17 Kasım 2021 Çarşamba

 Under The Oak Tree - 155. Bölüm

"Yine de, mananın bitmesine izin verecek kadar pervasız olduğun için sana gerçekten iltifat edemem."

"Şe-şey, bu be-benim ilk defa bu ka-kadar büyük ya-yaraları i-iyileştirişimdi... Be-ben ne kadar mana ha-harcanacağını bi-bilmiyordum. Mana tükendiğinde… ne o-olacağını bile bi-bilmiyordum.''

"Sorumsuzluğun vücut bulmuş hali olan birinden öğrendin ve bu mantıksız." Aniden Prenses Agnes'in sesi sertleşti. "İnsanın büyü kullanırken size kritik noktaları öğretme zahmetine girmediğine inanamıyorum. Bir an önce güvenilir bir hocaya geçmenizi tavsiye ederim.''

''Ruth… iyi bir ö-öğretmendir. Me-meşgul olmasına rağmen, bana ö-öğretmek için elinden ge-geleni yapıyor.''

"Ama yeterli değildi."

Max, Ruth'u savunmaya çalışıyordu ama çok geçmeden prensesin soğukluğu yüzünden dudağını ısırdı. Görünüşe göre Agnes'in Ruth'a karşı düşmanlığı düşündüğünden daha kötüydü. Max, Agnes'le anlamsız bir tartışmaya girmek istemediği için ağzını kapattı ama sessizliğin bir onaylama olduğunu varsayarak, prenses ince bir tonda konuştu.

''Riftan ile başkente gelmeye ne dersin? Saraydaki tanınmış bir büyücüden büyü öğrenmeni sağlayacağım.Büyü öğrenmeye ve uygulamaya içtenlikle hevesliyseniz, güvenilir bir öğretmenden öğrenmeniz çok önemlidir."

"Be-ben Ruth'tan ders almaktan me-memnunum. Ayrıca, Riftan'ın  A-Anatol'dan ayrılması... Bunun olacağını za-zannetmiyorum."

"Leydi başkentte yaşamak istediğini söylerse, eminim fikrini değiştirir. Lütfen bir düşünün. Drakium'da daha lüks bir şekilde yaşayabileceksin. Sarayda her gün büyük ziyafetler düzenleniyor ve şehirde görülecek çok yer var. Diğer bayanlarla özgürce sosyalleşebileceksin.''

Max onun büyüleyici yüzüne hüzünle baktı. Başkent, prenses kadar güzel ve hayat dolu hanımlarla dolup taşmış olmalıydı. Tavus kuşu gibi göze çarpan muhteşem insanlar arasında yaşarlarsa, kocası yakında onu sıkıcı bulabilir. Ama böyle endişeleri olmasa bile, Max başkentteki yaşamla uzaktan yakından ilgilenmiyordu, bu yüzden son derece kararlı bir şekilde konuştu.

"Teklifiniz i-için minnettar o-olsam da... Buradaki ha-hayatımdan memnunum."

Prenses Max'i ikna etmeye çalışıyormuş gibi dudaklarını şapırdattı ve derin bir iç çekti.

"Anlıyorum, ikisi de keçi kadar inatçı."

"Prenses Agnes... Riftan'ı da be-beraberinizde başkente mi götürmek i-istiyorsunuz?"

"Babam Riftan'ı yakın tutmak istiyor. Kraliyet ailesine sadık olduğunu soylulara göstererek Whedon içindeki birliği artırmayı amaçlıyor. Soylular, güçlü bir şövalyenin kralı takip ettiğini görürlerse, lordların kraliyet ailesine olan sadakati güçlenir.'' Prenses aniden acı bir gülümseme attı. "Beni ve Riftan'ı evlenmeye zorlamalarının nedeni bu. Kral, Riftan'ın Whedon'a ihanet edip Libadon'a ya da Osyria'ya kaçmasından korkuyor, çünkü ülkenin dört bir yanındaki hükümdarlar en güçlü şövalyeye göz dikmek istiyor."

''Riftan… Anatol'a değer ve-veriyor. Bu toprağı... onun te-terk etmeye hiç ni-niyeti yok.''

Max aceleyle konuştu, kraliyet ailesinin Riftan'ın sadakati hakkında bu kadar derin şüpheleri olmasına şaşırdı. Prenses hafifçe omuz silkti ve nazikçe kabul etti.

"Ben de öyle düşünüyorum. Riftan'ın, Anatol'u hayata döndürmek için yaşamı ve ölümüyle nasıl kumar oynadığını gördüm. Başka bir krallığa taşınmak gibi bir niyeti olsaydı, böyle bir çaba göstermezdi. Eğer biri bunu krala söylerse, kesinlikle rahatlayacaktır.''

Max, Agnes'in yüzüne dikkatle baktı, sonra konuştu.

"Majesteleri... Riftan'ı gö-gözetlemek için mi bu-buradasınız?"

Prenses cevap vermek yerine belli belirsiz gülümsedi ama bu bile Max'in sorusunu cevaplamaya yetti.

"Seni bu kadar uzun süre rahatsız etmek istemedim... Görünüşe göre kafanı karıştırdım. Artık gitmeliyim." Sandalyesinden kalktı ve hafifçe gülümsedi. ''Tükenmiş mananızı geri kazanmanız için bir veya iki gün yeterince dinlenmeniz gerekiyor. Yakında iyileşmeni dilerim."

"Te-teşekkür ederim."

Agnes'in soğuk mavi gözleri ilk kez şefkatle parladı. Prenses bir an nazikçe ona baktı ve sonra odadan çıkmak için arkasını döndü. Max yorgun bir şekilde yatağa uzandı.

***

Max nasıl uyuyacağını unutmuş gibiydi. Gözlerini zar zor açıp etrafına baktı, güneş batıyordu ve odanın üzerinde loş bir gölge vardı. Max sert gözlerini ovuşturdu ve oturdu. Uzun süre uyumasına rağmen başı pusluydu ve kendini uyuşuk hissediyordu.

"Nasıl hissediyorsun?"

Aniden, uzaktan bir ses konuştu; Max şaşırarak başını çevirdi. Riftan uzun bacaklarını uzatmış şöminenin önünde oturuyordu.

"Ne za-zaman geri ge-geldin? De-devriyeye gittiğini duydum…''

''Şövalyelerden kazayla ilgili raporları alınca hemen döndüm. Sana göz kulak olacak birine ihtiyacın olduğunu düşündüm." Karanlıkta karanlık bir şekilde mırıldandı ve kucağında oturan kedinin sırtına nazikçe dokundu. "Düzgün çalışamadım çünkü endişeyle yatakta mışıl mışıl uyuyor musun diye düşünüyordum."

"Ben sadece ya-yatak odasındaydım..."

"Biliyorum. İzlemeye devam ettim.''

Max, Riftan'ın açık sözlü yanıtına gözlerini devirdi. Ne zamandır ona bakıyordu? Riftan'ın kesinlikle onun kadar bir molaya ihtiyacı vardı. Şöminenin önünde yürürken ve üzerine yapışan kedileri sepete koyarken endişeli yüzüne baktı.

''Açlıktan ölüyor olmalısın çünkü düzgün yemek yiyemedin ve uzun süre uyudun. Çorbayı ısıttım, yiyebilir misin?''

''Sanırım bi-biraz yiyebilirim''

Rıftan kepçeyi kaptı ve tencerenin içindeki çorbayı karıştırdı, bir kepçe alıp tahta bir kaseye döktü.

"Sıcak, dikkatli ol."

Max kaseyi aldı ve berrak çorbayı bir kaşıkla karıştırdı. İnce kıyılmış otlar, arpa ve yumurta ile yapılan hafif bir çorbaydı. Çıkan buğulu buharı üfledi, tahta kaşıkla aldı ve ağzına koydu. Yeterince tuzlu sıcak çorba boğazından aşağı damlarken, midesi o an için can atıyormuş gibi guruldadı. Ancak o zaman ne kadar aç olduğunu hissetti ve yemeği ağzına attı. Yatakta oturmuş ona bakan Riftan rahatlayarak içini çekti.

"İştahının geri geldiğini görünce, şimdi gerçekten iyi hissediyor olmalısın."

"Ben iyiyim de-deyip duruyorum."

"Kendini iyi hissetsen de hissetmesen de öyle olduğunu söylüyorsun."

Soğuk bir şekilde cevap verdi, şömineye geri döndü ve ateşin üzerine küçük bir çaydanlık astı. Max kaşığını tuttu ve ona dikkatle baktı. Rahatladı mı? Odadan çıktığı zamankinden daha sakin görünüyordu, ama yine de gergin görünüyordu. Aleve düşünceli gözlerle bakan Riftan aniden ağzını açtı.

"Agnes'in daha önce seni görmek için uğradığını duydum... Tuhaf bir şey söyledi mi?''

"Pe-pek bir şey sö-söylemedi. Sadece ondan bundan..''

Max, konuşmalarının önemli olmadığını söyledi, ona Agnes'in başkente gitmeyi önerdiğini ve onun reddettiğini söyleyip söyleyemeyeceğini merak etti. Şaşkın bir yüzle ona baktı.

"Gerçekten mi?"

''Dü-dün prenses, bariyerde bir a-açık olduğu için ca-canavar kaçarken kampın saldırıya uğradığını sö-söyledi… Kendini hatalı hi-hissediyor gibi görünüyor. Onun yü-yüzünden tehlikede o-olduğumu söyledi… ve benden ö-özür diledi. ''

"… Doğru."

Bundan sonra, tanıdık olmayan bir sessizlik onları gölgeledi. Max huzursuz oldu ve Riftan'ın gözlerine baktı. Kendisine kızdığı belli olan kocasıyla ne yapacağını bir türlü bulamıyordu.

Genellikle, babasının morali bozuk olduğunda, nefesini tutar ve mümkün olduğunca onun görüş alanından uzak dururdu. Bir şey söylerse, bunun sadece onun öfkesini körükleyeceğinin farkındaydı.

Ancak, kocasının sessizliği, ilerledikçe daha da kötü hissetmesine neden oldu. Sertleşmiş bir yüzle şömineye bakan Riftan, alçak bir sesle tükürdü.

"Maxi, böyle bir şey bir daha olmamalı."

Onun alçak sesiyle omzu küçüldü. "Böyle bir şey" ile ne demek istediğini anlamak için ondan açıklama istemesine gerek yoktu. Riftan odunu bir çubukla dürterken, yavaşça başını çevirdi ve ona yoğun bir şekilde baktı.

"Karım olarak sorumluluklarını yerine getirmeye çalıştığını biliyorum ama burası Croix dükalığından farklı. Anatol'un topraklarında dolaşan sayısız canavar var ve nerede veya hangi tehlikelerin gizlendiğini bilmiyorum. Yaşanan kaosta ölen insanları duydun mu?''

Sertçe başını salladı. Bir an için, Riftan'ın gözlerinde garip bir tereddüt vardı, ama sanki üzerinden atıyormuş gibi sert bir şekilde konuştu.

"Sen olabilirdin."

Max'in midesi soğudu ve ensesindeki tüyler dikildi. Canavar uçtuğunda Yulysion onu hemen yoldan çekmeseydi, ölümcül şekilde yaralanabilirdi. Riftan'ın sözlerini inkar edemediğinde, biraz daha sert bir tonda konuştu.

"Ne yaptığın hakkında hiçbir fikrin yok. İyileştirme büyünü vücudunun sınırına kadar kullandın. O noktaya geleceğini bilseydim, büyü öğrendiğini söylediğinde seninle çelişirdim.''

"Bu çü-çünkü ben hala de-deneyimsizim. Şu andan itibaren… di-dikkatli olacağım-''

"Bir dahaki sefer olmayacak." Riftan buz gibi ilan etti.

Max kafası karışmış bir şekilde ona baktı. "İ-istediğim he-herhangi bir şey... İstediğim her şeyi yapabileceğimi sö-söyledin."

"Bu yaptığın şey seni tehlikeye atmadığı süreceydi!"

Riftan sabrını yitirmiş gibi yatağın yanına geldi ve şiddetle haykırdı.

"Sen benim karımsın. Seni güvende tutmak ve korumak benim görevim. Sen tehlikedeyken buna dayanamıyorum. Sen mücadele ettiğinde ya da acı çektiğinde buna dayanamıyorum. Aynı şey bir daha olamaz."

"O zaman n-ne yapmalıyım? Te-tehlikeli savaşlar ve-veriyorsun… Se-sen her türlü zo-zorluğun o-ortasındayken ben ne yapayım…''

"Hiçbir şey yapmak zorunda değilsin."

Riftan onun vücudunu salladı ve elleriyle yüzünü kavradı.

"Sana bir şey istemediğimi söyleyip duruyorum. Calypse kalesine bakmak ya da bu evin sıhhatini gözetmek, tek başına bana fazlasıyla yetiyor.''

Max şiddetle karşı çıkmayı o kadar çok istiyordu ki ama söyleyecek söz bulamıyordu, sadece acınası bir şekilde titriyordu. Bunları yaptı çünkü Riftan'a yardım etmek istiyordu, faydalı biri olmak istiyordu, bu yüzden tüm gücünü kendini geliştirmeye adadı. Ancak Riftan'ın onun yardımına ihtiyacı yoktu ve bu gerçeği kabul etmesi Max için zordu. Ağzını kapalı tutarken Riftan yüzünü ona çevirdi ve yalvararak mırıldandı.

"Lütfen... Beni endişelendirme."

Max ağlıyordu, yıkılmıştı. Nasıl cevap verebilirdi? Onun için endişelenerek aklını yitiren adama inatçı olmaya dayanamadı ve zayıfça başını salladı. Riftan onu kendine çekti ve sıkıca sarıldı. Omzuna yaslandı ve sesi katı bir şekilde kilitlenmiş gibi gelen boğazından çıktı.

"Seni e-endişelendirdiğim i-için ü-üzgünüm."

Nemli, sıcak bir iç çekiş boynundan aşağı aktı. Riftan'ın büyük elinin başını beşikte gibi tuttuğunu hissederek yavaşça gözlerini kapadı. Nedenini bilmiyordu ama bir zamanlar ona aşırı rahatlık sağlayan sıcak, güçlü kollar şimdi boğucu geliyordu.


Ç/N: Evet arkadaşlar bayağı bir ilerledik.. İşte tam bu noktada Riftan'ı da biraz tanıma ve iyi anlama vaktinin geldiğini düşünüyorum.. Eminimdir birkaç bölümdür Riftan'ın bazı davranışları hakkında neden böyle yapıyor ki diye sorguladığınız oldu.. Açıkcası ben de bunları sorgulamanız için bu bölüme kadar beklettim bunu.. Çünkü ortada bir soru olsun ki cevap aransın değil mi.. Neyse şimdi Riftan'ın Bakış Açısı'nı okuyabilirsiniz.. Açıkcası benim için bayağı yorucu oldu birkaç gün yetiştireceğim diye o yüzden siz Riftan's POV okurken size birkaç günlük mühlet ve kendime de ara veriyorum.. Hadi keyifli okumalar.. Ve okurken ara ara da yorum bırakmayı unutmazsanız seviniriimm 💗

Önceki Bölüm                                                                                              Sonraki Bölüm

Riftan's POV - Riftan'ın Bakış Açısı

Riftan's POV ( Riftan'ın Bakış Açısı) 

- Under The Oak Tree  


Konu: Under the Oak Tree, Riftan'ın bakış açısından hikayesidir.

Tür: Yetişkin, Drama, Fantastik, Josei, Psikolojik, Romantik

Yazar: Kim Sooji

Durumu: Tamamlandı (44+Özel Bölüm)

Çeviri: Tamamlandı 

Bağlantılı Novel: Under The Oak Tree

[Not: Ana seride 155. bölüme geldikten sonra okumanızı tavsiye ederim]



Bölümler:

 Under The  Oak Tree - 154. Bölüm

Riftan, "Seni mi yoksa kale kapılarından çıkmana izin veren aptalları mı boğmalıyım bilmiyorum" dedi. "Canavarların istila ettiği bölgeye gitmek hakkında ne düşünüyordun? Unuttun mu? Sana tehlikeden uzak durmanı emrettim."

"A-ama, ka-kalede yalnızdım. Dı-dışarıya da ya-yardım etmeliyim."

''Elbette kalede kalmalıydın!'' Riftan yumruğunu kendi göğsüne vurdu. "Neden sabahtan akşama kadar çalıştığımı sanıyorsun? Sence bu surlar ve kale kimin için yapıldı?!''

Max'in beyaz, yorgun bakışıyla karşılaşana ve ağzını kapayana kadar sesi neredeyse bir kükremeye dönüşmüştü. Riftan duygularını bastırmaya çalışırken omuzları şiddetle sarsılıyordu.

"Bugün bu odadan çıkmayı aklından bile geçirme", sanki biri onu boğuyormuş gibi bastırılmış bir sesle tükürdü. Max'ten döndü, yere düşen bir gömleği aldı, çıktı ve kapıyı arkasından kapattı.

Maz gözlerini kapalı kapıya dikti, şaşkındı. Riftan genellikle sabırsızdı ve kaba bir konuşma tarzı vardı ama onu ilk defa bu kadar üzgün görüyordu.

Durumuna bu kadar şaşırmış mıydı? Max endişelenmeye başladı. Bu, bayıldığı için ona ikinci kez üzülüşüydü. Elbette, artık ondan bıkacaktı. Birisi kapıyı çaldığında kalp atışlarını sakinleştirmeye çalışırken kalbi hala Riftan'ın patlamasından dolayı atıyordu.

"Leydim, değiştirmeniz için giysi ve yemeğinizi getirdim. İçeri girebilir miyim?"

"E-evet, içeri gel."

Max'in onayını duyduktan sonra Rudis, büyük bir tepsiyle odaya girdi.

"Sağlığınız için biraz bitki çorbası getirdim. Nasıl hissediyorsunuz Leydim?''

Max onun hizmetçisini endişelendirdiğini görünce gülümsemeye çalıştı.

"Be-ben iyiyim. Dü-dün, beklediğimden da-daha fazla mana ku-kullandım.''

Tepsiyi yatağın yanına koymadan önce hizmetçi dikkatle, "Dün durumunuz ağır görünüyordu," dedi. ''Lord çok endişeliydi. Giderken size iyi davranmamı söyledi leydim.''

Max'in gergin omuzları gevşedi ve içini bir rahatlama kapladı. Hala onunla tamamen ilgisiz görünmediğini bilmek kendini daha iyi hissetti.

"L-Lord Calypse, o ne-nereye gitti? Dü-dün ve ge-gece boyunca, bana ba-bakmak için zar zor dinlendi. Ka-kaleden yine mi ayrıldı?''

"Eğitim alanına gitti leydim," dedi Rudis nazikçe, yatağın üzerine getirdiği kıyafeti yayarak. "İsterseniz sizi giydirmeye hazırım."

Max onun yardımıyla yeni ve yumuşak bir elbise giydi ve yatağına dönüp temiz bir çorba içti. O meşgulken, hizmetçi şöminede bir ateş yaktı ve biraz çay hazırladı. Max ona baktı ve bazı sorular sormaya başladı.

"Bir ihtimal di-diğer insanlara ne o-olduğunu bi-biliyor musun?"

"Diğer insanlar mı Leydim?"

''Çü-çünkü canavar bi--birden çok yaralı insanın o-olduğu yerde ortaya çı-çıktı. Ka-kaos vardı'' dedi Max.

Canavarın kanatlarını çırparak havada savrulan insanları hatırladığında, sözleri zayıfladı. Rudis, Leydi'nin beyaz ve yorgun yüzünü gördü ve ölçülü bir şekilde konuştu.

"Ayrıntılardan pek emin değilim Leydim. Daha fazla sorgulamalı mıyım?''

"E-evet, lütfen yap", güzelce gülümsedi ve başını salladı.

"Ben yokken, Lord bana odanda kalman ve dinlenmen gerektiğini söyledi."

Max tekrar başını salladı. Riftan bir şey söylememiş olsa bile, odayı terk edecek enerjisi olduğundan emin değildi. Rudis ayrılmadan önce çaydanlığı ateşten rafa aktardı. Max çorba kasesini bir kenara koydu ve bir süre sonra hizmetçi kapıyı çalana kadar toparlanarak yatakta dinlenmek için uzandı.

"Leydim, prenses sizinle görüşmek istedi."

"Bekleyin!" dedi Max şaşırarak.

Başı dönmeden hızla yataktan kalktı ve geri düştü. Dar giyinmiş, sadece ince keten bir elbise giymişti. Majestelerini bu kadar basit bir kıyafetle karşılayamazdı ve yine de Agnes ile bir görüşmeyi reddedemezdi. Max bir aynanın önünde durmak için tekrar hareket etti. Bulut gibi kabaran saçlarını taradı ve göz çevresindeki şişliği azaltmak için ıslak bir havluya bastırdı.

Çabaları görünüşünü pek değiştirmedi ama en azından saçları biraz düzelmişti. Max yatağa döndü.

"Lü-lütfen içeri gelin."

Kapı açıldı ve Agnes ile Rudis odaya girdi. Max, Agnes'in kıyafetine cesareti kırılmış bir şekilde baktı.

Prensesin morali yüksekti ve vücudunun kıvrımlarını ön plana çıkaran zarif mavi bir elbise giymişti, uzun sarı saçları örülmüştü ve yürürken güzelce sallanıyordu. Genelde giydiği pantolon ve bol giysilerle tam bir tezat oluşturuyordu.

''Maximilian, nasıl hissediyorsun?'' dedi Agnes.

"Be-ben iyiyim, teşekkür ederim. Lütfen kı-kıyafetimi bağışlayın. Sizi bu halde se-selamlamam ka-kabalık olur.''

"Görgü kuralları şu anda önemsiz. Daha önce seninle bir görüşme talep etmediğim ve bir hevesle geldiğim için üzgünüm. Hizmetçinizi dün olanlar hakkında gardiyanları sorgularken gördüm ve gelip durumu sana kendim açıklamaya karar verdim.'' Rudis'in teklif ettiği sandalyeye oturdu ve Max'e yarım bir gülümseme gönderdi. "Ben de özür dilemek istiyorum."

"Ö-özür mü?"

"Dün askerler ve ben ejderleri vadiye toplamayı ve onları birer birer toplamayı planlamıştık. Bariyeri düzgün bir şekilde kurmuş olsaydım, onları köşeye sıkıştırmaya çalışan şövalyelerin yanından tek bir ejder kaçamazdı. Ama bariyerimde bir delik vardı..." Agnes içini çekti. Sinirlendi ve saçının bir tutamını alnından uzaklaştırdı. "Benim hatam herkesin başına bela oldu ve hatta seni Maximillian, yaraladı. Gerçekten üzgünüm."

Max, prensesin hatasını kabul etmesine şaşırdı. Agnes, şu anda Calypse Kalesi'ndeki en yüksek rütbeli kişiydi, oradaki kimseden özür dilemek zorunda değildi ve bir gün önce onlara yardım etmesi bile gerekmiyordu. Prensesin iddiasını reddetmek için çabucak elini kaldırdı.

"Ha-hayır. Lü-lütfen benden özür dilemeyin, Ma-majesteleri. Ya-yardım etmek zorunda olmasan da, A- anatol için ce-cephede sa-savaştın. Eğer dü-dün bize hiç yardım e-etmemiş olsaydın…''

"Bunu bedavaya yapmadım", Agnes kendine özgü, rahat gülümsemesiyle güldü. "Dün yirmi üç ejder, yirmi üç değerli taş, canavar kemiği ve derisi yakaladık. Teklif ettiğim küçük yardım için bile bana fazla ödeme yaptılar.''

Max ona şüpheyle baktı. Agnes'in listelediği tüm malzemelerin tam değerini bilmiyordu ama değerli olduklarını anlamıştı.

"Ancak benim hatam yüzünden ganimeti paylaşmak için Riftan'la konuşacağım. Vicdanım aksini yapmama izin vermiyor'' dedi prenses üzgün üzgün.

''Ço-çok insan ya-yaralandı mı?'' Max sordu. "Dü-dün, insanlar na-nasıl oldular?"

Max, canavarların kaderi veya savaş ganimetleriyle pek ilgilenmiyordu, sadece tedavi ettiği insanlara ne olduğunu bilmek istiyordu.

Agnes onun endişeli bakışını gördü ve sözlerini dikkatle seçiyor gibiydi, sonra yavaş yavaş konuştu.

"Altı kişi ciddi şekilde yaralandı, ancak iyileştirme büyüsüyle hemen tedavi gördü ve şimdi güvendeler. Diğerleri hafif yaralandı. Ancak… biz canavarla savaşırken iki sivil ejderin altında mahsur kaldı. Dövüş bittiğinde, içlerinden biri çoktan nefes almayı bırakmıştı.''

Prensesin sakin konuşmasına rağmen Max şoktan bembeyaz oldu. Dün gördüğü, kendisiyle aynı zamanda ve yerde olan birinin şimdi öldüğü haberini alınca sırtı üşüdü. İyileştirme büyüsü kimseyi kurtardı mı? Max gözlerini indirdi ve hafifçe fısıldadı.

"O-orada ya-yaptığım şey a-anlamsızdı."

"Kesinlikle hayır!"

Agnes elini parmaklarının etrafına sardı ve ona araştıran, belirgin bir bakış attı. Max elinin soğuk parmaklarına karşı ne kadar sıcak hissettiğine şaşırdı.

"Ejder canavarı saldırısından kurtulan bazı insanlar yalnızca senin sayende kurtuldu, Maximilian, sen onları sihrinle iyileştirdiğin için hayatta kaldılar. Çok cesurdun."

"Ha-hayır. Bu-bu gü-gündeme getirmeye de-değecek bir şey değil," dedi Max kendini küçümseyerek. Gözleri hala yerdeydi. "Ya-yardım etmeye karar veren sa-sadece ben değildim. V-ve Lo-Lord Calypse'in karısı olarak bir yü-yükümlülüğüm vardı. Her ne kadar Ri-Riftan be-beni orada se-sevmese de.''

''Sevmemekten daha fazlasıydı. Seni yerde görünce neredeyse deliye dönecekti. Sevgili Tanrım, gerçek bir ejderhanın önünde iki kez bile gözünü kırpmayan Mahgo'nun böyle davranacağını düşünmek!"

Max, prensesin sözlerine sinirlendi. Görünüşe göre Riftan'ın prensesin insanların sinirlerini bozduğu hakkında söyledikleri doğruydu. Max biraz kırgınca mırıldandı.

''Riftan be-benim için endişelendi çü-çünkü o na-nazik bir insan. Be-bedenimin zayıf olduğunu biliyor. Sa-sağlığım ço-çoğu zaman iyi değil.''

Bir nedenden dolayı Agnes karnını tuttu ve onun anında yapıştırdığı cevaba gülmeye başladı.

"Ah, tabii. Bu adam kibar bir insan." Gözlerinin altında yaşlar oluştu ve nefes nefese kaldı.

Max'in kafası karışmıştı. Durumu komik bulmadı ve alay edildiğine inanarak sinirlendi. Prenses onun tavrındaki değişikliği fark etti ve kendini topladı.

"Söylemek istediğim, Maximilian, orada harika bir iş çıkardın. Riftan'ın nasıl aldığı konusunda endişelenme. Sakinleşip doğru dürüst düşündüğünde, cesur ve yetenekli bir eşe sahip olmaktan gurur duyacaktır.''

Max, Riftan'ın tavrını hatırladığında, Agnes'in görüşünün pek inandırıcı olduğunu düşünmedi ama onunla yüksek sesle aynı fikirde değildi.

"Anlıyorum. Ba-bana söylediğin i-için te-teşekkür ederim."

"Bunu içtenlikle söylüyorum. Dinle, böyle bir saldırıya hazırlanmak için iyileştirme büyüsünü öğrenmeye başlamadın mı? Pek çok soylu kadın bu kadar ileri gitmez.''

Max'in yanakları utançla parladı. Agnes'in düşündüğü gibi asil bir amaç için büyü öğrenmemişti, sadece Riftan ondan bıktığında, büyüsünde ustaysa, onu atmak yerine onu etrafta tutabileceğine inanacak kadar kurnazdı. . Prensesin bakışlarından kaçındı ve rahatsız bir şekilde konuştu.

"Ge-geçen kış bü-büyü öğrenmeye başladım, a-ama becerilerim ha-hala pek iyi de-değil."

"Yeni başlayan biri olduğunuzu düşünürsek, yedi kritik hastayı bir günde iyileştirmek büyük bir başarı!" Agnes rahat bir şekilde söyledi. "Maximilian, şifa büyüsü için bir dahi olabilirsin."

Önceki Bölüm                                                                                              Sonraki Bölüm