under the oak tree 215. bölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
under the oak tree 215. bölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Kasım 2021 Cumartesi

 Under The Oak Tree - 215. Bölüm

O kadar derin bir şoktaydı ki, bir sersemliğe kapıldı ve olay yerinde kaçmayı düşünemedi bile. Kulaklarında bir uğultu sesi çınladı ve başını biraz döndürdü. Max sendeledi, bir an dengesini kaybetti, bunun korkudan mı yoksa özlemden mi olduğunu bilmiyordu. Soğuk sesi kısa bir mesafeden yankılandığında, büyük bir kayaya yaslanarak kendini zar zor tutuyordu.

"Herkese kimsenin beni rahatsız etmemesini söyledim."

Max başını eğdi ve kuru bir şekilde yutkundu. Cevap vermesi gerektiğini biliyordu ama ağzını açar açmaz kimliğinin ortaya çıkacağından endişeliydi. Max uzun bir süre orada durdu, Riftan'ın yaydığı göz korkutucu baskının altında kendi teriyle sırılsıklam oldu. Sonunda, bir kurbağanın kekelemesi gibi çıkan birkaç kelimeyi ağzından çıkarmayı başardı.

''A..afeder..siniz.''

Çevrelerine ağır bir sessizlik çöktü. Keskin bakışlarının alnını bir iğne gibi deldiğini hissetti. Daha sonra Riftan ona şüpheci bir sesle emretti.

"Kafanı kaldır."

Max, sanki tek can simidiymiş gibi kapüşonunu kavradı ve endişeyle geri adım attı. Sonra, suyun çalkalanma sesini duydu: Riftan sudan çıkıyordu. Bunu kıyafetlerin hışırtısı takip etti. Max başını kaldırmaya cesaret edemedi, ağaçların arasından umutsuzca geri çekilmenin bir yolunu aradı. Ancak, bir kaçış yolu bulamadan, büyük, ıslak ayaklar öne çıktı ve göründü. Pantolonunu giyiyordu ve şimdi tam karşısında duruyordu.

"Beni duymadın mı? Kaldır başını dedim."

Max çılgınca atan nabzını kafasında hissetti. Çaresizce etrafına baktı, kalbi şiddetle çarpıyordu ve vücudundaki tüm gözeneklerden soğuk ter damlıyordu. Kapana kısılmış bir av gibi titredi, sonra birden uzaktan Idcilla'nın telaşlı sesini duydu.

"Bizi bağışlayın efendim!" Rüzgar gibi ağaçların arasından koştu ve kendini Max ile Riftan arasına bir bariyer olarak yerleştirdi. "Yaralıları geç saatlere kadar tedavi ettik... Bu yere yaklaşmamamız konusunda bize bilgi verilmedi. Sizi rahatsız ettiğimiz için çok özür dileriz.''

Idcilla, nöbet tutması gereken askerlere ulaştığı anda Riftan'ın orada olduğunu keşfetmiş olmalıydı, bu yüzden durumu çabucak kavrayarak ve onu görüş alanından koruyarak Max'e doğru yola koyuldu.

"Lütfen özrümüzü kabul ederseniz efendim... şimdi geri döneceğiz."

Idcilla, arkasında duran Max'i daha Riftan cevap vermeye fırsat bulamadan çalılıklara doğru itti ama Riftan'ın ikisinin de gitmesine izin vermeye niyeti yoktu.

"Hala gitmenize izin vermedim."

Yüksek, otoriter sesi bir kırbaç gibiydi ve Idcilla hemen dövülmüş gibi kaskatı kesildi. Max elinden geldiğince kızın arkasına sindi, tüm gücüyle onun görüş alanından uzak durmaya çalıştı ama alçak pes sesi yankılandı.

"Arkadaki kadın, sana kaç kere başını kaldırıp yüzünü göstermeni söylemem gerekiyor?"

"Efendim... rahibeler olarak yüzlerimizi erkeklere pervasızca göstermemeliyiz."

"Seninle konuşmuyordum."

''Bizler Büyük Tapınağın koruması altındaki rahibeleriz. Hangi düzenden olursa olsun herhangi bir şövalye rütbesinin kilise doktrinlerine karşı gelme hakkı yoktur. Lütfen, anlamalısınız."

Onlara uyguladığı göz korkutucu ve dominant baskıya rağmen, Idcilla şaşırtıcı derecede sakin ve kararlı bir tonla karşılık vermeyi başardı. Max iliklerine kadar korkmasaydı kızın cesaretine hayran kalacaktı ama şu anda tüm sinirleri Riftan'a odaklanmıştı.

Boğucu bir sessizliğin ardından sonunda konuştu. ''…İyi, gidin.''

Onu desteklemek için hemen eğilen Idcilla olmasaydı, Max rahatlayarak neredeyse yere yığılmıştı. Güçlü bir el uzanıp kapüşonunun arkasını yakaladığında, ikisi hızla geldikleri yöne dönmüşlerdi. Max'in ani harekete cevap verecek zaman yoktu: kapüşonu çaresizce başından fırladı ve elbisesini çekiştirmek için uyguladığı güç nedeniyle geri düştü.

Max, Riftan'la yüzleşmek zorunda kaldı. Riftan'ın gözleriyle karşılaşınca gözleri şoktan dondu. Riftan'ın bakışları, gördüklerine inanamıyormuş gibi, başının tepesinden ayak parmaklarının ucuna kadar kaydı. Islak saçlarından damlalar yanaklarına damladı ve Max'in yüzünden aşağı yuvarlandı. Max'in yüzü ateşe verilmiş gibi kıpkırmızı yandı. Bir berduş gibi görünüyordu, önündeki kocası ise pınarlardan çıkan göksel bir doğa ruhu gibi görünüyordu. Islanmış saçları saten gibi koyu mavi bir tonda parlıyordu ve çıplak, kaslı gövdesi batan güneşin saçtığı ışıktan bakır gibi bir parıltıya sahipti.

Aralarındaki buz gibi, yoğun gerginliğe rağmen, Max onu gözleriyle içti. Aylardır görmediği kocasının yüzünü şimdi görüyordu. Korkunç anın ortasında olmasına rağmen, Riftan'ın gözleri de ondan asla uzaklaşmadı. Riftan da onu içine aldı, bakışları onunkiler kadar tutkuluydu, sonra boğazından ölçülü bir inilti çıktı.

''Sen ne-, neden buradasın…''

Yüzünü avuçlarken Riftan'ın eli titriyordu. İlk tepkisini gören Max, onu gerçekten kollarını açarak karşılayabileceğine dair saçma bir beklentiye sahipti. Ancak fantezisi kısa sürdü; odaklanmamış gözleri anında sertleşti ve onun gerçekten orada olduğunu fark ederek, alevlenen, kör bir öfke şokunun yerini aldı.

"Ne halt ediyorsun burada sen?" Riftan onun iki omzunu tuttu ve şiddetle hırladı. "Seni buraya kim getirdi?! Böyle bir yere gelirken ne düşünüyordun…?!''

"Ka-karınıza çıkışmayın!"

İdcilla, deli gibi bağıran onu alelacele durdurmaya çalıştı. Riftan'ın öfkeli bakışları ona doğru uçtu ve o hâlâ umutsuzca Max'i savunmaya çalışırken korkudan titredi.

"Karınız benim yüzümden buraya geldi. Ona destek birimine katılacağımı söyledim…!''

"Ö-öyle değil! Be-ben... kararı kendim verdim. Artık... huzursuzca be-bekleyemezdim, dayanamıyordum..."

"Yani, buraya kendi başına geldiğini mi söylüyorsun?"

Öfkeli gözleri Max'e döndü ve Max hemen ağzını kapattı. Ham, gergin bir öfke tüm vücuduna yayıldı ve Max onun gazaptan patlamak üzere olduğunu hissedebiliyordu. Bir kez bile görmek için can attığı yakışıklı kocası, şimdi cehennemin en derin çukurundan çıkmış şeytani, korkunç bir aslan gibi görünüyordu.

"Arşidük bunlardan herhangi birinin farkında mı? Ne tür bir embesil destek birimine katılmana izin verir?''

"Başka ki-kimse... bilmiyor." Max kuru dudaklarını yaladı ve boğuk bir sesle cevap verdi. "Kimliğimi... gizlice... rahibeler arasında saklıyordum."

İtirafıyla birlikte öfkesi, insan duygularıyla ifade edilemeyecek yeni bir düzeye ulaşmış gibiydi. Riftan sanki çığlık atacakmış gibi tekrar ağzını açtı ama hiçbir şey çıkmadı. Çenesi kasıldı ve dişleri ezildi, sanki tüm gücünü ve zihinsel yetilerini kontrolü yeniden kazanmak için kullanıyormuş gibiydi. Sonra yüzü bir maske takmış gibi ifadesizleşti. Bu iyiye işaret değildi. Max, Riftan sakin göründüğünde ve konuşmadığında, öfkesinin ve sabrının sınırlarına ulaştığını çok iyi biliyordu.

Riftan donuk gözlerle onun solgun yüzüne baktı, sonra Idcilla'ya döndü. "Bu işe karıştın mı?"

"I-Idcilla... o yanlış bir şey yapmadı. Hepsi benim…”

"Sen, çeneni kapalı tut."

Max, yargı önündeki bir suçlu gibi çaresizce başını eğdi. Riftan uzun, derin bir nefes aldı ve bir eliyle yüzünü sildi. Ardından bakışları arkalarındaki noktaya kaydı. Idcilla'nın peşine düşmüş gibi görünen iki asker çalıların arkasında durdu ve Riftan gelmeleri için işaret etti.

"Bu rahibeyi çadırına geri götürün."

Hızla Idcilla'ya yaklaştılar ve ona, onları takip etmesini işaret ettiler. Max onlarla birlikte kaçmaya çalıştı ama Riftan'ın ürkütücü sesi onu durdurdu.

"Düşünme bile."

Max'in omuzları yenilgiyle çöktü. Riftan kıyafetlerini ve kılıcını alarak ters yöne doğru yürümeye başladı. Max'in onu bağlı bir tay gibi takip etmekten başka seçeneği yoktu. Tamamen kapana kısılmıştı; bundan kurtulmanın yolu yoktu. Yıkıcı bir fırtınadan sonraki sessiz arife gibi, ormandan sessizce çıktılar. Kışlaya ulaştıklarında, kamp ateşlerinin etrafında yemek yiyen askerler onlara meraklı bakışlar fırlattı.

''İyi vakit geçirmiş gibi görünerek nereden geldin?'' Paralı askerlerden biri onlara yüksek sesle ıslık çaldı. "Uigru'nun reenkarnasyonu olarak damgalanmak güzel olmalı. Bu çorak yerde bile oynayacak kadın buluyorlar!''

Adam bariz bir şekilde, Riftan'ın kıyafetlerini nasıl düzgün giymediğini görerek söyledi. Her yerden kahkahalar yükseldi ve Max kendisi yüzünden Riftan'ın alay konusu olmasından bıktı. Ancak Riftan onlara ürkütücü bir bakış atıp ilerlemeye devam ederken gözünü bile kırpmadı. Adımları o kadar hızlıydı ki Max ona yetişmek için neredeyse koşmak zorunda kaldı.

Bayrağı Remdragon Şövalyeleri'nin amblemini taşıyan çadırına ulaştığında, onu kabaca içeri itti ve girişi arkalarından kapattı. Max içgüdüsel olarak geri adım atarak ondan uzaklaştı. Riftan öfkeli gözlerle ona baktı ve inledi.

"Şimdi! Kendini açıkla." Kılıcını ve kıyafetlerini şiddetle yere attı. "Bana bahaneni söyle!"

Max açıklayacak kelimeleri bulamadı ve dudakları titredi. Riftan, kafesteki vahşi bir canavar gibi çadırın içinde ileri geri yürüdü ve öfkeli bir şekilde konuştu.

''Sabırla geri dönmemi beklemen için yalvardım, yerine getirmen bu kadar zor muydu!? Onca yolu gelirken ne düşünüyordun ki! Buranın ne kadar tehlikeli olduğu hakkında hiçbir fikrin yok mu? Uygun bir refakatçin bile olmadan buraya gelirken nasıl yapabildin...!'' Riftan deli gibi çığlık attı ve korkunç bir baş ağrısı çekiyormuş gibi alnını sıktı. ''Tanrım, buraya gelirken büyük bir saldırı olsaydı ne yapacaktın? Lanet olsun! Kendine gelmen için seni baş aşağı tutup sallamam mı gerekiyor?"

"Ci-ciddi bir şey olmadı! Arşidük Şövalyeleri ve Kutsal Şövalyeler… rahibelere eşlik ettiler… buraya gelirken bana hiçbir şey olmadı.''

"Lanet olası b*k! Sadece şanslıydın, hepsi bu!'' Riftan öfkesiyle dizginleri bıraktı ve ona bağırdı. ''Büyük çaplı bir savaş olsaydı, ne kadar asker veya şövalye olursa olsun, insanlar ölecekti! Tanrı aşkına kim seni düzgün bir şekilde korumak için orada olurdu? Kim bir rahibeyi korumak için hayatını tehlikeye atar? Sadece bir hata ve ölebilirdin. Bu durumun ne kadar ciddi olduğunun farkında mısın?!"

''B-bu… herkesin başına gelebilir!'' Yoğun momentum tarafından kendinden geçen Max, heyecanla haykırdı. ''Buradaki herkes… he-herkes hayatını riske atıyor. Aynı şey senin için de geçerli Ri-Riftan. Eğer bir şa-şanssızlıkla karşılaşırsan… yaralanabilir, hatta hayatını ka-kaybedebilirdin. Yine de… Riftan hala buradasın. Ben, ben de…''

"Şimdi kendini benimle mi kıyaslıyorsun?" Riftan afalladı, sırıttı ve alaycı bir kahkaha attı. ''Hayatım boyunca savaş alanında yuvarlandım durdum. Bunu on yıldan fazla bir süredir yapıyorum! Kendini benimle nasıl karşılaştırabilirsin?!"

"Ben... Bu savaşa kılıçla girmeye niyetinde değilim! Burada genç erkekler var… ve benim gibi zayıf olan başka kadınlar da var. Herkes… çok çalışıyor, bakılması gereken yaralılar var.''

Karşılığında Riftan'ın kanı alnına tırmanmış, patlamak üzereymiş gibi görünüyordu. ''Dünyadaki herkesin buraya ölmeye, çalışmaya gelmesi ya da gelmemesi kimin umurunda! Sen burada olmamalısın!"

"Ne-neden? Sana bunu ne söyletiyor!"

"Sen bir dükün kızısın! Bir leydi! Neden herkes gibi acı çekmek için böyle bir yere gelesin ki?''

Max, onun gülünç ve absürt ifadesiyle içinde bir şeylerin kırıldığını duydu. Bundan çok rahatsızdı. Her zaman olması gerektiğini düşündüğü asil hanım değildi, sıradan bir insandı, diğer insanlardan hiçbir farkı yoktu. Onun bunu fark etmemesi o kadar sinir bozucuydu ki.

"Be-ben bir dükün kızı değilim! Ben bir şö-şövalyenin karısıyım! Be-ben bir Croix değilim... Ben bir Calypse'im!"

Riftan hiçbir şey söylemeden ona baktı. Max ona dik dik bakarken, aniden nefesini tuttu. Kara gözlerinde acının açıkça belirdiğini gördü.

"Buraya gelme sebebin bu mu?" Çok alçak bir sesle mırıldandı. "Maxiillian Calypse olduğun için mi... böyle bir yerdesin?"

"Bu-bunu kastetmedim! Be-ben sadece Riftan'ın yanında olmak istedim..."

"Tartışmanızın hararetindeyken sizi böldüğüm için beni bağışlayın." Aniden kışlaya bir ses girdi ve Max döndüğünde Uslin Rikaido'nun kapıda dimdik durduğunu gördü. ''Dışarıda toplanan bir seyirci kalabalığı var. Kuzeyli barbarlar için tam bir gösteri yapmak istemiyorsanız, şimdi durmak daha iyi olabilir."

Sonunda tekrar kendine geldiğinde Max'in yüzü maviye döndü. Riftan buz gibi gözlerle Uslin'e baktı, sonra yere fırlattığı kılıcı almaya gitti ve cübbesini başına geçirdi. Sonra Uslin'e döndü ve emirler verdi.

"Onu koru. Bir süreliğine gidip kafamı serinletmem gerekiyor."

Max hızla koştu ve tam kışladan çıkmak üzereyken kolunu tuttu. ''Ri-Riftan… lütfen kızma ve beni dinle. Senin için çok endişelendim... Buraya gelmeden edemedim. Dayanamadım… boş boş beklemeye''

"Sonra konuşacağız."

Kolunu yavaşça ondan çekti. Max ondan uzaklaşırken gözlerindeki şoku gizleyemedi. Riftan sadece sakin bir ifadeyle ona baktı, sonra arkasını döndü ve uzaklaştı.

''Şu anda, sonradan pişman olacağım şeyler söylemeye başlayabilirim. Soğuyunca geri geleceğim, şimdilik bekle.''

Gece meltemi esip onun cansız bedeninde süzülürken, Max boş gözlerle girişe baktı. Gözyaşları üzüntüyle yanaklarına döküldü ve Max bunu kollarıyla çabucak sildi. Kenardan tek kelime etmeden izleyen Uslin beceriksizce konuştu.

"... Ruth ve Elliot'ı çağıracağım." Askerlere dışarıda nöbet tutmalarını emretti, sonra tekrar ona döndü. "Bu adamlar biraz daha iyi hissetmene yardımcı olabilir."

Uslin ne yapacağını bilemiyor gibiydi, ona yabancı bir ifadeyle bakıyordu. Sanki hayatlarında ilk kez karşılaşıyorlarmış gibi hissediyorlardı.

Ç/N: Off ne yalan söyleyeyim bu ikilinin tartışmalarını seviyorum.. Kendilerini biraz olsun daha iyi ifade ediyorlar gibi geliyor bana.. Bu arada bölümün başında da kahkaha atmadım değil Max'in ve Idcilla'nın hallerine ahahahah

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm