Riftan kanayana kadar dudaklarını ısırdı, hemen peşinden gitme dürtüsünü bastırdı.
Bu iyi gitti. Gerçekten, aferin. Riftan kendi kendine düşündü.
***
"Onun utanmaz bir insan olduğunu her zaman biliyordum, ama bu benim hayal gücümün ötesinde."
Gün içinde olanları duyan Hebaron, olanlar çok saçmaymış gibi başını salladı. Dük'ün teklifi, kışlayı koruyan askerlerin ağzından şövalyeler arasında hızla yayıldı. Bütün şövalyeler, dükün kibiriyle ilgili sözler tükürdüler.
"Kral Ruben bile bu adamın bu kadar kurnaz olmasını beklemiyordu."
Ç/N: Riftan belki de hayatının en zor kararını verdi, her ne kadar Maxi'yi arzulasa da sırf kendisi için yanındaki insanların hayatını riske atmayı tercih etmedi.. Üstelik kendisini zaten Maxi'ye layık bile görmüyor :( Önceki bölümde sinirimden söyleyemedim ama lanet Dük'ün kibrinden, aşağılamalarından (ve hatta dayaklarından) en çok müzdarip olan Maxi aslında.. Üstelik o da yalnız, yapayalnız :( Kalbimi parça pinçik ediyor bu hikaye