Under The Oak Tree - 213. Bölüm
Max'in tüm vücudu kasıldı. Idcilla birden kaskatı kesilen Max'e baktı, sonra askere döndü.
"Whedon'un Lord Calypse'inin burada olduğunu mu söylüyorsun?"
"Doğru. Gelişimizi umarak Ethylene çevresini araştırıyorlardı ve tam zamanında yardımımıza geldiler.'' Asker biraz sinirlenmiş gibi bir ses tonuyla cevap verdi ama soruyu yanıtladı. "Yaklaşık iki saate Ethylene Kalesi'ne ulaşabiliriz. Remdragon Şövalyeleri ve Kutsal Şövalyeler sizi koruyacak, böylece rahat olabilirsiniz.''
"Lord Calypse şimdi önümüzde mi at sürüyor?"
Idcilla ileriye bakmak için başını pencereden dışarı çıkardı. Idcilla'nın izini takip etmemek ve kafasını dışarı çıkarmak Max'in tüm iradesini aldı.
''Lord Calypse ön tarafta. Şimdi soru sormayı bırak ve içeride kal."
Öfkeli adama somurtarak bakan Idcilla, başını tekrar arabaya soktu ve oturdu. Max sabırsızca kızın cüppesini çekiştirdi ve kulağına fısıldadı. "O-onu gördün mü?"
Idcilla yavaşça başını salladı. "Hayır, o çok ileride."
Max gergin bir şekilde koltuğuna otururken kuru dudaklarını ısırdı. Riftan'ın sadece birkaç adım ötede olduğunu bildiği için içinde oluşan katıksız gerilimden bedeninin bıçaklandığını hissetti. İtaatsizliğini ve isteyerek çatışmanın kalbine geldiğini keşfederse onu asla affetmezdi. Belki de bu sefer onu gerçekten hayal kırıklığına uğratabilirdi.
Terli ellerini cebine soktu ve onun için bıraktığı bakır parayı aldı. Riftan'ın muhtemelen tam o anda onu bulmak için arabanın kapısını açacağı korkusuyla boğazı kurudu. Gergin sessizlikte, oturduğu yerde dimdik kıpırdanırken Max'in midesi bulantıyla burkuldu. Bir borunun yüksek sesi duyuldu ve arabanın sallantısı önemli ölçüde azaldı. Max o kadar korkmuştu ki, dışarıda neler olup bittiğini görmek için bakamadı ve omuzlarını kamburlaştırdı. Onun yerine Idcilla ihtiyatla pencereden dışarı baktı. Aniden, dudaklarından hevesli bir ünlem çıktı.
"Vay canına, daha önce hiç bu kadar büyük bir taş duvar görmemiştim."
Merakını yenemeyen Max, kapüşonunu yüzüne daha derine çekti ve çabucak dışarı baktı: devasa, gri bir kaya duvar sanki göğe ulaşmak üzereymiş gibi uzanıyordu. İnanılmaz manzara karşısında ağzı açık kaldı. Idcilla haklıydı, gerçekten inanılmaz derecede uzun ve devasaydı. Devasa duvar, Ethylene'in girişini oluşturmak için üst üste yığılmış gri ve beyaz kayalardan inşa edilmişti ve altında taştan oyulmuş gibi görünen sağlam bir temel vardı. Max'in gözleri, her an düşecekmiş gibi görünen dik tepeye kadar duvarı takip etti.
"A-aniden çö-çökecek gibi görünüyor."
"O kaya duvar Ethylene'in koruyucusudur, acımasız kuzey rüzgarlarından ve düşman istilalarından kurtulmuştur. Hiçbir şey için endişelenmene gerek yok."
Karşısında oturan rahibe Nora gururla açıkladı ve Max ona sorgular gibi baktı. ''Daha önce… E-Ethylene geldiniz mi?''
"Burası benim memleketim. Levan'a taşınmadan önce burada yaşıyordum.'' Nora kasvetli bir ifadeyle pencereden dışarı baktı. ''Canavarlar tarafından ele geçirildiği haberini duyduğumda gerçekten şaşırdım. Buranın dünyanın en güvenli yeri olduğunu düşünüyordum, dört bir yanı yüksek kayalarla çevriliydi; herkes onun aşılmaz bir kale olduğuna inanıyordu.''
"Dünyada aşılmaz olmayan hiçbir yer yok..." Idcilla karanlık bir şekilde mırıldandı ve Nora, onun alaycılığına katılmadan edemedi.
"Belki de, insanların geçilmez olduğu konusundaki dikkatsiz düşünceleri yüzünden düştü."
Kapıya yaklaştıklarında Max gözlerini oradan alamıyordu. Nora'nın dediği gibi, taştan yapılmış dağ duvarlarının arasına yerleştirilmiş muhteşem kale gerçekten geçilmez görünüyordu. Şövalyelerin ve askerlerin bu toprakları canavarlardan geri almayı nasıl başardıklarını merak etti. Aniden, Remdragon Şövalyeleri'nin tanıdık koyu gri zırhı görüş alanına girdi ve Max çabucak sersemliğinden sıyrılıp içeri girdi.
Sör Gabel Laxion, şehir kapılarından geçen her vagonu teftiş ediyordu ve soğuk terin sırtını ıslatmasına engel olamıyordu. Sonunda rahibelerin içeri girme sırası geldiğinde, Max mümkün olduğu kadar geriye eğildi ve kapüşonunu o kadar derine çekti ki tüm yüzünü kapladı. Askerlerden biri arabaların kapısını açtı ve içeriye baktı. Arabacı ise yükünü kibar bir tonda açıkladı.
"Bunlar, yaralılara bakmak için gelen Büyük Tapınağın rahibeleri."
Max, bir askerin dikkatini çekmesinden korktuğu için parmağını bile kaldırmaya cesaret edemedi. Saatlerce ıstırap verici bir endişe gibi gelen boğucu bir andan sonra Gabel'in sakin sesi konuştu.
"Uygun. Girmelerine izin verin."
Kapı kapanıp araba tekrar hareket etmeye başladığında, Max tuttuğu nefesi hemen bıraktı, Idcilla'nın omuzları sanki kendisi gerginmiş gibi gevşedi. Ancak, kapılardan geçmek güven verici değildi. Remdragon Şövalyeleri muhtemelen yıkık şehrin her yerinde dolaşıyordu ve indikten sonra muhtemelen onları evlerine kadar eşlik edeceklerdi. İnce bir buzun üzerine basıyormuş gibi hisseden Max, sonsuz heyecanı yeniden yükselirken dudağını ısırdı.
Kapılardan geçtikten sonra bile, araba nihayet durmadan önce yaklaşık on dakika daha hareket etmeye devam etti.
"Vardık. Çıkabilirsiniz." Kapıyı bir asker açtı ve Max sendeledi, son çıkan olana kadar arabayı terk etmedi.
Dışarıda, rüzgarda üçgen bir bayrak dalgalanıyordu ve her yerde düzinelerce kışla vardı; askerler, şövalyeler için ayak işleri yapmak ve erzak taşımakla meşgul şekilde koşturuyordu. Gözleri karışıklık içinde fırladı; Ethylene Kalesi, Servyn Kalesi'nden birkaç düzine kat daha hareketliydi. Bilinmeyen amblemlerle taçlandırılmış zırh giyen adamlar her yeri sarmıştı. Her köşeden küfürler, metal çarpma sesleri ve sığırların çığlıkları duydu.
Max durmadan etrafına bakındı, enerjisi yavaş yavaş tükeniyordu. Üstüne üstlük, Riftan'ın kendisini keşfetmesi düşüncesiyle midesi hâlâ düğümlenmişti ama onu görme arzusundan da kurtulamıyordu. Adamlar denizi arasında onu bulmayı umarak birer birer ata binen şövalyelere baktı, aniden biri aniden kolundan tutup onu çekti. Max çığlığını güçlükle bastırdı.
"Ru-Ruth! Beni korkuttun."
"Etrafa öyle bakmayı kes. Lord Calypse'in seni bulmasını mı istiyorsun?" Onu bir barakanın arkasına itti ve azarladı. "Lord Calypse Arşidük ile konuşuyor. Teftiş yaptıklarında onun bakışlarından saklanmalısın.''
"Bu kadar gergin olmana gerek yok... Yakalanmayacağım. Sör Laxion bile beni fark etmedi. Riftan burada olacağımı asla dü-düşünmezdi."
''Şu anda gerçekten bir kaçış havasında değilim.'' Ruth sinir bozucu bir şekilde mırıldandı. "Konu leydi olunca kocanın duyularının ne kadar özel olduğunu bilmiyor musun? Şahsen ben, her yerin alt üst olmasını tercih etmem.''
İnledi ve ardından aceleyle uzaklaştı, onu takip etmesini işaret etti. Max gözlerini hala sağa sola çevirdiği için üzülmeden edemedi. Gözlerini geri çevirdi ve onu görmeyi umdu ama isteksizce vazgeçip Ruth'u takip etti. Onu şimdi göremese bile, aynı yerde olduklarına göre gelecekte daha fazla fırsat olacaktı.
Ruth, ormandaki bir ağacı saklamaya çalışıyormuş gibi, onu aceleyle rahibe grubuna doğru itti, sonra onları şövalyelerin kışlasından uzak bir yere götürdü. "Rahibeler burada kalacaklar."
Büyücü, yan taraftaki büyük, temiz görünümlü bir kışlayı işaret etti ve kadınlar neredeyse coşkuyla çadırın içine fırlayacaklardı. Servyn Kalesi'nin küçük meskenlerine kıyasla burası bir saray gibiydi. Yataklar ve bölmeler yerleştirilmişti, hatta içinde hareket etmek için iki kat daha büyük kişisel alanları bile vardı. Hepsi artık boğucu bir çadırda uyumak zorunda kalmayacaklarını bilerek rahatlayarak iç çektiler.
''Yaralılar yandaki kışlaya götürülecek. Birinin durumu kötüleşirse lütfen hemen birimize haber verin.'' Çantalarını açmaya başladıklarında, Ruth ciddi bir bakışla devam etti. "Gelecekte, her muharebeden sonra, büyük ya da küçük, düzinelerce yaralı adam birikmeye başlayacak. Her zaman acil durumlara hazırlıklı olun, her zaman stokta acil yardım malzemeleri bulundurun ve her zaman elinizin altında sıcak su bulundurun. Kuyu yaklaşık 5 dakika uzaklıkta. Ayrıca kışlanın arkasında daha fazla şifalı ot alabileceğiniz bir depo bulunmakta. Bu nedenle acil bir durumda hemen…''
"İşte buradasın."
Kalın bir bariton onu aniden kesti. Ruth'un omuzları gerildi ve Max, kalbinin atmayı bırakmış gibi donduğunu hissetti. Yaşadığı şoktan ilk kurtulan Ruth oldu ve Max'e yapabileceği en korkutucu bakışı attı, sonra sanki çadıra girmesini engelliyormuş gibi iri yarı adama döndü.
"Lord Ca-Calypse, nedir?"
Çenesini sımsıkı kenetledi ve eşyalarını boşaltıp düzenliyormuş gibi görünmesi için elinden geleni yaptı ama Ruth'un normal hayattaki oyunculuk becerileri gerçekten berbattı.
"Seni arıyordum, Hebaron'un sakatlığıyla ilgili. Doğruca karargahıma gelmek yerine neden buradasın?''
Ruth, Riftan'ın şüpheci sözlerine çok beceriksizce güldü. "Burada... Rahibelere görevleri hakkında talimat veriyordum."
"Rahibeler mi?"
"Bunlar Büyük Tapınak'tan rahibeler, buraya yaralılara bakmak için geldiler."
''Büyük Tapınaktan…''
Max, aylardır duymadığı o güven verici ses karşısında korku ve özlemle titredi. Ruth'un şu andaki garip tavırları olmasaydı, dürtüsüne teslim olur ve çoktan Riftan'a koşardı.
"Neyse! Sör Nirta'nın ne yaptığı konusunda endişeliyim. Buradaki işleri rahipler halleder, hadi Sör Nirta'ya acele edelim. Durumu nasıl? İyileşmiyor mu?''
Her nasılsa, Ruth'un korkunç performansı Riftan'ın dikkatini dağıtmayı başardı ve nefes kesen birkaç dakikalık sessizliğin ardından mucizevi bir şekilde odağı Hebaron'a döndü.
"Başrahip elinden gelenin en iyisini yapıyor, ancak hala bir gelişme yok. Bizim bir tedavi bulmamız muhtemelen daha hızlı olacaktır.''
"Tanrım, Remdragon Şövalyeleri bensiz bir saniye bile bir arada tutulamıyor gibi görünüyor. Sanırım elden bir şey gelmez. Şimdi, gidip Sör Nirta'yı görelim."
Ruth fazla anlamsız ve abartılı bir tonda konuştu, öyle ki Max Riftan'ın her şeyi öğreneceğinden emindi, ama neyse ki Ruth'un onu çadırdan uzaklaştırmasına izin verdi. Kışladan kaçmadan önce Riftan'ın sesini bir daha duyamayacağından emin olarak Max kulaklarını sonuna kadar açık tuttu.
Dışarı çıktığında, Riftan çoktan bir insan denizine gömülmüştü. Hızını kontrol edemediği için kapüşonunu yüzüne çekti ve görünmez bir ip tarafından sürükleniyormuş gibi peşinden koştu. Uzakta, onun Talon'un üzerinden atladığını ve yanında büyücüyle birkaç büyük kışlanın dikildiği bir bölüme doğru yavaşça sürdüğünü görebiliyordu.
Max hızla bir ağacın arkasına eğildi ve kalın gövdenin arkasına baktı. Onu sadece birkaç saniye gördü. Ve o anda, çok uzakta olmasına rağmen, Max kalbinin özlem dolu bir acıyla sıkıştığını hissetti. Onu görmeden geçen birkaç aydan sonra, kocası hatırladığından çok daha ağırbaşlı, tamamen görkemli ve nefes kesici bir şekilde yakışıklı görünüyordu. Şimdi onun bakış açısından gitmiş olsa da, bir süre daha şaşkına dönmüştü.
Ç/N: Max kocasına yeniden aşık oluyor mu ne ahahah Savaş alanındaki Riftan heybeti denen bir şey var demek ki