3 Ocak 2022 Pazartesi

 Lucia - 57.2 Bölüm

 Başkente (3)

Birkaç gün sonra Lucia hasta yatağından kalktı ve yenilenmiş gibiydi. Hazımsızlıktan dolayı bir süredir yataktaydı, ancak herhangi bir yan etkisi olmadı.

Sanki son birkaç gündür yetersiz yemek yemenin bir müfakatıymış gibi, masa hem öğle hem de akşam yemeklerinde kaliteli yemeklerle doluydu. Düşünceli olmayı unutmadılar ve ona sadece sindirimi kolay yiyecekler verdiler.

"Jerome, hizmetçilerin sayısı çok azaldı. Göremediğim bazı yüzler de var."

"Evet, leydim. Birçoğunun çalışma süresi doldu.''

Dük, Madam'ın refakatçisi olan  hizmetçilerin tutumları kötü olduğu için değiştirilmesini emretti. Her halükarda, çoğu geçici olarak istihdam edilmişti. Başlangıçta, sonraki tüm geçicileri başkente götüreceklerdi, ancak böyle bir durum meydana geldiğinden, Dük tüm sözleşmeleri feshetti.

Plan, başkentteki konutta çalışan hizmetçilerin nerede olduklarını bulmak ve onları yeniden işe almaktı. Bundan sonra, Roam Kalesi'ni yönetmekten sorumlu bir hizmetçi bırakılacaktı.

Bir yıldan fazla bir süredir ona refakat eden hizmetçiler bir sabahta değiştirilmiş olsa da, madam basitçe 'anlıyorum' diye cevap verdi ve başka bir şey söylemedi.

İlk başta Jerome, hanımın masum ve narin bir insan olduğunu düşündü, ancak zamanla düşünceleri değişti. Birine karşı ilk izleniminden bu kadar sapması nadirdi ama Düşes gerçekten gizemli bir insandı.

'O gerçekten güçlü.'

Evlenir evlenmez, tek bir kişiyi tanımadığı kocasının evine götürüldü, bu yüzden yalnız ve huzursuz olmaya mahkumdu. Eğer güvenecek birini arıyor olsaydı,  bunlar genellikle onunla elleri ve ayakları gibi ilgilenen hizmetçiler olurdu.

Bir hizmetçi evin hanımı tarafından tercih edildiğinde, hizmetçiler arasında bir sıralama oluşurdu. Hizmetçiler arasındaki anlaşmazlık, sırılsıklam edene kadar fark edilmeden yağan bir çise gibiydi. En kötü ihtimalle, uşakların otoritesini bile işgal edebilirdi, bu yüzden soyluların uşaklarının çoğu bu tür yorucu şeylerin olmasından endişeleniyordu.

Düşes, emrinde çalışanları net bir çizgiyle ele aldı. Sadece gerekli olanı emretti ve gereksiz eylemlerle uğraşmadı. Yanlış bir şey yapılmış olsa bile, sadece işaret etti ve sesini yükseltmesi onun için nadirdi.

Bu bakımdan hanımı düke çok benziyordu. Hizmetlilerin, daha önce hiç disipline girmemiş olmalarına rağmen, çiftin ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmalarının nedeni, hizmetlilere sözleşme için gerekli alan verilmemesiydi.

'Evlilik uyumları iyi olduğu için mi?'

Bu çok tuhaftı ama Jerome ne kadar düşünürse düşünsün bir ihtimal çiftin arasının bozulması durumda en büyük darbeyi hanımının değil efendisinin alacağını düşünüyordu. Jerome nesnel bir neden veremiyordu ama bu içgüdüsel bir duyguydu.

"Majesteleri, iyice iyileşmenizi ve başkente gidişinizi ayın sonunda gerçekleştirmenizi haber etti."

"Hangi iyileşme bu kadar uzun sürer ki? Sadece hazımsızlıktı. Herkes bunu çok büyütüyor.''

Jerome belli belirsiz gülümsedi.

'Leydi böyle söylüyorsunuz çünkü ateşiniz sırasında efendiyi doğru dürüst görmediniz.'

Efendisi doktoru çağırıp bir fırtına kopardığında, Jerome kabul odasında gergindi. Şafak vakti Anna çağrılıp solgun göründüğünde, Jerome'un kalbi, Madam'ın hastalığının çok ciddi olduğunu düşünerek battı.

Madam sonunda uyuyakaldığında ve efendisi dışarı çıktığında, efendisinin Madam'a düzgün davranmadığı için Anna'yı ne kadar azarladığını kimse bilmiyordu. Jerome, efendisinin bu kadar aşırı duygular açığa çıkardığını ilk kez görüyordu. Sarsılan Anna'ya gerçekten acıdı. Muhtemelen o gece bir avuç gri saç kazanmış olmalıydı.

'Umarım leydi bu şekilde efendinin yanında olmaya devam eder. Bunu içtenlikle umuyor ve bekliyorum.'

Jerome, Lucia'nın çay içerken memnuniyetle gevşemesini izlerken kendi kendine düşündü.

İnsanlar Taran ailesi hakkında fazla bir şey bilmiyordu. Çok ünlü bir şövalye ailesi olması dışında başka bir şey bilinmiyordu. Kuzeyde toprak sertti, nüfus azdı ve sınırlarında her gün barbarlarla savaş patlak verdi.

Gerçekten de kâr için ayıracak yeri olmayan bir araziydi. Bu, Taran toprakları olan geniş topraklara kimsenin imrenmemesinin bir nedeniydi.

Tabii ki, Dük zengindi. Arazi ne kadar engebeli olursa olsun, böylesine geniş bir arazinin sahibinin fakir olmasına imkan yoktu.

Taran Dük ailesinin mali ve askeri gücünü herkes kabul etse de, kimse bunun ötesine bakmadı. Taran ailesi çok uzun zamandır var olan bir aileydi.

Göze çarpacak kadar gelişmediler ama görünmez de değillerdi. Yılların gücü göz ardı edilemezdi. Taran toprakları olan kuzey, çok uzun bir süre Taran Dükü tarafından yönetilmişti ve kuzeyde Taran ailesi Kral gibiydi.

Soylular, halkın desteğini önemsiz bir şey olarak gördüler, ancak zaman zaman bu destek muazzam bir güç haline gelebilirdi. Taran Dükü liderliği ele geçirirse, kuzey halkı şikayet etmeden takip edecekti. Taran ailesinin askeri gücü, aileye ait olan şövalyeler değil, tüm kuzey halkıydı. Diğer soylular bundan habersizdi.

Kuzey sakindi. Barbarlarla sürekli savaş halinde olan kuzeyin sakin olduğunu söylemek çelişkiliydi ama savaş dışında kuzeyin sakin olduğunu söylemek de yersiz olmazdı. Diğer bölgelerin aksine, kuzeyde ara sıra ayaklanmalar olmuyordu.

Bunun, insanların barbarlara karşı savaşmak için birleşmiş olmaları nedeniyle olduğunu düşünebilirdi, ancak en büyük sebep, hepsinin geçimini sağlamak için bölgenin yeterli olmasıydı.

Taran Dükü bir şekilde kuzeyi diğer Düklerden daha iyi denetlemeyi başardı. Çok fazla vergi almaz, insanları sömürmez, iktidarı elinde tutmaz. Ödüller ve cezalar kesindi ve bir aristokrat olsalar bile başka birine sebepsiz yere zarar veremezlerdi. Yasalara uydukları sürece, kimseye mantıksız hiçbir şey olmayacaktı.

Kuzey halkı kuzeyde yaşamanın ne kadar iyi olduğunu biliyordu. Arazi çorak olsa ve çiftçilikten zenginlik elde edemeseler de, açlıktan ölmek zorunda değillerdi. Aksine, iyi durumda olmadıkları için ahlaksızlığa düşmediler.

Kuzey halkının tamamı bütünlük ve istikrara sahipti ve bu kuzey için muazzam bir varlıktı. Ve Taran Dükü'nün sahip olduğu güç, insanların hayal edebileceğinden daha fazlaydı.

Uzun yıllar boyunca Taran ailesi, arka arkaya mücadeleler vermek gibi enerjilerini tüketmek zorunda kalmadı ve ailenin unvanını koruyan ve sürdüren gücü muazzam bir şekilde çiçek açtı.

Taran Dükü'nün barbar topraklarına boyun eğdirdikten sonra bu topraklardan birkaç değerli maden satın aldığını ya da diğer ülkelerde aktif olarak faaliyet gösteren birkaç büyük ticaret devine sahip olduğunu ya da diğer ülkelerden çok sayıda toprak ve ada satın aldığını kimse bilmiyordu. 

Jerome, Taran Dükü kararını verirse, bu ülkeyi devirmenin onun için kolay olacağını düşündü. Devirmek bir şeydi ve ülkeyi kurmak ve yönetmek başka bir meseleydi ama her halükarda, Dük'ün sahip olduğu güç insanların düşündüğünden çok daha fazlaydı.

Jerome'un evin bir kahyası olarak görebildiği seviyeden, diye düşündü. Ama Dük'ün aileye hiçbir bağlılığı yoktu. Dük, ailesini sanki bir şey onu zorla bağlıyormuş gibi yönetti.

Bir Dük olarak görevlerini yerine getirme zorunluluğundan ziyade, sanki yapışkan bir şeye bulaşmış gibiydi ve kaçmak istiyor ama yapamıyordu.

Arada bir, kayıtsız ve soğuk Dük'ün içsel duygularını açığa vurduğu zamanlar oldu ama o zaman bile, sanki artık bıkmış gibi bir ifadesi vardı.

Ne zamandan beri kimse bilmiyordu ama Jerome Dük'ün üzerinde o ifadeyi görmemişti ve bunun sebebinin Madam olduğundan emindi. Herhangi bir nedenle veya herhangi bir şekilde efendisi hanımı kaybederse, ne olurdu?

Jerome bunu hayal etmekten bile korkuyordu.

* * *

Araba Roam'dan ayrıldı ve yaklaşık on gün sonra başkente vardı. Yolculukta harcanan zaman, Lucia'nın başkentten Roam'a gittiği zamana kıyasla iki kat daha fazlaydı.

En hızlı yol, gölgesi olmayan bir çorak araziydi, bu yüzden öğlen saatlerinde kavurucu güneşle oradan geçemezlerdi. Ve Lucia bazı etkinlikler için akşam ve sabahın erken saatlerinden yararlandığı için hızın düşmesine engel olamıyordu.

Bu seferki yolculuğa şövalye Dean eşlik etti. Son yolculukta Dük'ün emriyle eşlik etmişti ama bu sefer kendisi gönüllü oldu. Dean, Madam'a saf bağlılığı olan bir adamdı ama eğer o Dean'den başka bir şövalye olsaydı, Hugo rahatsız olurdu.

Hugo, seçkin şövalyesinin sadakatine inanıyordu ve özellikle Dean ve Roy'a çok değer veriyordu. Roy'un basit karakterine tahammül ettiği ve yeteneğine inandığı gibi Dean'in sağduyusuna ve samimiyetine inanıyordu.

Bir yıl ve birkaç ay sonra geri dönen Lucia, Dük Konutu'na bakarken duygulandı. İşte burada hayatı değişmeye başladı.

Hugo nikah töreninde sertifika alışverişinin ardından dönüş yolunda şunları söylemişti:

[Başkentte kalmak istiyorsan, yapabilirsin.]

Dük'ün sözlerini kabul etmemekle ve ondan ayrı yaşamayı seçmemekle gerçekten iyi yapmıştı. Eğer dediği gibi yapsaydı, ikisi de sonsuza kadar yabancı olarak kalacaktı.

'Onunla mükemmel bir çift olma konusunda kendime güvenim tam olmasa da.'

Ama bir dereceye kadar onu tanıyor ve anlıyordu. En azından, diğer insanların sadece yüzeyde çift olduklarını söyleme aşaması geçmişti.

Lucia malikaneye girerken bilinçsizce kollarını kendi etrafına sardı. Dışarıdaki sıcak havadan belirgin bir şekilde farklı olan soğuk hava tenine çarptı.

Evin ısıyı dağıtan özelliklere sahip mükemmel tasarımı nedeniyle, Lucia'nın evle ilgili ilk izlenimi hiç sıcaklığın olmadığıydı. O zamanlar evlenip sadece birkaç gün burada kaldığından bilmiyordu.

Roam'da kaldığı için şimdi karşılaştırabildi. Roam evinin soğuk taş duvarı bundan çok daha sıcaktı. Ev düzenli bir şekilde yönetilse de, Lucia gerçekten de ev gibi hissetmek için bir evde yaşıyor olmak gerektiğini anladı.

Hugo'nun bu soğuk, ferah evde yalnız yaşadığını fark edince üzüldü.

"Leydim, yatak odanız tıpkı Roam'daki gibi efendinin yatak odasının karşısında. Koridora ve daha önce buradayken kaldığınız odaya bakıyor-''

"Kendim bulacağım. Meşgul olmalısın, gidip kendi işlerinde ilgilenebilirsin."

"Evet, leydim. Ve bu gereksiz endişe olabilir, ancak evden çıkarken bahçeye bile olsa lütfen yanınızda bir hizmetçi olduğundan emin olun. Roam'dan farklı olarak, kaç gözün izlediğini veya başkentte neler olabileceğini kimse tahmin edemez.”

"Tamam. Biraz uyumak için yukarı çıkacağım. Ne zaman gelecek?''

"Akşama kadar programı var, bu yüzden geç dönecek gibi görünüyor."

Onu bugün görmek güzel olurdu, diye düşündü Lucia, ikinci kattaki yatak odasına çıkarken.

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

2 Ocak 2022 Pazar

 Lucia - 57.1 Bölüm

 Başkente (3)

Takip eden tartışma gayri resmiydi, ancak daha önemli kişilerin katılmasıyla ve ilgili kişilerin yüzlerine bakıldığında neredeyse bir kabine toplantısı gibiydi.

Uzun tartışma bittikten sonra Hugo ayağa kalktı ve yan tarafta duran ve bir süredir hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranan göz alıcı adamın omzunu sıvazladı.

"Çok çalıştın."

Göz alıcı adam Roy, sanki bunu kabul ettiğini söylemek istercesine sırıttı. Hugo gittikten sonra Kwiz, efendisini bekleyen bir köpek gibi kapıya bakan Roy'un görüntüsüne dayanamadı, bu yüzden konuştu.

"Sör Krotin, gerçekten şövalyem olmakla ilgilenmiyor musun?"

"İlgilenmiyorum."

İlk başta, Taran Dükü, yanına bir eskort şövalyesi yerleştireceğini söylediğinde, Kwiz, bu şövalyenin eski statüsü soylu bir kimse olmadığı için biraz rahatsız oldu.

Üstelik, görgüsüz ve inanılmaz derecede küstah biriydi. Roy, Taran Dükü'nün yakın arkadaşı ve eski muhafızı olmasaydı, Kwiz onu kovardı.

Ancak zaman geçtikçe şövalyenin değeri gün yüzüne çıktı. Geçen yıl, Kwiz'in hayatının Sör Krotin sayesinde defalarca kez kurtarıldı. Kaçmaya çalışan suikastçılar Sör Krotin'in önünde böcek gibi yakalanıp katledildi.

Onun muazzam becerisini bilen Kwiz, her fırsatta Krotin'i kendi şövalyesi olmaya ikna etmeye çalıştı ama Krotin bunu düşünüyormuş gibi görünmüyordu bile.

"Sebebi nedir? Şövalyem olursan, şimdi aldığından daha fazla güç ve ücret alabilirsin. Bunu hiç istemiyor musun?"

"Bununla gerçekten ilgilenmiyorum."

"Öyleyse, Dük'ten ne alıyorsun? Ona bir şövalye olarak hayran olduğun için mi?"

"Daha gerçekçi bir sebep var. Lordum düello yapmama izin veriyor.''

"Düello? Bu her yerde yapabileceğin bir şey değil mi?''

''Yalnızca Lordumun yanında, rakibim incinmesini umursamadan sonuna kadar savaşabilirim. Başka bir yerde bu kadar eğlenemem.''

"…Anlıyorum."

Kwiz biraz bıkmış hissetti. Krotin çok yetenekliydi ve kendi şövalyelerinden hiç kimse ona karşı bir düzineden fazla raund dayanamazdı. Yine de Krotin'in kendi temposunu kontrol altında tuttuğu ve gücünü rakiplerine göre ayarladığı açıktı.

Bu, etrafındaki en iyi şövalyelere sahip olmaktan her zaman gurur duyan Kwiz'e büyük bir şok verdi. Ama çok geçmeden, şövalyelerinin zayıf olmadığını, Krotin'in çok güçlü olduğunu kabul etti.

'Taran Dükü o kadar güçlü mü?'

Kwiz, Taran Dükü'nün savaş alanında birçok kez kılıç kullandığını bizzat görmüştü. Harika olduğunu biliyordu ama savaş çok dengesiz olduğundan, koyunların ortasındaki bir kaplan gibi, Dük'ün yeteneğinin boyutunu tam olarak söyleyemedi.

'Ve şimdi düşünüyorum da, o zamandan beri Taran Dükü'nü biriyle düello yaparken görmedim.'

Taran Dükü'nün kılıcını kaldırdığı tek zaman, düşmanını kestiği zamandı. Aslında bir düşünüldüğünde, oldukça korkunçtu. Savaşçılar güçlerini göstermeyi severdi ama Taran Dükü bir şövalye olmasına rağmen bunu yapmadı.

Belki de bu yüzden, Kwiz kılıçsız Taran Dükü ile karşılaştığında bazen Dük'ün bir şövalye olduğunu unutuyordu.

"Düello yaparsanız kim kazanır? Hiç uzama olmadan kazandın mı?'' (Kwiz)

Roy gözlerini devirdi ve kahkahalara boğuldu. Toplantıya katılanlar, Roy'un prensin önünde sergilediği umursamaz ve kaba tavrına artık bir şekilde alışmışlardı, bu yüzden dışarıdan herhangi bir tepki göstermediler.

"Kazanmak? Kim? Ben mi? Hayattaki amacım bu benim. Her ne kadar ulaşıp ulaşamayacağımı bilmesem de.''

"Daha önce hiç kazanmadığını mı söylüyorsun?"

"Dürüst olmak gerekirse, Lordum düellolarımıza kendini tümüyle vermez. Görünüşe göre, bu onun için sinir bozucuymuş. Öldüremeyeceği bir şey için neden çabalaması gerektiğini söyler hep.''

''…''

''Bazen Lordum kılıcı çekmeme bile izin vermiyor. Kılıcı savurmadan önce dikkatli olmalıyım.''

"…Neden?"

"Çünkü morali bozuk olabilir. Bu durumda, savaş ya da her neyse, sonuç olarak sadece dayak yerim.''

''…O muameleye rağmen bile mi orayı seviyorsun?''

"Bu daha çok, lordumun güvendiği birkaç kişiden biri olduğum anlamına geliyor."

"Onun tarafından dövülmek mi?"

"Bu güvenin kanıtıdır. Lordum, bir şeyi dövmekle uğraşmaktansa öldürmeyi tercih eder.''

Kwiz'in söyleyecek başka bir şeyi yoktu. Her neyse, bu beklenmedik bir hasattı. Taran Dükü, bilinenden çok daha kötü bir tabiata sahipti.

* * *

"Dük Taran!"

Hugo yürümeyi bıraktı ve arkasını döndü. Onu çağıran sesin sahibi hızla yanına yaklaştı.

"Biraz zamanınız varsa, bir süre bana eşlik etmek ister misiniz?"

Sevimli bir gülümsemeye sahip genç adam Kont David Ramis'ti. Dük Ramis'in en büyük oğlu olarak reşit olduğunda, Kont unvanıyla birlikte babasının mülkünün bir kısmını devraldı. Aynı zamanda Veliaht Prens'in kayınbiraderiydi.

Kwiz tahta oturduğunda, David gelecekte gücün merkezine yükseleceğinden emindi.

David, Hugo ile aynı yaştaydı. Ancak aralarında çok büyük bir fark vardı. Hugo bir Dük'tü ve ailesinin reisiydi, David ise bir Dük'ün halefinden başka bir şey değildi.

Bu yüzden David'in Hugo'yu 'Dük Taran' diye çağırması çok kaba bir davranıştı. Hugo'ya bu şekilde hitap edebilmek için en azından bir Dük olmanız gerekiyordu. Ve tartışmaya açık olarak, bir Dük bile Hugo'ya saygıyla hitap etmek zorunda kaldı.

Resmi olarak bile, Taran Dükü'nün konumu kraliyet muamelesinin alıcısıydı. Hugo, David'in içini görebiliyordu.

Adam dışarıdan sevimli bir şekilde gülümsüyordu ama içten içe rekabetle doluydu.

Acemi. Hugo içten içe dudak büktü ama görünüşte ifadesi suskun kaldı.

"Uyum sağlayacağıma inanmıyorum"

Hugo, David'e ve ona kuyruk gibi yapışan yaverlerine kısa bir bakış attıktan sonra yanıt verdi. Her halükarda Hugo, Ramis Dükü'nün yüzünü düşündü ve onlara yeterli nezaketle davrandı.

"Ha-ha. Neden bahsediyorsunuz? Eminim Dük bizimleyse, ortam daha da parlak hale gelecektir."

"Demek istediğim sadece benim parlayacağımdan endişeleniyorum."

Bu alaycı sözün ardındaki anlamı anlayamayan kimse yoktu. David'in gözleri utançla büyüdü ve kulakları kıpkırmızı oldu.

İlk defa bu kadar açık bir şekilde geri çevrildi. David'in etrafındaki insanlar her zaman ona bağlılıklarını kanıtlamaya çalıştılar çünkü o bir sonraki Dük olacak şekilde konumlandı.

''Hahaha, tıpkı duyduğum gibi, açık sözlü birisiniz. Değerli tavsiyelerinizi benimle paylaşır mısınız?''

"Bunu babandan al. Babanın sana söyleyeceği bir şey yoksa gel ve beni bul.''

Taran Dükü aniden döndü ve David'in vaktini daha fazla çalamaması için uzaklaşmaya başladı. David aşağılanma karşısında yumruklarını sıktı ve yaverleri onun ruh halini hissederek gizlice sırtını kaşımaya başladılar. 

"Şövalye olduğunu duymuştum ama ne kadar kaba."

"Toplantımıza gelseydi daha zararlı olurdu."

David genişçe gülümsedi.

''Şövalye doğumlu olsa bile, mükemmel bir birey. Bu yüzden Majesteleri, Veliaht Prens ona bu kadar güveniyor." (David)

''Öyle olsa bile, Efendimiz Dük Ramis ile karşılaştırılabilir mi? Efendimiz, bu ulusun gelecekteki kraliçesinin babası değil mi? Daha uzağa bakarsa, siz efendimiz ise bu ulusun tahtına çıkan kişinin amcası olacaksınız.''

David, yaverinin iltifatından memnun olarak gülümsedi.

'Aslında. Ne kadar kibirli davransa da babamı geçemez. Ne de olsa, Majestelerine kan bağıyla sıkı sıkıya bağlıyız.'

Hugo, David'i hiç umursamıyordu ama David, Taran Dükü'ne karşı rekabet içindeydi. David'den daha yüksek statüye ve otoriteye sahip birçok soylu vardı. Ama hepsi kıdemliydi, yaşları oldukça ilerliyordu.

Bu nedenle, Taran Dükü dışında David'in yaşı civarında hiçbir rakip yoktu. Ve Taran Dükü, David ile aynı yaşta olmasına rağmen, şimdiden bir Dük'tü. Savaş alanını süpürerek ün kazandı ve Veliaht Prens'in onu elde etmek için nasıl büyük çabalar harcadığıyla çok ünlüydü.

Babası bile Taran Dükü'nü göklere çıkardı. Babası onu birkaç kez Taran Dükü'nün bir ayı postu giydiği ama gerçekte bir tilki olduğu ve kişinin karşısındaki söz ve davranışlarına dikkat etmesi gerektiği konusunda uyardı.

David onaylayarak yanıtladı ama içten içe alay etti. Taran Dükü ne zaman ortaya çıksa herkesin dikkati ona çevrildiği için çok mutsuzdu. Savaş alanında birkaç kez kılıcı sallamasında bu kadar harika olan şey neydi?

David, Taran Dükü'nü savaş alanında bir kez bile görmüş olsaydı, böyle bir düşünceye sahip olmayacaktı, ancak son savaş boyunca güvenli bir şekilde arka saflardaydı.

'Ne olursa olsun, o sadece cahil bir şövalye.'

David temelsiz bir güvenle doluydu.

Ç/N: Ahahah David cahil cahil konuşma litfen.. Kaç bölümdür burada boştan yere mi Taran Dükü öven satırlar çeviriyorum ben.. Valla alır aklını iki saniyede benden demesi asdfghjkl

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

Meşe Ağacı ve Uigru Efsanesi Hakkında Teori

 Selam çok sevgili ve biricik Under the Oak Tree okuyucularım 🙋 Nassınızzz? Başlıktan da anlayacağınız üzere bugün sizlere bu efsane ile ilgili gördüğüm ve yine kendi fark ettiğim bazı ayrıntılar ve teoriler hakkında bir yazı yazmaya karar verdim.  Evet çünkü neden yapmayayım değil mi? Sonuçta bu yazıyı yazıyorum çünkü elimde şu an asdfghjkl Neyse çok uzatmayım bu giriş kısmını 😅 Yalnız bu yazının spoiler içeriyor olduğu konusunda da sizleri uyarayım. Henüz noveli hiç okumamış biri okumasın ama güncele gelmiş olanlar rahatlıkla okuyabilirler.

Eminim hepimiz bu Uigru efsanesini duyduğumuzdan beri bunun ana karakterlerimizle yani Riftan ile Maxi'nin hikayesiyle bağlantısı olur mu diye merak ediyoruz. Böyle bir şey olabilir de olmayadabilir. Sonuçta her efsane gerçek diye bir şey yok. Yaşadığımız gerçek dünyada bile sayısız efsane var ama doğrular mı uydurmalar mı tartışılır. Yazar da sadece kitap için böyle bir efsane tasarlamış olabilir. Ama tabii biz yine de inceleyelim çünkü birazdan göreceksiniz aşırı benzer veya bağlantılı nokta var.


Şimdi öncelikle Uigru'nun kim olduğunu hatırlayarak başlayalım. Yöreden yöreye değişse de genel efsane şudur ki tanrılar Uigru adlı şövaleye bir kılıç bahşeder ve o da batı dünyasını birleştirip Roem Krallığını kurarken karanlık savaşlara son verir. Aynı zamanda efsanevi şövalyenin beyaz bir ejderhaya binip gökyüzüne yükseldiği de söylenir. Hatta o kadar meşhur ki bu olay birçok sanat eserine de ilham kaynağı olur. Ki bizler de novel içinde ara ara görüyoruz zaten heykelleri, resimleri vs. tarif ediliyor. (Bknz: 63. Bölüm) İşte bu beyaz ejderhaya binip gökyüzüne yükseldiği bölge de Anatol'da bir tepe. İşte bu yüzden oranın halkı daha çok inanıyor diyebiliriz efsaneye.

Şimdi bu efsanevi şövalyenin reenkarnasyonu olduğuna inanılan bazı şövalyeler de var. Yani daha doğrusu ancak onun reenkarnasyonu bu kadar güçlü olabilir felsefesiyle düşündükleri şövalyeler bunlar. Bu unvana sahip olabilmek öyle kolay değil. Sadece mükemmel yetenekli olmak yetmiyor aynı zamanda sayısız başka şövalyenin de ezici desteğine sahip olmak ve yeteneklerini ön plana çıkarabilmek, 7 krallık barışına katkı sağlamaları gibi birçok etken var. Şimdi bu unvana sahip totalde 5 şövalye var. Birini zaten hepimiz biliyoruz bizim Riftan Calypse. Diğer şövalyeleri henüz tam olarak tanımadınız ama özellikle 2'sini daha yakından öğreneceksiniz 2. kitapta. Bunlardan biri Kutsal Şövalyelerin lideri Quahel Leon ki aynı zamanda kendisi rahip, diğeri de Livadon'un Kraliyet Şövalyeleri'nin lideri Sejour Aren. Diğer ikisini hatırlamıyorum ama onlar da yine diğer ülkelerden böyle üst düzey şövalyeler. Ve yine yanlış hatırlamıyorsam bu 5 şövalyenin içinde soylu bir geçmişe sahip olmayan tek şövalye Riftan. 

Gelelim şimdi meşe ağacı efsanesinin ne olduğuna. Efsaneye göre meşe ağacının ruhu beline bir bez bağlayarak ve şövalyenin başına bir çiçek tacı takarak onu baştan çıkarmıştır. Ve Uigru ile meşe ruhu sevişir ve insanlar meşe ağacının ruhunun hala gökyüzüne uçan şövalyenin geri dönmesini beklediğine inanır. Öncelikle ilk benzerlik burada başlıyor. Riftan'ın bakış açısını okurken hepimiz Maxi'nin çocukken Riftan'a bir çiçek tacı verdiğini hatırlıyoruzdur. Ve bu efsaneye inanan Anatol halkı da bahar şenlikleri hazırlayıp meşe ağacı altında toplanıp bu olayı şarkılar söyleyerek kutlarlar. Ve Riftan şenlikte beline bez bağlayıp dans eden Maxi'den yine etkilenip onu ağaçların oraya götürüyordu yine hatırlayın. Şimdi biraz da şarkıları inceleyelim. Hatırlarsanız aynı efsaneye dair 2 halk şarkı gördük. Biri bahar şöleninde, diğeri de Livadon seferine giderlerken gemide bir ozanın söylediği.. Bahar şenliğindeki şarkı şuydu;

Ve böylece, şövalye kırık bedeni aldı
Ruh uçup giderken
Aşık olduğu meşe ağacının ruhuydu bu
Sadece o, tepede yalnız kaldı
Meşe ağacının nazik dallarını sallayan rüzgar
Onun yanındaydı

Sevgilim, kar eridiğinde
Ve mevsim değiştiğinde
Vücudumdan yeni yapraklar filizlenecek
Ve senin için bir şarkı söyleyeceğim
Ah, rüzgar benim sesimdir
Umarım sana iletilir
Şimdi bu şarkıya göre meşe ağacının ruhu ölüyor ve şövalye onun cansız bedeniyle tepede yalnız kalıyor. Maxi bu şarkıyı şenlikle duyduğunda ona garip bir şekilde tanıdık geldiğini hissediyor. Sonrasında da belki de efsaneyi içerdiği için ona tanıdık geldiğinden böyle olabileceğini söyleyip geçiştiriyor: ( Bknz: 158. Bölüm ) Ama biliyorsunuz yazar bazı ipuçlarını hep böyle basit cümlelere saklamayı seviyor. Mesela Maxi'nin hamilelik belirtilerini savaşa ve kocasından uzak kaldığı için duyduğu kaygı gibi duygularla gizlemişti. Kiliseye gelen cansız şövalye bedenlerine bakıp midesinin bulanması gibi. O yüzden açıkçası ben bu şarkının Maxi'ye garip şekilde tanıdık geldiği cümlesini öyle çok hafife alamıyorum bu yüzden. Maxi'nin meşe ağacının reenkarnasyonu olabileceğine dair ikinci önsezim buradan kaynaklanıyor. Şimdi bir de diğer şarkıya bakalım (Bknz: 197. Bölüm);

♫ ♪ ♫

Şövalye perinin yüzünü öptü
Ve uzak gökyüzüne uçtu

Sevdiği meşe ağacı
Tepede yalnız kaldı
Rüzgarın ortasında
Narin dalları sallandı

Lütfen ejderha,
Paramparça kırık vücudunu al
Götür ebedi uyku diyarına

Bu kaotik diyardan
Sevgilim, uzaklara

Ah~
Sevgilim, seni seveceğim
Son nefesimi vereceğim güne kadar..

♪ ♫ ♪
Şimdi bunda ise şövalye ölür ve ejderha bedeniyle gökyüzüne uçarken periyi tepede yalnız bırakır. Bunu ilk çevirdiğimde ilk şarkıyı acaba yanlış mı anlayıp çevirdim diye kontrol ettim bayağı ama öyle değildi. İlkinde ölen peri, ikincisinde ise şövalye.. Maxi şarkının neden farklı olduğunu sorunca da ozan sözlerin yöreden yöreye farklı olduğunu söylemişti. Açıkçası şöyle bir teori okudum. İlk şarkıyı Maxi'nin Dünya Kulesi'ne gidip Riftan'ı geride yalnız bırakması ile bağdaştırmış. Yani ölmeyi fiili olarak değil ama ruhsal olarak yaşadıklarına vurgu yapıyor. İkinci şarkı için de bu sefer Riftan'ın Maxi'yi geride bırakacağı bir durum olacağı düşünülüyor. Şimdi burası biraz spoiler olacak şu anki güncelde olanlara bile. Şöyle ki kitabın korece güncelinde Riftan'ın Maxi'ye açıklamadığı önemli bir olay var. Henüz biz de tam olarak bilmiyoruz bunu. Ve bu olay neyse Riftan Maxi'yi kendinden uzaklaştırıyor ki Maxi Dünya Kulesi'ne geri dönsün. Onu güvende tutmak istediği için. Ve zaten yaklaşan büyük bir savaşın da sinyalleri var ve buna sebep olabilecek birçok olay silsilesi de mevcut. Yani savaş başlatabilecek çok fazla ihtimaller var. İşte bu yüzden bu efsane akla geliyor. Çünkü düşünceler Riftan'ın Maxi'yi geride bırakıp şövalyeleriyle birlikte savaşa gideceği ve bunun da ruhen Maxi'yi yaralayacağı yönünde. Unutmayın ki Riftan'ın komutanı olduğu Remdragon Şövalyeleri'nin anlamı beyaz ejderha şövalyeleri demekti. Bu da bir benzerlik olarak görülüyor. Uigru'nun beyaz bir ejderhayla gökyüzüne uçması ve meşe ağacının ruhunu geride bırakmasına bir metafor olarak bakarsak Riftan, Remdragon(beyaz ejderha) şövalyeleriyle savaşa gider ve Maxi'yi geride bırakır olarak da bir benzerlik kurabiliriz.  En kötü ihtimal ise tabii ki Riftan'ın böyle bir savaşta ölebilecek olma ihtimali.  Ki bunu düşünmek istemiyorum ben açıkcası. 

Ve Maxi'nin meşe ağacının ruhunun reenkarnasyonu olmasına dair başka bir öngörüm de şu. Büyü yapmak için 4 ana element kullanıldığını hatırlıyor musunuz? Ateş, su, toprak ve tahta ahaha tamam tamam ve rüzgar. Şimdi eğer bir meşe ağacını bu 4 element ile eşleştirin desem hangileri uygun olur. Akla ilk toprak gelir ve sonra da belki su. Şimdi Maxi'mizin toprak büyücüsü olduğunu da hepimiz biliyoruz. Ve biraz da suya yakınlığı var. Ateş ve rüzgara ise hiç yakınlığı yok. Ama normalde toprak büyücülerinin ateşe yakınlığı daha fazladır ama Maxi'nin toprak ve su daha uyumsuz olmasına rağmen suya ilgisi var.  Açıkçası bu da göz önüne almamız gereken bir detay diye düşünüyorum ben. 

Neyse şimdilik benim aklımdakiler bu kadar ileride daha fazla detay keşfettikçe güncelleme yaparım bu yazıya. Ama umuyorum ki efsanedeki kalp kırıcı hikayeye dönüşmeden mutlu son ile bitecektir Maxi ile Riftan'ın hikayesi. Ve son olarak bu konuda sizlerin de teorileriniz, fark ettiğiniz noktalar veya düşünceleriniz varsa lütfen yorumlara yazın 🙈