12 Kasım 2021 Cuma

Under The Oak Tree - 87. Bölüm 

Elinden Geleni Deniyor (2) 

Max onun kaşlarını çattığını görünce aceleyle başını salladı.

Max'in kız kardeşi, bir yığın mücevher aldıktan sonra bile kirpiklerini kırpmadı. Riftan ve diğerlerinin Dük'ün en sevdiği kızının buna büzüşeceğini görmesi garip olurdu. Max yüzünü kayıtsız tuttu ve Rosetta'nın kibirli tavrını hatırladı.

"Ha-hayır. Be-beğendim.. '' Max basitçe cevapladı. Riftan cevabına rahatlamış göründü ve hizmetçilerden birine yanlarındaki kutuları açmasını işaret etti.

Max, hikayelerdeki tüm o zengin prensesler gibi çekingen kalmaya çalıştı. Ancak her yeni hediye kutusundan çıktığında ağzının aptal gibi açılmasına engel olamıyordu.

Başka bir kutu açılırken, Riftan ona yaklaştı ve bir mücevher kutusundan zümrüt saç tokası çıkardı ve dikkatlice kulağının yanından taktı ve boynunu ışıltılı bir elmas kolye ile süsleyerek görünümünü tamamladı.

Max köprücük kemiklerinin üzerinde duran abartılı mücevherlere baktı ve kendini kelimelere kaptırmış halde buldu. Riftan memnun bir yüzle dudaklarını onun yanağına bastırdı, gördüğü şey hoşuna gitmiş gibiydi.

"Düşündüğüm gibi sana çok yakıştı." Max'e bakarak gururla söyledi.

 
"Te-teşekkür ederim..." Max yanıtladı.

Kızarmış bir yüzle bu sözleri mırıldandı. Max daha sonra buklelerinin arasına sıkışmış süsü hissetmek için parmaklarını nazikçe saçlarının arasından geçirdi. Köşe duvarda asılı olan aynaya hafifçe göz attı ve yansımasına baktı. Kendini bu kadar çok mücevherle süslediğini görünce bir an için garip bir şekilde sarsıldı.

Riftan ona dünyanın en değerli kraliyet kızıymış gibi davranıyordu. Hem hoş hem de rahatsız ediciydi. Dürüst olmak gerekirse, Max kendisine uymayan bir maske takan bir palyaço gibi hissetti.

"Neden böyle bir yüz? Beğenmedin mi?" Riftan onun kasvetli ifadesini fark ettikten sonra sordu.

Max aceleyle yüzünü düzeltti.

"Ha-hayır. Gerçekten çok güzel. Me-meşgul olmalısın... Ne zaman bü-bütün bu hediyeleri alacak za-zamanı buldun?" Riftan'a sordu ve Riftan endişeleri karşısında başını iki yana salladı.

"Croix Kalesi'nde kullandığın tüm mücevherleri ve kıyafetleri benim yüzümden bıraktın. Tabii ki, senin için telafi etmek için zaman ayırmam gerekiyordu. '' Bir sırıtışla cevap verdi ve Max aceleyle kızaran yüzünü sakladı. Ama göğsünün içi sanki içinde bir diken varmış gibi acıyordu.

"Te-teşekkür ederim dü-düşündüğün için." Riftan'a içtenlikle söyledi.

Riftan tepkisinden memnun görünüyordu ve hizmetçilere, hepsini gördüğüne göre hediyeleri düzenlemelerini söyledi.

Hizmetçilerle uğraşırken Max, Riftan'ın arkasında durmuş, kafasındaki garip suçluluk duygusunu silmeye çalışıyordu. Özellikle yalan söylemiyordu ama bu düşüncelere rağmen içindeki rahatsız edici duyguyu bir türlü silemiyordu.
 

Riftan, tüm hediyelerin eksiksiz ve güvence altına alındığını teyit ettikten sonra hemen tutukluların durumunu kontrol etmek için dışarı çıktı.

O gittikten sonra Max, dünkü rahatsızlıktan dolayı tamamlayamadığı bitmemiş bir tekstil siparişini doldurmaya başladı. Hizmetçilerle dikkatlice görüştükten sonra, kış yemeklerinin iyi muhafaza edildiğinden emin olmak için mutfağa inmeye karar verdi.

Herhangi bir kale, sonbaharın sonlarından kışın başlarına kadar en yoğun döneminde olmak zorundadır. Çünkü bunlar, sıcaklıkların hızla düşmeye başladığı ve taze sebze elde etmenin daha zor hale geldiği durumlardı.

Etin fiyatı da bu mevsimde iki katına veya daha fazlasına bağlıydı, bu nedenle mutfak görevlileri, uzun ömürlü kuru et, salamura meyve, tütsülenmiş sosis ve değirmenden çok miktarda un hazırlamak için ara vermeden çalışmak zorunda kaldılar. ve hayvancılık için yiyecek hazırlamak için diğer stoklarla..

Max, hazırlıkların nasıl gittiğine dair bir güncelleme almak için Rudis'i aramaya gitti. Rudis daha sonra onunla ne yaptıklarını tartışmaya başladı.

''Kışın hayvanlara ot bulmak zorlaşıyor, bu yüzden çoğunu kesiyoruz ve sadece besleyebildiklerimizi yaşatıyoruz. Kesilen inek ve domuzları kasaptan alıyoruz, kanı akıtıyoruz, bağırsaklarını budayıp kaleye gönderiyoruz, mutfaktaki etler tütsülenip saklanıyor, bağırsaklar temizlenip sosis yapımında kullanılıyor.'' Hazırlıkları kontrol etmek için mutfaklarda yürürken Rudis ona açıkladı.

Max, Rudis'in açıklamasını dinledi ve etrafına bakındı, etraflarındaki ağır yağ kokusunu alabiliyordu. Mutfağın telaşlı ve meşgul personelle dolu olmasına alışıktı, ancak son birkaç gündür neredeyse bir savaş alanına benziyordu.

Köşe duvarına kurulmuş büyük bir masada üç dört uşak, etrafı büyük leğenler ve tabaklarla çevrili sosisler yaparken, diğer tarafta büyük bir et parçası testere ile küçük parçalar halinde kesiliyordu ve kan gölüyle ondan akıyordu.

Dumanlı ateş kokusu burnunun ucunu yaktı. Max başını duman kaynağından çevirdi ve burun köprüsünün ucunu sıkıştırdı. Açık kapının dışında, taştan yapılmış dört adet geçici ateş kabı gördü. Beş altı uşak üzerine büyük bir tel ağ geçirip üzerine bir parça et tüttürüyordu. Max muazzam miktarda et görünce bitkin hissediyordu.

"Daha önce hi-hiç bu kadar çok et gö-görmemiştim." Rudis'e söyledi.

"Bizi bir süre idare edecek kadar yiyecek hazırladık. Ancak, füme eti çok uzun süre saklayamayız, bu nedenle sahip olduğumuz temiz şeylerin çoğu kurutulmuş olacak. Sığır eti de ayrıca şövalyeler için üç veya dört günlük bir keşif gezisine çıkarken çok faydalıdır.'' Rudis ona bildirdi.

"Bu-bunların hepsi ku-kurutulmuş ete mi dö-dönüştürülecek?" Max, taze kesilmiş büyük et yığınına bakarak Rudis'e sordu.

Max duvarda asılı olan ete merakla baktı. Rudis'in verdiği tutanakta her yıl depolanan gıdaların ağırlığı ve bu yıl depolanacak gıdaların ağırlığı titizlikle yazılmıştı.

''Şövalyeler seferden dönerken, geçen yıl yaptığımızın iki katı kadar hazırlanmamız gerekiyor. Aslında sıcaklık düşmeden hazırlamalıydım.''

"Ço-çok zaman a-alıyor mu?"

''Et birkaç gün tuzlanıp süzülmeli, ardından ince ince dilimlenmeli ve birkaç gün daha gölgede kurutulmalıdır. Çok çalışmak gerekiyor." Rudis cevap verdi ve Max aniden utandı, çünkü kış hazırlıkları yaptığı kale süslemeleri yüzünden gecikmiş gibi görünüyordu.

Rudis, Max'in suçluluk ifadesini hissetmiş gibiydi ve aceleyle ekledi, "Fakat daha fazla el olursa, sıcaklık daha da düşmeden hazır olacağız."

"İ-iyi o zaman!" Max daha sonra mutfak personeline baktı ve gerçekten daha fazla insanı işe almaları gerektiğini fark etti.

Terli çalışan hizmetçilerin görüntüsü içini endişelendirdi. Kalenin evini denetlemek hanımın göreviydi ve gördüklerinden yola çıkarak hizmetçilerin iş yükünün çok büyük olduğunu biliyordu.

Belki de Riftan'a daha fazla hizmetçi tutabilir mi diye sormalıydı, çünkü kalenin hizmetkarları yemek yapmanın yanı sıra bütün gün o kadar çok çalışıyorlardı ki, askerler için kışlık giysiler dikiyor, hayvanlara bakıyor, kaleyi süpürüyor ve cilalıyorlardı. Bu durumda kış hazırlıklarını tamamlayamayabilirlerdi.

"Ya-yarın Aderon'a bir so-soracağım i-işçileri ayarlayabilirse..." Max Rudis'e anlatmaya başladı ama daha cümlesini bitiremeden birinin ona seslendiğini duydu.

"Madam!"

Ç/N: Ahh şu gurur..

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

Under The Oak Tree - 86. Bölüm 

Elinden Geleni Deniyor (1) 

"Çok teşekkür ederim." Max tekrarladı ve bu sözler dudaklarından çıkar çıkmaz ona yukarıdan bakan Riftan başını eğdi ve onu öptü.

Riftan'ın ani hareketi Max'i şaşırttı ve içgüdüsel olarak geri adım attı. Riftan ise hiçbir şey olmamış gibi davrandı ve sanki milletin önünde karısını öpmemiş gibi çevrelerindeki tüccarlara kayıtsızca hitap etmeye başladı.

"Karım mutlu görünüyor. Minnettarlığın bir göstergesi olarak size ek yüzde 50 vereceğim. Teslim etmenin bir iki gün daha süreceğini düşünmüştüm ama beklediğimden daha erken geldi. Bu nedenle acele ettiğiniz için ayrıca teşekkür ederim.'' Riftan tüccarlara söyledi ve tüccar onun cömertliğine inanamıyor gibiydi.

''Ah, sevgili Lordum! Önemli bir şey değil efendim. Bizden bunu istediniz efendim, tabii ki talebinizi en kısa sürede yerine getirmemiz gerekiyordu, müşterilerimizi memnun etmek bizim için çok doğal!'' Tüccarlardan biri Riftan'a söyledi.

Max, kırmızı yüzünü atın boynunun arkasına saklarken aralarındaki küçük konuşmayı dinledi.

Riftan'ın bu kadar çok insanın önünde ona karşı kayıtsız bir şekilde sevgisini ifade etme şeklinden dolayı utandığını hissetti. Max onların ani sevgi gösterisini gören var mı diye endişeyle etrafına bakındı ve bunun görülmesinin skandal yaratacağını hissetti, neyse ki hizmetçiler işlerine devam ederken kimsenin bu jesti umursamadığı görülüyordu.

Bir süre sonra, Riftan sonunda tüccarlarla konuşmasını bitirdi ve tüccarlar ayrılmak için döndü. Toplanıp gitmeye başladıkları sırada, Riftan Max'e yaklaştı ve kollarından birini onun üzerine sardı ve onu kendi yanına sardı.
 

"Odaya gidelim, böylece senin için aldığım şeylere daha net bakabilirsin. İstediğin bir şey bulabilirsin." Riftan ona nazik bir gülümsemeyle söyledi.

"Da-dahası mı var...?" Max şaşkınlıkla sordu ve Riftan yanıtlamadan önce başını salladı.

"Hizmetkarların şuan taşıdığı tüm kutular senin hediyen." Riftan daha sonra hala arabada olan kutu yığınını işaret etti.

Bunu görünce Max'in ağzı bir karış açık kaldı. Kalenin misafir odalarından birini doldurmaya yetecek kadar kutu olduğunu tahmin etti.

"Odaya taşımalarını söyledim. O yüzden şimdi içeri girelim." Riftan, yuları yakındaki bir hizmetçiye verirken Max'in kulağına fısıldadı ve ardından Max'i kalenin Büyük Salonu'na doğru yönlendirdi.

Max, onu içeri almasına izin verdi. Yürürlerken Max kendini bulutların üzerinde yürüyormuş gibi hissetmekten alıkoyamadı. Bir süre önce bu kadar depresif ve endişeli hissettiğine inanamıyordu, sanki tüm bu endişeler Riftan'ın gelişiyle ortadan kalkmış gibiydi.

"Yani, ka-kapı onarımı yü-yüzünden... meşgul de-değil misin?" Max utanarak sordu ve Riftan başını salladı.

''Görevi zaten birkaç kişiye devrettim ve yapılması gereken her şeyle ilgili talimatlar bıraktım. Şövalyeler, kapı tamamlanana kadar sırayla nöbet tutmaya karar verdiler, bu yüzden, ben nöbette durmasam bile, yerleşkeye giren ve rahatsız eden herhangi bir davetsiz misafir olmayacak." Riftan ona söyledi ve Max cevap vermemek için dilini ısırdı.

Gerçek şu ki Max, Riftan'a kalenin güvenliği konusunda endişelendiği için sormadı, bunun yerine Riftan'ın çok az boş zamanı olduğu için yoğun programının ortasında onu rahatsız ediyor olabileceği konusundaki endişesini dile getirmek istedi. Ancak Max, onun sorusuna ilişkin anlayışını düzeltmemeye karar verdi. İkisi, üzerinde çalıştığı yeni yapılandırılmış koridora gelene kadar rahat bir sessizlik içinde tırmanmaya devam ettiler.

Güneş ışığı pencerelerden içeri giriyor ve kırmızı halıya güzel altın ışınları serpiyordu. Riftan, aniden ona bakmak için başını çevirdi.

''Düşündüm de, sen onu yeniden dekore ettiğinden beri kalenin çok güzel olduğu gerçeğini doğru dürüst övmedim. Uşak burayı bu kadar güzel yapmak için çok uğraştığını söyledi."

Riftan'ın ani övgüsü yüzünden Max, ona kızarırken buldu kendini.

"Ho-hoşuna gitti mi…?" Ona uysalca sordu.

"Beğendim. Sabah merdivenlerden indiğimde bayağı şaşırdım. Bir an için bir gecede başka bir kaleye taşındığımı sandım.'' Riftan ona hafif muzip bir şekilde cevap verdi ve Max rahat bir nefes aldı.

"Dü-dün hi-hiçbir şey söylemedin.. En-endişelenmiştim." Max, önceki gün ne kadar endişeli olduğunu hatırlayınca itiraf etti. Aniden, Riftan'ın gözleri ona kısıldı.

"Dün öfkemin ortasında sana tam olarak 'Bu arada kale çok güzel olmuş, çok iyi iş çıkarmışsın' diyemedim. İlk başta dikkatimi çeken, karımı o karmaşanın içinde görmek oldu. O zaman kalenin halini görür müydüm sanıyorsun? Kalenin her tarafını altınla kaplasan bile o anda hiçbirini fark etmezdim.'' Riftan derinden çatık kaşlarıyla açıkladı ve Max bakışlarını indirdi, şimdi ne yapacağını merak etti, Riftan ona soğuk gözleriyle baktı, sanki bunu düşünmekten kıvranıyormuş gibi.

Riftan, verdiği yanıtla Max'in moralinin bozulduğunu hissetmiş gibi küçük bir iç çekti ve Max'in kafasını güven verircesine okşadı.

"Artık sinirlenmek istemiyorum, o yüzden konuyu açma. Şimdi gidip hediyelerini görelim." Riftan nazikçe gülümseyerek söyledi ve tekrar yola çıkarlarken Max anlayışla başını salladı.

İkisi odaya girdiklerinde, Max hizmetçilerin kutu yığınını temizlediklerini ve onları odanın köşesine düzgünce yerleştirdiklerini gördü.

Rudis köşede nöbet tutuyor ve hizmetçileri dikkatle gözetliyordu. Gözlerini üzerlerine kilitledi ve kutuları düşürmemelerini sağlarken, onlara dikkatli olmaları için sürekli hatırlatmalar yaptı.

Sonunda hizmetçilerden biri Max ve Riftan'ı gördü ve onları görünce aceleyle başını eğdi. Hizmetçilerin geri kalanı da onları izledi ve onları selamladı. Sohbet ettikten sonra Riftan, Rudis'e yaklaştı.

"Odadaki tüm valizleri taşımayı bitirdin mi?"

"Evet, hepsi otuz iki kutu efendim. İçeriklerini kontrol etmek ister misiniz?'' Rudis sordu ve Riftan başını salladığında hizmetçiler kutuları tek tek tahta maşayla açmaya başladılar.

Max kenarda kaldı ve önünde meydana gelen sonsuz hediyelere boş boş baktı.

Güney Kıtası'ndan Riftan, yüksek kaliteli ipek ve göz alıcı desenli kumaşları satın aldı. Ayrıca parlak tilki kürkü, yılan derisinden kemer, altın işlemeli şal, gümüş el aynası ve incilerle süslü saç tokası vardı.

Hediye yığınları Max'e Rosetta'nın aldığı hediyeleri hatırlattı.

Rosetta'yı sayısız kez lüks bir hediyeye gömüldüğünü gördüğünü hatırladı, ama ilk kez kendisinin bunu deneyimlediğini hissetti. Max kendine sakin olmasını hatırlattı.

"Hepsi be-benim hediyelerim mi?" Max Riftan'a sordu, bunu yaparken ağzı hafifçe titriyordu.

"Neden? Beğenmedin mi?" Riftan endişeli bir sesle sordu.

Ç/N: Riftan aşk adam çıtayı rahat bırak evladım..

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

11 Kasım 2021 Perşembe

Under The Oak Tree - 85. Bölüm 

Daimi Bir Suçluluk (2) 

Ama çok geçmeden öz bilinci çöktü ve bunun sadece bir bahane olabileceğinin gayet iyi farkındaydı. Ancak Max bir şey söyleyemedi ve yüzünün saniyeler içinde bembeyaz olduğunu hissetti.

''Beni ka-kaleye götüreceğini bilmiyordum'', diye fısıldadı Max, sanki sonradan aklına gelmiş gibi.

"Seni almak için Croix Kalesi'ne giden şövalyelere kötü davranıldı." Ruth ona donuk bir sesle söyledi, Max zayıf sesiyle konuşurken.

"Be-ben bunu duymadım."

"Croix şövalyeleriyle Anatol'a gelmeyi düşünmedin mi?" diye sordu Ruth, sesinin yoğunluğu Max'i ürperterek.

Bu yolculukta kendisine eşlik edecek kimsenin olmadığını söyleyemezdi, babasının uzun bir yol kat etmesine izin vermeyeceğini de inkar edemezdi. Max, kocasını ziyaret etme fikrinin bile onun için imkansız olduğunu tartışamıyordu bile.

Sonunda, ona makul görünecek ve kabul edeceği bir şey söyleyemedi, bu yüzden onun yerine başını salladı. Ruth, sanki mesele önemsizmiş gibi onun yanında omuz silkti.
 
''Zaten geçip gitmiş olana dönüp bakmanın bir anlamı yok. Şövalyelerin sana nasıl davrandığı önemli değil, Lord Calypse'in karısı olduğun gerçeği değişmedi. Çok kaba olmadıkça ne yaptıklarına ya da söylediklerine aldırmayın,'' dedi Ruth ve Max uysalca başını salladı.

Max'i rahatlatmak ya da onu daha da kızdırmak için yapılmış bir hareket olsa da, büyücü çoktan oturduğu yerden kalkmış ve veda sözlerini söylemişti.

"Öyleyse, yakında bana yardım etmek için kütüphaneye geleceğine inanıyorum." Ona söyledi ve Max onun kayıtsız tavrına zayıf bir şekilde başını sallayarak cevap verdi.

Bunun üzerine büyücü saygılarını sundu ve omuzlarını esneterek büyük salondan çıktı. Diğerleri yavaş yavaş odadan çıkmaya başlayınca Max geride kaldı ve çok geçmeden odada yalnız kaldı.

Çorbası çoktan soğumuştu ve iştah açıcı değildi, ama Max onu hala amaçsızca karıştırıyordu, kasenin etrafında sonsuz bir daire çiziyordu. Çıkış yolu olmayan çok yalnız ve endişeli bir durumda olduğunu hissetti.

Belki başkaları da onun gibi hissediyordu. Belki de gelecek vaat eden şövalyeleri ölüme iten ve sadık müttefiklerinin kocasından uzaklaşmasına neden olan bir eş olarak ünü, sonsuza kadar böyle bilinecekti ve şimdi, Max onu yalnızca Riftan'ın zenginliklerine boğulduğu için şımartılmış bir hanımefendi olarak düşüneceklerini düşündü.

Daha sonra aklı, kapının önüne ve kendi halkının önünde Rob Midahas adındaki adam tarafından bariz bir şekilde alay edildiği zamana gitti... bu hatıra, son birkaç haftada kazanmayı başardığı en ufak bir güven duygusunu bile yıkmaya yetti. Her şey tek hamlede kötü bir şekilde sendelemişti.

Anatol sakinleri böyle acınası bir yüz sergileyen ev sahibesiyle gurur duyar mıydı?

Kalbinin içindeki melankolik duygulara daha fazla dayanamadı ve Max sonunda pes etti ve yemeğini yemeyi bıraktı. Gitmek için arkasını döndü ve sessizce yemekhaneden çıktı.

"Madam!" Max sesin kaynağına bakmak için döndü. Belki de dengesiz ruh hali o kadar fazlaydı ki Rodrigo koridor boyunca yürüdüğünü görebildi. Kibar sesi arkadan onu selamlamak için geldi ve bu yüzden yürümeyi bıraktı ve yaşlı adamın ona yaklaşmasını bekledi.
 
Rodrigo, kollarında büyük bir kutuyla kapıdan geçiyordu.

"Lord bana senden ona gitmeni istememi emretti," dedi sonra kutuyu elinde kaydırırken.

Max ona şaşkınlıkla baktı. "Ku-kuzey kapısına gittiğini duydum."

"Az önce geri geldi ve şimdi bahçede-" diye yanıtladı Rodrigo.

Max, sözleri bitmeden kapıdan dışarı koşmaya başladı. Köşkün yanından geçip merdivenlerin önünde dururken, geniş bahçede yük taşıyan hizmetçileri gördü. Gördüğü manzara karşısında gözleri aniden büyüdü: Beş atın yönettiği devasa bir araba vardı ve hizmetçiler sürekli olarak arabadan küçük kutular çıkarıyor ve onları hassas hareketlerle kaleye taşıyorlardı.

Max yanlarından geçti ve temkinli adımlarla merdivenlerden aşağı indi. Vagonun önünde, Riftan Güney Kıtasından tüccarlar gibi görünen iki adamla konuşuyordu. Onu gördüğünde başını Max'e çevirdi.

"Maxi." Onu selamladı ve Max cevap olarak ona en güzel gülümsemesini vermeye çalıştı.

Sonra efendisi tarafından çağrılan bir köpek yavrusu gibi hızla ona doğru koştu. Riftan hafifçe gülümsedi ve atın dizginini tüccardan aldı ve hafifçe öne doğru çekti. Kısrak o kadar nefes kesiciydi ki etrafındaki insanları büyüledi, yavaş ama zarif bir şekilde ilerlemeye başladı. Sonunda, Riftan ve Max yarı yolda buluştu.

"İşte" Riftan, Max'e atın uzun, zarif boynunu hafifçe okşayıp dizginlerini uzatırken söyledi. Max'in gözleri yaratığa boş boş bakıyordu, teklifini okuyamıyordu.

"Beğenmedin mi?" Hafif alaycı bir sesle tekrar sordu.

"Pa-pardon?" Max onun ne demek istediğini anlamayarak cevap verdi. Bunun yerine, elini tuttu ve zorla dizginleri tutmasına izin verdi.

"Döndüğümde sana bir hediye alacağımı söylemiştim, değil mi?" Riftan hatırlattı.

Max önce onun sakin yüzüne, sonra uysal ata baktı. Riftan onu şaşkın bakışlarından kurtardı ve atın yüzüne dokunmaya yönlendirdi. Altın yeleyi titreyen bir eliyle ürkek bir şekilde okşadı ve dokunuşuna yanıt olarak kısrak burnunu avucunun içinde hafifçe ovuşturdu.

"Bütün atlarım büyük ve vahşidir, bu yüzden sana yakışacaklarını sanmıyorum. Bu kısrak hala genç ama iyi eğitimli. Bu yüzden onunla başa çıkmak zor olmayacak." Riftan, Max'in ata ısındığını fark edince ona söyledi.

"Ço-çok güzel..." Max nefes aldı ve Riftan onun tepkisine memnun bir şekilde gülümsedi.

"Artık senin." Riftan açıkladı.

"Be-ben daha ö-önce hiç gö-görmedim.. bö-böyle ha-harika bir he-hediye.'' Max ona söyledi.

Kısrak, sevimli bir surat asarak yüzünü avucunun içine ovuşturdu. Max hafifçe ağzını ve burnunu okşadı ve ona bir kez daha vermiş olduğu harika hediyeye baktı. Uzun, ince bacaklar ve bel, zengin altın yele ve zeki siyah gözler, resmedilmeye değer bir kısraktı. Dengeli vücut şekli ve parlak kürkü onun mükemmel bir cins olduğunu gösteriyordu.

"A-alabilir miyim...? Ge-gerçekten?" Max heyecanla sordu.

"Senin olduğunu söyledim." Riftan ona güvence verdi ve hafifce kaşlarını çatarak cevap verdi. "Bu kadar iyi bir adama senden başka kimse binemez." diye ekledi.

At, konuşmalarını anlamış gibi nefesini şiddetle fışkırttı. Max güldü ve kulaklarını okşadı.

"Hoşuna gitti mi?" diye sordu Riftan, başını eğerek ve ona bakarak.

"Se-sevdim" Max yanıtladı. Ama dürüst olmak gerekirse, atı sevmekten daha fazlası vardı ve bu yüzden Max, cevabını dikkatle vermeye karar verdi.

"Ge-gerçekten beğendim... Ge-gerçekten" Max, duygularla dolu titreyen sesini temizledikten sonra, hediyeyi ne kadar takdir ettiği hakkında daha güvenle konuşmak istercesine söyledi.

Ç/N: Ayy ayy ayyy

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm