30 Aralık 2021 Perşembe

 Lucia - 50.2 Bölüm 

Doğru & Yanlış (5)

Yardımcı konuşurken yüzüne ciddi bir ifade takındı.

"Majesteleri, Veliaht Prens, Deling Markisi resmi bir şikayet mektubu gönderdi."

Kwiz dilini şaklattı ve kendisine verilen belgeye göz gezdirdi. Sonuç olarak, sayfalarca uzayıp giden uzun şikayet mektubu, Marki'nin onurunu aşağılayan Şövalye Krotin'i cezalandırmak için izin istiyordu.

Bir süre önce, Deling Şövalyeleri, Roy'un üzerine atladı ve birkaç ay boyunca hareket edememeleri derecesinde yarı ölü bir şekilde dövüldüler.

"Gruplar halinde saldıran bu pis piçlerin neden söyleyecek bu kadar çok şeyi var? O kadar kişinin tek bir rakibe dalması şövalyece bir şey mi?''

Yardımcı, her seferinde sıradan insanların kaba jargonunu ağzına alan Veliaht Prens'e uyum sağlayamadı.

Yardımcı ifadesini kontrol altında tuttu  ve konuşmaya devam etti.

"Sorunları düellonun kendisi değil, Sör Krotin'in sözleri."

"Uğraşmak istedikleri şeyin Sör Krotin olmadığına eminim."

Deling Markisi, Veliaht Prens'e karşı muhalefetin temsili isimlerinden biriydi. Karşı taraf Şövalye Krotin'i Veliaht Prens'in yanından çıkarmak için bu konuyu kullanabilirse, bundan kazanacağı çok şey vardı.

Eskort Şövalyesini koruyamayan Veliaht Prens'in yetkisinde bir çatlak oluşturabilirler, dikkat çekici derecede yetenekli bir eskortu kaybettikten sonra Veliaht Prens'in savunmasında bir boşluk hedefleyebilirler ve Veliaht Prens Taran Dükü tarafından kendisine verilen eskortu koruyamadığı için ikilinin ilişkisinde bir çatlak oluşturabilirlerdi.

Kwiz bakışlarını yanında duran Roy'a çevirdi.

Roy, onun hakkında konuştuklarını açıkça bilse de, sanki hiçbir şey duymuyormuş gibi ifadesi değişmedi. Bazen yardımcı, Roy'un küstah yüzünü dövme arzusu hissediyordu.

"Sör Krotin. O şövalyeleri yendikten sonra hiçbir şey söylemedin. Bu iyi bir gelişme. Onları öldürmüş de değilsin hani ama o zıplayan piçlerin bayağı bir cesareti var. Ama neden öyle dedin?'' (Kwiz)

"Ne dedim?" (Roy)

"Şövalyeleri Marki'nin köpekleri diye çağırdığın söyleniyor.''

"Bunu söylemedim. Efendilerinin ayaklarını yalayan köpekler dedim.''

Kwiz inledi.

"Bu hemen hemen aynı şey. Deling Marki Şövalyesi bu yüzden üzerine atlamadı mı? Marki'ye hakaret ettiğini söyleyerek."

"Bunun neden aşağılayıcı olduğunu bilmiyorum. Ben sadece doğruyu söyledim. Bir Şövalye efendilerinin köpeğidir. Bir köpek gibi, insanın yapması gereken tek şey efendisine kuyruğunu sallamak ve onu güzelce dinlemek. Etrafta karışmayan insanlarla kavga çıkardıkları için fikrimi söyledim."

Sadece Veliaht Prens değil, etrafındaki herkes şaşırmıştı.

''Şövalye efendilerinin köpeği midir? Sör Krotin kendi hakkında böyle mi düşünüyor?'' (Kwiz)

"Oh evet. Ben Lord'umun köpeğiyim. Benden havlamamı isterse havlarım. Hav! Hav."

Kwiz kahkahayı patlattı. Karnını tuttu ve gülerken masaya vurdu. Ancak Roy'un dışındaki diğer eskort şövalyelerinin ifadesi bozuldu ve Roy'u öldürücü bakışlarla sabitlediler.

Gözlerinden yaşlar gelene kadar güldükten sonra Kwiz biraz sakinleşti ve ardından yardımcısıyla konuştu.

"Bunu duydun mu? Sör Krotin'in hiçbir şövalyeye hakaret etmediğini güzelce yaz ve şikayet mektubunu geri gönder.''

"…Evet."

Şüphesiz ki, lanet olası bu adam bir deliydi. Hayır, kudurmuş bir köpekti? Yardımcı, mümkünse Şövalye Krotin ile asla uğraşmamaya karar verdi. Sonuçta, pisliğe bulaşmamak için uzak durmak gerekirdi.

''Taran Dükünü kıskanıyorum. Böyle sadık bir şövalyeye sahip olduğu için.''

Kwiz anlamlı bir bakışla şövalyelerine baktı. Bir an bakışlarıyla karşılaşan şövalyeler bakışlarını boş havaya çevirdi.

"Ama Taran Dükü, başkente gelmeyi düşünmeden kendini kuzeye kapattı. Düşes olsa bile en azından bir kere gelir diye düşündüm."

Dük evleneli neredeyse bir yıl olmuştu ve yeni yıl başlayalı iki ay olmuştu. Kwiz sarayda yaşayan prensesin kuzeyde nasıl bu kadar iyi dayandığına hayran kaldı.

Hayal kırıklığına tahammül edemeyeceğini ve yalnız olsa bile başkente uğrayacağını düşünmüştü. Prenses Vivian'ı doğrudan gören insanların tarifinden, prensesin eşsiz güzellikte bir hanımefendi olmaktan çok uzak olduğunu biliyordu. Yine de, bu söylentinin doğru olup olmadığı konusundaki şüphesinden kurtulamadı.

'Dük'ün onu sıkıca saklayacağı kadar güzel mi? Yoksa sadece tercih meselesi mi? Ama kadınlarla olan geçmişine bakıldığında, tamamen farklı bir şey var.'

Kwiz, Prenses Vivian'ı araştırmakta pek başarılı olamadı. Prensesin bir hizmetçi gibi davranarak saraydan çıktığını öğrendi, ancak daha fazla kazmaya devam etmek daha fazla zaman ve paraya mal olduğu için vazgeçti.

Bir düşman olsaydı, her kuytu köşeye bakardı ama kendi tarafında biri için bunu yapmasına gerek yoktu. Her durumda, bir kez başkente geldiği zaman elbet buluşacaklardı.

'Dışarı çıkmak için hizmetçi taklidi yapmak. Oldukça ilginç şeyler yapıyorsun.'

Kwiz, varlığından asla haberdar olmadığı bu küçük kız kardeşine karşı olumlu bir izlenime sahipti.

* * *

Olayların aralıksız yaşandığı başkentte Fabian, her zamanki gibi bugün de çok çalıştı. Bugün en sevdiği işi yapıyordu: Başkentte dolaşan dedikoduları bir araya toplamak.

"Hah, bu yeni. Taran Dükü'nün kalesinin altında şeytanı diriltecek bir çağırma çemberi mi var?"

Fabian kıs kıs güldü ve süzgeçten geçirilmemiş tüm söylentileri Dük'e ileteceği raporuna yazdı. Fabian da adamlarından gelen raporu inceledi. Rapora bakarken, ifadesi sertleşti. Rapor, kadın romancının etrafına dikilmiş adamlarındandı.

Fabian, Düşes olan prensesin tek tanıdığı olduğu için, adamlarına düzenli olarak Norman'ı kontrol etmelerini emretti. Bunun nedeni, Düşes ile olan ilişkisini tesadüfen gören birinin ona yaklaşmayı ve ona zarar vermeyi seçmesi ihtimaliydi. Öte yandan, bunu kadın romancının Düşes hakkında ağzı sıkı olduğunu doğrulamak için de kullanabildi. Yani, bir bakıma, bir gözetleme ve koruma biçimiydi.

"Neden Falcon Kontesi oraya gitti? Ve sadece bir ya da iki kez de değil."

Rapora göre, Kontes'in kadın romancıyı ziyaret etme amacı, romanının hayranı olmasıydı.

'Yine de tek nedenin bu olduğunu düşünmüyorum...'

Fabian'ın keskin duyusu ona bunu söylüyordu.

'Her neyse, o gerçekten zor biri.'

Uzun zaman önceden beri  Kontes ağzında hep kötü bir tat bırakırdı. Üç kocasının da şu anda ölü olduğu üç kez evlendiği uğursuz geçmişinden hoşlanmadığı gerçeği sadece ikincildi. Bazen bir insan bir insanı sebepsiz yere sevmezdi. Fabian için, Falcon Kontesi böyle bir insandı.

Durumu zaman içinde gözlemleme seçeneği vardı ama Fabian bunu raporunda dosyalamaya karar verdi. Fabian'ın yeteneğinin en büyük nedeni, hızlı durumsal yargılarıydı. Düşesle ilgili haberleri umursamazca göz ardı etmemesi gerektiğine karar verdi.

Bu noktada, artık Dük'ün yeni evli hayatı yaşıyor olmadığını biliyordu. Dük'ün 10 aydan fazla bir süre aynı kadınla yatağını paylaşması mı? Eşi görülmemiş bir şeydi. Dük bir çapkın değildi. Fabian bunu böyle gördü. Dük sadece içgüdüsel arzularını tatmin etti. Kadınlarla en ufak bir duygusal alışverişi olmadı.

Böyle bir Dük'ün bir kadınla birlikte olacağı düşüncesi bile Fabian'a hayatın gizemlerini bir anlığına görmüş gibi hissettirdi.

'Gerçekten, ne kadar çok yaşarsan, o kadar çok öğrenirsin.'

Ç/N: Ahaha Roy'u cidden çatlaksın sen 😂 Bu arada Fabian'ın dedikodu toplama işini keyfen yapması.. Ben de olsam severdim bu işi 

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

29 Aralık 2021 Çarşamba

 Lucia - 50.1 Bölüm 

Doğru & Yanlış (5)

Hava soğumuştu ve akşam yemeğinden sonra bahçede yürüyüş yapmak giderek zorlaştı. Lucia'nın boş zamanlarında ne yapacağı konusunda endişelenmesine gerek yoktu, bunun yerine ne zaman boş kalsa örgü örmeye düşüyordu.

Damian'a hem yıl sonu hediyesi hem de yeni yıl hediyesi olarak göndermek istediği bir atkıydı ördüğü. Yaklaşık olarak doğru zamanda gönderebilmek için üzerinde özenle çalıştı.

Bahçeyle ilgilenemediği ve yürüyüşe çıkamadığı için kalan tüm zamanını atkının tamamlanmasına harcadı.

Lucia banyo yaptıktan sonra yatak odasında Hugo'yu bekledi ama her zamankinden daha fazla zaman geçmesine rağmen gelmedi. Yıl sonu yaklaştıkça, kocası dikkat çekici bir şekilde daha meşgul hale geldi.

Ya yatak odasına geç geldi ya da bazen hizmetçi aracılığıyla önden uyuması için haber gönderdi.

Sonra inatla beşte bir dinlenme gününün kaçırılan günle değiştirilmesini talep etmeye çalışıyordu ama Lucia bu talebi dinlemedi.

Bunun nedeni, bir kere dinlediğinde işin sonunu getiremeyeceğini bilmesiydi.

Hizmetçiden örgü sepetini getirmesini istedi çünkü kocası geç gelecekmiş gibi görünüyordu. Yatağa oturdu ve yünü bir atkı şeklinde örmeye başladı.

"Bu da ne?"

Bir noktada Hugo içeri girmiş ve elindeki örgüyü dikkatle izliyordu. Lucia kendini tamamen örgüye kaptırmıştı ve içeri girdiğinde onu fark etmemişti.

Hızla toparlayıp malzemeleri sepete yerleştirdi.

"Örgü. Atkı örüyorum. Damian'a göndermek istiyorum."

Yün örgü atkı. Hugo için asla gerekli olmayan bir eşyaydı. Soğuğa karşı hassas değildi, bu yüzden çocuklar için bir atkı bir yana dursun, kışın bile özel kışlık giysiler giymiyordu. Belki de hediyeyi alan Damian bile bunu takmak için bilinçli bir çaba sarf etmek zorunda kalacaktı.

Kırmızı zemin üzerine beyaz desen seçimi, Lucia'nın Damian'a ne denli küçük bir çocuk gibi davrandığını gösteriyordu. Hugo çocuk için biraz üzüldü ama Damian'ın onu kış boyunca giymekten başka seçeneği yoktu.

Çocuğun gerçekten onu giydiğinden emin olmak için Hugo'nun çocuğun yanına yerleştirilmiş eskortu kontrol etmesi gerekecekti. Hugo, aklında kötü düşünceler barındırıyordu.

Hugo bir atkı istemese de, bakışlarını Lucia'nın yün örgü sepetini yatağın altına yerleştirmek için hareket ettiği yerden kaldıramadı. Damian'ı gönderdi, bedava bonus olarak bebek tilkiden kurtuldu ama, düşündüğü gibi karısı tamamen onun olmaya geri dönmedi.

Neden dikkatini verebileceği bu kadar çok şey olduğunu bilmiyordu. Çocuktan bir mektup aldığında, birkaç gün boyunca bariz bir heyecanla doluyordu.

'Çocuğun annesi olmadan önce, o benim kadınım.'

Damian'ın üzerine verdiği ilgiden memnun değildi. Tam olarak kelimelere dökemediği için içten homurdandı. Üstelik, ona hala çocukluk adını söylememişti.

'Ama ben sana sırrımı söyledim. Gerçi hepsi olmasa da.'

Bir takas olması gerekmiyordu ama…

'Neden o çocuk Damian biliyor da ben bilmiyorum?'

O çocuğun hangi noktada kendisinden daha iyi olduğunu asla anlayamadı.

''Örgü örmeyi küçükken mi öğrendin?''

Son zamanlarda Hugo, Lucia'ya çocukluğuyla ilgili sormak zorunda olduğu her fırsatı kullandı. Çocukluk adını doğrudan onun ağzından duymaya inatla kararlıydı. Peşinen sormak istemiyordu çünkü ona kişisel olarak söyleseydi, bunun ona kalbini bir dereceye kadar açtığının kanıtı olacağını hissetti.

"Evet. Bu yüzden yeteneğim o kadar da iyi değil. Annemi kenardan rastgele gözlemleyerek öğrendim.''

"Gençken annenle yalnız yaşadığını söylemiştin, değil mi?"

"Evet. Ben saraya girene kadar.''

''Öyleyse annen… o…''

Hugo biraz tereddüt etti ve ardından üstü örtülü bir soru sordu.

''Genellikle… nasıl çağrılırdın? Annen tarafından…''

Bu aldatma sayılmazdı. Sonuçta çocukluk adının ne olduğunu doğrudan sormadı.

"Çocukken adımı seslenmek yerine bana bebeğim, tatlım ya da kızım derdi."

Hugo'nun annesinin şefkatini hissederek büyümediğinden, muhtemelen normal anne-çocuk ilişkilerini merak ettiğinden bunları sorduğunu düşündü. Kendi annesiyle olan anılarını hatırlayınca Lucia'nın yüzünde bir gülümseme belirdi.

Bugün de, ipucu kapmaya çalıştığı soruları başarısız oldu. Hugo hayal kırıklığına uğramış bir şekilde içini çekti.

"Ah, seninle teyit etmek istediğim bir şey var. Bana verdiğin sözü unutmadın, değil mi? Bahçe partisinin meselelerine karışmayacağına dair verdiğin söz." (Lucia)

"Unutmadım."

"Gerçekten mi?"

"Tabii ki."

Hugo kendinden emin bir şekilde cevap verdi. Vicdanında tek bir şey yoktu. Vasallarını çağırmak ve onlara evlerini denetlemek için daha fazla çaba göstermelerini söylemek, üstün bir öğüt verme yeteneği içinde yeterince iyiydi.

Cevaplarında hiçbir tereddüt yoktu, bu yüzden Lucia ona inandı. Kocası onun için Galler Kontesi'nden daha güvenilirdi.

"Garip bir şey duydum ama sanırım asılsız bir söylentiydi."

"Ne söylentisi?"

"Bahçe partisi yüzünden Galler Kontu'nun üst düzey işletmelerine bir darbe vurduğun söyleniyor. Böyle bir şey. Ama durumun böyle olmasına imkan yok. Ne de olsa özel ve kamusal meseleleri birbirinden tamamen ayıran birisin."

"…Tabii ki."

Hugo'nun vicdanında gerçekten hiçbir şey yoktu. Her ne kadar zehirlenme vakasının neden olduğu sorun nedeniyle üst taraf iki, üç kez kapsamlı bir şekilde soruşturulsa da bu resmi bir meseleydi. Mevzunun asıl sahibinin Galler Kontu olması sadece ek bir avantajdı. Buna rağmen, Hugo tereddüt etmeden cevap veremedi. Lucia, onun yüzünde uçuşan ekşi ifadeyi yakalayamadı.

Bundan kısa bir süre sonra, Galler Kontu ailesinin üst düzey işletmeleri, sürekli bir soruşturmanın ardından beraat etti.

Başlangıçta uygulanan vergi eskisi gibiydi, ancak yeni yıl gelmeden önce üst düzeydeki faaliyetlere devam edebilmek şükredecek bir şeydi.

Taran Dükü'nün Düşes'in arkasında durduğu söylentisi artık kuzey sosyal çevrelerinde yerleşik bir teoriye dönüşüyordu.

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

 Under The Oak Tree 

(2. Kitap 11. Bölüm)

Max onu elleriyle aldı, ateş mana taşından yapılmış küçük bir el ısıtıcısıydı. Alex utangaç bir şekilde konuşurken burnunun kemerini ovuşturdu.

"Buraya geri gelmeyi düşünmüyorsun değil mi? Bu bir veda hediyesi."

''…Teşekkür ederim, Alex.''

Max garip bir şekilde ifade etti. O anda orada edindiği arkadaşlarına veda etmesi gerektiğini anladı. Ona bakan ikizler, şaşkınlık içinde orada dururken sırayla Max'in omzuna dokundular.

"Sağlıklı ol. Kendine dikkat et. Fırsatın olursa, lütfen bize bir mektup gönder.''

"Kesinlikle iletişim halinde olacağım. Herkes kendisine iyi baksın… ve iyi olun. Her şey için teşekkürler."

"Eğer minnettarsan, bu kadarı yeterli."

İkizler kibirli bir şekilde atıştı ve kendi kız kardeşlerini dırdır etmeye gittiler. Bu arada Max, onu uğurlamaya gelen diğer stajyerlere veda etti. Bir süre sonra vagonlar birbiri ardına hareket etmeye başladı. Max pencereden dışarı eğildi ve bakımlı bahçeye, garip aletlerle çevrili geniş avluya ve puslu sisin içinde dimdik duran devasa kulelere baktı. Ayrılınca rahatlayacağını düşünse de beklenmedik bir şekilde yalnız hissetti ve kalbinin bir köşesinde bir boşluk oluştu. Riftan'a karşı hissettiği suçluluk yüzünden adaya karşı sevgi beslememek için kendine empoze etmişti ama sonunda, inkar edilemez bir şekilde burada kalmaktan hoşlanmaya başlamıştı.

Max, uzaklaştıkça yavaş yavaş sönen kulelere bakarken acı acı mırıldandı. ''… Tüm bu vakit boyunca ki her şey  için teşekkür ederim.''

***

Denizdeki yolculukları sorunsuz geçti. İlk gün dalgaların gemilerine sertçe vurması deniz tutmasına neden olmasına rağmen, akşam olduğunda deniz sakinleşti. Max, sisli gökyüzüne ve beyaz köpüklerle kaplı karanlık denize bakmak için güverteye çıktı, sonra kamarasında büyü kitapları okuyarak zaman geçirdi. Dünya Kulesi'ne geldiğinden beri ilk kez boş zamanı vardı ama ne rahatlamış ne de tatmin olmuş hissediyordu. Gemileri ilerlerken, içinde bir endişenin arttığını hissetti. Evet, Riftan'la yeniden bir araya gelmek için elinden geleni yapacaktı ama o an yaklaştıkça, kaçma dürtüsü peşini bırakmadı.

Anatol'dan ayrılmadan önceki gün aralarında geçen konuşma zihninde canlandı. Riftan'ın ona tutunabilmesi için sıkıca kendine sakladığı bir zayıflığını ortaya çıkardığını fark etmesi uzun sürmedi. Ancak onun yaptığı şey ise ona sırtını dönüp odadan çıkmak oldu ve ayrıldığı gün Riftan onu görmeye gelmedi. O gün aklına geldiğinde Max kalbinin kırıldığını hissetti. Riftan'ın ifadesi, gözlerindeki ışık, sesi, her şey onu bir gün önce görmüş gibi canlıydı. Onu asla affetmeyeceği aklına her geldiğinde korku iliklerine işliyordu ama öte yandan gitmekten başka çaresi olmadığını anlamadığı için de Riftan'a içerliyordu.

"Hava kararıyor."

Düşüncelere dalmış olan Max, Annette'in kasvetli ses tonuna kapıldı. Kız, bir kase yulaf lapasını karıştırıp derin bir iç çektikten sonra, yuvarlak gemi penceresinden denize bakarken kül rengi bir yüzle yatağın üzerine oturdu.

"Sanırım yakında kar yağacak. Bu dinlenme mevsimi gerçekten garip. Güney denizinin ortasındayız, henüz sıcaklığın bu kadar düşmesinin zamanı değil ama şimdiden karla karışık yağmur var…''

"Dalgalar sertleşecek mi?" Max, gri, bulutlu gökyüzüne bakarken sordu.

Annette bunu düşünmek bile onu titretiyormuş gibi kaşlarını çattı. "İçtenlikle umuyorum ki bu olmaz. Bu kahrolası gemi ilk günkü kadar sallanırsa denize atlayıp yüzmeyi tercih ederim.''

Yarısı boş yulaf lapasını yatağının yanına koydu ve kendini yatağa attı. Annette ve Armin, belki de insanları dağlarda kazılmış tünellerde yaşayan ataları nedeniyle, bir gemide yaşama pek alışamadılar. Ne yazık ki, Annete'nin çaresiz duası duyulmadı. O akşamdan itibaren dalgalar daha da sertleşti ve gemi şiddetle sallanmaya başladı. Annette yatağa yattı ve bir dizi inilti kusarken, Max'in endişeli kedisi yatağın altına girdi ve çok uzun bir süre çıkmadı. Kötü hava birkaç gün sürdü. Deniz bir an için sakinleşse bile, sonrasında tekrar tekrar çalkantılı olurdu. Rüzgarlar da gün geçtikçe şiddetlendi. Bir gemide olmaya biraz alışık olan Max bile deniz tutması hissetti. Baş dönmesi ağırlaşınca kitap okumayı bıraktı ve yatağına kıvrılıp denizin sakinleşmesi için dua etti. Neyse ki, çalkantılı deniz, yelken için şansa hizmet etmiş gibi görünüyordu. Ertesi sabah erkenden bir denizci kapılarını çaldı ve neşeli bir sesle haykırdı.

''Öğle saatlerinde Anatolium Limanı'na varmayı bekliyoruz. Gemiden ayrılmaya hazırlanın.''

"Şi-şimdiden mi?"

Kabin yatağından kalkarken Max, bütün varlığının bir anda uyandığını hissederek gözlerini ovuşturdu. Şaşırmış ifadesi ile denizci daha sonra parlak bir şekilde konuştu.

''Sert rüzgarlar sayesinde gemi beklenenden bir hafta önce geldi. Gerçekten hızlı bir yolculuk için bir rekor bu. Görünüşe göre Tanrı büyücüleri kutsamış.''

Zayıf ve bitkin bir halde yatakta yatan Annette, denizcinin sözlerine itiraz ediyormuş gibi bir homurtu çıkardı. Max acı acı gülümsedi ve denizciye küçük bir madeni para uzattı.

"Sorduğum için üzgünüm ama valizlerimizi güverteye taşımaya yardım eder misiniz?"

"Tabii ki."

Çocuk parlak bir şekilde cevap verdi ve odanın bir köşesine yığılmış bavullarıyla dışarı çıktı. Max daha sonra su ısıtıcısından gelen suyla temiz bir havluyu ıslattı ve yüzünü sildi. Sonra en temiz elbisesini giydi, çantasından bir şişe güzel kokulu yağ çıkardı, kuru saçına ince bir tabaka halinde sürdü, sonra parlayana kadar onları fırçaladı.

Yataktan güçlükle kalktıktan sonra üstünü değiştiren Annenette, Max'i görünce dilini şaklattı.

"Süslü bir yere mi gidiyorsun? Neden tam takır giyindin?"

''…Çünkü keyfim yerinde olmayalı uzun zaman oldu.''

Max utangaç bir şekilde sözlerini tükürürken ve saçlarını düzgünce örerken kızardı. Annette beline her türlü büyülü aletin asılı olduğu bir kemer taktı, ardından iki kat pelerin giydi. Bu yetmezmiş gibi yün bir şapka, kürk çizmeler ve eldivenler giydi. Max ondan daha az giyindi ama en kalın çoraplarını çıkardı ve bir yünlü ceket giydi. Sıcaklık son birkaç günden beri düşmüştü ve içeride bile konuştuklarında nefesi buğulandı; geceleri uyurken kedisiyle birlikte kalın bir battaniyenin altına kıvrılmak zorunda kalıyordu. Max, ceketinin içine küçük bir deri kese astı ve Roy'un yanına sımsıkı tutunabilmesi için Roy'u içine soktu. Kemerine cepler dolusu eşya asan Annette manzara karşısında kaşlarını çattı.

"Karışmak istemem ama... onu bir yolculuğa çıkarmanın pratik olmadığını biliyorsun, değil mi?"

"Tabiki! Roy'u o kadar uzağa götürmeye hiç niyetim yok. Merak etme, onunla ilgilenecek birini bulacağım."

Roy'u ne kadar önemsediğinin farkında olan Annette tek kaşını kaldırdı ama kediyi kime emanet etmeyi planladığını daha fazla sorgulamadı. Çok geçmeden güverteye çıktılar. Rüzgarlar her yönden sert esmesine rağmen, gökyüzünde tek bir bulut yoktu. Korkulukların önünde durmuş, kargo taşıyan meşgul mürettebatın arasından süzülerek geçmişti. Gümüşi ufukların ötesinde, düzinelerce geminin demirlediği muhteşem bir liman vardı.

Manzara netleşirken Max gözlerini kırptı. O ayrıldığında, Anatolium Limanı'nda sadece birkaç büyük bina, depo ve büyük rıhtım vardı. Birçok gemi vardı, ancak rıhtım dışında yollar iyi döşenmemişti ve vatandaşlar için yeterli konut yoktu. Ancak şimdi önlerinde uzanan Anatolium limanı, Levan limanına benzer bir büyüklüğe sahipti. Max ufkun ötesinde ne gördüğünden şüphe etti ve yanından geçen denizcilerden birini yakaladı.

"Bu geminin... Anatolium Limanı'na yanaşması gerekmiyor muydu?"

"Doğru, Büyücü Bayan. Orası Anatolium Limanı."

Denizci gülümseyerek cevap verdi. Max kafası karışmış bir ifadeyle limana baktı. Tekne rıhtıma ulaştığında, mürettebat gemiyi sıkıca demirledi ve bir yol açmak için altındaki uzun tahtaları indirdi. Diğer büyücülerle birlikte gemiden inerken her yere baktı. Anatol'un günün birinde Whedon'un başlıca ticaret şehirlerinden biri olacağından asla şüphe duymamıştı: burası potansiyelle dolu bir yerdi ve Riftan, bölgeyi canlandırmak için herkesten daha çok çalıştı. Ama yine de, sadece iki yıl, üç mevsim geçmişti.

"Bu harika. Anatol'un canlanışını duymuştum ama bu kadar harika olmasını beklemiyordum."

Yanında yürüyen Annette bir ıslık çaldı. Max, yüzünde şaşkın bir ifadeyle iskele boyunca sıralanan taş binalara baktı. Sokaklar egzotik kıyafetli insanlarla doluydu ve yüklenmeyi bekleyen arabalar sokaklarda sıralanmıştı. Geçen kış sezonunda kaç tüccar gelmişti? Max limanda sıralanan gemilere baktı, tamamen bunalmıştı. Çoğu güney kıtasından gelen gemiler gibi görünüyordu, ancak nadiren Livadon, Dristan ve Arex'in bayraklarını taşıyan gemiler vardı. Yükleri Rakasim bayrağını taşıyan bir gemiye yükleniyordu ve güney tüccarlarından ve yedi krallığın her yerinden gelen yükler limana giriyordu.

Tüccarlar geniş bir alanda bir ateşin etrafında oturmuş, hararetli görüşmeler ve pazarlıklar yapıyordu. Müzakereler yapıldıktan sonra, vergi tahsildarı buna göre onlardan vergi toplardı. Büyücülerin gözleri, değiş tokuş edilen muazzam altının görüntüsüyle büyüdü. Olayı izleyen Calto, tüccarlara yaklaştı ve bir araba satın alıp alamayacağını sordu. Anatol tüccarı olduğu anlaşılan bir adam, onlara isteyerek birkaç işçi ve bir vagon verdi, sonra yanlarında getirdikleri her şeyi vagona yüklediler. Şehir yöneticisine Dünya Kulesi'nin büyücüleri olduklarını kanıtlayan küçük bir madalya gösterdikten sonra iskeleden ayrıldılar.

Ç/N: Riftan Anadolu topraklarını Avrupa'nın (Özellikle Almanya) kıskandığı bir yer haline getirmiş demek  ¬‿¬

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm