under the oak tree 200. bölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
under the oak tree 200. bölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Kasım 2021 Perşembe

 Under The Oak Tree - 200. Bölüm

[Şarkı Önerisi: Deniz Tekin - Ayrılık ]

Max boğazının sıkıştığını hissetti. Bunların kendisine söylediği veda sözleri olduğuna inanamıyordu; çok sade ve soğuktu. Sanki gemide geçirdikleri zaman koca bir yalandı. Şapelden uzaklaşırken Riftan döndü, yüzü sakin ve düşünceliydi. Yanındaki şövalyeler başlarını ona doğru eğdiler ve komutanın peşinden gittiler.

"Yakında döneceğiz ve Leydi'yi Anatol'a geri götüreceğiz, o yüzden fazla endişelenmeyin."

Yulysion arkasını dönmeden önce kendinden emin bir şekilde söyledi ve Max onları uğurlamak için rahiplerle birlikte dışarı çıktı. Düzinelerce vagon ve silahlı şövalye, merdivenlerin altındaki avluyu doldurdu. Ön planda seçkin Livadon Şövalyeleri ve Remdragon Şövalyeleri vardı. Bayrakları batıdan esen rüzgarla dalgalanırken Max'in kalbi göğsünün içinde şiddetle çarpıyordu.

Riftan'ın atına binişini anlaşılmaz bir ağırlıkla izledi. Riftan, kişneyen ve onu sıradan geçiren Talon'u her şeyin yolunda olduğunu söylercesine yatıştırdı. Ardından savaş atını hattın önüne doğru sürdü. Şövalyelerin hepsi hareket etmeye ve Riftan'ın liderliğini takip etmeye başladı.

Max tüm sahneyi sert bir bakışla izledi, aniden , Riftan pat diye durdu. Onu takip eden şövalyeler onunla birlikte durdular ve olup bitenler hakkında kendi aralarında konuşmaya başladılar. Riftan, Hebaron'a bir şeyler bağırdı ve kargaşayı umursamadı, sonra atından atladı ve tapınağa doğru yürümeye başladı.

"Bir dakika…"

Aceleyle merdivenlerden yukarı koştu ve karısının önkolunu tuttu. Max cevap veremeden, onu şapelin yanında bulunan güzel, büyük bir ağacın altına götürdü. Max ne diyeceğini bilemeden kekeleyerek ona yetişmek için mücadele etti.

''Ri-Riftan… birdenbire, neden…?''

"Bunun aptalca olduğunu bilsem de..."

Etrafında döndü ve anlaşılmaz bir şekilde mırıldanırken Max'e baktı. Max, Riftan'ın yüzündeki çelişkili ifade karşısında şaşırmıştı. Riftan cebinden bir şey çıkarıp elini ona uzatmadan önce uzun süre kaskatı ve beceriksizce durdu. Max elindeki şeye boş boş baktı. Avucunun ortasında, kenarları hafifçe çentikli, rengi düzensiz bir şekel parçası vardı.

"Al ve sakla."

Max emin olamadı ve gözlerini kırpıştırdı. Halk tarafından kullanılan basit bir bakır madeni paraydı. Max hayatında ne birini görmüş, ne de dokunmuştu. Onun niyetinden habersiz, Max kafası karışmış bir şekilde ona baktı ve yüzünün fark edilir şekilde gergin olduğunu fark etti. Başka bir şey söylemeden elini tuttu ve parayı ona verdi.

"Her zaman yanında bulundurmalısın."

"Ne-neden...?"

Riftan'ın ağzı sanki tereddüt ediyormuş gibi büküldü ve sonunda iç çekerek yumuşadı. ''Paralı askerlere katıldığımda ilk görevimi tamamladıktan sonra aldım. Bunu taşımanın iyi şans getirdiğini söylüyorlar. Paralı askerler arasında aptalca bir batıl inanç olsa da, atmaya cesaret edemedim, o yüzden sakladım…''

Riftan, sanki böyle bir hurafe üzerinde kafa yormaktan utanıyormuş gibi son cümleyi ağzından kaçırdı. "Buna sahip olduğumda nadiren yaralandığım doğru, bu yüzden o zamandan beri yanımda taşıyorum."

Max parayı sanki eli yanmış gibi çabucak ona geri verdi. "Öyleyse durum buysa... Ri-Riftan, sende kalsın!"

"Şu anda şans gibi bir şeye ihtiyacım yok. Bu tür şeylere güvenmeden hayatta kalacağıma eminim.'' Riftan'ın uzun parmaklarını onunkilerle sımsıkı kenetlendi, sonra gözleri şiddetle karardı.

"Senden ayrılmak benim için ne kadar zor bilemezsin. Aptalca bir batıl inanç olsa da… En azından buna sahip olmanı istiyorum.''

''Bunu... aptalca görmüyorum. Eğer bu sana şans getiriyorsa... Riftan'ın taşımasını istiyorum. Te-tehlikeli bir yere gidecek olan sensin."

"Böylesini tercih ederim."

Riftan başını eğdi ve Max'in parayı tutan yumruğunu dudaklarına götürdü. Dudaklarını kadının elinin arkasına bastırdı, kakülleri parlıyor ve tenini tatlı bir şekilde gıdıklıyordu.

''En azından bunu yanında bulundurursan endişelerim biraz olsun hafifleyecek.''

"Ama... benim ka-kalbim senin için endişeyle yanıp küle dönecek."

Max küskün bir şekilde mırıldandı, sesi titriyordu. Riftan başını kaldırdı ve onun yaşlarla dolu gözlerine baktı. Riftan'ın yüzü tarif edilemez yoğun bir duyguyla doluydu. Max'in yüzünü avuçlarının arasına aldı ve baş parmaklarıyla onun gözyaşlarını sildi.

"…Öyle mi olacak?"

Max kendini konuşmaya ikna edemedi ve sadece başını salladı. Riftan kısa bir nefes aldı ve dudaklarını onunkilere bastırmak için başını eğdi. Yumuşak nefesi onun dudaklarına değdiğinde Max'in göz kapakları titredi. Riftan'ın bakışları yanıyordu ama tam tersine dokunuşu narin ve kısaydı.

"İyi olacağım."

"Tek bir ya-yaralanma olmadan... bana geri döneceğine söz verebilir misin?"

"…Evet söz veriyorum." Sanki az önce bir taş yığını yutmuş gibi boynu kasılıyordu. Riftan tekrar eğildi ve elinin arkasını bir kez daha öptü. "Lütfen, umarım başına kötü bir şey gelmez... başına gelen her şey iyi olsun..."

Riftan dua ediyormuş gibi bir fısıltıyla mırıldandı, sonra duruşunu tekrar düzeltti. Yavaşça yanağını okşadı. Max, gözlerinde hüzünle ona baktı.

"Şimdi gerçekten gitmem gerekiyor."

Max, gözyaşlarının düşmesini engelleyemeyeceğini bildiğinden dudaklarını kapalı tutarak sadece tekrardan başını salladı. Riftan sabit duruyordu. Bacakları demire dönüşmüş gibi hareketsizdi. Yavaşça avluya doğru yürüdü. Merdivenlerden aşağı inip tekrar atına binerken arkasına bakmadı.

Şövalyeler sessizce komutanlarının kendilerine önderlik etmesini beklediler ve komutan atını mahmuzlayınca ordu mükemmel bir uyum içinde hareket etti. Rahipler gidişlerini izlerken Max onlarla birlikte merdivenlerin tepesinde durdu. Kocasını sonuna kadar görmek istedi ama gözleri gözyaşlarıyla bulanıklaştı. Madeni parayı iki eliyle sıkıca kavrayarak gözyaşlarını geri yuttu.

Sonunda gözden kaybolduklarında, arkasında duran Baş Rahip nazikçe yaklaştı ve içeri girmesi için onu çevirdi.

"Şimdi içeri geri döneceğiz. Hanımın kalacağı odayı göstereceğim.''

Max kalan gözyaşlarını elbisesinin koluyla çabucak sildi ve tapınağa geri yürüdü. O anda, sırtında boş bir rüzgar hafifçe esti ve Max, içerideki Yüksek Rahibi takip etmeden önce son bir kez arkasına bakmak için döndü.

***

Ana bahçeyi, oditoryumu, küçük sebze bahçesini ve küçük bir şapeli geçerek uzun bir merdivenlerden sonra kalacağı manastır ortaya çıktı. Max şaşkın bir ifadeyle dört katlı taş binaya baktı. Yapı, Livadon'daki diğer binalar gibi mükemmel bir şekilde simetrikti ve tapınağın diğer bölümleri kadar muhteşemdi, ama nedense somurtkan bir atmosferi vardı.

Rahip ona manastırda rehberlik etti ve içerideki tesisleri kısaca anlattı. ''O bölge, rahibe olmak için eğitim alan kız kardeşlerimizin yaşadığı yer. Kardeşlerinin veya kocalarının sağ salim dönmesi için dua etmek için evde kalan asil hanımlar da mevcut. Çoğu insan zamanını kendi odalarında geçirir. Ancak, herkes genellikle sabah ve akşam dua etmek için toplanır. O zaman başka hanımlarla tanışabileceksiniz.''

Max, Livadon'dan asil kadınlarla etkileşim kurma fikrinden duyduğu rahatsızlığı gizlemeye çalıştı. Onlarla tanışmak istemiyordu, yalnızca sosyal ortamlarda kendine güvenmediği için değil, kekemeliği nedeniyle alay edilmekten de korkuyordu. Ancak rahibin teklifini reddetmek yerine sadece başını salladı.

Rahip ona manastırın ikinci katındaki temiz ve ferah bir odaya kadar eşlik etti. "Burası leydinin odası olacak."

Max, büyük bir cam penceresi olan egzotik ama görkemli odaya girerken etrafına bakındı. Aşırı lüks değildi, ama yeterince iyi. Yatak genişti ve üzerindeki çarşaflar kabarıktı. Ayrıca cilalı maun bir masa ve elbiselerini koymak için duvara dayalı büyük bir gardırop vardı.

''Hizmetçiler yemeklerinizi her gün istediğiniz saatte odanıza getirecekler. Dilerseniz yemek salonunda rahibeler ve kız kardeşler ile yemek yiyebilirsiniz. Tapınak alanı içinde istediğiniz yere gidebilirsiniz, ancak rahiplerin ikametgahı olduğu için kuzey ek binasına girmekten lütfen kaçının. Tapınaktan ayrılmak isterseniz, bu manastırdan sorumlu rahibeye haber vermelisiniz ve size bir refakatçi sağlayacağız. Leydi'nin herhangi bir sorusu var mı?"

Max, üzerine atılan bilgi çığı karşısında yalnızca yavaşça başını sallayabildi. Sert görünüşlü genç rahip bir süre ona baktı, sonra arkasını döndü.

"Daha sonra herhangi bir sorunuz olursa lütfen bana bildirin. Hemen size yardım etmesi için bir hizmetçiye talimat vereceğim.''

Ardından kapıyı kapattı ve gitti. Tamamen bitkin olan Max yatağa düştü ve manastırdaki hayatı böyle başladı. Diğer hanımlar gibi, zamanının çoğunu odasında boşta geçirirdi. Gün boyunca bahçede yürüdü, ancak tapınaktan hiç dışarı çıkmadı ve başkalarıyla neredeyse hiç konuşmadı.

Rahipler ve rahibelerin ona yaklaşması ve sohbet etmesi nadirdi; eğer yaptılarsa, bu genellikle tapınak içindeki kurallarla ilgiliydi. Ara sıra koridorlarda Livadon'un asil hanımlarıyla karşılaştığında bile, yanlarından geçerken sadece küçük başlarını salladılar. Tapınaktaki atmosfer, diğer krallıklardan gelen konuklara karşı herhangi bir isteksizliğe sahip değildi. Her şeyden önce, Max manastırdaki günlerinin coşku ve canlılıkla dolmasını beklemiyordu, çünkü beklenen yaşam tarzı inzivaya çekilmek ve pervasız olmaktı, ancak Livadon şu anda bir canavar ordusuna karşı bir savaşla karşı karşıyaydı.

Rahiplerin ve rahibelerin yüzleri, ibadet ve günlük cenaze törenleri için yapmak zorunda oldukları tüm hazırlıklardan ağır bir yorgunlukla ciddi bir şekilde sertleşmişti. Ailelerinin canlı veya ceset olarak dönmesini beklemeye mahkûm edilen asil hanımlar bile karanlıktı. Max kendi ifadesinin onlarınkiyle aynı olduğunu biliyordu. Aynada kendini gördüğünde, asık suratlı, solgun yüzlü ve gözlerinin altında koyu halkalar olan bir kadın dönüp ona baktı.

Max her gece dönüp dönüp Riftan için endişeleniyordu. Ve sabah gözlerini açtığında Calypse Kalesi'ne hasretle iç çekiyordu. Riftan, Ruth ve Remdragon Şövalyeleri ile bir an önce Anatol'a dönmekten başka bir şey istemiyordu.

Her gün sabah ayinlerine katıldı, kaderin yanlarında olması ve Louiebell Kalesi'ni geri almanın zafer haberlerini duyması için dua etti. Ancak elçilerin kendilerine getirdiği haberler hep aynıydı. Troller ordusu tarafından oluşturulan kale, beklenenden daha sağlamdı ve kolayca geçilemedi. Topyekun bir savaşla sonuçlanabileceğinden onları bir çatışmaya sokmak zordu.

Çoğu zaman, tapınağı ziyaret eden soylular, durum böyle devam ederse, bu savaşın gelecek yıla kadar bitmeyeceğine dair her türlü çılgınca spekülasyonda bulunurlardı. Max, böyle bir konuşmayı duyduğunda midesinin şişip döndüğünü hissetti. Diğer asil hanımların yüzleri de karanlık bir şekilde bulutlandı. Böyle kasvetli bir atmosferde on gün geçirdikten sonra Max, her zamanki kasvetli ifadesiyle tapınağa girdi. Ancak hava her zamankinden farklıydı, kafası karışmıştı. Manastırda kalan Livadon soyluları ve soylu hanımlar garip bir şekilde parlak ve heyecanlıydı. Merakını yenemeyen Max, dikkatle yanında oturan bayana sordu.

"A-aferdesiniz. Bir ihtimal.. Louiebell'den iyi haberler mi var?"

Onunla aşağı yukarı aynı yaşta görünen genç kadın şaşkın bir ifadeyle ona baktı ve arkadaşça bir ses tonuyla cevap verdi.

"Büyük Osyria Tapınağı'ndan Kutsal Şövalyeler geldi. Bu öğleden sonra ibadetlerini merkezdeki tapınakta yapacaklar ve hemen ardından Louiebell'e gidecekler."

Ç/N: Ahh bilmiyorum bu bölüm çok hüzünlüyümm :((( Kalbim bu ayrılığa fena halde kırık.. Amaaaa bir yandan da artık serinin 200. bölümüne gelmiş olmanın mutluluğunu taşıyorum yeeyy Durum böyleyken hemen genel bilgilendirmemi yapayım. Novelin ingilizce çevirisi 250. bölümden gidiyor.. Birkaç gün daha sabrederseniz (ki 5 gün kadar ediyor) bu ayın sonuna sizi ingilizce güncele getireceğim inşallah.. Peki ingilizce günceli novelin hangi kısmından gidiyor bunu da belirteyim. Şu an 1. kitabın bitimine tahminim 7-8 bölüm kaldı yani 257 yada 258. bölümde birinci kitap bitmiş olacak. Sonra bir sıkıntı olmazsa 2. kitaba aynen devam edilecek. Bilenler biliyor ama bilmeyenler için hemen söyleyeyim ki 2. kitabın ortasında (106. bölümünde) yazar sağlık sorunları nedeniyle hikayeye ara vermişti. Ve bu ara 2 yıl sürdü. Yani hayranlar 2 yıldır hikayenin devam etmesini bekliyor (şahsen ben de 9 aydır bekliyorum T.T) Vee müjde şu ki yazar 1 Aralık 2021'de yani birkaç gün sonra verdiği uzun araya veda edecek ve novelin 2. kitabının 107. bölümü yayınlacak.. Yani aslında hikayeyi çok doğru bir zamanda çevirmeye başladım, böylelikle sizler hiç ara vermeden devam edebileceksiniz. Ha ama belirteyim ingilizce çevirileri 2 günde bir geliyor. Güncele geldikten sonra yeni bölümler böyle gelecek malesef :( Neyse o sırada başka novel çevirmeye başlarım ben de belli mi olur. Neyse çok uzun yazdım farkındayım ama şu ana kadar okuyarak bana eşlik eden hepinize çok teşekkür ederim T.T Vee son olarak eveeett yorum yapmayı unutmazsanız da sevinirim <3

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm