30 Kasım 2021 Salı

 Under The Oak Tree - 248. Bölüm

"Bu, resmi bir du-duruşmanın... yapılmayacağı anlamına mı geliyor?"

"Müzakereler başarılı bir şekilde sonuçlanırsa, o zaman bu olabilir."

Hebaron havaya baktı ve olasılıkları tartıyormuş gibi çenesini okşadı.

"Kral Reuben'in müdahale etmek için bu güney bölgesine ineceği söyleniyor, bu yüzden Croix Dükü de baskıyı hissedecek. Ancak kibirli dükün bu noktaya geldiği göz önüne alındığında, artık kesin olarak karar vermesi gerekiyor. Fazla bir şey beklememek en iyisi."

"Ba-babam... küçük kız kardeşimi kraliyet ailesiyle evlendirmek istiyor. Majesteleri Riftan'ı aktif olarak destekliyorsa... babamın da üstünlüğü olmayacaktır." Max sanki buna inanmayı umuyormuş gibi ciddiyetle konuştu.

Hebaron içini çekerek başının arkasını kaşıdı. "Dürüst olmak gerekirse, Kral Reuben'in ne kadar yanımızda olacağını bilmiyorum. Komutanın unvanını elinden almaktan kaçınmaya çalışacak, ancak konuyu soylulara karşı çıkacak kadar açık bir şekilde örtbas edeceğini sanmıyorum. Bildiğiniz gibi, Kral Reuben Wheddon'ın birliğine her şeyin üstünde tutuyor."

Onun sözlerini duyan Max korktu. "E-eğer tanıklık edersem... bir şansımız olabilir, değil mi?"

Gülümsemesini ve endişelenmemesini söylemesini bekledi ama Hebaron tereddüt etti ve sert bir bakışla karşılık verdi.

"Sonuçlar garanti edilemez. Neticede, açık delili olmayan bir yargılama, gerekçeler arasındaki bir mücadeledir. Hangi argümanın daha güçlü olduğuna bağlı olacaktır.''

Max elbisesinin kenarını sıkıca kavradı, sonra kuru dudaklarını ısırdı. ''Görüşmeler… ne za-zaman yapılacak?''

''Prensipte saray yargılamalarının kış mevsiminde yapılmadığı söylenir. Ayrıca, sadece Drakium Kalesi'nde çeşitli görevlerde bulunan tüm soyluların çoğunluğunun bulunduğu bir duruşma yapılması gerektiği söylenir. Kral Reuben, bu olmadan önce bu soruna bir son vermeye çalışacak.''

Görüşmelerin olacağı günleri saymaya çalışıyormuş gibi gökyüzüne baktı ve yavaşça konuştu. ''Müzakerelerin tarihinin önümüzdeki birkaç hafta içinde belirleneceğini düşünüyorum. Komutan ayrıca Dük Croix ve Kral Reuben oraya ulaşmadan önce bazı şövalyelere Kont Robern'in topraklarına liderlik edecek."

"Bu olduğunda... ge-gelebilir miyim?"

Durdu, uzun ve derin bir nefes verdi. "Komutanı ikna edebilirsen."

Max şakağına dokundu. Bu yaşanıyor olmasına rağmen, ağzını kapalı tutacak kadar inatçı bir adamdı: Duvara konuşsa daha iyiydi. Onunla tartışma düşüncesi şimdiden onu depresif ve bitkin hissettiriyordu. Max soğuk koluna sarıldı ve derinden çökmüş bir tonda konuştu.

"A-anlıyorum. Ben... ben onunla bu konuyu konuşacağım."

"Leydiye yük olduğum için özür dilerim."

Hebaron'un yüzünde suçlu bir ifade vardı ve Max başını salladı.

"Hiç de bi-bile. Bana bildirdiğin için teşekkür ederim. Farkında olmamaktan iyidir… Hiçbir şey bilmemek benim için daha acı verici olurdu.''

Max, Hebaron'la olan konuşmasını bitirdi ve hemen Riftan'ı beklemek için doğrudan odaya döndü. Konuşmalarına nasıl başlayacağını düşündüğünde kafası patlayacakmış gibi hissetti. Ona yaklaşmalı ve ona neler olduğu hakkında bir şey söylemediği için kızmalı mı yoksa müdahale etmesine izin vermesi için yalvarmalı mı diye düşündü. Şöminenin önünde dolaşırken, korkunç bir baş ağrısı hissetti ve yatağa düştü. Tavana boş boş bakıyordu ama gözleri birdenbire alev aldı. Neden ağladığını bile anlayamıyordu.

En başından beri babasının ona karşı az da olsa sevgi beslemediğini biliyordu, bu konuda hayal kırıklığına uğramamıştı. Ancak Riftan'ın da bunun bedelini ödemek zorunda kalması yürek parçalayıcıydı. Max gözlerini sıkıca kapattı. Kocasının kibirli soyluların önünde azarlanıp kendini savunmaya zorlanması kabul edilemezdi. Riftan'ın onun yüzünden kendini utanç verici bir duruma sokmasına dayanamıyordu. Gözyaşları durduğunda kararlılığı sağlamlaştı. Alacağı hakaretler ve utanç onun için iyi olurdu. Hatta gerekirse babasının bunca yıl kendisine yaptığı kötü muameleleri bile ifşa edecekti. Dedikodu konusu olup olmaması onun için önemli değildi. Ancak, Riftan'ın da sürüklenip soylular tarafından alay ve acıma hedefi olacağını düşünmek yürek parçalayıcıydı.

Benim gibi bir kadınla evlendiği için alaya alınır mı? Max bu ihtimale karşı yüzünü tuttu ve suçluluk ve endişeyle boğuldu.

Mümkünse, Croix Dükü, resmi bir duruşma yapılmadan önce iddianameyi iptal etmeliydi. Max'in tanıklık yapacağını öğrenirse imajına bu kadar değer veren babası fikrini değiştirebilirdi. O bu düşüncenin ortasındayken, kapı açılma sesi geldi. Max fırladı ve ayağa kalktı. Riftan onun huzursuz görünüşünü görünce, Max gözlerini büyüttü ve ağzının çevresine bir gülümseme yerleştirdi.

"Uyuyor muydun?" Riftan kapıyı kapattı ve yatağa doğru yürüdü, dağınık saçlarını elleriyle taradı. "Dün gece seni çok mu zorladım?"

Max ona baktı, Riftan sanki hiçbir sorun yokmuş gibi bulanık gözlerle iddialı bir şekilde gülümsüyordu. Haberciyi bugün neyin getirdiğini ona açıklayıp açıklayamayacağını merak etti ve beklentileri düştü. Ona hiçbir şey söylemeyecekti.

Max dudağını ısırdı ve konuşmak için ağzını açmaya çalıştı. "Daha önce... misafirlerin geldiğini gördüm... ve Kont Robern'den bir haberciyi..."

Gülümsemesi hafifçe soldu. ''Misafirler birkaç gün kalacak ve sonra gidecekler. Hizmetçilere onlarla ilgilenmelerini emrettim, sen merak etme.''

"Ne amaçla geldiğini... bana sö-söylemeyecek misin?" Max ona umutla baktı.

Riftan somurtkan bir tonda konuştu ve bakışlarından kaçtı. ''Anatol'u baz alarak çeşitli projeleri tanıtmayı planlıyorlar. Kont Robern de buraya bir adım atmak istediği için birini gönderdi.''

Max'in yüzü sertleşti. "Duyduğum hikaye... bundan biraz farklı."

Riftan'ın gözlerinde derin bir gerginlik belirdi ve yataktan fırladı. "Bu gereksiz hikayeyi kimden duydun?"

"Bu işe yaramaz bir hikaye de-değildi. Sen… bana gerçeği daha önce söylemeliydin.''

Riftan'ın gözleri kısıldı. Başını salladı ve sözlerini reddediyormuş gibi soğuk bir şekilde gülümsedi. "Ne duydun bilmiyorum ama onu kafandan silmelisin."

Max yataktan kalktı ve onun önünde durdu. Kendinden emin görünmek istedi ama vücutlarındaki farklılık o kadar belirgindi ki kendini daha küçük ve zayıf hissetti. Riftan'a dik dil baktı ve zayıf kalbinde sahip olduğu tüm cesareti topladı.

"Beni bü-bütün sorunlardan... bu şekilde uzak tutamazsın, Riftan.'' Max derin bir nefes aldı ve olabildiğince sakin bir şekilde konuşmaya çalıştı. "Daha da fazlası... başını belaya sokan benim babam olduğunda."

"Bunu sana kim söyledi?" Şiddetle hırladı. "Ruth muydu? Yoksa Hebaron mu? Emirlerimi görmezden gelmeye cüret edecek biri varsa, onlardan biridir.''

"Bu ö-önemli değil. Şimdi önemli olan gelecekte ne yapmamız gerekti-…''

"Kendim çözeceğim!" Riftan bıkmış gibi bağırdı. ''Lütfen bırak kendi başıma çözeyim.''

"Bu-bunu nasıl yapabilirim!" Max'in omuzları hayal kırıklığıyla sarsıldı. "Be-ben nasıl... bilmiyormuş gibi davranabilirim! İnatla bunun benim yüzümden olmadığını söylüyorsun ama... hepsi benim yüzümden! Ünvanın elinden alınırsa… bu benim, benim sorumluluğum! Hayatım boyunca ba-bana bu suçluluk duygusunu yaşatacak mısın? Yapacak mısın?"

Kızgınlıkla yumruklarıyla göğsünü döverken Riftan onu bileğinden yakaladı. "Ne dersen de önemli olmayacak. Senin o mahkemede yargılanmana izin vereceğimi düşündüysen beni biraz bile tanımamışsındır. Sen gelmesen de ben hallederim bunu!"

Max'in kuruyan gözyaşları yeniden akmaya başladı. Kızarmış gözleriyle Riftan'a şiddetle baktı. "Bu kadar i-inatçı olmayı bırak! Babam da tanıklar sunacak. Senin de seni sa-savunacak birine ihtiyacın var."

"Bu asla sen olmayacaksın." Sert bir şekilde dişlerinin arasından söyledi. "İşler kötüye giderse Uslin veya Elliot'a sadık kalacağım. Sen buna karışmak zorunda değilsin."

"Onların açıklamaları be-benimki kadar geçerli olmayacak! Ben Dük'ün kı-kızıyım... ve bu durumun sebebiyim. Benim tanıklığım… da-daha inandırıcı olacak!''

"Sana daha kaç kez hayır demem gerekiyor!" Yüzü köşeye sıkışmış bir adam gibi şiddetle buruştu. "Beni korumak için mi yapmak istiyorsun... böyle bir şeyi? O lanet olası insanların önünde durup, umutsuzca saklamak istediğin şeyleri itiraf etmeye mi zorluyorsun kendini? Unvanımın elimden alınmasını tercih ederim!''

Max, onu yakalayıp kendine gelene kadar sarsacak kadar güçlü olmasının harika olacağını düşündü. Kendi prestiji, Riftan'ın onurundan daha değerli olamazdı. Unvanı, mirası ve şöhretiyle karşılaştırıldığında, kendi gururu hiçbir şeydi.

Max sanki yalvarır gibi hararetle konuştu. "Be-ben... ben tanıklık etmekten çekinmem. Ben sadece... Ben sadece o gün olanlar hakkında konuşacağım. Bu-bundan başka bir şey değil.''

"Yeter. Artık bunun hakkında konuşmak istemiyorum."

Riftan ellerini ondan çekti ve odadan çıkmak için arkasını döndü. Max'in içinde bir ateş yandı. Hemen onun peşinden gitti ve kıyafetlerini şiddetle çekiştirdi. Ardından şaşkın gözlerle kendisine bakan Riftan'a öfkeyle bağırdı.

"Buradan böyle ay-ayrılmayı aklından bile geçirme! Riftan ne derse desin... tanık olacağım! Riftan beni yanına almayacağını söylerse... O zaman be-ben oraya kendim giderim!''

Riftan'ın gözleri soğudu. O da en az Max kadar öfkeli bir şekilde homurdandı. "Seni kilitlememi mi istiyorsun?"

Max şok olmuş gözlerle ona baktı ve yüzü sertleşti. "Ba-babamın bana yaptığının aynısını yapacağını mı söylüyorsun?"

Bu cümlenin sonunda Riftan'ın yüzündeki kan çekildi. Göğsüne bıçak dayasa bile böyle bir ifadeye sahip olması pek olası değildi. Korkunç bakışları anında Max'i kırdı. İnledi, aceleyle yanına gitti ve adamın sert vücudunu sıkıca kucakladı.

"Be-ben üzgünüm. Bunu de-demek istemedim! Babam ve Riftan farklı. Bunu be-beni korumak için yaptığını biliyorum."

Riftan derin bir nefes aldı ve çaresiz bir ifadeyle ona baktı. Max bir eliyle yaralı yüzünü tuttu, çenesinin ucunu öptü ve nefes nefese yalvardı.

"Lü-lütfen, sana yalvarıyorum. Lütfen anla. Beni korumak istediğin kadar, ilgilen benimle... Ama ben de senin için her şeyi yapmak istiyorum. Senin başın beladayken… ve iki elimle bile hiçbir şey yapamıyorken… bu benim için en acı verici şey. Lütfen… beni böyle hissettirme.''

"Ben..." Boğazını sıkarak mırıldandı, elini tuttu ve Max'i kendinden uzaklaştırdı. "Bunu düşünmeliyim."

''Riftan…''

Max ona ulaşmaya çalıştı ama eli zayıf bir şekilde aşağı indi. Onu daha fazla zorlamak istemiyordu, toplantıya daha zaman vardı, bu yüzden onu ikna etmek için zaman ayırabilirdi. Riftan'ın anki kaçıyormuş gibi kapıdan çıkarkenki sırtına sert gözlerle baktı.

Riftan'ı Croix Dükü ile karşılaştırması tavrını değiştirmiş gibi görünüyordu, artık ona sesini yükseltmedi ya da ona karşı baskın davranmıyordu. Ve Max bu zayıflığı onu amansızca ikna etmek için kullandı. Sonunda Kont Robern'in topraklarına gitmek için ayrılma günü geldiğinde, Riftan yumuşadı ve onu yanına almazsa Max'in gizlice ata binip onu takip edeceği yönündeki tehditlerine boyun eğdi. Ayrıca görüşmelerin Drachium Sarayı'ndaki mahkeme yerine sadece Croix Dükü, Kral Reuben ve birkaç tanığın bulunduğu küçük bir konferans odasında yapılması da bunda yardımcı oldu.

Ç/N: Maxi'nin bu benzetmesi biraz ağır oldu ama Riftan'ın böyle bir şey duyması gerekiyordu kendine gelebilmesi için.. şahsen böyle düşünüyorum.. ama yine de ikisine de kıyamıyorum :(((

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

 Under The Oak Tree - 247. Bölüm

Gözlerinin hüzünle bulutlandığını gören Riftan'ın kaşları derinden çatıldı. Yanağını avucunun içine aldı ve başparmağıyla hafifçe şişmiş gözlerini sildi. Max daha sonra onun elini aldı ve dudaklarına koydu.

"Ö-öyleyse... senin için ne yapabilirim?"

Yarı yastığa gömülü olan Riftan'ın yüzü aniden hasretle sertleşti. Gözleri bir şeye yalvarıyor gibiydi ve Max bunun ne olduğunu anlayamadı. Uzaklardan gelen bir ses kulaklarını gıdıkladı.

"Hiçbir şey... sadece yanımda kalmalısın."

Kalbi kırılırken Max'in gözlerinin kenarı aşağı sarktı: Kendisinden hiçbir şey istemeyen birine sahip olmanın acı verici olabileceğini ilk kez fark etti. Belki de onun kederli ifadesinden memnun olmayan Riftan kaşlarını çattı ve onu vücuduna doğru çekti. İkinci kez sevişmeleri, kalbindeki tüm endişeleri eritecek kadar yavaş ve yumuşak başladı. Ağzı uzun bir süre onun pembe göğüslerini okşadı, yeniden açılan yaprakları yüzünden gözleri puslu hale gelene ve kadın zevk içinde eriyinceye kadar şiddetle onun içinde hareket etti. Sonunda Max, Riftan'ın sıkı beline uzanarak uykuya daldı.

O kadar uzun süre uyudu ki bir noktada boğucu bir sıcaklık hissetti ve gözlerini yavaşça açtı. Ocakta o kadar çok yakacak odun vardı ki, alevi şafak sökene kadar yanık tuttu, kendi vücudunun yaydığı ve Riftan'ın vücudundan yayılan sıcaklık terlemesine neden oldu. Max yataktan kalktı, omuzlarına bir cüppe örttü ve pencerenin önüne yürüdü. Serin rüzgarın içeri girmesi için pencereyi biraz açtı. Aniden, karanlıkta parlayan bir şey gördü. Max sonra başını kaldırdı ve gri ve çivit rengi olan karanlık gökyüzünden düşen küçük beyaz kar tanelerini fark etti.

Max başını pencereden dışarı çıkardı ve küçük, yumuşak, buzlu kar tanesinin yüzüne düşmesine izin verdi. Terli vücudu gece melteminde çabucak soğudu. Ancak, tekrar yatağa dönmek istemiyordu. Rüzgarda dalgalanan karı eğlenerek izlerken, sırtına bir battaniyenin sarıldığını hissetti. Arkasını döndü ve Riftan onu arkadan kucakladı, başının arkasını öptü.

"Üşütebilirsin."

''... Ço-çok sıcak hissediyordum.''

Riftan'ın saçları dekadan bir şekilde darmadağınıktı ve gözleri alışılmadık şekilde durgundu. Onu bu kadar rahatlamış ve gevşemiş görünce, hoşnutsuz duyguları kar gibi eriyip gitti. Max yarı sersem olan Riftan'a baktı ve dudaklarında bir gülümsemenin oluşmasını engelleyemedi.

"Bak... şu-şuna. Yılın ilk karı yağıyor.''

Riftan rahat bir nefes aldı ve sıcak, nemli dudaklarını onun ensesine sürttü. ''Geçen yıl ilk karı birlikte izlemiştik. Güneş doğduğunda gölü tekrar ziyaret edelim mi?''

"Ge-gerçekten mi? Kaleden dışarı çıkabilir miyim?''

"Benimleyken dışarı çıkman sorun değil. İstersen seni kasabaya bile götürebilirim.''

Böyle bir teklifi basit bir şekilde yapması, Croix Dükü'nün yumurtadan çıkmakta olduğu plandan Max'in dikkatini başarıyla kopardı ve Max dönüp ona sıkıca sarıldı. İlk kar bir süre yağdı ve kısa sürede durdu. Gün aydınlıktı, ancak sıcaklık öyle düştü ki, beyaz don tüm ülkeyi kapladı. Max kış biraz erken geldiği için çok mutluydu, çünkü babasının planı şimdilik beklemek zorundaydı. Max, Riftan'ı bu konuda sorgulamayı bıraktı. Sözleri mantıklıydı da, sırf babasının ne yaptığını biliyor olması bir şeyler yapabileceği anlamına gelmiyordu: Bunun yalnızca yüreğinde huzursuzluk yaratacağı açıktı. Endişelerini bilinçli olarak ortadan kaldırdı ve Riftan'ın ona çokca sarıldığı anın tadını çıkarmaya karar verdi.

Söz verdiği gibi Riftan onu kış gölüne götürdü. Havanın çok soğuk olmadığı günlerde kasabayı görmek için kaleden ayrılırlardı. Max yeni dört katlı üst binayı gezdi ve taş binalarla dolu çarşıda gezindi. Meydanda güneyden gelen tüccarlar her türlü nadide eşyayı sattı ve soğuğa rağmen sokaklar insan kaynıyordu. Max her türlü şeye gönlünce baktı. Güney ipeğinden ve yılan derisinden kemerler, hayvan şeklinde oyulmuş fildişi parçaları, rengarenk desenli kürkler, her türlü baharat ve nadide otlar… Riftan ona ilgisini çeken her şeyi aldı ve onu en kısa zamanda limana götürmeye söz verdi. Max, bahar esintisiyle birlikte kıyı boyunca Riftan'la yürüme sahnesini aklında canlandırdı. Hayal gücü o kadar tatlıydı ki, Riftan'ın vahim bir şey olmayacağına dair sözlerine gerçekten inanmak istedi.

'Doğru, babam şimdi ne yapabilir ki?'

Croix Kalesi'nde Riftan tarafından saldırıya uğradığını açıkça ifşa ederse, yalnızca ailenin prestijine zarar verir ve kendini utandırırdı. Gururlu babasının, ona en ufak bir rezalete maruz kalmayı gerektirebilecekken misilleme yapmaya çalışması pek olası değildi. Anatol'u tecrit etme girişimi başarısız olursa, yakında teslim olacaktı, bu yüzden Max iyimser olmaya karar verdi ve beklendiği gibi bir barış zamanı akıp geçti. Anatol sıradağlarında dolaşan ve canavarları boyunduruk altına alan şövalyeler sayesinde, bölge içinde tek bir küçük kaza olmadı ve Croix Dükü'nün onlara karşı hücum etmek için ordular getirdiği gün de gelmedi.

Max, bir yuvaya hapsolmuş bir ayı gibi Riftan'la yaşamaya başladı. Bütün gün odalarında oyalandılar, yemek yediler, uyudular ve gece gündüz seviştiler. Böyle huzurlu günlerde tüm endişelerini giderdi. Ancak sessiz yaşamları uzun sürmedi. Bir sabah, Calypse Kalesi'ne bir haberci geldi ve Riftan ziyaretçileri doğrudan ofisine götürdü, ancak Max, habercinin yüzünü hemen tanıdı. Geçen bahar Calypse Kalesi'ni ziyaret eden Kont Robern'in bir şövalyesiydi.

'Adı... Aaron Levier gibi bir şeydi.'

Geçen yıl Kont Robern ile olan ittifakını hatırlayınca Max'in yüzündeki ışık karardı. Böyle bir zamanda kaleye birisini göndermesi için... canavarların yine tantana yaratıp yaratmadığını merak etti. Remdragon Şövalyeleri'nden destek istemesinin nedeni bu olmalıydı.

Max, Riftan'ın o kış şövalyelere liderlik etme görevine çıkma olasılığını düşünerek tırnaklarını yiyerek odanın içinde dolaştı: Kalbi küçülüyor ve kronik kaygısı yeniden başlıyor gibiydi. Sert olmak ve her şeye güçlü bir yürekle göğüs germek istiyordu ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Max, endişeli elleriyle uzun, örgülü saçlarıyla oynayarak içini çekti. Belki de bir şövalyenin karısı olmak, sürekli kaygılarla yanan bir kalple bir ömür geçirmek anlamına geliyordu. Daha önce bilseydi, ondan fazla hoşlanmamak için çok uğraşırdı ama şimdi ona kayıtsız kalmayı hayal bile edemiyordu.

Max yatağa oturdu ve dizlerini kendine sardı. Hayat neden pırıltılı değildi? Dünya neden yumuşak yeşil çimenlerle kaplı bir cennet değildi? Başlarının üstündeki sonsuz acıyı görmek iğrençti. Böyle gereksiz düşünceler içinde boğulurken bir tıkırtı duydu. Max gülle gibi yataktan kalktı ve belki de Riftan'ın onu çağırması için birini gönderdiğini düşünerek, kim olduğunu bile sormadan kapıyı açtı. Ardından, tüm girişi kaplayacak kadar geniş ve hacimli bir sandık görüş alanını doldurdu. Max şaşırdı ve bir adım geri çekildi. Başını yukarı kaldırdığında, Hebaron'un ciddi anlamda sertleşmiş yüzü gözlerini zar zor yakaladı.

''Hangi a-amaç için geliyorsun…''

"Konuşmak istediğim bir şey var. Bana biraz zaman ayırabilir misiniz?''

Hebaron kulağının arkasını kaşıdı ve utangaç bir şekilde mırıldandı. Max tereddüt etmeden cüppesini giydi ve odadan çıktı. Hebaron öne geçti ve yürümeye başladı. Max onu Riftan'a götüreceğini düşünmüyordu, bu da tartışmak istediği konuyu merak etmesine neden oldu. Max adamın gergin sırtına endişeyle baktı. Hebaron omzunun üzerinden baktı ve sanki bakışlarını hissetmiş gibi ona güven verici bir şekilde gülümsedi.

"Aniden gelip sizi şaşırttıysam özür dilerim. Leydiyle görüşmem gereken acil bir mesele var… Sizinle revirde konuşmayı planlıyordum ama leydi bu aralar pek ziyarete gelmiyor.''

Max kızardı ve bahanesini mırıldandı. "Ru-ruth ve... Medrick... orada oldukları için bana orada ihtiyaç du-duyulmayacağını düşündüm..."

"Ah, leydiyi suçlamıyorum. Komutanın hastalığının bugünlerde daha da kötüleştiğini hepimiz biliyoruz.''

Max şok içinde soludu. "Ha-hastalığı mı?" Şok oldu ve üzüldü.

"Leydiye olan takıntısından bahsediyorum." Hebaron bir şaka yaparak kıkırdadı. ''Bugünlerde daha takıntılı görünüyor. Komutanın karısını tutsak gibi tutuyor olup olmadığından endişeleniyoruz.''

"Lütfen aa-bartmayın. Riftan sadece... be-benim için endişeleniyor."

"Sanmıyorum. Bence sözleriniz ne yaptığını anlatmak için çok hafif… Bunu sizi söylemenin doğru olup olmadığından emin değilim, ama komutan son zamanlarda alışılmadık bir şekilde davranıyor. Ne zaman leydiden saatlerce uzak kalsa, gözle görülür bir şekilde gergin oluyor ve bir an bile rahatlayamıyor. Antrenman sahasında yüzünü görmeyeli uzun zaman oldu."

Max'in yüzü Hebaron'un gözlerinden sızan endişeyle kaskatı kesildi. Calypse Kalesi'ne döndüklerinden beri Riftan'ın onunla çok zaman geçirdiğinin farkındaydı ama bunun ciddi bir soruna yol açacağını düşünmüyordu.

Hebaron kaşlarını çatarak ekledi. "Eğer leydiye bu şekilde yaklaştığımı öğrenirse, Tanrı bilir büyük ihtimalle beni öldürmeye çalışacaktır. Ama bu böyle kalamaz..."

''Tanrı aşkına neler olup bittiğini öğrenebilir miyim… lütfen bana a-ayrıntılı olarak açıkla.''

"Öncelikle dışarı çıkmalıyız. Tartışmak için sessiz bir yer bulmalıyız.''

Hebaron konuşmayı kesti ve aceleyle kale merdivenlerinden aşağı indi. Max sessizce onu takip etti. Hebaron mutfağın arka tarafındaki kapıdan avluya çıktı. Sonunda tenha bir yere vardıklarında, sıkıca kapatılmış olan ağzını açtı.

"Geçen gün muhbirin verdiği haberi duydunuz mu?"

Max'in gözleri kısıldı ve yüzünde acı bir ifadeyle başını salladı. "Ri-Riftan... bana hiçbir şey açıklamıyor."

"Yapmayacağını tahmin etmiştim."

Derin bir iç çekerek, dolambaçlı toprak yoldan çıkan taş tepeye ayakkabılarını tekmeledi. Sessizlik etrafını yeniden sarmıştı. Nedense böylesine uçarı bir şövalye olan Hebaron'un konuşurken yüzünde alışılmadık bir endişe ifadesi vardı.

"Croix Dükü bir duruşmaya hazırlanıyor. Doğulu soylulara ve saraydaki kraliyet hizmetlilerine onunla taraf olmaları için rüşvet vermiş gibi görünüyor. Hemen misilleme yapıyoruz ama böyle devam ederse sarayda resmi bir yargılama yapılacak'' dedi.

Başına buz gibi su dökülmüş gibi hissetti. Max çaresiz bir ifadeyle ona baktı. Aristokrasi yıkılana kadar saray mahkemesine çağrılmayacaktı. Hükümdarlıklarının başlangıcından itibaren, kraliyet ailesi tarafından çıkarılan yasalar pratikte etkisizdi. Kralın otoritesi ile lordun otoritesinin ince bir çatışma içinde olduğu mevcut durumda, lordun kraliyet ailesinde yargılanması talebi, onun otoritesini adeta küçük düşürüyordu. Max buna inanamadı, bu yüzden tekrar sordu.

"Ba-babamın... Riftan'ı şikayet ettiğini mi söylüyorsun?"

"Doğru. Şimdiyse herhangi bir rezaleti saklamaya niyeti yok gibi görünüyor.'' Hebaron dilini şaklattı ve içini çekti. "Umarım adil bir tazminatla biter ama o kararını vermiş gibi göründüğü için bu kadar kolay çözülmesi pek mümkün değil. Dük, komutanın unvanının elinden alınmasını talep edecek. Bütün soylular duruma baskı yaparsa, Kral Reuben'in bile başka seçeneği kalmayacak, sorunu görmezden gelemeyecektir."

''O za-zaman, ne yapabilirim…?''

Hebaron'un cübbesine umutsuzca tutunurken Max'in aklı bir anlığına kayboldu. Ona sert gözlerle baktı ve dikkatlice konuştu.

''Komutanın eylemlerini haklı çıkarmalısınız. Leydim... düke ne olduğuna tanıklık edebilir misiniz?"

Max'in yüzü kızardı. Kralın ve soyluların, dükün ona nasıl davrandığına dair her sefil ayrıntıyı itiraf etmek için toplandıkları bir odanın ortasında durmayı düşünmek bile sırtında soğuk terler oluşmasına neden oluyordu. Ancak Riftan'ı beladan kurtarmak için meydanın ortasında çıplak soyunmasını söyleseler bile yapardı.

Max dudağını ısırdı ve başını salladı. "E-elbette. Tabiki yapacağım."

Hebaron'un yüzünden bir rahatlama geçti. "Leydi için çok zor olduğunu biliyorum. Komutan, bunun karısının kulağına ulaştığı gün, bunu söyleyenin hayatını tehdit edeceğini söyledi.''

Yüzünü sertçe sildi ve uzun bir nefes verdi. "Ancak, onu ne kadar ikna etmeye çalışsam da dinlemedi, bu yüzden bir fırsat arıyordum, ama görünüşe göre bütün gün yanınızda kalmış ve sizi izliyormuş."

Max sanki saçma sapan bir şeymiş gibi kaşlarını çattı. ''Beni bu durumdan haberdar etmeden… bu-bunu çözmek için ne yapmayı planlıyor yahu?''

''Lord da karşı önlem almadan inatçı olmaya niyetli değil. Bu bilgiyi alır almaz güneyli soylularla işbirlikçi olmaya başladı, ama sonuçlar bariz ortada değil mi?''

Hebaron başını tiksintiyle kaşıdı ve Max dudağını ısırdı. Dediği gibi, Croix Dükü'nün etkisi güçlüydü. Riftan'ın babasının siyasi gücünü yenmesi imkansızdı.

"Bu yüzden bugün konttan bir haberci geldi. Kraliyet ailesi, resmi bir duruşma yapılmadan önce bu sorunu bir şekilde çözmeye çalışıyor. Komutan için daha avantajlı hale getirmek için Anatol ile ittifak yapan Kont Robern'in topraklarında anlaşmazlıkları çözmek için görüşmeler yapmayı planladıklarını söylediler.''

Ç/N: Dük kişisinin durmayacağını hepimiz biliyorduk di mi .. Korkak adam

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

 Under The Oak Tree - 246. Bölüm

[Dikkat!!: Yetişkin İçerik]

"Çok bekletmeyin." Hebaron hantal omuzlarını silkti, arkasını döndü ve geri gitti.

Talon'a elma yedirmeyi bitirdikten sonra, Riftan su teknesinin önüne gitti ve ellerini sertçe yıkadı.

"Önce odaya dönmelisin."

Elindeki suyu sildi ve ahırın çitine gelişigüzel bir şekilde astığı cübbeyi aldı. Max, Rem'in boynunu okşadı ve Riftan'a endişeli bir bakış attı.

''Ortaya çıkan... bir sorun mu var?''

"Dükün hareketlerini doğrulamak için gönderilen muhbir az önce döndü." Riftan onun kararmış yüzüne baktı, biraz içini çekti ve omzuna bir pelerin örttü. "Önemli bir şey değil, o yüzden endişelenme, odada dinlen. Başka yerde dolaşma."

Sonra Max'in kaküllerini karıştırdı ve alnını öptü. Max onun için gülümsemeye çalıştı. Kaleye girdiğini doğruladıktan sonra, Riftan doğruca antrenman sahasına yöneldi. Max odaya döndü ve durmadan pencereden dışarı baktı.

Gri, puslu gökyüzünün altında ağaçlar, çıplak dallarını kararmış kemikler gibi sallıyordu. Gümüş renkli güneş ara sıra puslu bulutların arkasına soluk ışık huzmeleri saçıyordu ama bu, soğuk esintinin estiği ıssız bahçeye hayat vermeye yetmiyordu. Açık kaygısının, soğuk manzaranın gelecekteki çileleri ima ediyormuş gibi hissetmesini sağlayıp sağlamadığını merak etti. Max içini çekti, şöminenin önüne bir sandalye çekti ve oturdu. Onu takip eden Roy, dizlerinin üzerine çevik bir şekilde tırmandı ve çekici bir şekilde mırladı. Onun rahat ve sakin görünümü, Max gerginliğini azaltmak için onun yumuşak sırtını okşayarak biraz rahatladı.

Gece çöktüğünde Riftan odaya döndü. Max pelerinini aldı ve konferans odasında neler olduğunu anlatmasını bekleyerek ona baktı. Ancak Riftan hiçbir şey söylemeden ateşin önüne geçerek çizmelerini çıkardı ve ellerini ılık suyla yıkadı. Bir havlu alıp ona verdiğinde, başını zorlukla ona çevirdi.

"Akşam yemeği yedin mi?"

"Bi-biraz önce. Peki ya sen Riftan…? Onlara yiyecek bir şeyler hazırlamalarını söylememi ister misin?''

"Hayır, ben de konferans odasında yemek yedim."

Yüzünü yıkayıp havluyla yüzünü ovuşturdu. Max onun gözlerinin içine baktı ve sabırsızlığını yenemeyerek sordu.

"Ba-babam konusunda... onun ne planladığını keşfettin mi?"

Riftan'ın kaşları hafifçe çatıldı. Sonra biraz duraksadıktan sonra başını salladı.

"Keşfettiğim tek şey, babanın vassallarıyla sık sık temas halinde olduğu."

Max gözlerini kıstı. Bu kadar az bilgiyle bu konuyu bu kadar uzun süre tartışıyor olamazlardı. Hebaron onu aceleyle aradıysa, önemli bir şey bulmuş olmalılar. Max hayal kırıklığına uğramış bir ifade takındı ama Riftan ağzını sımsıkı kapalı tuttu. Riftan, onun şüphelendiğini fark etmiş gibi içini çekti.

"Croix Dükü ne yaparsa yapsın, onu halletmek benim işim. Artık onun için endişelenmene gerek yok."

"Na-nasıl yapabilirim bunu? O kişi… benim babam. Ne olduysa benim yüzümden…''

"Kendi kızını kırbaçlayan bir or*spu çocuğu, o nasıl bir baba."

Havluyu rafa fırlattı ve sözlerini kabaca tükürdü. Max'in omuzları onun ani öfkesi karşısında irkildi.

''Söylediğim şey… bu sorun beni de ilgilendiriyor… Bu konuda bir sorumluluğum var demek istedim. Ayrıca neler olduğunu bilmeye... benim de hakkım var.''

"Sana defalarca söyledim, sen bundan sorumlu değilsin." Riftan aniden sözlerini kesti. "Onu döven benim, bu yüzden misilleme planları yapıyor. Bu kadar. Bu, o adamla benim aramda bir sorun.''

"Ama be-benim yüzümden... onu dövdün!" Max'in sesi de inatçı tavrından dolayı yükseldi. "Nasıl... be-benim... bu konuyla hi-hiçbir ilgim olamaz? Orada olan bendim! Ben olmasaydım, Riftan bunu yapmazdı… Ve babamın Anatol'a yaptığı baskı…''

"İyi. Diyelim ki bu senin hatan. Allah aşkına ne yapacaksın?" Riftan onun önüne geçti ve ona öfkeyle sordu.

Max'in yüzü kızardı. Dediği gibi, yapabileceği bir şey yoktu ama kabul etmek istemedi, bu yüzden homurdanarak cevap verdi.

"Kesin bi-bilemeyiz. Belki ya-yapabileceğim bir şey vardır…''

"Yapabileceğin hiçbir şey yok. Olsa bile, asla yardımını istemem.''

Soğuk sözler Max'in yüzündeki kanı çekti. Şok olmuş gözlerle Riftan'a baktı ve sonra bir adım geri gitti. Arkasını döndü ve odadan kaçmaya çalıştı ama Riftan çabucak kolundan tuttu ve onu kucakladı. Max mücadele etti ve yumruklarıyla onun omuzlarına vurdu. Riftan gözünü kırpmadan bir elini sırtına doladı ve ona şiddetli bir öpücük verdi. Max kendi çenesini sımsıkı sıktı ve ondan uzaklaşmaya çalıştı ama Riftan saçlarından tutup onu kendisine geri çekti. Riftan kaşlarını çattı ve Max'in dudaklarını hafifçe ısırdı. Belki de  ısırığın keskin acısıyla, refleksten ağzını açtı ve Riftan'ın sıcak, titreşen dili ağzına girdi.

Max, Riftan onu bir anda erittiği için kendinden nefret etti. Riftan dilini onun hareketsiz diline karşı yuvarladı ve emdi, ağzının çatısını ve ardından yanaklarının içlerini süpürdü. Max'in kulaklarının arkasından garip bir ürperti indi ve uzuvları gevşedi. Nefes nefese Riftan'a baktı.

"B-bu sefer... Senden ço-çok nefret ediyorum... Riftan."

"Öyle söyleme." Çılgınca mırıldandı ve yanaklarını ve ıslak gözlerini öptü. ''Sorunları benim için çözmesi için asla başka birine güvenmem, özellikle de sana.''

Sözleri bir hançer gibi göğsüne saplandı. Max ona incinmiş bir bakışla baktı. "O zaman... Be-ben de Riftan'a bağımlı olmayacağım. Gelecekte, benimle ilgisi olan hiçbir şeyle ilgilenmene izin vermeyeceğim."

Tehdit edici sözlerin sonunda Riftan'ın yüzü aniden sertleşti. "Aptal olma. Sen benim karımsın, sana bakmak ve seni korumak benim görevim!''

"Riftan... sorunlarımı özgürce halledebilir... ama be-ben bunu senin için yapamam?"

"Evet."

Verdiği yanıt biraz bile kırılmadı, Max hemen kelimelerini kaybetti. Riftan doğrudan gözlerinin içine baktı ve alçak sesle mırıldandı.

"Senin ve benim tüm sorunlarımızı ben çözeceğim. Tekrar senin çözmeye çalışmana tahammül edemem.''

"Böyle bir şey…"

O daha tartışamadan Riftan dudaklarını tekrar onunkilere bastırdı. Max onu itmek için elini omzunun üzerinden kaldırdı ama denediğinde bile Riftan  onu çılgınca göğsüne doğru çekiyordu. Ne zaman yumuşak dili ağzına girip sonra çıksa başı bulanıklaşıyor ve eli vücudunu süpürdüğünde midesinin içinden baş döndürücü bir sıcaklık yükseliyordu. Max derin bir nefes aldı ve tırnaklarını onun omuzlarına geçirdi.

Riftan elbisesini indirdiğinde, açıkta kalan omuzlarını hafifçe okşadı ve ensesinden omurgasına kadar hoş bir his yaydı. Max heyecandan titredi, Riftan'ın avuçları onun sertleşmiş yumrularını nazikçe sardı, hafifçe vurup nazik okşamalarıyla hassas bölgelerini uyandırdı. Bir hamle içinde, tüm isyanı yaz ortası sıcağında tereyağı gibi eridi. Hatta Riftan'ın onunla nasıl bu kadar kolay başa çıkabileceğinden biraz korkuyordu.

Max kendini kollarından kurtarmak için döndü. Bununla birlikte, Riftan elbisesini beline kadar çekerek hareketlerini bastırdı ve göğsünün ucunu nazikçe ağzına emdi. Max dayanamadı, kollarını onun başına doladı ve başını geriye attı. Başının ucuna kadar kızgın olmasına rağmen bu derin zevki hissedebildiğine inanamıyordu.

Durumu daha da kötüleştirerek o da ellerini Riftan'ın kıyafetlerine soktu ve anında Riftan'ın gözlerinde bir şey parladı. Max onu cesaretlendirmek istercesine dilini ağzına soktu ve Riftan onu yatağa yatırırken yumuşak bir inilti çıkardı. Max göz açıp kapayıncaya kadar çıplak yatıyordu ve Riftan vücudunun her yerine öpücükler yağdırıyordu. Bir karga tüyü kadar siyah olan saçları, parlak kırmızı teninde tatlı bir gıdıklanma hissi uyandırdı. Zorlukla nefes aldı ve bacaklarını Riftan'ın beline doladı. Riftan küfürler savurarak mırıldandı ve bir anda pantolonunu indirerek tüm erkekliğini onun içine geçirdi.

Max bir yılan gibi kıvrandı. Sıcak havada vücut sıvılarının kokusu ile ter kokusu birbirine karışıyordu. Riftan daha derine indi ve onu öpmeyi bırakmadı. Max,  Riftan'ın aldığı her nefesi içiyor, Riftan, Max'in verdiği her nefesi içine çekiyordu. Max zevkle inlerken dudaklarının titrediğini bile hissedebiliyordu. Riftan'ın vücudundaki en ufak bir titremeyi bile onunkiymiş gibi canlı bir şekilde hissedebiliyordu, ama gerçek duyguları ulaşamadığı bir şeymiş gibi, bir yerlere saklanmış gibi hissediyordu.

Max çılgınca inledi ve kolunu kaşıdı. Riftan'ın kara gözleri bir orman yangını gibi parladı. Riftan onu sınırına kadar zorladı ama tatmin olmadı ve daha güçlü bir şekilde hareket etti. Max bir aşağı bir yukarı sarsıldı, tüm vücudu her an serbest bırakılacakmış gibi görünen bir kiriş gibi geriliyordu. Çok geçmeden onun içinde serbest kaldığını hissetti. Sevimli bedenlerinden fırtına gibi bir sıcaklık kaçtığında, kalbine garip bir boşluk hissi girdi.

Max üşümüştü ve çarşafların üzerine zayıfça uzanmıştı. Riftan etraflarını saran soğuk sessizliğe dayanamıyormuş gibi ona sıkıca sarıldı.

"Bunun senin hatan olduğunu düşünme bile. O adam seni inciten bir şeytan, sen sadece kurbansın. O adamı ezdiğime pişman değilim, başından beri neler olduğunu bilseydim, daha önce yapardım. Şanslı olsaydım onu öldürebilirdim.'' Max'in ıslak vücudunu şiddetle okşadı ve burnunu ensesinde gezdirdi. "İşte bu yüzden senin sorumlu olduğun hiçbir şey yok."

Max başını çevirdi ve donuk gözlerle ona baktı. İnatla hiçbir şeyden sorumlu olmadığını ve hiçbir şey yapmak zorunda olmadığını söyleyen bir adam görmek onu üzdü. Ne zaman bir sorun olsa onu ondan uzak tutmaya çalışırdı. Bu kişi onunla en ufak bir yükü bile paylaşmak istemiyordu. Hayır, onun omuzlarına ağır yükler bindiren kendisi olabilirdi.


Ç/N: Kavga sonrası *fufufufu* kavga esnasındaki *fufufufu* ya dönüştü ahahah Level atladı çiftimiz hayırlı olsun asdfghjkl 

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm