Lucia - 56.1 Bölüm
Başkente (2)
'Ferahlatıcı...'
Lucia, yanan bir ateşin içinde hapsolmuş ve nefes alamıyormuş gibi hissetti, sonra özenli bir dokunuş vücudunu süpürmeye başladı ve yavaş yavaş tekrar nefes alabildi.
Yavaş yavaş bilinci yerine geldi ve yavaşça gözlerini açtı. Onu önünde görebiliyordu ama bunun bir rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu anlayamadı.
"Vivian."
Hugo adını seslendi, sesinde bir aciliyet duygusu vardı.
''…Hugh.''
Lucia onun sesini duyduğunda, aniden duygulandı. Onu yakalayacakmış gibi Hugo'ya uzandı.
"Haa..."
Hugo rahat bir nefes aldı. Vücudunu örtmek için ince battaniyeyi kaldırdı, sonra elini tuttu ve elinin arkasını öptü.
Terden ıslanmış saçlarını topladı, bir kenara taradı, sonra bir havluyla alnını sildi. Hugo'nun gözlerinin endişeyle dolu olduğunu gören Lucia midesinin bulandığını hissetti.
Sadece hazımsızlık yüzünden değildi. Annesi öldüğünden beri ilk kez, hasta olduğu zaman birisi onunla ilgileniyordu.
Gözlerinden yaşlar süzülüp düşmeye başladı. Hugo'nun ifadesi bu manzara karşısında sertleşti.
"Kimse yok Mu! Doktor nerede!"
Birilerini çağırmak için ipi kullanmayı unuttuğunu ve çığlık attığını gören Lucia, elini sıktı.
'İyi olacak.'
Nedense bu düşünce kafasından geçti. Başkente gitseler bile her şeyin iyi olacağı düşüncesi. Bu huzurun ve mutluluğun bozulmayacağına dair belirsiz bir inançtı.
"Hugh. Başkente gidersek, sadakatsizlik yapacak mısın?''
"…Ne?"
'Gerçekten çok acı çekiyor olmalı,' diye düşündü Hugo ve aynı zamanda ona hiç güvenmediğinin farkına varması onu güçsüz hissettirdi. Karısının aklında, hala güvenilir olmaktan uzaktı.
"Bunu asla yapmayacağım." (Hugo)
Lucia onu sessizce izledi ve sonra küçük bir kahkaha attı.
"O zaman sorun yok."
'Sana güveneceğim.'
Başka bir kadını olsa bile kandırıp, onu aldatırken gizlice saklanacak biri değildi. Bunu açıkça söylemeyi tercih edecek türde biriydi.
'Sonuçta, iyi yalan söyleyemiyor.'
Onu birkaç kez hazırlıksız yakalandıktan sonra Hugo'nun utandığını görmüştü. Hizmetçilere emir verdiğinde, onu yalan söylemekten alıkoyan hiçbir şey yoktu, bu yüzden yalan söylemenin büyük olasılıkla onun zayıf noktası olduğunu düşündü.
'Ama başkentin siyasi mücadelesinde yalan söylemek esastır. O iyi olacak mı?'
Hugo'nun soğuk maskesi sadece Lucia'nın önünde bozuluyordu. Lucia, aslında hiç endişelenmesi gerekmeyen bir şey için endişeleniyordu. Rüyasındaki Hugo'yu ve evliliklerinden önceki Hugo'yu çoktan unutmuş gibiydi.
'O zaman sorun yok' da ne demek? İyi mi? Ne iyi?'
Hugo onu sarsmak ve ne düşündüğünü sormak istedi. Tam o sırada Anna içeri girdi ve Lucia ile semptomları hakkında soru ve cevap alışverişinde bulunurken, Hugo kendi karmaşık duygularını çözmekle meşguldü.
Karısı her zaman bu kadar zor muydu? Gerçekten bilmiyordu. Hugo eskiden kadınlara takı verince her şeyin çözüleceğini düşünürdü. Şimdiye kadar hiçbir şey ona bu kadar zorluk çıkarmamıştı.
"Bulantını yatıştırmak için sindirim ilacı yazacağım. İlacı alıp güzelce uyuduktan sonra, iyi olmalısın.''
Hugo ilacın getirilmesini beklerken Lucia'nın alnındaki teri silmeye devam etti. Yüksek ateşi hala düşmemişti ve nefesi de hala düzensizdi. Hugo, hasta bir insanı çok uzun süre konuşturamazdı, bu yüzden o an için kafasını dağıtan düşüncelerini bir kenara itti.
"Neden bu kadar aptallık ettin? Hastaysan, hemen birini çağırmalıydın.''
"İyi olacağını düşünmüştüm."
"Bir felaket olabilirdi. Bilincini kaybettin."
"Şafak mı oldu? Ne yapacağız? Erken çıkmak zorundasın ama fazla uyuyamadın."
"Şu an sorun bu değil."
Hugo sesini olabildiğince alçalttı ve ona kızmamaya çalıştı. Karısı onu kızdıracak yanlış bir şey yapmamıştı. Üzülen sadece Hugo'nun kendi kalbiydi.
"Sık sık hasta olduğunu duydum." (Hugo)
"Öyle miymişim?"
"Baş ağrıların."
''Ah… bu sadece yaygın bir şey.''
"Tamamen tedavi edilemez mi?"
Lucic hafifçe kıkırdadı.
"Sen böyle söyleyince kulağa ölümcül bir hastalık gibi geliyor. Ciddi bir şey değil. Sık karın ağrısı çeken biri misali. Elden bir şey gelmez."
"Ciddi ya da değil, hasta olmandan nefret ediyorum."
"Hastalanmamaya dikkat edeceğim."
"Demek istediğim bu değil... Hastayken ya da acı içindeyken bunu benden saklama. Kocan olarak, bu kadarını bilmeyi hak ediyorum.''
"Tamam, saklamayacağım."
Hizmetçi kısa bir süre sonra ilaçla geldi. Hugo Lucia'yı göğsüne bastırdı ve ilacı yedirdi, ardından yeni kuru giysiler giymesine yardım etti. Lucia ilacı aldıktan kısa bir süre sonra uykuya daldı. Bununla, gecenin ani kargaşasının sona erdiği varsayıldı.
Gün ağarmadan Lucia'nın ateşi yeniden yükselmeye başladı. İlaç dahil her şeyi kustu ve ateşi art arda yükseldi ve düştü. Hugo, ateşini düşürmeye çalışırken bütün gece uyumadı.
Hugo, ikinci kez çağrılan Anna'ya öfkesini dile getirdi.
"Hazımsızlık olduğunu söylemedin mi? Bu nedir! İlacı midesinde bile tutamıyor!"
Kuzeyli soylular bunu görse, Taran Dükü'nün öfkelendiğinde alevler saçan bir ejderhaya dönüştüğü söylentisini hatırlarlardı. Dük'ün öfkesiyle ilk kez karşılaşan Anna o kadar gergindi ki parmakları uyuştu.
Bileşenleri bilmeden Philip'in tedavisini Madam'a verdiğini sadece Madam ve kendisinin biliyor olmasının bir lütuf olduğunu o zaman fark etti. Anna içgüdüsel olarak Dük'ün bunu öğrendiği takdirde kafasını kaybedeceğini hissetti.
"Be-bence leydinin midesi üzgün. Bir ihtimal, leydi son zamanlarda şok oldu mu ya da çok şaşırdı mı? Ek psikolojik faktörler varsa hazımsızlık kötüleşebilir.''
Hugo kaşlarını çattı ve düşüncelere daldı. Kralın ölümünün duyulması dışında, her zamankinden farklı bir şey yoktu.
'Yani Kral'ın ölümüyle mi şok oldu?'
Hugo babasına karşı hiçbir sevgi beslemediği için, normal insanların ebeveynlerinin ölümüne karşı hissedecekleri duyguları gözden kaçırmıştı.
Aslında karısı babası hakkında hiç konuşmamış ama sık sık annesinden bahsetmişti bu yüzden Hugo, Kral'ın onun babası olduğunu bile unutuyordu. Yine de onlar aynı et ve kemiktendi, bu yüzden belki de içinde dile getirmediği bazı duygular kalmış olabilirdi.
Haberleri ona aktarırken düşünceli davranmamıştı. Hugo, kendi hassasiyet eksikliğine kızdı.
* * *
Lucia yediği her şeyi kusuyordu, böylece iki gün boyunca sadece arpa çayı içebildi, sonra nihayet üçüncü gün midesine biraz sulandırılmış yiyecek alabildi. Pirinç lapasının yarısını yedi, sonra yatağa yaslandı ve gözlerini kapadı.
'Başkente gitmek konusunda çok endişelenmiş olmalıyım.'
İlk kez bu kadar korkunç bir hazımsızlık vakası yaşıyordu. Alnında soğuk bir el hissetti ve gözlerini açtı. Kocası yanındaydı.
''…Ateş şimdi biraz düşmüş gibi görünüyor.''
Hugo başkente gitme planlarını erteledi ve tüm zaman boyunca onun yanında kaldı, bu yüzden Lucia üzgün, müteşekkir ve işini etkileyeceğinden endişelendi.
"Artık gerçekten iyiyim."
Hugo hafifçe kaşlarını çattı. 'İyiyim' kelimeleri ağzına yapışmış gibiydi. Hastaydı, bu yüzden Hugo onu rahatsız hissettirmek istemedi. Derin bir nefes aldı ve kendini sakinleştirdi.
"Biraz yulaf lapası yediğini duydum. İyi hissediyor musun?"
''Evet, şimdi yediklerimi sindirebiliyorum gibi görünüyor, midem de bulanmıyor."
"Herhangi bir yerin rahatsız hissediyor mu? Bir süre iyi yemek yiyemedin, başın dönüyor mu?''
"Birkaç gün yemek yemezsem ölmem. Sadece midem biraz rahatsızdı."
"Ölümcül hastalık olmayanlar hastalıktan sayılmıyor değil."
Hastayken bile karısı hiçbir şey istemedi. Yediği her şeyi kusacak kadar hasta olmasına ve ateşi onu korkutacak kadar yüksek olmasına rağmen canının yandığını bile söylemedi.
Hugo onun solgun tenini her gördüğünde, karısı ona sürekli başkente ne zaman gideceğini soruyordu. Ve Hugo birkaç kez ona 'gerçekten acımasızsın' diye cevap vermek istedi ama bu sözleri geri yuttu.
'Gerçekten o kadar güvenilmez mi görünüyorum?' (Hugo)
Yanında kalıp onu izlerken endişeli hissetti.
"Sanırım artık başkente gitmeliyim."
Aciliyet artık sınıra ulaşmıştı. Veliaht mektuplar gönderiyordu ama sonunda kendini tutamadı ve bu sabah gelen bir haberci gönderdi. En azından ulusal cenaze bitene kadar Hugo başkentte olmalıydı.
O hastayken gitmek zorunda kalması çok can sıkıcıydı ama karısının hasta olduğunu bahane edemezdi. Açıkça söylemek gerekirse, ölümcül hasta değildi, bu yüzden bu bahaneyi yapamazdı.
"İyiyim. Gitmek zorundasın, değil mi?"
Onun zayıf ama saf gülümsemesini görünce Hugo'nun göğsü uyuştu. Karısı ona hiç zorluk çıkarmadı. Ama Hugo karısının onu biraz rahatsız etmesini umuyordu. Eğer ona sarılır ve gitmemesini söylerse, her şeyi bir kenara atıp onun yanında kalırdı. Kadını yatakta hasta yatıyordu, bu yüzden kralın ölüp ölmemesi kimin umurundaydı.
"Biraz dinlen. Başka bir şey düşünme. İlacını al ve öğünlerini atlama.''
"Dırdırın arttı."
"Hoşuna gitmiyorsa, o zaman sen de beni endişelendirme."
Hugo eğilip onun başını, alnını ve kuru dudaklarını öptü.
"Vivian, gerçekten iyi misin?"
Lucia ona birkaç kez güvence vermesine rağmen, Hugo endişeli bir bakışla onu izleyerek yerinde diretti, sonra nihayet gitmek için arkasını döndü.
Kapı kapanıp oda sessizleşirken, Lucia görüşünün bulanıklaştığını hissetti ve gözlerini kırptı. Gözyaşları yastığa doğru süzüldü. Belki de hastalığı yüzündendi, duygularına hakimiyeti önemli ölçüde zayıflamış görünüyordu.
Ona gitmemesini söylemek istiyordu. Hasta olduğundan ve bunun zor olduğundan şikayet etmek istedi.
[Kadınlar bazen aşklarının nesnesini kaybettiklerinde darmadağın olurlar.]
Bu Madam Michelle'in bir süre önce söylediği bir şeydi. Kontes'in sözleri yanlış değildi. Kendi ayakları üzerinde durmadan sadece ona güvenirse, o giderse tamamen çökerdi.
Madam Michelle'in bahsettiği uygun mesafe ne dereceye kadardı? Lucia bu sorunun kesin cevabını bilmek istiyordu.
Ç/N: Hugo Lucia'nın ona gitme demesini istiyor ama diyemiyor, Lucia da ona gitme demek istiyor ama diyemiyor :(((