6 Kasım 2021 Cumartesi

Under The Oak Tree - 42. Bölüm 

(Hoş Geldin Şöleni-2) 

Yolculuklarında onlara eşlik eden şövalyelerin yanı sıra yeni ve farklı yüzler de vardı. Uzun masanın ortasında genç şövalyeler, kırk yaşlarında iki yaşlı şövalye Riftan'la sohbet ederken, coşkuyla konuşuyor ve içiyor hatta onu bir içki yarışmasına davet edecek kadar ileri gidiyorlardı.

Max şarabını yudumlamaya devam etti, sohbet partneri olmaması, farkında olmadan şövalyelerin hikayelerini dinlemesine neden oldu. Çırak şövalyelerin eğitimdeki ilerlemeleri, mahsul verimi, çıkarılan mineral miktarı, en yeni ve en etkili silahlar… ve elbette, en son kahramanlıklarının dehşet verici hikayeleri.

Şövalyeler onun hiç karşılaşmadığı konular hakkında şakalaşıyordu ve Max kullandıkları kelimeleri bile anlamıyordu. Aniden grubun en genç şövalyesi ayağa kalktı ve bağırdı.

"Efendi Calypse, Lexos Dağları'nın son savaşında kılıcınızla Ejderha Nefesi'ni durdurduğunuz gerçekten doğru mu?"

Sohbet edip içki içen tüm şövalyeler şimdi dikkatlerini çocuğa odaklamıştı. Parlak beyaz-sarı saçlı, çırak bir şövalyeydi ve o zamana kadar diğer birçok enerjik genç müstakbel şövalyeden biri olmuştu.

"Ejderha Nefesi'nin dünyadaki en güçlü büyü olduğunu duydum! Koca bir dağı havaya uçurabilecek devasa alevleri nasıl durdurdunuz?”

Aşırı heyecanlı çocuğun soruları, Riftan'ı gözle görülür bir şekilde rahatsız etti.

“Kılıcımın benzersiz nitelikleri var.”

"Kaptan kılıcı, dış büyüyü emen ve onu kendine dönüştüren benzersiz bir niteliğe sahiptir. Rakibin gücü ne kadar güçlüyse, kaptanın gücü de o denli güçlüdür" diye açıkladı Max'in yolculuklarında onlara eşlik eden şövalyelerden biri olarak ayırt ettiği şövalye Hebaron.

"Eh, gülünç derecede güçlü doğduğu gerçeğini görmezden gelsek bile, kaptanımız en iyi kılıç ustasıdır! Oshira'nın ilahi şövalyeleri arasında ona boşuna en yüksek mevki verilmedi!"

“…Kaptan değil, lider.”

Sessizce içki içen sarışın şövalye Uslin Ricardo dikkat çekti.

"Kaptan ya da lider... fark etmez. Her neyse paralı askerliği bırakmana ne kadar var?" Hebaron yüksek sesle güldü.

Beyaz-sarışın çırak şövalye sorularıyla devam etti, ''Efendi Calypse'in Kutsal Şövalyelerden Leon Quahel ile yarıştığı doğru mu? Bu, çırak şövalyelere övülecek bir şey değil mi? En büyük iki şövalyenin düello yaptığını bildiğim gerçeğinden gurur duyarım.'' 

Sarışın şövalye Ricardo dokunaklı bir şekilde konuştu "Çatışmayı gizli tuttular. Şövalyeler arasında pek çok kavga olur. Ama biz bir ejderhayı öldürmek için oradaydık, kılıçlarımızı birbirimize doğrultmak için değil."

"Yine de! Kıtanın en ünlü iki şövalyesi arasındaki düellodan kimsenin haberi olmaması ne kadar büyük bir israf! Görülmesi gereken bir manzara olmalı!''

"Ejderhanın yenilmesi yeterliydi." Hala konuşmayı dinleyen Riftan, sonunda kuru bir sesle konuştu.

''Ve o zamanki yüzleşme bir düello bile değildi. Ejderhanın boyunduruğu altında olduğumuz için ikimiz de yeteneklerimizi gösteremedik… Ejderhanın boyun eğdirilmesi için - başarının tek nedeni kılıç ustalığım değil, manayı özümsememdi.''

"Neden bu kadar mütevazi davranıyorsunuz?" Şöminenin yanında oturan genç bir şövalye biraz tedirginlikle söyledi.

''Kazanmak, kazanmaktır. Şartlar aynıydı ve en başından beri kısıtlı bir senaryoda yapılan bir düelloydu. Nereden bakarsanız bakın adildi.''

"Lord Raxion! Düello hakkında daha fazla şey duymak istiyorum! ''Çırakların hepsi ona parıldayan, heyecan dolu gözlerle baktılar.

Gabel omuz silkti, "Bu dövüş için ejderhayla olan savaştan daha mı heyecanlısınız?"

''Elbette seferin hikayesini de dinlemeliyiz! Ejderha avcısının hikayesi!"

Çocukların coşkulu tavrı, şövalyenin yüzünde memnun bir ifadeyle sırıtmasına neden oldu. Max ayrıca tüm coşkuya kapıldı. Ozanların şövalyelerin büyük hikayelerini söylediğine kulak misafiri olmuştu, ama onların maceralarını ilk elden hiç duymamıştı.

Genç şövalye fincanından aldığı altın birayla dudaklarını ıslattı ve neler olduğunu ayrıntılı olarak açıklamaya başladı. Gabel mükemmel bir hikaye anlatıcısıydı. Riftan'ın bir grup dev ve trolü boyunduruğu altına aldığı günden, Lexos Dağları'na giriş hikayesine, üç Basilisk'e karşı verdiği mücadeleye kadar anlattı, Max'in gözleri genç çocuklarınki kadar parlaktı.

Ama Max, canavarları gerçekte gördüğünde çok korkmuştu.

Peki neden şimdi her şey bu kadar heyecan vericiydi? Belki de hikayeyi dokurken Gabel'in konuşma sanatıydı. Onun canlı betimlemelerine sessizce hayran kalırken ve sanki canlanan kelimelerin tadını çıkarırken, aniden boynunun arkasında çırpınan bir dokunuş oldu.

Oldukça ürkmüş şekilde, başını kaynağa, yanında sessizleşen adama çevirdi.


Ç/N: Uslin Ricardo, Hebaron Nirta'nın yanı sıra adını tam öğrendiğimiz diğer şövalyemiz Gabel Raxion oluyor, notumuzu alalım hemen buraya 👀

Vee vee veeeee hazır mıyız arkadaşşlarrr ☜(⌒▽⌒)☞ 

Önceki Bölüm                                                                                                  Sonraki Bölüm

Under The Oak Tree - 41. Bölüm 

(Hoş Geldin Şöleni -1) 

Kısa süre sonra başka bir hizmetçi geldi ve “Efendim yolda, hanımın” dedi.

Pencereden dışarı bakarken, odanın diğer tarafından tanıdık bir ses geldi. Başını çevirdi, bir yarısı Riftan'ı görmeyi bekliyordu ama resmi kıyafetleri içinde odaya giren Rodrigo'ydu.

"Bütün şövalyeler geldi bile. Lütfen beni takip edin hanımım, lord bekliyor.”

Max, Rodrigo'nun yanında merdivenlerden indi. Yemekhanenin girişine varınca içerideki gürültü hemen belli oldu. Kapıda kıpırdamadan durdu, bulunduğu yerden tereddütle bir göz atarken, içeriden fark edilmediğini umdu. Parıldayan ışıkların altında, odanın uçlarına doğru uzanan masalarda elli kadar adam oturuyordu. Doyasıya yiyor, yüksek sesle konuşuyor ve gürültüyle içiyorlardı.

Şöminede altın rengi bir ateş parıldarken, masanın ayakları enfes ziyafetin ağırlığıyla inlerken sıcak bir ortam hakimdi. Dumanı tüten et yemekleri, kırmızı şarap dolu bardaklar, patates kaseleri, meyve ve ekmek çeşitleri, hepsi masanın üzerine eşit olarak yerleştirilmişti.

Max görünüşte kendini dışlanmış, olmaması gereken yerde, gözetleyen bir adam gibi hissetti. Salonda sadece erkekler ve onlara hizmet eden hizmetçiler vardı. Şövalyeler için ayrılmış odaya dalıp yerine gitmesi gerçekten onun için yeterli miydi?

"Hanımım? İçeri girmek istemiyor musunuz?"

Rodrigo'nun sorgulamasıyla Max, tüm cesaretini topladı ve odaya adım attı, ayak sesleri varlığını duyuruyordu. Bir zamanlar gürültülü olan iç mekan, bir düzine göz anında ona sabitlendiğinde sessizleşti. Max, inceleyen bakışlarını rahatsız edici buldu.

Kendini yabancıların kalabalığında nereye koyacağı konusunda daha da kararsızdı.

"Maxi, buraya gel."

Riftan ona kılavuzluk eden bir deniz feneri gibi, kalbini ısıttığını düşündüğü bir jest yaptı. Max duruşunu düzeltti, hızla odayı geçip Riftan'ın yanına otururken içinde kendini cesaretlendi. Sandalyesine oturur oturmaz hizmetçiler ona biraz şarap ve ekmek ikram etmek için acele ettiler.

"Millet, sizlere karım Maximillian Calypse'i tanıştırmak istiyorum."

Muhtemelen şu anda yüzüne yansıyan gerginliği açığa çıkmadan önce, şövalyelerin yüzlerine baktı. Düşmanca görünmüyorlardı, ne de yüzlerinde neşe vardı - Riftan'ın beyanına yönelik tek yaygın karşılama ilgisizlikti.

Tanıtımının sona erdiğini düşünen Riftan, toplanmış gruba beklenmedik bir şekilde kasvetli bir sesle hitap etti.

"Umarım ona iyi ve saygılı davranırsınız."

Sanki bir büyü bozulmuş gibi, bardaklarını Max'e kaldırdılar, alkışlar ve yüksek sesle tezahürat yaptılar. Max herkese teşekkür etmek için mırıldanmaya çalıştı ama küçücük sesi çabucak bariton denizinde boğuldu. Şakalaşmalar bittikten sonra şövalyeler kısa süre sonra yemeklerine, kadınlar ve savaş alanı hakkındaki sohbetlerine geri döndüler.

Max, farklı boyutlarda et ve patateslerle tehlikeli bir şekilde üst üste yığılmış kendi gümüş tabağındaki yemeğe baktı - bu görüntü onun iştahını çabucak kaybetmesine neden oldu. Yığılan yemeğin bir kısmından fazlasını bitiremeyeceğini tahmin etti.

Riftan onun bardağına biraz şarap koydu.

"Neden tabağına bakıyorsun? Bir ısırık almayacak mısın? Yoksa bir terslik mi var?"

"Oh, hayır... Eminim le-lezzetlidir."

"Öyleyse gömül o zaman." Çatalını bir tavuğun bacağına saplayıp zaten dolu olan Max'in tabağına koyarak onu teşvik etti.

Ve sonra Riftan dikkatini tekrar kendi tabağına çevirdi. Büyük bir parça et kopardı ve koca bir lokmada yedi, aynı zamanda diğer eliyle başka bir tavuk parçasını kaptı. Şarabını su gibi içti, Max'e yemeğini doğru dürüst yemeyi öğretiyormuş gibi dik dik baktı.

Üzerine biraz tatlı sos dökülmüş buğulanmış etli böreği bıçakla çekinerek kesti ve küçük bir parçayı ağzına attı. Max, seçici damak tadıyla yağlı eti biraz salamura sebzeyle dengelemeye çalıştı ve aynı zamanda sığır etini iyi baharatlanmış buldu ama çiğnemesi zordu.

Yine de buradaki yemek, Croix kalesinde servis edilenden çok daha üstündü - sadece kalite bakımından eşsizdi.

"Bunu da dene. Lezzetli." Max'in yemek yemesini sessizce izleyen Riftan, onun en sevdiği yemeklerden bazılarını denemesini istedi.

Kırmızımsı bir sosta sırlanmış bilinmeyen etten tereddütle bir ısırık aldı, tadı kendi için fazla balıksı buldu. Ama Riftan'ın bakışlarının üzerinde gezindiğini görünce bitirmeye çalıştı. Ama adam onu ​​şımartmayı henüz bitirmemişti, çünkü ardı ardına fasulye ve patatesi alıp hizmetçinin Max'e hizmet etme sorumluluğunu o üstlenmişti.

"Şimdi, bunu da dene."

"B-ben bu kadar yi-yiyemem..."

"Ama daha bir şey yemedin?" Tek kaşını kaldırdı ve tabağındaki yemeği çatalıyla dürttü, "Bundan da biraz daha dene."

Neden onu bir tavuk gibi dolgunlaştırmaya çalışıyordu? Max gözyaşlarının eşiğinde gibi görünüyordu, Riftan'ın sadece kafası karışmıştı. Daha fazla yağlı et yemeyi düşündükçe midesi bulanmaktan kendini alamadı.

"Bir serçe senden daha çok yer."

"B-bu doğru değil. Ben-ben çok yedim…”

Riftan kahkahalarla kükredi. Ve Max, tabağına yığılmış kemikleri görünce ifadesinin ne kadar saf olduğunu hissetti. Kocasına kıyasla, gerçekten hiçbir şey yememişti. Öyleydi ki, iştahı salondaki diğerlerinden daha düşüktü.

“O-o zaman ne kadar yiyecek y-yeterli?” ona sordu.

Riftan yemeğini çiğnedi ve ona baktı. Ağzındaki yemeği yutarak yüksek sesle cevap verdi. "Bütün bir tavuk yemen gerekmiyor mu?"

“B-bir kadın için, ben ö-öyle düşünmüyorum…”

"Tanıdığım kadınlar o kadar çok yediler."

Geçmişi önemsiz bularak bir kenara attı, ancak kelimeler hala bir nedenden dolayı onu gölgeledi. Bu özel açıklama kime aitti? Doyurucu iştahı olan kadınlar için bir tercihi mi vardı?

Görüşü bilinçsizce kendi ince vücuduna indi. Erkekler sağlıklı varisler üretmek için her zaman sağlıklı eşlere ihtiyaç duyarlar. Max gözlerini sıkıca kapattı ve ağzına biraz daha yiyecek koymaya çalıştı.

"Biraz daha yemeyi denemelisin. Zaten çok zayıf görünüyorsun."

Başını salladı, dikkati et yerine ev yapımı ekmeğe çevrildi. Sonunda, kendini durduramadı. Onun tarafında, Riftan şimdi yaşlı bir şövalyeyle konuşuyor ve onunla büyük bir kadeh şarap içiyordu. Fincanını dolduran kırmızı sıvıdan bir yudum aldı, etkileşimlerini izlerken tatlılık ve ekşiliğin birleşimine hayran kaldı.


Ç/N: Yee Maxi kızım yee gömül ahahaha 


Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

Under The Oak Tree - 40. Bölüm 

( Deneyimsiz Şövalye-2) 

Max, Croix kalesini ziyaret eden şövalyelerin hikayelerini hatırladı - hepsi de aşk konusunda birer dahiydi. Bir gecelik eşlik için şövalyeler tarafından baştan çıkarılan hizmetçilerin, bazı şövalyelerin onları ustalıkla baştan çıkarmaya yönlendirdiğini hatırladıklarında nasıl kıkırdadıklarını duyduğu zamanları sayamıyordu.

İmkansızdı. Riftan'ın genç hizmetçiler veya güzel bayanlarla olan ilişkilerinde payına düşeni almış olması gerektiğine kesinlikle inanıyordu. Riftan, kuzeyde lordlarla leydilerin birlikte yıkanmasının bir gelenek olduğunu da ona açıklamamış mıydı?

Bu bilgiyi nereden bilebilirdi yoksa...

Max kendini zamanında yakaladı ve olumsuz düşüncelere olan eğilimini durdurdu. Geçmişte ne yapmış olursa olsun, şimdi önemli değildi.

"Sorun nedir? Kaşlarını çatıyorsun."

"Ah, rü-rüzgar b-biraz soğuk..."

Riftan eğildi ve onu kollarına alarak soğuk havadan üşümüş vücudunu ısıttı. Duyularını işgal eden erkeksi koku, Max'in nefes almasını neredeyse durdurdu, o tuhaf duygu bir kez daha içine yerleşti.

"Daha kalın giysiler giymeliydin," dedi başının üstünde boğuk bir ses tonuyla.

"Her şey yo-yolunda. Rüzgar bu kadar ku-kuvvetli esmeseydi sorun olmazdı… g-güneş sıcak…”

"Hoşuna gitti mi? Yani, elbise."

Giyemeyeceği kadar güzel olan elbisesine baktı. Ona ilk defa böyle güzel kıyafetler giydiğini söylemek garip olurdu.

Bunun yerine, "B-beğendim," dedi.

"Bir terzi getirteceğim, böylece istediğin kadar elbise alabileceksin. Sana yüzlercesini alacağım.''

Riftan çenesini hafifçe kavradı ve kaldırdı, ciddi bir savurganlık vaadiyle gözlerini boğucu bir şekilde baktı. Max kızardığını ve ısındığını hissetti - neden, bu, kadınlara aşina olmayan bir adamın davranışı değildi.

Aşağıya bakarken mırıldandı. "Buna a-alışmalı mıyım?"

"Ne?"

"Ne i-istersem ba-bana alacağına."

Sert sözleri, Riftan'ın kaşlarını çatmasına neden oldu.

"Ciddiyim. Sana daha önce, babanın şatosunda yaşadığın kadar lüks yaşamanı sağlamak için her şeyi yapacağımı söylemiştim."

Max, ağzından neredeyse fışkıran kuru kahkahayı yuttu.

Nasıl olur da zengin bir cömertlik içinde yaşardı - ona asla istediği, hatta bir soylu kadının ihtiyacı olan hiçbir şey verilmemişti. Geçmiş yaşamıyla ilgili önyargılarının ne kadar yanlış olduğunu bilseydi, bu kadar uğraşır mıydı?

Onu aldatıyormuş gibi hissediyordu ve bu onu bir kötü adammış gibi çekilmez hissettiriyordu.

Gözlerini kaçırarak hafifçe mırıldandı. "Bi-bir ara verebilir miyiz?"

"Yorgun mu hissediyorsun?"

Başıyla onayladığında, onu eve götürmek için öne çıktı. Kuzeyden kuvvetli bir rüzgar esiyordu ve uzaktaki mavimsi yamacı kaplayan ağaçların arasından esiyordu. Max bir an durdu, çam kokusunu, mantarların küflü kokusunu içine çekti.

Her gün bunun kokusunu alır mıydı?

Görkemli manzaraya bakan Max, kısa süre sonra Riftan'ın arkasından aşağı indi ve manzaralardan uzaklaştı.

***

Riftan, potansiyel şövalyelerin eğitimini denetlemek için onu tekrar terk etmek zorunda kaldı. Rudis, kendisini yenilemesi için atıştırmalık olarak zencefil çayı ve kuru meyveli tatlılar getirirken Max, rahatlamak için şöminenin önünde oturarak odaya yalnız döndü.

"Bu akşam şövalyelerle yemeğe çıkacağınıza göre üzerinizi değiştirmek ister misiniz hanımım?" dedi Rudis, boş bardağını yeniden doldurarak.

Max, bir ağız dolusu kuru meyveyi bitirdikten sonra, şaşkınlıkla hizmetçiye baktı.

"De-değiştirmek mi?"

"Evet, lordun karısı olarak onlarla ilk kez buluşacağınıza göre, daha resmi giyinmenin daha iyi olacağını düşünüyorum."

Gergin bir yüzle başını eğdi. "Eğer haddimi aştıysam özür dilerim."

"Hayır, yapmadın..."

Max duvara yaslanmış aynada kendi yansımasına bakarken yüzünü buruşturdu. Rudis'in bu sabah özenle taradığı ve zarif bir şekilde büktüğü saçlar rüzgar tarafından harap edilmişti.

Hizmetçinin ikinci kez buklelerine sihrini yapmasına onay vererek birkaç toka çıkardı ve dalgalı saçlarını salıverdi.

"Ta-tamam... lütfen y-yap."

Rudis çaydanlık ile doğruca odadan çıktı ve içinde karmaşık taraklar, parfümlü yağlar ve güzel süs eşyaları bulunan küçük bir mücevher kutusuyla geri geldi.

Rudis ilk kez saçındaki budakları düzeltmek için tarak kullandığında aynanın önündeki bir sandalyeye oturdu. Uzun bir süre fırçalamaya devam etti, ara sıra biraz yağ ekledi ve sonra tekrar fırçaladı. Çok geçmeden, kıvırcık saçlarını düzeltmeye yönelik tüm çabaları, Max'in bakımlı ve parlak saçlarında görülebiliyordu.

"Saç tokası takalım mı? Yoksa taç takmayı mı tercih edersin?”

Rudis mücevherlerle dolu kutuyu açtı. Bir insanı kör etmiş gibi görünen pahalı biblolarda, Max'in gözleri birer daire gibi fal taşı gibi açıldı.

Kırmızı satenin üzerine işlemeli broşlar, inci kolyeler, altın yüzükler ve gümüş tokalar özenle yerleştirilmişti. Ve ayrı bir kutuda çarpıcı bir taç vardı. Bilgisine göre, Riftan'ın annesi o gençken ölmüştü ve ne kız kardeşi ne de başka bir kadın akrabası vardı.

Peki tüm bunlar nereden geldi?

Geldikten sonraki gün bir akşam yemeği için böyle bir hazırlık yapabilmek biraz fazla hızlı olmadı mı? Bu takıların sadece eski sevgililerinden olduğu çıkarımına varabilirdi…

"Bayan, bunlardan herhangi birini beğendiniz mi?"

"B-ben yaparım."

Durdu, sanki başka birinin alanına giriyormuş gibi hissediyordu, içeri girmemesi gereken biri gibi ve bunun yerine bir şeyi, herhangi bir şeyi seçmeye odaklandı.

"Bu s-saç i-iğnesi, lütfen..."

"Evet hanımım."

Rudis saçlarını sımsıkı ördü, bir yandan kıvırdı ve rengarenk çiçeklerle süslenmiş gümüş saç iğneleriyle sabitledi. Ardından boynuna bir inci kolye ve parmağına kristal bir yüzük taktı.

Max, saçlarını ve yüzünü aydınlatan mücevherleriyle garip yansımasına baktı. Kendine bakmadı… söyleyebilirdi ki, çok güzel görünüyordu. Görünümünün sadeliği, özelliklerini daha fazla ortaya çıkardı.

"Görünüşü beğenmediyseniz size başka mücevherler getirebilirim."

Eteğindeki birçok kusura yukarıdan bakan Rudis kibarca teklif etti.

Max başını salladı. "Ç-çok güzel. Ben bununla gideceğim."

Rudis rahatlamış görünüyordu. Odadan çıkmaya hazır olduklarında, omuzlarına ince, neredeyse yarı saydam bir şal geçirdi. Aniden, alacakaranlık pencerenin dışına düşüyordu.


Ç/N: Maxi süslendi püslendi şimdi de şövalyelerle buluşacak hadi bakalım \(T∇T )/

Önceki Bölüm                                                                                             Sonraki Bölüm