8 Kasım 2021 Pazartesi

Under The Oak Tree - 55.Bölüm 

(Başkente Gidişi -1) 

''Uhm… hanımefendi, sormamda bir sakınca yoksa…''

Kahya beceriksizce devam etmeden önce birkaç kuru öksürük bıraktı.

''Lütfen lorda yemeğin hazır olduğunu söyler misiniz? Yolculuk için gitmeden önce yemesi gerektiğini düşündüm, bu yüzden sabahın erken saatlerinden beri mutfakta hazırlanıyorum.''

"Be-ben ona sö-söyleyeceğim!"

Yüksek ve neşeli bir sesle cevap verdi. Muhtemelen küstahça bir soru sorduğu için endişeyle dolu olan yaşlı adamın yüzü şimdi rahatlamıştı. Hızla minnettarlığını dile getirdi.

''Te-teşekkür ederim hanımım, yani… uhm, bunu size bırakacağım.''

Ona gitmek için bir bahanesi olduğu için mutluydu ve uygun bir yanıt vermeden kapıdan dışarı fırladı. Narin sonbahar esintisi kasvetli vücudunu nazikçe süpürdü. Gökyüzüne bakmak için biraz zaman ayırdı, solgun sonbahar güneşi yavaş yavaş günü aydınlatıyor ve bahçede oluşan parlak su birikintilerini yansıtıyordu. Minik atlamalar ve zıplamalarla su birikintilerini geçerek merdivenlere doğru ilerledi.

Geniş bahçeyi geçerken iç kapıya yaklaştı. Eteğini ıslanmamak için dikkatlice yukarı kaldırarak, sekiz basamaklı merdivenleri çevik bir şekilde indi. Hanımlarının beklenmedik gelişi karşısında aceleyle başını eğen bir muhafızın yanından geçti.

Salonun kapısına yaklaştıkça yaklaştı. Yüksek, kalın bir dış duvarla çevrili ve sağlam sütun tarafından tutulan bu salon, sabah güneşinin hafif parıltısının ortasında yüksek bir görüntü sunuyordu. Ve gümüş zırh giyen şövalyeler, nefes kesici bir manzara için yapılmış, her zaman heybetli Riftan'dan önce düzenli bir şekilde sıralandılar.

Salona girerken, Max adımlarını durdurdu. Hiç ses çıkarmadan, yavaş yavaş çevresini sardı. Riftan, ciddi bir şeyden bahsediyor gibiydi, bu yüzden Max ona şu anda yaklaşmanın uygun olmadığını düşündü. Salondaki sesler durmadan yükselirken uygun anı beklemeye karar verdi.

''Lider, Anatol için bu kadar endişeleniyorsan ben kalırım.''

Akşam yemeğinde parlak söylemini sergileyen genç bir şövalye olan Gabel, bir adım öne çıktı ve "Tek bir Remdragon Şövalyesi yerinde kalırsa endişelenmenize gerek yok, değil mi?" dedi.

"Bu mümkün değil. Savaşa katılan her şövalye kutlamaya katılmalıdır. Hizmetin takdiri, hepimiz arasında adil bir şekilde bölünmelidir.''

''Kraldan gelen unvanlar veya ödüllerle ilgilenmiyorum. Şövalye olarak itibarım yeterince iyi ve şimdiden fazlasıyla övgü aldım. Sıkıcı bir kutlamaya katılarak zamanımı boşa harcamaktansa kalede kalıp kılıcımla antrenman yapmak daha iyidir.''

"Ciddi misin?"

Kollarını göğsünde kavuşturan Hebaron, inanamayarak başını salladı. Arkadaşı Gabel'in söylediği şeyde ciddi olmadığını düşündü ve onu aramaya karar verdi.

"Keşiş de değilsin. İmparatorluk Şehri'ndeki tüm leydiler ayaklarının dibine yığılırsa, reddedecek misin? Kelimelerdeki gösterişli yeteneğinle, ne kadar kibirli olursa olsun herhangi bir bayanın etrafında dolanıp durabilirsin!''

"Seni yüzeysel adam! O koca kafanla tek düşünebildiğin bu mu?''

"Ne dedin sen?!"

Riftan'ın yanında duran Ruth, Hebaron ve Gabel'in birbirlerine hançerlerini dikmiş bakışlarına bakarak derin bir iç çekti.

"İkiniz bir gün boyunca birbirinize hırlamadığınız takdirde ölümcül bir enfeksiyon kapacağınız bir lanet altında olurdunuz herhalde."

Tartışmalardan bıkmış gibi dilini şaklattı ve sözlerine devam etti.

"Efendi Calypse'in dediği gibi, savaşa katılan tüm şövalyeler kraliyet kalesine gitmeli. Sör Ovaron, Sör Sebrick ve muhafızlar Anatol'u korumak için yeterlidir. Ayrıca, ben de geride kalmayı düşünüyorum."

"Neden bahsediyorsun? Gitmek zorundasın! Savaşta büyük bir rol oynadın.''

''Şöhret ya da şeref umurunda olan biri değilim. Dahası, gidersem saray büyücüleriyle sürtüşme olması kaçınılmazdır. Dünya Kulesi'nden izinsiz ayrıldığım için büyücüler tarafından resmen hain muamelesi görüyorum."

Büyücü önemli bir şey değilmiş gibi omuz silkerken şövalyeler gözlerini devirdi. Uzun bir süre sessiz kalan Riftan, ağzını açmaya karar verdi.

''… Kalırsan ben de rahatlayacağım.''

"Başından beri bunu yapmayı planlıyordum." Ruth önemli bir şey değilmiş gibi omuz silkti.

Bununla, Riftan bir adım öne çıkarak salonu son derece sessizliğe itti. Önündeki sıraya otoriter bir bakış attı ve ciddi bir şekilde konuştu.

"O zaman karar verildi. Hazır olur olmaz yola çıkıyoruz. Güzergah daha önce anlattığımla aynı olacak.''

Şövalyeler yumruklarını göğüslerine sıktı ve onları hızla yere indirdi. Bu onların nezaket tarzı gibi görünüyordu.

Uzun süredir arkada dolaşan Max, brifing sona ererken gizlice Riftan'a yaklaştı. Geri döndü ve Max'in ziyaretine şaşırmış bir şekilde baktı.

"Sana söyledim, biraz daha dinlenebilirsin. Bir problem mi var?"

"Oh, hayır... Şey, be-ben de kalkmam gerektiğini hi-hissettim. ''

Riftan'a yaklaşırken şövalyelerin bakışlarını görmezden geldi. Riftan endişeli gözlerle ona baktı. Max, onun bakışıyla kalbinin sıkıştığını hissederek utangaç bir şekilde devam etti.

"Ba-bana ye-yemeklerin  hazır o-olduğunu sö-söylediler, bu yüzden... Be-ben sana söylemek i-için bu-buradayım..."

Gökyüzüne baktı, güneşin eğimini ölçtü ve şövalyelere seslendi.

"Önce karnımızı doyuralım."

Şövalyeler hızla dağıldı. Riftan, Max'in omzunda bir kolla yürüdü, onu koruyormuş gibi tutuyordu. Max parlak güneş ışığının altında onun atılgan vücuduna baktı. Kalın mavi bir tunik üzerine gümüş bir zırh giymiş, sanki bir tapınak duvar resminden yeni çıkmış gibi göz kamaştırıcıydı. Halkın neden ona bakıp bağırdığını hissedebiliyordu,

"Uigru'nun bilge adamı!"... göklere yükselen efsanevi şövalye.

Ç/N: Maxi tıpış tıpış kocasını yemeğe çağırmaya gitti, yicem bu kızı ben 💗∀💗

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

Under The Oak Tree - 54. Bölüm 

(Beni Yakınlaştır -2) 

[Dikkat !! : Hafif Yetişkin İçerik]

[Şarkı Önerisi: Jose Feliciano - Rain ]

Max'in inleme sesi ve Riftan'ın hırıltısı odayı doldurdu. Vücutları yatakta samimi bir dansla yuvarlanırken dudakları birbirine dokunuyordu. Ona göre, Riftan'ın nefesi nektar gibi kokuyordu - bedenlerini paylaştıkça nefesleri de birbirine karışıyordu, biri diğerinin nefesini soluyordu.

Max, kalbinin ortasında sıcak ve bunaltıcı bir şeyin yavaşça büyüdüğünü hissedebiliyordu.

Onunla göz teması kurarken umutsuz bir fısıltıyla, "Adımı söyle," dedi.

"Ri-Riftan..." diye soludu.

"Tekrar…"

"Ri-Riftan..."

"Tekrar, tekrar söyle…"

Sesini kaybedene kadar adını seslendi. O anda, içindeki ısıyı söndürmek, hem onun hem de kendi vücudunun taleplerini karşılamak için var olduğunu hissetti... O çaresizlik içinde erdemli bir kadının terbiyesi üzerine derslere yer yoktu. Ona bir hayvan gibi yapışıyor, tırnaklarını olabildiğince sert bir şekilde derisine geçiriyordu.

Riftan onu katleder ve Max de hayata geri dönerdi. Bu döngü ve ona olan aşırı ihtiyacı Max'i çıldırtıyordu.

"Ri-Riftan..."

Max kısık gözlerle ona baktı. Gizemli bir şekilde, adını seslendi, sanki bir rüyadaymış ve dünyada var olan tek isim oymuş gibi.

***

Ne yazık ki, yağmur öğleden sonra geç saatlerde azaldı ve şafak vakti tamamen durdu. Max, uzun zamandır görmediği ılık sabah güneşinde, kasvetli gözlerini açtı. Kendini kaldırmak istedi ama uzuvları çok zayıftı. Donuk acıyla hafifçe inlerken, bir el onu yatıştırmak için çıplak sırtını okşadı.

"Uykuya geri dön."

Parlak sabah güneşinden onu gölgeleyen yüzüne baktı. Zaten temiz giysiler ve zırh giymiş olarak ondan çok önce uyanmıştı. Bunu görünce kalbi sıkıştı.

"S-sen bugün gi-gidiyorsun..."

"Öğleden sonra gideceğim. Önce silahları ve yiyecekleri hazırlamamız gerekiyor."

Çenesine uzandı ve şişmiş dudaklarını öptü ve sonra ellerini beyaz demir bir eldivenin içine soktu.

"Ayrılmadan önce seni görmeye geleceğim, o yüzden endişelenme ve tekrar uyu" dedi dirseklerine kadar başka bir zırh çekerken ve odadan çıkmadan önce kılıcını alırken. Max, ayrıldığı kapıya baktı ve gözlerini kırpıştırdı. Kalbini bilinçsizce bir boşluk hissi sardı.

Sonunda ayağa kalktı ve titreyen bacaklarının üzerinde yürüdü ve hizmetçilerden banyo hazırlamasını istedi. Ona daha fazla uyumasını söylemesine rağmen, artık dinlenmeye ihtiyacı olmadığını fark etti.

"Hanımefendi, banyonuz burada."

Rudis ve diğer üç hizmetçi ılık suyla dolu bir küvet getirdiler. Hizmetçilerinin yardımıyla zayıf bir şekilde suya girdi. Rudis hızla saçlarını yıkayıp yumuşak bir süngerle vücudunu temizledi ve son derece utanmış olsa da kendini temizleyecek enerjisi kalmamıştı. Max nazikçe Rudis'in yardımını aldı ve suda kıpırdamadan oturdu.

"Bana biraz izin verir misiniz hanımım? Gidip yüksek yakalı bir elbise hazırlayacağım.''

Banyodan çıktıktan sonra vücudundaki nemi silen bir hizmetçi ona dikkatlice sordu. Max, vücudundaki kabarık kırmızı lekeleri fark ettiğinde hemen kızardı.

"E-evet, lütfen."

Hizmetçiler gittiğinde, Max dikkatli bir şekilde aynanın önünde durdu ve vücudunu saran havluyu açtı. Köprücük kemiklerinde izler vardı ve göğüsleri normalden daha büyüktü... ayrıca pembe çiçeklerle kaplıydı. Titreyen elleriyle göğüslerine dokundu, Riftan'ın dokunuşunun kendisininkinden açıkça farklı olduğunu gördü.

Riftan'ın dokunuşu sanki bir heykeltıraş eliymiş gibi hissettirdi ve o da kalıplanan kildi.

Cildinde aşk izleriyle dolu, aynadaki parlak gözlerle bakan kadının, görmeye alıştığı kadınla aynı kişi olup olmadığını merak etti; düşük omuzlu ve kambur sırtlı solgun ve depresif bir kız. Max ellerini yavaşça ince beline, düz karnına ve son olarak da baldırlarının arasına kaydırdı. Teni dokunulduğunda sıcak, pürüzsüz ve yumuşaktı.

Sanki kendisine aitmiş gibi hissetmiyordu.

"Hanımım, elbiseniz burada."

Max şaşkınlıkla elini vücudundan çekti. Hizmetçiler hâlâ kapının arkasında olmalarına ve içeri girmek için izin vermelerine rağmen, suçüstü yakalanmış gibi kızardı. Utanç içinde kekeledi.

"Ge-ge-gelin."

Hizmetçiler odaya girdiler ve onu ustaca giydirdiler. Beline altın bir kemer dolanmış, yeşil ve altın dalgalı süslü bir elbise giymişti. Ardından, hala ıslak olan saçları bir kurdeleyle kabaca bağlanmış bir şekilde kapıdan aceleyle çıktı.

Açık pencerelerden, taze güneş ışığı yüzünü nazikçe öpüyordu. Yağmurdan hala nemli olan havanın kokusunu içine çekti ve merdivenlerden hızla indi. Gitmeden önce onu bulmaya geleceğine söz verdi, ama o hala onun unutmuş ve çoktan gitmiş olmasından endişeliydi.

"Günaydın hanımım."

Hizmetçilerin temiz havanın içeri girmesi için pencereleri sonuna kadar açarak yerleri süpürdüğü büyük bir salona girdi. Onları keskin bir gözle izleyen Rodrigo, Max'i gördüğünde saygıyla başını indirdi.

"Kahvaltı hazır. Yemekhanede yemek ister misiniz?"

"H-hayır, bu-bundan önce, Ri-Riftan'ı görmem gerek, yani Lo-lord Calypse..."

"Lord Calypse şövalyelerle birlikte sahada hanımım."

Durduğunda kapıdan çıkmak üzereydi. Ne yapacaktı? Sadece onu rahatsız edip etmeyeceğini merak etti. Kapının önünde tereddüt ederken, Rodrigo dudaklarını dikkatle açtı.

Ç/N: Maxi kızımız aşık mııı oluyorrr neee  ᕕ(  ͡° ͜ʖ ͡° )ᕗ Bu arada fark ettiğiniz üzere bölümün başında bir şarkı önerisinde bulundum. Ara ara böyle bölümün moduyla uyacağını düşündüğüm şarkı önerilerinde bulunacağım ister bölümü okurken arkadan kısık seslerle size eşlik etsin, ister bölümü bitirdikten sonra açıp dinleyin.. yahut hiç dinlemeyin size kalmış tabi ben şey edeyimm de (〃´∀`)

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

 Under The Oak Tree - 53. Bölüm 

(Beni Yakınlaştır -1)

[Dikkat!!: Hafif Yetişkin İçerik]

Max, uykusunda bir uçuruma düşüyormuş gibi hisse kapıldı. Yavaşça bilincine vararak, onu düşlerinden uyandırmak istercesine pencerelere şiddetle vuran yağmurun sesini işitti. Adam sakince Max'in arkasına yaslandı, kaygan vücutları birbirine yapışmıştı. Kollarında yatarken göz kapakları açıldı.

Ne zamandır birbirlerinin zihinlerinde kendilerini kaybediyorlardı?

Sırtındaki göğüs, adamın düzenli nefesiyle hafifçe sallandı. "Böyle yakın durarak seni neredeyse eziyor olsam bile... Vücutlarımızı hiç ayırmak istemiyorum."

Onu daha yakına - sanki mümkünmüş gibi - kollarının arasına, yüzü kendisine dönük şekilde topladı. Birbirlerine sürtündüklerinde teni sürtünme yarattı, doruklarının uçları onun sürekli alaylarından çoktandır ağrıyordu. Adam memnun bir inilti bıraktı ve kadının kafasını dudaklarının onunkilerle buluşması için yana yatırdı. Kadının yumuşak etini dişlerinin arasında ısırıp yuvarlayarak onları emdi.

Max şişmiş gözlerle ona baktı. Riftan da onun kadar dağınık görünüyordu; cilalı bir bıçak gibi genellikle soğuk, sert yüzü terden kıpkırmızıydı, gözleri sıcak bir bakışla bulutlanmıştı. Saçları bir fırtınadan çıkmış gibi darmadağınıktı ve teni hilal şeklinde izlerle bezenmişti...

Kendi vücudundaki hafif yaraları gören Riftan hafifçe gülümsedi. "Bir basiliskle dövüşürken vücudumda bir çizik bile yoktu..."

"B-ben ö-özür dilerim."

Max'in boğazından boğulmuş bir çığlık gibi korkunç bir ses çıktı. Ve Riftan onun dudaklarını yakalamak için başını tekrar aşağı eğdi ve içindeki sesi kapattı. Max, ona anlaşılmaz bir ifadeyle bakan oniks gözlerinden oldukça korkmuştu.

"Sen korkutucu bir büyücü kadınsın."

Ne demek istediğini ona yalvarmak istemişti, ama onu tekrar ona karşı tutkuyla öperken sesi artık çıkamıyordu. Kaygan dilleri ağır, tembel bir dansla yavaş yavaş bir diğeriyle iç içe geçti.

"Sanırım ilk günden beri biliyordum. Bende... yara izi açacağını.''

Son sözleri dudaklarında o kadar zayıftı ki, Max onları anlamakta güçlük çekiyordu. Çok geçmeden sanki ılık suda eriyormuş gibi derin bir uykuya daldı.

***

Sanki doğa kurnazca dünkü zararsız çiseleyen yağmuru telafi etmeye çalışıyormuş gibi, dışarıda yağmur daha şiddetli yağıyordu. Bu, Riftan ve askerlerini başkente olan yolculuklarını ertelemeye sevk etti. Şiddetli yağmur örtüsünün altında teftiş için köyün karşısına bile geçemediğinden, Riftan kaleye taşındığından beri ilk kez bütün gününü odalarında uzanarak geçirdi.

Yatakta çırılçıplak yatan ikili, yalnızca pencereye vuran yağmurun ritmini dinliyorlardı. Çoğu zaman, aralarında tutkulu bir kucaklaşma içindeydiler, sıcaklıklarını paylaşmadıkları bir karış ten bırakmadılar. Yoğun bir şekilde seviştiler, Max'i böyle bir yakınlığa izin verilip verilmeyeceği konusunda endişelendirdiler. Birbirlerine kilitlenmedikleri zaman, hizmetçilerin kendilerine teslim ettiği yiyecek ve şarabı içtiler.

Riftan Max'i kendi elleriyle beslerken kucağına yerleştirdi. Kendini halsiz hisseden Max, tanıdık utancın içeri girdiğini hissedemedi ve onun yerine, ağzına getirdiği kremalı tatlı meyve ve ekmek parçalarını kemirirken başını Riftan'ın göğsüne yasladı. İç ısıtan manzara karşısında, Riftan'ın ağzında bir gülümseme belirdi.

"Küçük bir kuş gibisin."

Ona şaraptan bir yudum verdi ve dudaklarını nazikçe onun şişkin yanaklarına bastırdı, onun teninin kaslarına karşı nasıl yumuşak olduğunu hissetti. Riftan onun gitmesine bir an bile izin vermedi; özveriyle yavrusuyla ilgilenen bir hayvan gibiydi. Onu yıkadı ve öpücüklerle duş aldırdı. Ve daha önce hiç böyle bir şey yaşamamış olan Max, tutkulu ve ısrarcı aşkıyla tamamen büyülenmişti.

Aniden, yumuşak kollarıyla ona sıkıca sarılmak ve bir çocuk gibi yüzünü onun geniş ve kaslı göğsüne ovmak için tuhaf bir istek duydu. Bu kadar yorgun olmasaydı, bu kısacık dürtüye kendini kaptıracağını biliyordu.

Daha önce annesi bile onu bu kadar yakın tutmamıştı.

"Bu üzümler çok lezzetli," diye mırıldandı Riftan meyveyi onun dudaklarına doğru iterken. Max üzümü ağzına aldı ve dişlerinin arasına sıkıştırarak tatlı suyunun tadını çıkardı. Sıvının bir kısmı ağzının kenarlarından aşağı süzülürken, Riftan dudaklarıyla tadına baktı. Yanağına dokunan eli nazikti ama okşamaları onu harekete geçiriyordu. Çok geçmeden, nemli dudaklarının teninde nazikçe altın öpücükler bıraktığı düşüncesi aklına geldi. Zar zor ayrılmış bedenleri, odanın içindeki sıcak akımla birlikte ısınıyordu.

"Beni dişlerinle ez ve içeri al." Sanki boğazı olan bir çukura düşmek istiyormuş gibi dilini dışarı çıkardı.

Birbirine kenetlenmiş dudaklarından gelip geçen kelimelerden daha açık bir lisan vardı.

Max boğazının tıkandığını hissedebiliyordu ama şikayet etmiyor- etmek de istemiyordu. Şimdi tüm aklını yiyip bitiren bir çılgınlığa kapılarak titreyen kollarını kaldırıp onun boynuna doladı. Bir sonraki anda, vücudu tekrar tanıdık yumuşak çarşafa doğru düştü.

Birbirlerine tökezlerken, yatağın üzerine konan tabak yana devrildi, meyve parçaları dikkatsizce yatağın üzerine döküldü. Kalın göğsü kadının pürüzsüz tümseklerini sıkıştırırken Riftan tenine bulaşan tatlı meyve suyunun tüm izlerini yalamaya devam etti. Terden sırılsıklam olmuş tenleri uzun zamandır nemli çarşaflara bulaşmıştı.


Ç/N: Riftan şövalye değil şair arkadaşlar.. Yok çölde susuz kalmış gibi sana susadım yok ilk günden beri bende yara açacağını biliyordum.. Çıtayla bu kadar oynamasana çocuğum.. Çoğumuz bekarız, senin yüzünden daha da bekar hissediyoruz.. Bekar olmayanların da evindekine ekmek veresi gelmiyor ( ̄ー ̄)ノ


Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm