8 Kasım 2021 Pazartesi

Under The Oak Tree - 51. Bölüm 

(Hatalı Beklentiler - 1) 

"Hanımım."

Max düşüncelerinden sıyrıldı ve başını çevirdiğinde Rudis'in kapının önünde sessizce durduğunu gördü.

"Efendim, geri döndü. Yemekhanede şövalyelerle akşam yemeği yiyecek. Siz de aşağı inmek ister misiniz?"

Bir an tereddüt etti, sonra başıyla onayladı. Şövalyelerin yanında rahatsız oluyordu ama yine de onunla yemek yemek istiyordu. En azından, Madam Calypse olarak onlara karşı bir nebze olsun dostça davranmalıydı.

"O zaman, saçınızı tekrar şekillendireceğim."

Hizmetçi bir tarak ve bir saç tokası getirdi ve saçlarını özenle kıvırdı. Makyaj masasının önüne oturdu, elbisesini ve saç modelini inceledi ve ardından odadan çıktı.

Koridorda hizmetçiler ortalıkta dolaşıp lambaları yakıyordu. Merdivenlerden aşağı inerken hepsini geçiyordu ki Max, kulaklarına süzülen hararetli bir tartışmanın sesini duydu.

Durdu ve yavaşça yaygaraya doğru ilerlemeye başladı. Yemek salonunun kısmen açık olan kapısı arasından bakınca, Riftan'ı ve diğer üç şövalyenin birbirleriyle tartışırken onu takip ettiğini gördü.

"En aşağı, yarına kadar kraliyet yoluna gitmeliyiz!"

"Bana kendimi tekrar ettirme. Üç gün sonra yola çıkıyoruz."

"Törene katılmak zorundasın! Majestelerinin samimiyetini ne kadar görmezden gelmeyi düşünüyorsun!''

"Bu sefer Ricardo ile aynı fikirde olmak zorundayım. Yağmur dindi, bu yüzden yakında ayrılmak sorun olmayacak."

Araya girmesi gerekip gerekmediğini bilemeyen ve kapının arkasında bekleyen Max, kaskatı kesildi.

Düşününce, gezileri sırasında bundan bahsetmişti. Riftan savaşa en çok katkıda bulunan kişiydi ve savaş biter bitmez kraliyet yoluna gitmesi gerekiyordu. Max daha sonra kraliyet yolu ile Anatol arasındaki mesafeyi tahmin etti. Hızlı seyahat ederlerse yaklaşık 15 gün sürer; değilse, genellikle yaklaşık bir ay sürerdi.

"Başkente bir güvercin gönderdim bile. Üç yıl sonra nihayet eve geldim; Kral Ruben anlayacaktır."

"Kral Ruben'den uzaklaşmak istediğini biliyorum. Ama çok ileri gidersen, etkin kaybolabilir.''

En sonunda duran şövalyenin sözleriyle, Ricardo hızla başını ona çevirdi.

"Kendisini uzaklaştırmak mı?"

"III. Elnuma Ruben, seni kraliyet yoluna çağıramadığı için sabırsızlanıyor. Savaşa katkından dolayı kraliyet ailesine bağlanmaktan çekiniyorsun, değil mi?''

''…''

''…''

''Bu sadece seninle Agnes arasındaki bir dava değil; Görünüşe göre kral seni sıkı bir tasma üzerinde tutmak istiyor. Ayrıca dikkatli olduğunu da anlıyorum. Ancak, onları kızdırabileceğin için çok ileri gitmekten kaçınmalısın. Vasallarına karşı zaten çok temkinli.''

"Eliot haklı. Kutlama sırasında Remdragon Şövalyeleri yoksa, kesinlikle halkının önünde küçük düşürüldüğünü düşünecektir. Daha sonra nasıl bir cezayla geri döneceğini asla bilemeyiz. Uzun süre kin besleyen biri olduğunu biliyorsun."

"Hebaron Nirta! Sözlerin çok ileri gidiyor!''

Yükselen sesleri duyunca Max, geri dönmeye başladı. Aralarındaki atmosfer onun iştahını açmıyordu.

Merdivenlerden çıkıp odasına geri döner dönmez Rudis'e, "Sa-sadece be-benim y-ye-yemeğimi o-odama getir," dedi.

Max, odasına dönerken ve zavallı bir şekilde akşam yemeğini tek başına yerken bile hissettiği ağırlıktan kurtulamadı.

Riftan kaleden uzaktayken gerçekten tek başına iyi olacak mıydı? Max'e karşı herkes artık güler yüzlüydü, ama o bunun, şatonun efendisi etrafta olduğu için olabileceğinden endişeleniyordu. Sanki vasisini gözden kaybetmiş bir çocukmuş gibi huzursuz hissediyordu.

"Hanımım... yemek zevkinize göre değil mi?" Kenarda sabırla bekleyen Rudis dikkatle sordu.

Yüzünde bir ekşime belirmiş olmalıydı. Max hızla başını salladı.

"Oh hayır. Çok lez-lezzetli. Şey, ben sadece... sadece iştahım yok," diye zayıf bir şekilde özür diledi.

''Belki herhangi bir yeriniz rahatsız mı hissediyor?''

"Sanırım, sanırım yorgun olduğum için... Di-dinlenmek istiyorum."

"Tabağınızı alayım mı?" Başıyla onayladığında, hizmetçi tabağı ondan aldı, yemeğin büyük bir kısmı hala porselende yenmemişti.

Max masaya oturdu ve dalgın bir şekilde Aderon'un geride bıraktığı figüre baktı. Biraz önce, oyuncak gibi güzel görünen küçük heykeller şimdi önemsiz görünüyordu.

Neden çocuk gibi davranıyorum? Yalnız olmanın yanlış bir tarafı yok.

Her zaman izole bir şekilde yaşamıştı, Riftan gitse ne fark ederdi? Yirmi yıl boyunca acımasız bir babanın altında acı çekti, soğuk kalpli üvey kız kardeşi tarafından dışlandı ve hatta kaba hizmetkarlar tarafından saygısızlığa uğradı. Riftan'ın aylarca süren yokluğu karşısında umutsuz hissetmek için hiçbir neden yoktu.

"Neden sarhoş olmuş gibi ona dikkatle bakıyorsun?" Şaşkın, tanıdık bir ses onu kendi düşüncelerinden çıkardı.

Aniden görüş alanına giren ele şaşkınlıkla baktı. Onun içeri girdiğini fark etmeden, Riftan elinde mermer bir heykel tutuyor ve heykele rastgele ve garip olduğunu düşündüğünü gösteren bir ifadeyle bakıyordu.

"Bu-bu bir model... Be-ben zi-ziyafet salonu için sü-süslemeleri seçiyordum."

"Ziyafet salonu mu?"

Bundan bahsedildiğinde Riftan'ın yüzünde bir kaş çatma belirdiğini görünce Max'in kalbi sızladı.

"Sen, be-benden kaleyi dekore et-etmemi istedin, o yüzden..." sesi kesildi.

"Hayır, onu demiyordum." Aceleyle kendini düzeltti, "Böyle bir yer olduğunu unutmuşum. Anlıyorum. Ziyafet salonu… Sanırım yakında bir parti veya balo planlamamız gerekecek, değil mi?''

Yutkundu. Riftan'ın beklenti dolu gözlerinin kendisine yöneldiğini görünce boğazı kurudu. Bir baloya veya ziyafete ev sahipliği yapma düşüncesi bile, endişeyle başını döndürdü.

"E-eğer istemiyorsan..."

"İstemediğimden değil. Sadece yabancılarla gürültülü mekanlara alışkın değilim."

Sonra yana yaslandı, ona doğru eğildi ve tokayı saçından çekti. Max'in örgülü saçları salındı ve yavaşça ensesine düştü. Elleriyle örgülerini nazikçe açarken Riftan'ın yüzüne tembelce bir gülümseme yayıldı.

"Ama seni güzelce giyinmiş ve baloda dans ederken görmek istiyorum."

Max, 'güzel' kelimesinin kendisine hiç yakışmadığını hissetti ve daha önce bir ziyafete adımını bile atmamıştı. Riftan'ın beklentileri ile gerçek doğası arasındaki uçurumun uzaklaştığını her gördüğünde, görünmez bir pençenin kalbini içeriden boğduğunu hissetti.

Bu çok acımasızdı.


Ç/N: Riftan'ın Max'in saçlarına olan aşkı ahh ahh ( πーπ )

Önceki Bölüm                                                                                              Sonraki Bölüm

7 Kasım 2021 Pazar

Under The Oak Tree - 50. Bölüm 

( Hayal Mi Kuruyorum? - 2) 

Ertesi gün, Aderon ve birkaç hizmetçi bir kucak dolusu numuneyle ona geldi. Uzun süre onun açıklamasını dinledi. Yeşilimsi parıltılı tırtıklı bir cam, pürüzsüz ve berrak bir cam, gümüşi ışıklı kaba ama güzel bir cam… Her birinin artılarını ve eksilerini anlatan Aderon, kısa sürede kumaşlara geçti.

''Ziyafet salonundaki perdeler için kalın kumaş kullanmak daha iyidir. Maun ağacına ne dersiniz? Altın iplikle işlenmiş gül desenli maun perdeler hayal edin. Ziyafet salonunu çok lüks göstereceğini düşünüyorum. Altın rengi ipek perdeleri de tercih edebilirsiniz. Altın perdeler, bir kraliyet sarayının ziyafet salonuna bile rahatça sığar. Süslü, ancak mütevazı ve zarif. ''

Max, sayısız kumaş parçasını telaşla taradı. Rudis,  Aderon'un getirdiği örneklere bakarken çay tepsisini ihtiyatla yere bıraktı. Max taze bir çift gözden yardım aramaya karar verdi.

"R-Rudis, sen n-ne düşünüyorsun?"

''…Maalesef pek sanatsal zevkim yok hanımım'' diye yanıtladı.

Onun şaşkın ifadesini gören Max, ona daha fazla soru soramadı ve gözlerini masaya dikti. Bir an düşündükten sonra sonunda gül desenli maun perdeyi seçti. Perdelerin ucunda altın püsküller ve ortasında karmaşık nakışlar vardı, bu da onu oldukça pahalı hale getiriyordu.

Perdeleri seçtikten sonra her şey oldukça kolaydı. Yere, perdelerle birlikte kırmızı bir halı ve duvarlara asmak için beyaz bir ejderhaya binen efsanevi şövalye Uigru'nun gobleni yerleştirmeye karar verdi.

"Yerleri düşündünüz mü hanımefendi? Onları mermer fayanslarla değiştirmek ister misiniz?”

"Bu bü-büyük bir i-i-inşaata y-yol açacak, bu yüzden dü-düşünmek için da-daha fa-fazla zamana i-ihtiyacım var."

"Acele etmenize gerek yok hanımefendi. Zaten malzemelerin şehirden teslim edilmesi biraz zaman alacak, o yüzden bunu düşünmek için zamanınızı ayırın.''

Max başını salladı, karara bir not eklendiği için memnundu.

Sonra tüccar, avizenin minyatür bir modelini çıkardı. Avuç içi büyüklüğündeki şeye küçücük şeye bir nida attığında, tüccar mermerden yapılmış birkaç modeli masaya dizdi. Arka ayakları üzerinde duran bir tek boynuzlu at, kanatları genişçe açılmış bir ejderha, kükreyen bir aslana binen zırhlı bir şövalye... Max, kapı çalındığında son derece incelikle modellenen figürlere hayran kalmakla meşgüldü. Kişiye içeri girmesini emrettiğinde, kapının arkasında Rodrigo belirdi.

"Madam, lordun çağırdığı terzi sizin için hazır."

"T-terzi mi?"

Başını yana eğdi. Riftan'ın ona kendisi için yeni bir elbise diktireceğine dair söz verdiğini hatırladı. Max anlayışla başını tüccara çevirdi, ama Aderon çoktan numunelerini kaldırmaya başlamıştı.

"Haftaya tekrar geleceğim hanımefendi. Ah, karar vermeniz için rakamları size bırakacağım.''

"Zamanını bo-bo-boşa ha-harcadığım için ü-üzgünüm."

"Ah, lütfen! Sorun değil hanımefendi. Ne zaman isterseniz geri gelebilirim."

Tüccar kaleden çıkınca Max, hizmetçilerle birlikte soyunma odasına gitti. Bir yığın süslü kumaşın, rengarenk bir iplik yumağının ve dokuma bir çerçevenin ortasında kırklarında sıska bir adam ve otuzlarında bir kadın duruyordu. İkisi doğruldular ve içeri girerken Max'e saygıyla eğildiler.

"Sizinle tanışmak bir zevk hanımefendi. Benim adım Roan Serus. Bu benim karım Linda Serus. Size bir elbise dikme şerefine nail olduk.''

"T-tanıştığımıza me-memnun oldum," diye mırıldandı Max cevap olarak.

''Efendimiz bize, fiyatı ve sayısını ne olursa olsun, size uygun olan en güzel elbiseleri yapmamızı emretti. Tercih ettiğiniz bir tarz var mı?''

"Be-benim aklımda be-belirli bir şe-şey yok."

''O zaman size şu anda neyin trend olduğunu memnuniyetle göstereceğiz.''

Terzi çantasından bir parşömen çıkardı ve ona uzattı. Max sarı parşömen kağıdındaki çizime baktı, rüya gördüğünden emindi. Karalanmış heykelciklerin ne olduğunu anlamasa da her geçen dakika daha da heyecanlandığını fark etti.

Rosetta'yı birçok kez kadın ve erkek terzilerle çevrili gördü, ama daha önce hiç bunun merkezinde olmamıştı.

Max, terzinin açıklamasını dinledi, kendisi ölçtürdü, farklı kumaşları inceledi ve bir şapka, peçe ve kemeri üzerinde denedi. Aynaya baktığında, gerçekten de tam bir hanımefendiye benzeyen, pırıl pırıl gözleri olan bir hanım gördü. Tavana değecek kadar uzun sivri uçlu bir şapka ve çeşitli aşırı süslü aksesuarlar takıyordu; daha önce hiç bu kadar gülünç görünmediğini düşündü.

''Be-be-bence daha kü-küçük bir şapka da-daha iyi o-olur'' dedi şapkasını nazikçe çıkarırken.

Terzi başını salladı ve parşömene bir şeyler yazdı. Üç elbise dikmeye karar verdikten sonra soyunma odasından ayrıldı.

Aktivite telaşı, zamanının çoğunu almıştı ve gün batımının üzerine çökerdi. Max, görevi bittikten sonra hemen odasına döndü. Hayatında hiç yapmadığı şeyleri başardığı için yüreğinde hâlâ bir bunalma duygusu sızlıyordu.

Koltuğa oturdu ve bütün gün gerginlikten katılaşan çökmüş omuzlarına masaj yaptı.

Bakışları odanın içinde gezindi ve pencerenin yanındaki göze pek çarpmayan küçük vazoya takıldı. Çiçek tomurcukları dünden biraz daha fazla açtı. Çiçeklere bakarken zihninde Riftan'ın görüntüsü belirdi.

Garip bir adam, o…

Onu ilk gördüğünde, bir kadın için bahçeden kır çiçekleri toplayacak biri gibi görünmüyordu. Croix Şatosu'ndaki bir salonun ortasında duygusuz bir yüzle durduğunu gördüğü adam, ziyarete gelen bir misafire değil de davetsiz bir misafire benziyordu. Bu soğuk adamın içinde bu kadar .. nazik bir yanı olduğunu kim düşünebilirdi?

Bana karşı çok nazikti… Gerçek olamayacak kadar iyi.

Yüzü bulutlandı. Çiçekler, elbiseler, kibar insanlar, kibar bir koca. Her şeyin bir günde bu kadar değişmiş olması sinir bozucuydu. Bir sonraki an, Croix kalesinin soğuk fayanslarında uyanacağından, babasının ona yukarıdan bakacağından korkuyordu.

Max, omuzlarını titrek bir tutuşla kavradı, genelde karmakarışık olan düşüncelerine bir umut kırıntısı karıştı.


Ç/N: Vee 50. bölüme gelmiş bulunmaktayızzz 😇 Şu an serinin ingilizce çevirideki günceli  240 bölümden gidiyor, yani 1 haftada güncelin yaklaşık 5'te birini arşınlamış bulunuyoruuzz 😍 Şimdi size başka bir müjde vereceğimm. Bilenleriniz zaten vardır ama bilmeyenleriniz için hemen söyleyeyim bu hikayenin bir de yan hikayesi var. Bu ana hikayeyi bizler tamamen Maxi'nin gözünden okuyoruz. Ve eminim hepiniz Riftan karakterini de biraz daha yakından tanımak ve anlamak istiyorsunuzdur. İşte çok sevgili yazarımız sağolsun bu hikayenin yanında, Riftan'ın bakış açısından onun hayat hikayesini okuyacağımız bir yan hikaye de yazmış. O bir 44 bölüm kadar ve tamamlanmış durumda. Lakin ana hikaye belli bir kısma gelene kadar okunmaması gerekiyor. Niye diye sormayın okuyunca anlayacaksınız. Neyse şimdi bugün itibariyle bir yandan da onu çevirmeyee başlıyorummm  ( ノ^o^)ノ Lakin o tamamlanmış olduğu için onu günlük olarak değil de tamamen bitirip öyle yayınlamayı düşünüyorum. Ne zaman yayınlayacağıma sıra gelince de şöyle söyleyeyim ana hikaye yani bu kısım +150 küsür bölümlere falan ulaşınca.. Neyse o zaman gelince zaten yine haberini vereceğim sizee. Riftan'ın Bakış Açısı cidden aşırı etkileyici ve okuduktan sonra novel gözünüzde seviye atlayacak o yüzden ben size sunmak ve tepkileriniz için şimdiden aşırı heyecanlıyım. Bu uzunca bilgiyi de size verdikten sonra ben artık kaçar. Bugünlük bu kadardı.. Tekrar görüşürüz a dostlarr (˘ ◡˘🌸)

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm

Under The Oak Tree - 49. Bölüm 

(Hayal Mi Kuruyorum? -1) 

İyi bir noktaya değindi. Aderon, Max'e iyice düşünmesini söyledi ve koridoru ve diğer odaları araştırmak için ziyafet salonundan ayrıldı. Daha sonra her odanın ihtiyaç duyduğu eşyaları akıcı bir şekilde sıraladı. Kulağa aşırı geliyordu ama Max, merdiven tırabzanını ve pencere çerçevelerini değiştirme konusundaki fikrine katıldı. Bu bir güvenlik sorunu, diye düşündü.

Bir süre sonra tüccar şatodan ayrıldı, Max odasına döndü ve deftere baktı. Sayfalardan birinde, Riftan'ın kaleyi yenilemesi için ona verdiği paranın miktarı yazıyordu ama Max'in bunun ne kadar değerli olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Babası tarafından bir böcek gibi muamele görmesine rağmen, o hala bir Dük ailesiydi. Elinde bir kez bile bozuk para tutmamıştı.

Yardım istemeliydim... Ama kimden istemeliydi? Riftan karısının aptal olduğunu anlayabilir ve ona babası gibi davranmaya başlayabilirdi. Ve hizmetçiler? Onun arkasından konuşabilirler, kekeme hanımlarının en temel şeyleri bile bilmediğini. Max paranoyak olmaya başladı.

Tüccarla birlikte hareket etmek en iyi fikir olabilir.

Max en basit çözüme karar verdi. Pek çok farklı şatoya gitmiş olmalı, bu yüzden bu işlerin nasıl yürüdüğü konusunda yeterince deneyime sahip biri olmalı. Biraz abartmış olabilir ama Aderon'un sözleri çok inandırıcıydı ve ne yaptığını biliyormuş gibi görünüyordu.

Riftan bana paranın sorun olmadığını söyledi.

Bir karar verdikten sonra daha sakin hissetti, odasından daha kararlı adımlarla çıktı. Yağmur biraz dinmiş, yeryüzüne hafifçe serpiştirmişti. İçeride birkaç gün geçirdikten sonra temiz havayı özlemişti. Max bahçeye uzanan terasa gitti ve gri gökyüzüne ve nemli bahçeye baktı.

Çardağın yanındaki çıplak ağaç dalları yağmurda ıslanmış, siyah görünerek ürkütücü atmosfere katkıda bulunuyordu. Islak çimen kokusu burnuna çarptı. Max teras çatısının ötesine uzandı ve soğuk su damlacıklarının eline düştüğünü hissetti. Yağmur kısa sürede kollarını ıslattı.

"Neden dışarıdasın?"

Max bahçeye baktı. Boş bahçede yürüyen Riftan'dı. Büyük adımlarıyla birkaç saniye içinde merdivenleri zıpladı.

"Ve hafif giyinmişsin."

"B-ben sadece biraz t-temiz h-hava almak istedim..."

Pelerininin başlığının altına saklanan gözleri kısıldı. Soğuk elleriyle Max'in gözlerinin içine giren ıslak saç tutamını çekti. Max kendisinin de aynısını yapıp yapmayacağını merak etti; ıslak saçlarını yüzünden çekmeyi. Riftan'ın ona dokunması normal görünüyordu, ama Max ona dokunmak için onun iznine ihtiyacı olduğunu hissetti.

''Temiz hava istiyorsan en azından bir üstlük giyin. Üşütebilirsin."

"B-ben özür dilerim..."

Riftan onu örtmek için omzuna uzandı ama çok geçmeden ıslanmış olduğunu fark etti ve kolunu indirdi.

"İçeri dönmeliyiz."

Max onu kaleye kadar takip etti. Riftan soğuk taş karoların üzerinde uzun bir çamurlu ayak izi bıraktı. Max ayakkabılardaki çamuru silmek için girişe bir fırça koymayı düşünürken, Riftan'ın elinde bir avuç kır çiçeği fark etti. Şaşkınlıkla çiçeklere baktı. Riftan onun bakışlarını hissederek elini saklamak için hızla pelerinini indirdi.

"…Bir şey değil."

Belki de görmemesi gerekiyordu. Sert tepkisiyle alarma geçen Max, hemen bakışlarını kaçırdı. Aralarında tuhaf bir sessizlik vardı. Riftan alçak sesle küfrederken sessizce yürümeye devam ettiler.

"Lanet olsun" dedi. Elindeki şeyi kaldırdı. "Bahçede gördüm."

Max'in gözleri şaşkınlıkla açıldı. Yağmurda hala ıslak olan bir demet kır çiçeğiydi. Kendi hediyesine bakan Riftan, kızgınmış gibi kaşlarını çattı.

"Boş ovada oldukça güzel görünüyordu... Şimdi doğru dürüst gördüğüme göre, sadece eski püskü bir ot demeti."

Onları kendisi mi seçti? Max önce çiçeklere sonra da ona baktı. Riftan, boş tepkisinde tereddüt ederek, ona verdi.

"Beğenmezsen çöpe atabilirsin."

Gözleri genişledi. "B-ben onu asla atmam." Hayatında aldığı ilk hediyeyi atması çok büyük bir hata olurdu.

Küçük yağmur damlalarıyla kaplı çiçekleri sanki kırılganmış gibi yavaşça ellerine alırken, burnuna yağmur ve çimen kokusu geldi. Minik yaprakları dikkatlice okşadı.

"Bu gü-güzel."

Dürüst davranıyordu. Ama kelimeleri titrek sesiyle mırıldanmasına karşın adam tamamen mutlu görünmüyordu. Onun sadece kibar davranıyor olduğunu düşünmüş olmalıydı. Max bir şey söylemek için ağzını açtı ama tekrar kapattı. Şu anki duygularını kelimelerle nasıl ifade edeceğini bilmiyordu. Bunun yerine ıslak çiçekleri yüzüne aldı ve çiçekli kokularını içine çekti. Önündeki ıslak ve sarkık çiçekler daha önce hiç bu kadar güzel görünmemişti.

Onun için çiçek toplamak için yağmurda çömelmiş birinin düşüncesi bile çok dokunaklıydı.

"Te-teşekkür ederim," dedi elinden geldiğince içtenlikle.

Riftan'ın elmacık kemikleri hafifçe kızardı. Bunu gizlemek için vücudunu çevirdi ve ileri doğru adımlarını sürdürdü.

"Odamıza gidelim. Ben bir duş almak istiyorum."

Max çabucak onu yakalarken, içinde sıcak bir his yayılırken çiçekleri nazikçe kalbinden tuttu.

Ç/N: Ayy ayy aşırı tatlı bir sahnee değil miydii.. Riftann kızardııı (◍>ω<)人(˃́U˂̀🌸)

Bu arada bu sahnenin webtoon'daki çizimleri de aşırııı tatlı 13. bölüme denk geliyor bakmanızı öneririm hiç okumamışsanız 😍

Önceki Bölüm                                                                                                Sonraki Bölüm