Under The Oak Tree - 25. Bölüm
(Büyüye Göz Atış)
Max, Riftan'ın vücudundan yayılan ısıyı hissetti, bir kolunu onun boynuna dolarken çenesi kadının asi saçlarına değdi. İçinde tuhaf bir fikir vardı: Bunu onun üşüdüğünü düşündüğü için yaptığını düşündü ve kirpiklerinin altından ona baktı, ne yapacağını bilemez haldeydi.
Sözlerini doğrularcasına, kimse onların yakınlığına dikkat etmedi; belki de yoklarmış gibi yaptılar. Yine de Max, bir erkeğe bu kadar yakın olacak kadar arsız değildi... kocası olsa bile.
Dili, olası öfkesine karşı temkinli bir şekilde söylemek için uygun kelimeleri bir araya getirdi. "Ben-ben iyiyim. B-ben, yani… sa-sadece biraz daha uzakta ol…”
"Onu rahatsız ediyorsun. Lütfen düşünceli ol.”
Max onları bölen ani sesle başını kaldırdı. Sadece sıradan bir kesinti değil, aynı zamanda sözde kaptanları olan Riftan'ı azarlayan bir asttı. Elinde küçük bir lambayla üç-dört adım ötede duran yirmili yaşlarının başında gibi görünen ince bir genç adamdan geldiğini buldu.
"Her şeye burnunu sokma, Ruth. Yürü." Riftan neredeyse sabırsızca içini çekti.
Onun soğuk karşılamasından etkilenmeyen Ruth, soğukkanlılıkla cevap vermeyi başardı.
"Daha ne kadar bir barbar gibi hırlamaya devam edeceksin. Seni rahatsız etmeyeceğim, bu yüzden bunu yapmayı kesebilirsin."
Böyle küstah sözler üzerine Max'in gözleri şaşkınlıkla fal taşı gibi açıldı. Durmaksızın Riftan'a karşı konuşmaya çalışan adam, kadının bakışlarını yakaladı ve bu sefer bakışları ona çevrildi. Onun saygısızca bir şey yaptığını görmüş gibi hisseden Max aceleyle ayağa kalktı.
Riftan sanki bir ip tarafından tutulmuş gibi, isteksizce doğrulup onu takip etti. "…senin işin nedir?" dedi sonunda, sesi öncekinden biraz daha yumuşaktı.
"Bunu getirdim," diye parlayan ışığı kaldırdı, "çünkü üşüyeceğini düşündüm." Söz konusu 'sen' ile adres gösterilmemiş olsa da, bahsettiği kişinin Max olduğu açıktı.
Elleri daha sonra yan ceplerine daldı ve tekrar çıkarmadan önce epey bir süre karıştırdı. Yumuşak ışıklar yayan minik çakıllar adamın avucunu aydınlattı. Bunu gören Max, etrafını bir sükûnet sardığını hissetti.
Adamın adımlarıyla ışıklar daha da yakınlaştı. "Ateş Mana Taşı ¹. Seni sıcak tutmak için bir büyü. İşte, al ve kendine yakın tut" dedi.
Max anında kızardı, "B-ben... Bayım, bu benim için mi?"
Bu beklenmedik nezaket karşısında şaşkınlığını gizleyemedi ve bu adamın kaşlarını da kaldırdı.
"Başka kimin için olacak? Burada toplanan insanlar, dayanıklı donun altında bile çırılçıplak kalabilen güçlü adamlar,” sözlerinin alıcı tarafında bir kadın olup olmadığını zerre kadar umursamadan dikkatsiz bir tavırla tükürdü.
Daha sonra açıklamaya devam etti, “Ama sen farklısın. Görünen o ki senin de pek dayanma gücün yok… Her halükarda burada üşütürsen benim sorumluluğum olacak. Bunu bir önlem olarak düşün.”
Max, bir yük olabileceğini duyunca başka bir söz söylemeden onu eline aldı. Tıpkı açıkladığı gibi, taş eline geçer geçmez ılık hava tüm vücudunu nazikçe sardı. Bir an için sadece hayretle taşa bakarken, cömertliği için ona henüz teşekkür etmediğini fark etti.
Panik içinde başını kaldırdı. "Te-teşekkür ederim... Ba-, bay Ruth."
Adamın suskun yüzü, kadının mırıldanan minnettarlığı karşısında yumuşadı. "Ben bir şövalye değilim, bir büyücüyüm. Bana Ruth diyebilirsin," dedi.
Adam daha sonra arkasını döndü ve sanki amacı her ne ise bitmiş gibi diğer taraftaki oturağına geri döndü. Konuşmalarını sessizce izleyen Riftan geri yattı ve onu da yanına çekti. Max dokunuşundaki titremeyi ve onunla birlikte gelen gerginliği hissedebiliyordu.
"Yorgunsun." Başladı, "Uyu. Yarın şafağın ilk ışıkları doğar doğmaz yola çıkacağız."
Riftan'ın eli daha sonra yan tarafına yerleştirilen kandilden gelen ışığı kapatmak için hareket etti. Sanki diğer şövalyeler onu bekliyormuş gibi, odadaki ışıklar domino taşları gibi söndü ve ortalığı kasvetli bir karanlığa boğdu. Adamın kollarında huzursuzca kıpırdanan Max, gelen korkunç yorgunluğa dayanamadı ve gözlerini kapadı.
Göğsünden gelen istikrarlı gürültü, ninniye benzer seslerle yanağına temas ediyordu. Ve anında, böyle bir yerde uyuma endişesi yok oldu, yerini derin bir uyku aldı.
*
Sabah çökerken, bir zamanlar köyün dün geceki ürkütücü görüntüsü gitmiş, yerini canlı bir parıltı almıştı. Gözlerinin önünde, klübe dizisinin ötesinde bir arka fon misali, Yudical ormanı panoramik bir manzara sunuyordu. Durgun bir sabahta okyanus dalgaları gibi hareket eden sonsuz altın buğday tarlaları gözlerinin önünde uzanıyordu.
Max, elindeki tek akıntıyla yüzünü yıkamak için depodan ayrıldı. Sabahın erken saatlerinde su neredeyse ellerini donduracak kadar soğuktu. Uzun, birbirine dolanmış saçlarını bir asma gibi ıslattı, serin esinti nemli yüzünü öpüyor ve hafif rüzgarda tüylerinin diken diken olmasına neden oluyordu.
Çeki düzen için çok az çaba sarf edilebileceğini fark eden Max, elbisesinin kollarıyla dikkatlice yüzündeki suyu silerek depoya döndü. Döndüğünde, şövalyelerin yola çıkmak için hazır bir şekilde arabanın önünde toplandıklarını gördü.
Onu ilk gören Riftan oldu. "Hey, etrafta tek başına dolaşma."
"B-ben üzgünüm." Onun sert sesiyle başını eğdi ve ileri atıldı. Riftan daha sonra onu arabaya kaldırdı, sanki hala onun için verecek öğütü varmış gibi kaşları hâlâ yerindeydi.
Ve beklendiği gibi ekledi, "Asla kendi başına hareket etme. Yudical ormanları bir sürü canavara ev sahipliği yapıyor.”
Max ilk gün gördüğü korkunç varlıkları hatırlayarak titredi. Ancak onu korkudan titreten, onların saldırılarına karşı çaresizliğiydi.
"Ev-evet, dikkatli olacağım."
Ç/N: Sonundaaaaa Ruth geldii 😍
¹: Mana dedilen şeyi biliyorsunuzdur ama yine de ben açıklamaya çalışayım belki hiç duymayan vardır. Gerçi ilerleyen bölümlerde seri içinde de açıklanacak ama şöyle bir ön bilginiz olsun. Mana büyü yapabilmek için insanın kendi içinde biriktirdiği büyü gücü gibi bir şey. Hatta bu mana taşları fantastik online oyunlarda falan çok kullanılıyor..