2 Ocak 2022 Pazar

 Lucia - 57.1 Bölüm

 Başkente (3)

Takip eden tartışma gayri resmiydi, ancak daha önemli kişilerin katılmasıyla ve ilgili kişilerin yüzlerine bakıldığında neredeyse bir kabine toplantısı gibiydi.

Uzun tartışma bittikten sonra Hugo ayağa kalktı ve yan tarafta duran ve bir süredir hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranan göz alıcı adamın omzunu sıvazladı.

"Çok çalıştın."

Göz alıcı adam Roy, sanki bunu kabul ettiğini söylemek istercesine sırıttı. Hugo gittikten sonra Kwiz, efendisini bekleyen bir köpek gibi kapıya bakan Roy'un görüntüsüne dayanamadı, bu yüzden konuştu.

"Sör Krotin, gerçekten şövalyem olmakla ilgilenmiyor musun?"

"İlgilenmiyorum."

İlk başta, Taran Dükü, yanına bir eskort şövalyesi yerleştireceğini söylediğinde, Kwiz, bu şövalyenin eski statüsü soylu bir kimse olmadığı için biraz rahatsız oldu.

Üstelik, görgüsüz ve inanılmaz derecede küstah biriydi. Roy, Taran Dükü'nün yakın arkadaşı ve eski muhafızı olmasaydı, Kwiz onu kovardı.

Ancak zaman geçtikçe şövalyenin değeri gün yüzüne çıktı. Geçen yıl, Kwiz'in hayatının Sör Krotin sayesinde defalarca kez kurtarıldı. Kaçmaya çalışan suikastçılar Sör Krotin'in önünde böcek gibi yakalanıp katledildi.

Onun muazzam becerisini bilen Kwiz, her fırsatta Krotin'i kendi şövalyesi olmaya ikna etmeye çalıştı ama Krotin bunu düşünüyormuş gibi görünmüyordu bile.

"Sebebi nedir? Şövalyem olursan, şimdi aldığından daha fazla güç ve ücret alabilirsin. Bunu hiç istemiyor musun?"

"Bununla gerçekten ilgilenmiyorum."

"Öyleyse, Dük'ten ne alıyorsun? Ona bir şövalye olarak hayran olduğun için mi?"

"Daha gerçekçi bir sebep var. Lordum düello yapmama izin veriyor.''

"Düello? Bu her yerde yapabileceğin bir şey değil mi?''

''Yalnızca Lordumun yanında, rakibim incinmesini umursamadan sonuna kadar savaşabilirim. Başka bir yerde bu kadar eğlenemem.''

"…Anlıyorum."

Kwiz biraz bıkmış hissetti. Krotin çok yetenekliydi ve kendi şövalyelerinden hiç kimse ona karşı bir düzineden fazla raund dayanamazdı. Yine de Krotin'in kendi temposunu kontrol altında tuttuğu ve gücünü rakiplerine göre ayarladığı açıktı.

Bu, etrafındaki en iyi şövalyelere sahip olmaktan her zaman gurur duyan Kwiz'e büyük bir şok verdi. Ama çok geçmeden, şövalyelerinin zayıf olmadığını, Krotin'in çok güçlü olduğunu kabul etti.

'Taran Dükü o kadar güçlü mü?'

Kwiz, Taran Dükü'nün savaş alanında birçok kez kılıç kullandığını bizzat görmüştü. Harika olduğunu biliyordu ama savaş çok dengesiz olduğundan, koyunların ortasındaki bir kaplan gibi, Dük'ün yeteneğinin boyutunu tam olarak söyleyemedi.

'Ve şimdi düşünüyorum da, o zamandan beri Taran Dükü'nü biriyle düello yaparken görmedim.'

Taran Dükü'nün kılıcını kaldırdığı tek zaman, düşmanını kestiği zamandı. Aslında bir düşünüldüğünde, oldukça korkunçtu. Savaşçılar güçlerini göstermeyi severdi ama Taran Dükü bir şövalye olmasına rağmen bunu yapmadı.

Belki de bu yüzden, Kwiz kılıçsız Taran Dükü ile karşılaştığında bazen Dük'ün bir şövalye olduğunu unutuyordu.

"Düello yaparsanız kim kazanır? Hiç uzama olmadan kazandın mı?'' (Kwiz)

Roy gözlerini devirdi ve kahkahalara boğuldu. Toplantıya katılanlar, Roy'un prensin önünde sergilediği umursamaz ve kaba tavrına artık bir şekilde alışmışlardı, bu yüzden dışarıdan herhangi bir tepki göstermediler.

"Kazanmak? Kim? Ben mi? Hayattaki amacım bu benim. Her ne kadar ulaşıp ulaşamayacağımı bilmesem de.''

"Daha önce hiç kazanmadığını mı söylüyorsun?"

"Dürüst olmak gerekirse, Lordum düellolarımıza kendini tümüyle vermez. Görünüşe göre, bu onun için sinir bozucuymuş. Öldüremeyeceği bir şey için neden çabalaması gerektiğini söyler hep.''

''…''

''Bazen Lordum kılıcı çekmeme bile izin vermiyor. Kılıcı savurmadan önce dikkatli olmalıyım.''

"…Neden?"

"Çünkü morali bozuk olabilir. Bu durumda, savaş ya da her neyse, sonuç olarak sadece dayak yerim.''

''…O muameleye rağmen bile mi orayı seviyorsun?''

"Bu daha çok, lordumun güvendiği birkaç kişiden biri olduğum anlamına geliyor."

"Onun tarafından dövülmek mi?"

"Bu güvenin kanıtıdır. Lordum, bir şeyi dövmekle uğraşmaktansa öldürmeyi tercih eder.''

Kwiz'in söyleyecek başka bir şeyi yoktu. Her neyse, bu beklenmedik bir hasattı. Taran Dükü, bilinenden çok daha kötü bir tabiata sahipti.

* * *

"Dük Taran!"

Hugo yürümeyi bıraktı ve arkasını döndü. Onu çağıran sesin sahibi hızla yanına yaklaştı.

"Biraz zamanınız varsa, bir süre bana eşlik etmek ister misiniz?"

Sevimli bir gülümsemeye sahip genç adam Kont David Ramis'ti. Dük Ramis'in en büyük oğlu olarak reşit olduğunda, Kont unvanıyla birlikte babasının mülkünün bir kısmını devraldı. Aynı zamanda Veliaht Prens'in kayınbiraderiydi.

Kwiz tahta oturduğunda, David gelecekte gücün merkezine yükseleceğinden emindi.

David, Hugo ile aynı yaştaydı. Ancak aralarında çok büyük bir fark vardı. Hugo bir Dük'tü ve ailesinin reisiydi, David ise bir Dük'ün halefinden başka bir şey değildi.

Bu yüzden David'in Hugo'yu 'Dük Taran' diye çağırması çok kaba bir davranıştı. Hugo'ya bu şekilde hitap edebilmek için en azından bir Dük olmanız gerekiyordu. Ve tartışmaya açık olarak, bir Dük bile Hugo'ya saygıyla hitap etmek zorunda kaldı.

Resmi olarak bile, Taran Dükü'nün konumu kraliyet muamelesinin alıcısıydı. Hugo, David'in içini görebiliyordu.

Adam dışarıdan sevimli bir şekilde gülümsüyordu ama içten içe rekabetle doluydu.

Acemi. Hugo içten içe dudak büktü ama görünüşte ifadesi suskun kaldı.

"Uyum sağlayacağıma inanmıyorum"

Hugo, David'e ve ona kuyruk gibi yapışan yaverlerine kısa bir bakış attıktan sonra yanıt verdi. Her halükarda Hugo, Ramis Dükü'nün yüzünü düşündü ve onlara yeterli nezaketle davrandı.

"Ha-ha. Neden bahsediyorsunuz? Eminim Dük bizimleyse, ortam daha da parlak hale gelecektir."

"Demek istediğim sadece benim parlayacağımdan endişeleniyorum."

Bu alaycı sözün ardındaki anlamı anlayamayan kimse yoktu. David'in gözleri utançla büyüdü ve kulakları kıpkırmızı oldu.

İlk defa bu kadar açık bir şekilde geri çevrildi. David'in etrafındaki insanlar her zaman ona bağlılıklarını kanıtlamaya çalıştılar çünkü o bir sonraki Dük olacak şekilde konumlandı.

''Hahaha, tıpkı duyduğum gibi, açık sözlü birisiniz. Değerli tavsiyelerinizi benimle paylaşır mısınız?''

"Bunu babandan al. Babanın sana söyleyeceği bir şey yoksa gel ve beni bul.''

Taran Dükü aniden döndü ve David'in vaktini daha fazla çalamaması için uzaklaşmaya başladı. David aşağılanma karşısında yumruklarını sıktı ve yaverleri onun ruh halini hissederek gizlice sırtını kaşımaya başladılar. 

"Şövalye olduğunu duymuştum ama ne kadar kaba."

"Toplantımıza gelseydi daha zararlı olurdu."

David genişçe gülümsedi.

''Şövalye doğumlu olsa bile, mükemmel bir birey. Bu yüzden Majesteleri, Veliaht Prens ona bu kadar güveniyor." (David)

''Öyle olsa bile, Efendimiz Dük Ramis ile karşılaştırılabilir mi? Efendimiz, bu ulusun gelecekteki kraliçesinin babası değil mi? Daha uzağa bakarsa, siz efendimiz ise bu ulusun tahtına çıkan kişinin amcası olacaksınız.''

David, yaverinin iltifatından memnun olarak gülümsedi.

'Aslında. Ne kadar kibirli davransa da babamı geçemez. Ne de olsa, Majestelerine kan bağıyla sıkı sıkıya bağlıyız.'

Hugo, David'i hiç umursamıyordu ama David, Taran Dükü'ne karşı rekabet içindeydi. David'den daha yüksek statüye ve otoriteye sahip birçok soylu vardı. Ama hepsi kıdemliydi, yaşları oldukça ilerliyordu.

Bu nedenle, Taran Dükü dışında David'in yaşı civarında hiçbir rakip yoktu. Ve Taran Dükü, David ile aynı yaşta olmasına rağmen, şimdiden bir Dük'tü. Savaş alanını süpürerek ün kazandı ve Veliaht Prens'in onu elde etmek için nasıl büyük çabalar harcadığıyla çok ünlüydü.

Babası bile Taran Dükü'nü göklere çıkardı. Babası onu birkaç kez Taran Dükü'nün bir ayı postu giydiği ama gerçekte bir tilki olduğu ve kişinin karşısındaki söz ve davranışlarına dikkat etmesi gerektiği konusunda uyardı.

David onaylayarak yanıtladı ama içten içe alay etti. Taran Dükü ne zaman ortaya çıksa herkesin dikkati ona çevrildiği için çok mutsuzdu. Savaş alanında birkaç kez kılıcı sallamasında bu kadar harika olan şey neydi?

David, Taran Dükü'nü savaş alanında bir kez bile görmüş olsaydı, böyle bir düşünceye sahip olmayacaktı, ancak son savaş boyunca güvenli bir şekilde arka saflardaydı.

'Ne olursa olsun, o sadece cahil bir şövalye.'

David temelsiz bir güvenle doluydu.

Ç/N: Ahahah David cahil cahil konuşma litfen.. Kaç bölümdür burada boştan yere mi Taran Dükü öven satırlar çeviriyorum ben.. Valla alır aklını iki saniyede benden demesi asdfghjkl

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

Meşe Ağacı ve Uigru Efsanesi Hakkında Teori

 Selam çok sevgili ve biricik Under the Oak Tree okuyucularım 🙋 Nassınızzz? Başlıktan da anlayacağınız üzere bugün sizlere bu efsane ile ilgili gördüğüm ve yine kendi fark ettiğim bazı ayrıntılar ve teoriler hakkında bir yazı yazmaya karar verdim.  Evet çünkü neden yapmayayım değil mi? Sonuçta bu yazıyı yazıyorum çünkü elimde şu an asdfghjkl Neyse çok uzatmayım bu giriş kısmını 😅 Yalnız bu yazının spoiler içeriyor olduğu konusunda da sizleri uyarayım. Henüz noveli hiç okumamış biri okumasın ama güncele gelmiş olanlar rahatlıkla okuyabilirler.

Eminim hepimiz bu Uigru efsanesini duyduğumuzdan beri bunun ana karakterlerimizle yani Riftan ile Maxi'nin hikayesiyle bağlantısı olur mu diye merak ediyoruz. Böyle bir şey olabilir de olmayadabilir. Sonuçta her efsane gerçek diye bir şey yok. Yaşadığımız gerçek dünyada bile sayısız efsane var ama doğrular mı uydurmalar mı tartışılır. Yazar da sadece kitap için böyle bir efsane tasarlamış olabilir. Ama tabii biz yine de inceleyelim çünkü birazdan göreceksiniz aşırı benzer veya bağlantılı nokta var.


Şimdi öncelikle Uigru'nun kim olduğunu hatırlayarak başlayalım. Yöreden yöreye değişse de genel efsane şudur ki tanrılar Uigru adlı şövaleye bir kılıç bahşeder ve o da batı dünyasını birleştirip Roem Krallığını kurarken karanlık savaşlara son verir. Aynı zamanda efsanevi şövalyenin beyaz bir ejderhaya binip gökyüzüne yükseldiği de söylenir. Hatta o kadar meşhur ki bu olay birçok sanat eserine de ilham kaynağı olur. Ki bizler de novel içinde ara ara görüyoruz zaten heykelleri, resimleri vs. tarif ediliyor. (Bknz: 63. Bölüm) İşte bu beyaz ejderhaya binip gökyüzüne yükseldiği bölge de Anatol'da bir tepe. İşte bu yüzden oranın halkı daha çok inanıyor diyebiliriz efsaneye.

Şimdi bu efsanevi şövalyenin reenkarnasyonu olduğuna inanılan bazı şövalyeler de var. Yani daha doğrusu ancak onun reenkarnasyonu bu kadar güçlü olabilir felsefesiyle düşündükleri şövalyeler bunlar. Bu unvana sahip olabilmek öyle kolay değil. Sadece mükemmel yetenekli olmak yetmiyor aynı zamanda sayısız başka şövalyenin de ezici desteğine sahip olmak ve yeteneklerini ön plana çıkarabilmek, 7 krallık barışına katkı sağlamaları gibi birçok etken var. Şimdi bu unvana sahip totalde 5 şövalye var. Birini zaten hepimiz biliyoruz bizim Riftan Calypse. Diğer şövalyeleri henüz tam olarak tanımadınız ama özellikle 2'sini daha yakından öğreneceksiniz 2. kitapta. Bunlardan biri Kutsal Şövalyelerin lideri Quahel Leon ki aynı zamanda kendisi rahip, diğeri de Livadon'un Kraliyet Şövalyeleri'nin lideri Sejour Aren. Diğer ikisini hatırlamıyorum ama onlar da yine diğer ülkelerden böyle üst düzey şövalyeler. Ve yine yanlış hatırlamıyorsam bu 5 şövalyenin içinde soylu bir geçmişe sahip olmayan tek şövalye Riftan. 

Gelelim şimdi meşe ağacı efsanesinin ne olduğuna. Efsaneye göre meşe ağacının ruhu beline bir bez bağlayarak ve şövalyenin başına bir çiçek tacı takarak onu baştan çıkarmıştır. Ve Uigru ile meşe ruhu sevişir ve insanlar meşe ağacının ruhunun hala gökyüzüne uçan şövalyenin geri dönmesini beklediğine inanır. Öncelikle ilk benzerlik burada başlıyor. Riftan'ın bakış açısını okurken hepimiz Maxi'nin çocukken Riftan'a bir çiçek tacı verdiğini hatırlıyoruzdur. Ve bu efsaneye inanan Anatol halkı da bahar şenlikleri hazırlayıp meşe ağacı altında toplanıp bu olayı şarkılar söyleyerek kutlarlar. Ve Riftan şenlikte beline bez bağlayıp dans eden Maxi'den yine etkilenip onu ağaçların oraya götürüyordu yine hatırlayın. Şimdi biraz da şarkıları inceleyelim. Hatırlarsanız aynı efsaneye dair 2 halk şarkı gördük. Biri bahar şöleninde, diğeri de Livadon seferine giderlerken gemide bir ozanın söylediği.. Bahar şenliğindeki şarkı şuydu;

Ve böylece, şövalye kırık bedeni aldı
Ruh uçup giderken
Aşık olduğu meşe ağacının ruhuydu bu
Sadece o, tepede yalnız kaldı
Meşe ağacının nazik dallarını sallayan rüzgar
Onun yanındaydı

Sevgilim, kar eridiğinde
Ve mevsim değiştiğinde
Vücudumdan yeni yapraklar filizlenecek
Ve senin için bir şarkı söyleyeceğim
Ah, rüzgar benim sesimdir
Umarım sana iletilir
Şimdi bu şarkıya göre meşe ağacının ruhu ölüyor ve şövalye onun cansız bedeniyle tepede yalnız kalıyor. Maxi bu şarkıyı şenlikle duyduğunda ona garip bir şekilde tanıdık geldiğini hissediyor. Sonrasında da belki de efsaneyi içerdiği için ona tanıdık geldiğinden böyle olabileceğini söyleyip geçiştiriyor: ( Bknz: 158. Bölüm ) Ama biliyorsunuz yazar bazı ipuçlarını hep böyle basit cümlelere saklamayı seviyor. Mesela Maxi'nin hamilelik belirtilerini savaşa ve kocasından uzak kaldığı için duyduğu kaygı gibi duygularla gizlemişti. Kiliseye gelen cansız şövalye bedenlerine bakıp midesinin bulanması gibi. O yüzden açıkçası ben bu şarkının Maxi'ye garip şekilde tanıdık geldiği cümlesini öyle çok hafife alamıyorum bu yüzden. Maxi'nin meşe ağacının reenkarnasyonu olabileceğine dair ikinci önsezim buradan kaynaklanıyor. Şimdi bir de diğer şarkıya bakalım (Bknz: 197. Bölüm);

♫ ♪ ♫

Şövalye perinin yüzünü öptü
Ve uzak gökyüzüne uçtu

Sevdiği meşe ağacı
Tepede yalnız kaldı
Rüzgarın ortasında
Narin dalları sallandı

Lütfen ejderha,
Paramparça kırık vücudunu al
Götür ebedi uyku diyarına

Bu kaotik diyardan
Sevgilim, uzaklara

Ah~
Sevgilim, seni seveceğim
Son nefesimi vereceğim güne kadar..

♪ ♫ ♪
Şimdi bunda ise şövalye ölür ve ejderha bedeniyle gökyüzüne uçarken periyi tepede yalnız bırakır. Bunu ilk çevirdiğimde ilk şarkıyı acaba yanlış mı anlayıp çevirdim diye kontrol ettim bayağı ama öyle değildi. İlkinde ölen peri, ikincisinde ise şövalye.. Maxi şarkının neden farklı olduğunu sorunca da ozan sözlerin yöreden yöreye farklı olduğunu söylemişti. Açıkçası şöyle bir teori okudum. İlk şarkıyı Maxi'nin Dünya Kulesi'ne gidip Riftan'ı geride yalnız bırakması ile bağdaştırmış. Yani ölmeyi fiili olarak değil ama ruhsal olarak yaşadıklarına vurgu yapıyor. İkinci şarkı için de bu sefer Riftan'ın Maxi'yi geride bırakacağı bir durum olacağı düşünülüyor. Şimdi burası biraz spoiler olacak şu anki güncelde olanlara bile. Şöyle ki kitabın korece güncelinde Riftan'ın Maxi'ye açıklamadığı önemli bir olay var. Henüz biz de tam olarak bilmiyoruz bunu. Ve bu olay neyse Riftan Maxi'yi kendinden uzaklaştırıyor ki Maxi Dünya Kulesi'ne geri dönsün. Onu güvende tutmak istediği için. Ve zaten yaklaşan büyük bir savaşın da sinyalleri var ve buna sebep olabilecek birçok olay silsilesi de mevcut. Yani savaş başlatabilecek çok fazla ihtimaller var. İşte bu yüzden bu efsane akla geliyor. Çünkü düşünceler Riftan'ın Maxi'yi geride bırakıp şövalyeleriyle birlikte savaşa gideceği ve bunun da ruhen Maxi'yi yaralayacağı yönünde. Unutmayın ki Riftan'ın komutanı olduğu Remdragon Şövalyeleri'nin anlamı beyaz ejderha şövalyeleri demekti. Bu da bir benzerlik olarak görülüyor. Uigru'nun beyaz bir ejderhayla gökyüzüne uçması ve meşe ağacının ruhunu geride bırakmasına bir metafor olarak bakarsak Riftan, Remdragon(beyaz ejderha) şövalyeleriyle savaşa gider ve Maxi'yi geride bırakır olarak da bir benzerlik kurabiliriz.  En kötü ihtimal ise tabii ki Riftan'ın böyle bir savaşta ölebilecek olma ihtimali.  Ki bunu düşünmek istemiyorum ben açıkcası. 

Ve Maxi'nin meşe ağacının ruhunun reenkarnasyonu olmasına dair başka bir öngörüm de şu. Büyü yapmak için 4 ana element kullanıldığını hatırlıyor musunuz? Ateş, su, toprak ve tahta ahaha tamam tamam ve rüzgar. Şimdi eğer bir meşe ağacını bu 4 element ile eşleştirin desem hangileri uygun olur. Akla ilk toprak gelir ve sonra da belki su. Şimdi Maxi'mizin toprak büyücüsü olduğunu da hepimiz biliyoruz. Ve biraz da suya yakınlığı var. Ateş ve rüzgara ise hiç yakınlığı yok. Ama normalde toprak büyücülerinin ateşe yakınlığı daha fazladır ama Maxi'nin toprak ve su daha uyumsuz olmasına rağmen suya ilgisi var.  Açıkçası bu da göz önüne almamız gereken bir detay diye düşünüyorum ben. 

Neyse şimdilik benim aklımdakiler bu kadar ileride daha fazla detay keşfettikçe güncelleme yaparım bu yazıya. Ama umuyorum ki efsanedeki kalp kırıcı hikayeye dönüşmeden mutlu son ile bitecektir Maxi ile Riftan'ın hikayesi. Ve son olarak bu konuda sizlerin de teorileriniz, fark ettiğiniz noktalar veya düşünceleriniz varsa lütfen yorumlara yazın 🙈

 Lucia - 56.2 

Başkente (2)


"Vay canına, yüzünü görmek zor oldu."

Hugo, abartılı bir şekilde hoş geldin dediğini söyleyen adamı görmezden geldi ve oturdu. Kwiz bu kabalığa hiç aldırmadı ve sadece neşeyle güldü.

''Bölgen bal ile mi dolu nedir? Gerçekten orada bir yıldan fazla kalacağını düşünmemiştim."

"Bir lordun kendi bölgesiyle ilgilenmesi ekselansları için iyi bir şey değil mi? Hayır, şimdi 'Majesteleri' mi demeliyim?"

"Eninde sonunda öyle olacak ama henüz taç giymedim. İnsanlar bunun için gelenekler konusunda biraz seçici davranıyorlar.''

Kwiz omuzlarını silkti. Şu anda kral olarak hareket ediyordu ve tahtı alma konusunda kendine tam bir güveni vardı. Veliaht Prens'in tahta çıkma gerekçesini bozmak mümkün değildi.

Kardeşleri onun pozisyonuna bakıp bir fırsat kollarken bile Kwiz kendinden emindi.

Kwiz, önünde çay yudumlayan siyah saçlı adama kayıtsız bir ifadeyle baktı ve sadık yardımcısı ve taktisyen Kont Benef'in uzun zaman önce vermiş olduğu tavsiyesini hatırladı.

[O vahşi bir canavar, Majesteleri.]

Kont geçen yıl bir hastalıktan ölmüş ve Kwiz'e büyük bir kayıp vermişti.

[O evcilleştirilmemiş bir vahşi canavar ve asla evcilleştirilemez. Onu bizimle sınırlamaya çalışmayın. Memnun bir canavar önündeki geyiğe göz dikmez. Onu bir kafese hapsetmek isteyenlere karşı gelmek için Majestelerinin yanında seve seve duracaktır.]

[Sadakatini beklemememi mi söylüyorsun?]

[İstikrarlı bir ittifak, belirsiz bir sadakatten yüz kat daha iyidir. Hiçbir kraliyetin Taran Dükü'nün sadakatini elde etmediğini unutmayın. Taran Dükü kışkırtılmadıkça saldırmaz.]

[…Yani, vahşi bir canavara sırtımı dayamamı mı istiyorsun. Tasma takmadan.]

[Majestelerine saldırmaya gelenleri arkanızdan paramparça edecek. Taran Hanedanı'nın sadece adı bile yeter. Majestelerinin daha fazlasını vermesine gerek yok, sadece sahip olduklarını kabul etmeniz yeterli.]

Hessen VIII, resmi meselelerle uğraşmaktan çok kendini eğlendiren bir kraldı. Buna rağmen, saltanatı oldukça uzun sürdü. Yaptığı en iyi şey, Taran Dükü'ne asla dokunmamaktı ve tek başına bu, 8. Hesse'nin bilinenden daha akıllı bir Kral olduğunu gösteriyordu.

Taran Dük Hanedanlığı garip bir aileydi. Ne zaman var oldukları belli değildi ama ulus kurulduğunda zaten bir Taran Ailesi vardı.

O zaman, Taran Hanedanı, Xenon'un kuruluşunda kendilerini büyük ölçüde ayırt etti ve Arşidük statüsüyle kraliyet seviyesinde muamele gördü ve bir Arşidüklük üzerinde özerkliğe sahipti.

Neredeyse taht üzerinde resmi haklara sahiptiler. Ancak tüm beklentilerin aksine siyasete karışmadılar.

Mutlak kraliyet otoritesi arayan ikinci Kralın hükümdarlığında, tüm arşidükler yetkilerinden sıyrıldı ve unvanları dük olarak düşürüldü. Arşidüklükleri, derebeylik düzeyine indirildi.

O zamanlar Arşidükler isyan ettiler ve ailesel imha yolunda yürüdüler ama onların aksine, Taran Hanedanı itaatkar bir şekilde unvanların düşmesini kabul ettiği için taht hakları garanti edildi.

O zaman bile, Taran Evi hala siyasetle ilgilenmiyordu. Uzun yıllar geçti, sayısız aile tekrar tekrar yükseldi ve düştü ve Xenon'un üçüncü Kralı Hessen iktidara geldi.

Taran Hanesi hala iyi durumdaydı ve taht üzerinde hak sahibi olan tek Dükalık Hanesi idi.

Kraliyet ailesi yok olmadığı sürece, resmi olarak sıralamak neredeyse imkansızdı, ancak Taran Dükleri neredeyse kraliyet ailesi gibi muamele gördü.

Bütün bu süre boyunca, Taran Dükalığı hiçbir zaman siyasete karışmadı, ancak varlıkları savaş yoluyla yoğun bir şekilde ortaya çıktı.

İnsanlar, Taran var olduğu için Xenon'un var olduğunu söylemeye başladılar. Taran ailesi, insanların zihninde, Kraliçe veya Başbakanı yetiştiren Markis ailesinden daha güçlü bir şekilde etkilendi. Yine de Taran ailesi hiçbir zaman kraliyet otoritesine meydan okumadı veya topraklarını genişletmedi.

Toprakları, ulus kurulduğunda olduğu gibiydi. Taran toprakları oldukça genişti ama sınırları en sıkıntılı kabile milletlerinden biriyle karşı karşıyaydı. Sayısız barbar istilasına karşı savunma yapmak Taran Dükü'nün rolüydü. Ayrıca, savaş patlak verdiğinde Taran Dükü ön saflarda yer aldı ve her şeyi halletti.

Bazı krallar böyle bir Taran Dükünün tarifsiz gücünden korktular ve düşmanca davrandılar, ancak bunu yaptıktan sonra sonraki yılları iyi geçmedi. 8. Hesse, Taran Dükalığını olduğu gibi kabul etme yolunu seçti ve Kwiz de aynı düşüncedeydi.

''Yeni evli hayatını nasıl buluyorsun? Düşes kendini boğulmuş, bölgede sıkışıp kalmış hissetmedi mi?"

Kwiz, yeni gelin şikayet edince Dük'ün birkaç ricadan sonra pes edip başkente geleceğini düşünmüştü.

Dük'ün bu kadar uzun süre uzak kalacağını düşünmemişti. Yeterince zamanla, insanlar Veliaht Prens ile Taran Dükü arasındaki bağın tehlikede olup olmadığını merak etmeye başladı.

Kwiz, muhalefetin Taran Dükü'ne birkaç kez yaklaşmaya ve onu işe almaya çalıştığını biliyordu ama o bunu görmezden geldi. Taran Dükü asla güç yönünde oynayacak biri değildi.

Büyük bir nedenden dolayı değil, bunu yapmak çok sinir bozucu olduğu içindi. Bu olmadan bile Taran Evi'nin siyasetle hiçbir ilgisi yoktu.

"Sessiz yerleri seviyor, o yüzden öyle hissetmedi."

"Ne kadar tuhaf."

İkisi de kız kardeşiydi ama çok farklılardı. Belki de anneleri farklı olduğu içindi. Kwiz'in kan kardeşi Katherine bir parti hayvanıydı. Gösteriş yapacak elbiseler, takılar ve partiler olmadan yaşayamazdı.

Standartları çok yüksek olduğu için evlenmeye hiç niyeti yoktu ve büyüdüğünde aralarından seçim yapabileceği kimsenin olmayacağı söylendiğinde duymamış gibi yaptı.

Gerçekte, kiminle evlenirse evlenirse, Kwiz, kocası olacak kişinin böyle bir kibirle nasıl birlikte yaşayabileceği konusunda daha çok endişeliydi.

"Dük, bir kez daha evlenmek ister misin?" (Kwiz)

Kız kardeşi, Taran Dükü'nü düşünmüştü. Parti hayvanı Katherine, onun evlendiğini duyduktan sonra bir hafta boyunca kendini içeri kapatmıştı. Tek eşlilik, Kraliyet ailesi dışında herkes için geçerliydi, ancak Taran Dükü'nün bundan muaf etmenin bir yolu vardı.

Dük olduğu için ikinci bir eş almak istese bile kimse onunla kanun hakkında tartışmazdı. Kwiz için kız kardeşinin asıl eş ya da ikinci eş olması gerçekten önemli değildi. Taran Dükü gibi biriyle evlenip evlenmediğine dair hiçbir şikayeti yoktu.

"Beni buraya bu saçmalığı söylemek için mi çağırdın?"

Nitekim Kwiz'in yüzünü görmek Hugo'ya karısının durumunu hatırlattı ve bu onu üzdü. Başkente vardığında sadakatsiz olup olmayacağını sorduğunu hala hatırlıyordu.

Başkentin söylentileri, ateşsiz bir sürü dumandı, bu yüzden Hugo, kendisinin bilmediği  bir söylentiyi karısının duymuş ve yanlış anlamış olabileceğinden endişelenmeden edemedi.

Kwiz'in sözleri temelde kaynayan yağın üzerine su dökmekti.

"Sadece bir düşün. Resmi olarak evli olsan bile, muhtemelen az önce yaptığım gibi birkaç öneri alacaksın.'' (Kwiz)

Hugo, Kwiz'e yoğun bir delici bakış attı ve Kwiz hızla geri adım attı.

"Benim için değeri olmayan hiçbir şeyi yapmam." (Hugo)

"Ne? Hiç değmez mi? Üç eş ve üç cariye birçok erkeğin hayalidir.'' (Kwiz)

"O zaman, Majesteleri bu rüyayı kendi gerçekleştirebilir ve öyle yaşayabilir. Kral olarak, rüyayı sonuna kadar gerçekleştirebilirsiniz.''

Kwiz'in ifadesi garip bir hal aldı. Taran Dükü, kadınlardan hoşlanıp hoşlanmadığı anlamında gerçekten belirsizdi. Kadınlardan hiçbir zaman kurtulmamıştı ama iş onları kesmeye geldiğinde acımasızdı.

''Halefin hakkında. Gerçekten bunu yapmayı planlıyor musun?” (Kwiz)

"Planlıyorum." (Hugo)

"Hayır, artık evlisin. Gelecekte başka bir çocuk doğacaktır. En büyük oğul olsa bile, sonuçta..."

Zaten gayri meşru bir çocuk değil mi? Kwiz bu cümlenin geri kalanını yuttu. Dük'ün gayri meşru oğlunu ünvanı devraldığında destekleyerek herhangi bir yaygarayı önlemek için. Taran Dükü'nü siyaset sahnesine çıkarabilmesi için Kwiz'e verilen koşul buydu.

Gayrimeşru bir oğlun Dük'ün unvanını devralması basit ama aynı zamanda zordu. Bunun nedeni, üstü kapalı sosyal geleneklere aykırı olmasıydı. Ancak Kwiz, Taran Dükü'nü elde etmenin çok kolay bir koşul olduğunu düşündü. Kwiz'in kendisi de tüzel değildi, bu yüzden bu konuda o kadar dar görüşlü değildi.

Ancak gerçekte, Dük evlendiğinde, Kwiz biraz isteksiz hissetti. Yüzünü hiç görmediği üvey kız kardeşi olsa bile, yine de onun kız kardeşiydi. Kız kardeşinin kendı çocuğuna bir figür olarak davranılacağı düşüncesi onu gerçekten iyi hissettirmedi.

''…Ne zamandan beri özel hayatımla bu kadar ilgileniyorsun? Söyleyeceğin tek şey buysa, müsadenle." (Hugo)

"Ah, tamam, tamam. Cidden. Evlendikten sonra bile hala çok katısın.''

Kwiz, Dük'ün özel hayatıyla çok ilgileniyordu ama bu noktada şimdilik vazgeçmek zorunda kaldı. Daha sonra devlet işlerinin yönünü ciddi bir şekilde tartışmaya başladılar.

Ç/N: Kwiz misin kivi misin ama arada boş yapıyorsun sayın müstakbel kral o yüzden yapma 👉👈

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm