29 Aralık 2021 Çarşamba

 Lucia - 50.1 Bölüm 

Doğru & Yanlış (5)

Hava soğumuştu ve akşam yemeğinden sonra bahçede yürüyüş yapmak giderek zorlaştı. Lucia'nın boş zamanlarında ne yapacağı konusunda endişelenmesine gerek yoktu, bunun yerine ne zaman boş kalsa örgü örmeye düşüyordu.

Damian'a hem yıl sonu hediyesi hem de yeni yıl hediyesi olarak göndermek istediği bir atkıydı ördüğü. Yaklaşık olarak doğru zamanda gönderebilmek için üzerinde özenle çalıştı.

Bahçeyle ilgilenemediği ve yürüyüşe çıkamadığı için kalan tüm zamanını atkının tamamlanmasına harcadı.

Lucia banyo yaptıktan sonra yatak odasında Hugo'yu bekledi ama her zamankinden daha fazla zaman geçmesine rağmen gelmedi. Yıl sonu yaklaştıkça, kocası dikkat çekici bir şekilde daha meşgul hale geldi.

Ya yatak odasına geç geldi ya da bazen hizmetçi aracılığıyla önden uyuması için haber gönderdi.

Sonra inatla beşte bir dinlenme gününün kaçırılan günle değiştirilmesini talep etmeye çalışıyordu ama Lucia bu talebi dinlemedi.

Bunun nedeni, bir kere dinlediğinde işin sonunu getiremeyeceğini bilmesiydi.

Hizmetçiden örgü sepetini getirmesini istedi çünkü kocası geç gelecekmiş gibi görünüyordu. Yatağa oturdu ve yünü bir atkı şeklinde örmeye başladı.

"Bu da ne?"

Bir noktada Hugo içeri girmiş ve elindeki örgüyü dikkatle izliyordu. Lucia kendini tamamen örgüye kaptırmıştı ve içeri girdiğinde onu fark etmemişti.

Hızla toparlayıp malzemeleri sepete yerleştirdi.

"Örgü. Atkı örüyorum. Damian'a göndermek istiyorum."

Yün örgü atkı. Hugo için asla gerekli olmayan bir eşyaydı. Soğuğa karşı hassas değildi, bu yüzden çocuklar için bir atkı bir yana dursun, kışın bile özel kışlık giysiler giymiyordu. Belki de hediyeyi alan Damian bile bunu takmak için bilinçli bir çaba sarf etmek zorunda kalacaktı.

Kırmızı zemin üzerine beyaz desen seçimi, Lucia'nın Damian'a ne denli küçük bir çocuk gibi davrandığını gösteriyordu. Hugo çocuk için biraz üzüldü ama Damian'ın onu kış boyunca giymekten başka seçeneği yoktu.

Çocuğun gerçekten onu giydiğinden emin olmak için Hugo'nun çocuğun yanına yerleştirilmiş eskortu kontrol etmesi gerekecekti. Hugo, aklında kötü düşünceler barındırıyordu.

Hugo bir atkı istemese de, bakışlarını Lucia'nın yün örgü sepetini yatağın altına yerleştirmek için hareket ettiği yerden kaldıramadı. Damian'ı gönderdi, bedava bonus olarak bebek tilkiden kurtuldu ama, düşündüğü gibi karısı tamamen onun olmaya geri dönmedi.

Neden dikkatini verebileceği bu kadar çok şey olduğunu bilmiyordu. Çocuktan bir mektup aldığında, birkaç gün boyunca bariz bir heyecanla doluyordu.

'Çocuğun annesi olmadan önce, o benim kadınım.'

Damian'ın üzerine verdiği ilgiden memnun değildi. Tam olarak kelimelere dökemediği için içten homurdandı. Üstelik, ona hala çocukluk adını söylememişti.

'Ama ben sana sırrımı söyledim. Gerçi hepsi olmasa da.'

Bir takas olması gerekmiyordu ama…

'Neden o çocuk Damian biliyor da ben bilmiyorum?'

O çocuğun hangi noktada kendisinden daha iyi olduğunu asla anlayamadı.

''Örgü örmeyi küçükken mi öğrendin?''

Son zamanlarda Hugo, Lucia'ya çocukluğuyla ilgili sormak zorunda olduğu her fırsatı kullandı. Çocukluk adını doğrudan onun ağzından duymaya inatla kararlıydı. Peşinen sormak istemiyordu çünkü ona kişisel olarak söyleseydi, bunun ona kalbini bir dereceye kadar açtığının kanıtı olacağını hissetti.

"Evet. Bu yüzden yeteneğim o kadar da iyi değil. Annemi kenardan rastgele gözlemleyerek öğrendim.''

"Gençken annenle yalnız yaşadığını söylemiştin, değil mi?"

"Evet. Ben saraya girene kadar.''

''Öyleyse annen… o…''

Hugo biraz tereddüt etti ve ardından üstü örtülü bir soru sordu.

''Genellikle… nasıl çağrılırdın? Annen tarafından…''

Bu aldatma sayılmazdı. Sonuçta çocukluk adının ne olduğunu doğrudan sormadı.

"Çocukken adımı seslenmek yerine bana bebeğim, tatlım ya da kızım derdi."

Hugo'nun annesinin şefkatini hissederek büyümediğinden, muhtemelen normal anne-çocuk ilişkilerini merak ettiğinden bunları sorduğunu düşündü. Kendi annesiyle olan anılarını hatırlayınca Lucia'nın yüzünde bir gülümseme belirdi.

Bugün de, ipucu kapmaya çalıştığı soruları başarısız oldu. Hugo hayal kırıklığına uğramış bir şekilde içini çekti.

"Ah, seninle teyit etmek istediğim bir şey var. Bana verdiğin sözü unutmadın, değil mi? Bahçe partisinin meselelerine karışmayacağına dair verdiğin söz." (Lucia)

"Unutmadım."

"Gerçekten mi?"

"Tabii ki."

Hugo kendinden emin bir şekilde cevap verdi. Vicdanında tek bir şey yoktu. Vasallarını çağırmak ve onlara evlerini denetlemek için daha fazla çaba göstermelerini söylemek, üstün bir öğüt verme yeteneği içinde yeterince iyiydi.

Cevaplarında hiçbir tereddüt yoktu, bu yüzden Lucia ona inandı. Kocası onun için Galler Kontesi'nden daha güvenilirdi.

"Garip bir şey duydum ama sanırım asılsız bir söylentiydi."

"Ne söylentisi?"

"Bahçe partisi yüzünden Galler Kontu'nun üst düzey işletmelerine bir darbe vurduğun söyleniyor. Böyle bir şey. Ama durumun böyle olmasına imkan yok. Ne de olsa özel ve kamusal meseleleri birbirinden tamamen ayıran birisin."

"…Tabii ki."

Hugo'nun vicdanında gerçekten hiçbir şey yoktu. Her ne kadar zehirlenme vakasının neden olduğu sorun nedeniyle üst taraf iki, üç kez kapsamlı bir şekilde soruşturulsa da bu resmi bir meseleydi. Mevzunun asıl sahibinin Galler Kontu olması sadece ek bir avantajdı. Buna rağmen, Hugo tereddüt etmeden cevap veremedi. Lucia, onun yüzünde uçuşan ekşi ifadeyi yakalayamadı.

Bundan kısa bir süre sonra, Galler Kontu ailesinin üst düzey işletmeleri, sürekli bir soruşturmanın ardından beraat etti.

Başlangıçta uygulanan vergi eskisi gibiydi, ancak yeni yıl gelmeden önce üst düzeydeki faaliyetlere devam edebilmek şükredecek bir şeydi.

Taran Dükü'nün Düşes'in arkasında durduğu söylentisi artık kuzey sosyal çevrelerinde yerleşik bir teoriye dönüşüyordu.

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

 Under The Oak Tree 

(2. Kitap 11. Bölüm)

Max onu elleriyle aldı, ateş mana taşından yapılmış küçük bir el ısıtıcısıydı. Alex utangaç bir şekilde konuşurken burnunun kemerini ovuşturdu.

"Buraya geri gelmeyi düşünmüyorsun değil mi? Bu bir veda hediyesi."

''…Teşekkür ederim, Alex.''

Max garip bir şekilde ifade etti. O anda orada edindiği arkadaşlarına veda etmesi gerektiğini anladı. Ona bakan ikizler, şaşkınlık içinde orada dururken sırayla Max'in omzuna dokundular.

"Sağlıklı ol. Kendine dikkat et. Fırsatın olursa, lütfen bize bir mektup gönder.''

"Kesinlikle iletişim halinde olacağım. Herkes kendisine iyi baksın… ve iyi olun. Her şey için teşekkürler."

"Eğer minnettarsan, bu kadarı yeterli."

İkizler kibirli bir şekilde atıştı ve kendi kız kardeşlerini dırdır etmeye gittiler. Bu arada Max, onu uğurlamaya gelen diğer stajyerlere veda etti. Bir süre sonra vagonlar birbiri ardına hareket etmeye başladı. Max pencereden dışarı eğildi ve bakımlı bahçeye, garip aletlerle çevrili geniş avluya ve puslu sisin içinde dimdik duran devasa kulelere baktı. Ayrılınca rahatlayacağını düşünse de beklenmedik bir şekilde yalnız hissetti ve kalbinin bir köşesinde bir boşluk oluştu. Riftan'a karşı hissettiği suçluluk yüzünden adaya karşı sevgi beslememek için kendine empoze etmişti ama sonunda, inkar edilemez bir şekilde burada kalmaktan hoşlanmaya başlamıştı.

Max, uzaklaştıkça yavaş yavaş sönen kulelere bakarken acı acı mırıldandı. ''… Tüm bu vakit boyunca ki her şey  için teşekkür ederim.''

***

Denizdeki yolculukları sorunsuz geçti. İlk gün dalgaların gemilerine sertçe vurması deniz tutmasına neden olmasına rağmen, akşam olduğunda deniz sakinleşti. Max, sisli gökyüzüne ve beyaz köpüklerle kaplı karanlık denize bakmak için güverteye çıktı, sonra kamarasında büyü kitapları okuyarak zaman geçirdi. Dünya Kulesi'ne geldiğinden beri ilk kez boş zamanı vardı ama ne rahatlamış ne de tatmin olmuş hissediyordu. Gemileri ilerlerken, içinde bir endişenin arttığını hissetti. Evet, Riftan'la yeniden bir araya gelmek için elinden geleni yapacaktı ama o an yaklaştıkça, kaçma dürtüsü peşini bırakmadı.

Anatol'dan ayrılmadan önceki gün aralarında geçen konuşma zihninde canlandı. Riftan'ın ona tutunabilmesi için sıkıca kendine sakladığı bir zayıflığını ortaya çıkardığını fark etmesi uzun sürmedi. Ancak onun yaptığı şey ise ona sırtını dönüp odadan çıkmak oldu ve ayrıldığı gün Riftan onu görmeye gelmedi. O gün aklına geldiğinde Max kalbinin kırıldığını hissetti. Riftan'ın ifadesi, gözlerindeki ışık, sesi, her şey onu bir gün önce görmüş gibi canlıydı. Onu asla affetmeyeceği aklına her geldiğinde korku iliklerine işliyordu ama öte yandan gitmekten başka çaresi olmadığını anlamadığı için de Riftan'a içerliyordu.

"Hava kararıyor."

Düşüncelere dalmış olan Max, Annette'in kasvetli ses tonuna kapıldı. Kız, bir kase yulaf lapasını karıştırıp derin bir iç çektikten sonra, yuvarlak gemi penceresinden denize bakarken kül rengi bir yüzle yatağın üzerine oturdu.

"Sanırım yakında kar yağacak. Bu dinlenme mevsimi gerçekten garip. Güney denizinin ortasındayız, henüz sıcaklığın bu kadar düşmesinin zamanı değil ama şimdiden karla karışık yağmur var…''

"Dalgalar sertleşecek mi?" Max, gri, bulutlu gökyüzüne bakarken sordu.

Annette bunu düşünmek bile onu titretiyormuş gibi kaşlarını çattı. "İçtenlikle umuyorum ki bu olmaz. Bu kahrolası gemi ilk günkü kadar sallanırsa denize atlayıp yüzmeyi tercih ederim.''

Yarısı boş yulaf lapasını yatağının yanına koydu ve kendini yatağa attı. Annette ve Armin, belki de insanları dağlarda kazılmış tünellerde yaşayan ataları nedeniyle, bir gemide yaşama pek alışamadılar. Ne yazık ki, Annete'nin çaresiz duası duyulmadı. O akşamdan itibaren dalgalar daha da sertleşti ve gemi şiddetle sallanmaya başladı. Annette yatağa yattı ve bir dizi inilti kusarken, Max'in endişeli kedisi yatağın altına girdi ve çok uzun bir süre çıkmadı. Kötü hava birkaç gün sürdü. Deniz bir an için sakinleşse bile, sonrasında tekrar tekrar çalkantılı olurdu. Rüzgarlar da gün geçtikçe şiddetlendi. Bir gemide olmaya biraz alışık olan Max bile deniz tutması hissetti. Baş dönmesi ağırlaşınca kitap okumayı bıraktı ve yatağına kıvrılıp denizin sakinleşmesi için dua etti. Neyse ki, çalkantılı deniz, yelken için şansa hizmet etmiş gibi görünüyordu. Ertesi sabah erkenden bir denizci kapılarını çaldı ve neşeli bir sesle haykırdı.

''Öğle saatlerinde Anatolium Limanı'na varmayı bekliyoruz. Gemiden ayrılmaya hazırlanın.''

"Şi-şimdiden mi?"

Kabin yatağından kalkarken Max, bütün varlığının bir anda uyandığını hissederek gözlerini ovuşturdu. Şaşırmış ifadesi ile denizci daha sonra parlak bir şekilde konuştu.

''Sert rüzgarlar sayesinde gemi beklenenden bir hafta önce geldi. Gerçekten hızlı bir yolculuk için bir rekor bu. Görünüşe göre Tanrı büyücüleri kutsamış.''

Zayıf ve bitkin bir halde yatakta yatan Annette, denizcinin sözlerine itiraz ediyormuş gibi bir homurtu çıkardı. Max acı acı gülümsedi ve denizciye küçük bir madeni para uzattı.

"Sorduğum için üzgünüm ama valizlerimizi güverteye taşımaya yardım eder misiniz?"

"Tabii ki."

Çocuk parlak bir şekilde cevap verdi ve odanın bir köşesine yığılmış bavullarıyla dışarı çıktı. Max daha sonra su ısıtıcısından gelen suyla temiz bir havluyu ıslattı ve yüzünü sildi. Sonra en temiz elbisesini giydi, çantasından bir şişe güzel kokulu yağ çıkardı, kuru saçına ince bir tabaka halinde sürdü, sonra parlayana kadar onları fırçaladı.

Yataktan güçlükle kalktıktan sonra üstünü değiştiren Annenette, Max'i görünce dilini şaklattı.

"Süslü bir yere mi gidiyorsun? Neden tam takır giyindin?"

''…Çünkü keyfim yerinde olmayalı uzun zaman oldu.''

Max utangaç bir şekilde sözlerini tükürürken ve saçlarını düzgünce örerken kızardı. Annette beline her türlü büyülü aletin asılı olduğu bir kemer taktı, ardından iki kat pelerin giydi. Bu yetmezmiş gibi yün bir şapka, kürk çizmeler ve eldivenler giydi. Max ondan daha az giyindi ama en kalın çoraplarını çıkardı ve bir yünlü ceket giydi. Sıcaklık son birkaç günden beri düşmüştü ve içeride bile konuştuklarında nefesi buğulandı; geceleri uyurken kedisiyle birlikte kalın bir battaniyenin altına kıvrılmak zorunda kalıyordu. Max, ceketinin içine küçük bir deri kese astı ve Roy'un yanına sımsıkı tutunabilmesi için Roy'u içine soktu. Kemerine cepler dolusu eşya asan Annette manzara karşısında kaşlarını çattı.

"Karışmak istemem ama... onu bir yolculuğa çıkarmanın pratik olmadığını biliyorsun, değil mi?"

"Tabiki! Roy'u o kadar uzağa götürmeye hiç niyetim yok. Merak etme, onunla ilgilenecek birini bulacağım."

Roy'u ne kadar önemsediğinin farkında olan Annette tek kaşını kaldırdı ama kediyi kime emanet etmeyi planladığını daha fazla sorgulamadı. Çok geçmeden güverteye çıktılar. Rüzgarlar her yönden sert esmesine rağmen, gökyüzünde tek bir bulut yoktu. Korkulukların önünde durmuş, kargo taşıyan meşgul mürettebatın arasından süzülerek geçmişti. Gümüşi ufukların ötesinde, düzinelerce geminin demirlediği muhteşem bir liman vardı.

Manzara netleşirken Max gözlerini kırptı. O ayrıldığında, Anatolium Limanı'nda sadece birkaç büyük bina, depo ve büyük rıhtım vardı. Birçok gemi vardı, ancak rıhtım dışında yollar iyi döşenmemişti ve vatandaşlar için yeterli konut yoktu. Ancak şimdi önlerinde uzanan Anatolium limanı, Levan limanına benzer bir büyüklüğe sahipti. Max ufkun ötesinde ne gördüğünden şüphe etti ve yanından geçen denizcilerden birini yakaladı.

"Bu geminin... Anatolium Limanı'na yanaşması gerekmiyor muydu?"

"Doğru, Büyücü Bayan. Orası Anatolium Limanı."

Denizci gülümseyerek cevap verdi. Max kafası karışmış bir ifadeyle limana baktı. Tekne rıhtıma ulaştığında, mürettebat gemiyi sıkıca demirledi ve bir yol açmak için altındaki uzun tahtaları indirdi. Diğer büyücülerle birlikte gemiden inerken her yere baktı. Anatol'un günün birinde Whedon'un başlıca ticaret şehirlerinden biri olacağından asla şüphe duymamıştı: burası potansiyelle dolu bir yerdi ve Riftan, bölgeyi canlandırmak için herkesten daha çok çalıştı. Ama yine de, sadece iki yıl, üç mevsim geçmişti.

"Bu harika. Anatol'un canlanışını duymuştum ama bu kadar harika olmasını beklemiyordum."

Yanında yürüyen Annette bir ıslık çaldı. Max, yüzünde şaşkın bir ifadeyle iskele boyunca sıralanan taş binalara baktı. Sokaklar egzotik kıyafetli insanlarla doluydu ve yüklenmeyi bekleyen arabalar sokaklarda sıralanmıştı. Geçen kış sezonunda kaç tüccar gelmişti? Max limanda sıralanan gemilere baktı, tamamen bunalmıştı. Çoğu güney kıtasından gelen gemiler gibi görünüyordu, ancak nadiren Livadon, Dristan ve Arex'in bayraklarını taşıyan gemiler vardı. Yükleri Rakasim bayrağını taşıyan bir gemiye yükleniyordu ve güney tüccarlarından ve yedi krallığın her yerinden gelen yükler limana giriyordu.

Tüccarlar geniş bir alanda bir ateşin etrafında oturmuş, hararetli görüşmeler ve pazarlıklar yapıyordu. Müzakereler yapıldıktan sonra, vergi tahsildarı buna göre onlardan vergi toplardı. Büyücülerin gözleri, değiş tokuş edilen muazzam altının görüntüsüyle büyüdü. Olayı izleyen Calto, tüccarlara yaklaştı ve bir araba satın alıp alamayacağını sordu. Anatol tüccarı olduğu anlaşılan bir adam, onlara isteyerek birkaç işçi ve bir vagon verdi, sonra yanlarında getirdikleri her şeyi vagona yüklediler. Şehir yöneticisine Dünya Kulesi'nin büyücüleri olduklarını kanıtlayan küçük bir madalya gösterdikten sonra iskeleden ayrıldılar.

Ç/N: Riftan Anadolu topraklarını Avrupa'nın (Özellikle Almanya) kıskandığı bir yer haline getirmiş demek  ¬‿¬

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm

 Lucia - 49.2 Bölüm 

Doğru & Yanlış (4)

Öğleden sonra, Kaptan Elliot bir rapor sundu. İçeriği, bir salgınla karıştırılan geçmiş zehirlenme olayıyla ilgiliydi. Olay sorunsuz çözülmüştü.

Sorunun kökünü bulup araştırdıktan sonra, hiçbir kötü niyet belirtisi yoktu. Elde edilen tüm mantarlar toplanarak imha edildi. Sorumlu üst düzey kişi, ağır ihmal nedeniyle ceza olarak büyük miktarda para cezasına çarptırılacaktı.

''Başka köylerden zarar gören var mı?''

''Erken aşamada keşfedilen iki köy dışında henüz yok. Üst seviyeler daha çok incelendiği için ileride daha fazla zarar olacağını zannetmiyorum.''

Raporda olayın kesinleşmesi için Hugo'dan onay isteniyordu. Sorunun temelindeki en üstteki kişi soruşturma altındaydı ve ayakları bağlıydı.

Hugo onay verirse, asıl figür tazminat artı para cezası ödemek zorunda kalacak ve faaliyetlerini üst seviyelerde yeniden başlatabilecekti.

Bu, asıl kişiden şikayet etmeden ve daha fazla sorun beklemeden önemli miktarda para ödemesini istemekle hemen hemen aynıydı.

Ancak Hugo'nun gözüne belirli bir ismin girmesi, ticaret onayının gelmesini bekleyen en büyük rakam için talihsizliğin başlangıcı oldu.

"…Galler? Asıl sahibi Galler Kontu mu?''

"Evet."

Üst düzey işlerin sahibi kim olursa olsun ticaret hukukuyla çözülmesi kuraldı. Bir ticari işlem sorunu para ile çözülür ve mal sahibi iflas etmediği sürece sahibinin ailesine hiçbir sorumluluk verilmezdi.

Hugo'nun artık tepedeki kişinin adını biliyor olması, endişelenmeye gerek olmamasıyla ilgiliydi.

Hugo'nun gözlerinde karanlık bir kıvılcım yandı. Karısının ağlayan figürünü gördüğü için, bahçe partisi olayının elebaşına karşı büyük bir kin beslemişti. Karısının tekrar tekrar yalvarması nedeniyle müdahale edemedi, bu yüzden canı sıkkın hissetti. Sonunda bir davaya denk geldiğinden, uzun zamandır beklenen fırsata inatla sarıldı.

Şu ya da bu yol aracılığıyla, bahçe partisi olayını nispeten iyi ayrıntılarla biliyordu. Doğal olarak, o zamanki liderin Galler Kontesi olduğunu da biliyordu. Tam yaşlı yılanı nasıl uyaracağını düşünürken inanılmaz bir olaya yakalanmıştı.

Hugo ciddi bir ifadeyle emretti.

"Bu dava hafife alınamaz."

"O zaman…"

''Korkarım bu işin arkasında belli bir niyet olduğu düşüncesini silemiyorum. Ödenen vergiler de dahil olmak üzere geçmiş işlem ayrıntılarını iyice araştırın.''

"İyice derken..."

"En ince ayrıntısına kadar. Altını üstüne getirin."

Elliot tipik bir şövalyeydi, entrikalara veya hilelere karşı duyarsızdı, ancak bu konuda Lord'u, dikkat etmesi gereken bir şey fark etmiş gibiydi.

Nedenini bilmiyordu ama bu öne çıkan figür kesinlikle Lord'u tarafından işaretlenmişti. Elliot bir şekilde anlayışlı hissetti.

"Anlaşıldı. İyice araştıracağım.''

Dük'e yakın mesafede yardımcı olan astlar, Dük'ün karakterine oldukça aşinaydı. Dük kesinlikle cömert ve erdemli bir insan değildi. Çoğu durumda kayıtsızdı, ancak bir şeye kilitlenip onu kazmaya başladığında, ısrarcı ve inatçı olmaya daha yakındı.

Başka bir deyişle, uzun süre kin beslerdi.

* * *

Damian'ın Akademi'ye gitmesinin üzerinden bir buçuk ay geçmişti. Damian daha gideli çok olmamışken, Lucia ona bir mektup yazmış ve yaklaşık 20 gün sonra ondan bir yanıt almıştı.

Lucia bugün kendisine gönderdiği ikinci mektuba yanıt aldı. Zarfı açarken Lucia'nın kalbi sıkıştı. Sayfalar dolusu içerik dışarı döküldü.  Lucia mektubun 'Anneme' ile başlayan ilk satırını okuduğunda titredi ve mektubu göğsüne bastırdı.

Mektubu adım adım okurken, yüzü gülücüklerle dolup taştı. Mektubun içeriği bir tür rapor gibi görünüyordu. Derste neler öğretildi, neler yedi, kimlerle sohbet etti.

Lucia, çok az duygu ifade eden katı içerikleri okurken mutlu hissetti. Çocuğun geçim kaynağını görebileceğini hissetti.

- Gün soğuyor. Sağlığına dikkat et. Saygılarımla, Damian.

Uzun mektup sona erdiğinde, Lucia büyük bir pişmanlık hissetti.

"İyi görünüyor, buna sevindim."

Yılın sonu yaklaşıyordu, bu yüzden Lucia, Damian'a göndermek için bir hediye hazırlıyordu.

"Leydim, bir misafir sizi görmek istiyor."

Bir hizmetçi ona haber verdi. Gelen Leydi Milton olsaydı, hizmetçi onun misafir olduğunu söylemezdi.

"Bir konuk? Kim?"

"Bu Galler Kontesi."

Lucia kaşlarını hafifçe çattı. Galler Kontesi'nin neden bir kabalık yapıp aniden onu bulmaya geldiğini bilmiyordu. Onu geri göndermeyi düşündü ama sonunda Kontes'in ne işi olduğunu dinlemeye ve eğer saçmalarsa onu kovmaya karar verdi.

Hizmetçi çay ikram etti. Lucia, Jerome'u çağırmadı. Jerome'un hazırladığı lezzetli çayı Galler Kontesi'ne sunmak istemedi. Biraz soğuk bir tavırla oturan Lucia'nın aksine, Galler Kontesi korkmuş görünüyordu. Görmedikleri zaman içinde, kadının yüzü oldukça bitkin bir hal almıştı.

Belki soğuk algınlığı? Lucia, Kontes'in önceki bahçe partisinden çok farklı ten renginden şüpheleniyordu.

"Sizi buraya ne getirdi?" (Lucia)

"Birdenbire böyle bir görüşme talep etmem kabalıktı. Bu arada Düşes nasıllar?"

"İyi olmamam için hiçbir sebep yok. Açıkçası, Kontes'ten memnun değilim. Büyük ölçekte hazırlanan ilk partimdi. Elbette, hanımefendi, bu şekilde sonlanmasında büyük bir sorumluluğu olduğunu inkar etmiyordur?"

"Ne söyleyebilirim? İnsan yaşlanınca, bazen yargılama yeteneği düşer. Bu konuyu cömertçe hoş görmeniz umuduyla Düşes'i bulmaya geldim."

Kasıtlı olarak güçlü görünen Lucia, Kontes'in alçakgönüllü davranışı karşısında buz gibi ifadesini zayıflattı.

"Bugünkü ziyaret bununla mı ilgili?"

"Evet. Özür dilemeye geldim."

Lucia, Galler Kontesi'nin kendini böyle uysalca alçaltacağını bilmiyordu. Kontes daha yaşlı ve çevrelerin önde gelen isimlerinden biri olduğu için, Lucia kafa kafaya bir çatışmaya girmek yerine yavaş yavaş baskı uygulamaya çalıştı.

'Burada bir tuhaflık var...'

Diğer hanımların oldukça sıra dışı korkutucu tavırları şimdiden zihnine ağırlık vermeye başlamıştı ve Galler Kontesi bile böyle olduğuna göre, belki de gözden kaçırdığı bir şey vardı.

"Eğer gerçekten istediğiniz buysa, anlıyorum. Kontes'in özrünü kabul edeceğim. Ancak bugün uzun uzun konuşmak istemiyorum.'' (Lucia)

"Ah... ben..."

"Daha söyleyecekleriniz var mı?"

"Düşes'e... içtenlikle istemek istediğim bir şey var..."

Bir istek? Gerçekten, ne kadar utanmaz. Lucia alaycı bir şekilde kendi kendine güldü. Her halükarda, Galler Kontesi onu uysal ve saf bir çocuk olarak görüyordu. Lucia hiçbir şey yapmayacak kadar iyi bir kız değildi. İnsanlarla ilişkilerinde oldukça soğuk bir yanı vardı.

''Şahsi özel istek almıyorum.''

"Özel bir istek değil, Düşes. Lütfen Majesteleri Dük'ün öfkesini hafifletin."

"Neden bahsettiğinizi bilmiyorum."

Kontes, ailesinin sahip olduğu üst makamların şu anda zorluklarla karşılaştığını ortaya çıkardı. Açıklama uzundu ve çoğunlukla kendini haklı çıkardı. Ancak, sıkışık hikayeden Lucia kilit noktayı kavradı.

''Üst bir gaf yaptı ve cezalandırıldı. Şimdi kişisel duygularınızı Majesteleri Dük'ün resmi işiyle mi ilişkilendiriyorsunuz?"

"Hayır. Hayır. Suçu reddetmiyorum. Dük'ün gerçekten de iş ve zevki birbirinden ayıran mükemmel bir insan olduğunu biliyorum. Ama o biraz katı, bu yüzden sizden biraz merhamet etmenizi istiyorum. Lütfen bu yaşlıyı prensiplere aykırı bir şekilde aceleyle geldiği için bağışlayın.''

Galler Kontesi gittikten sonra Lucia derin düşüncelere daldı. Her şeyden önce, cezalandırılan açısından, cömert bir ceza mevcut değildi. Söyleyebileceğine göre, suç masum bir adamda bulunmamıştı.

Suçun cezalandırılması, Kuzey'de düzenin gözetmeni olan Taran Dükü'nün yetkisi dahilindeydi.

Belki de kendisi yüzünden kocasının onları aşırı cezalandırdığı düşüncesi aklından bir an olsun geçmedi. Lucia bu kadar kibirli değildi.

'Yani altındaki insanlara karşı oldukça katı.'

Lucia, onun bu yanını hiç görmediği için bunu hayal edemiyordu. Her halükarda, hanımların son zamanlarda ruh haline bu kadar dikkat etmelerinin nedeni de bu olmalıydı. Belki de son zamanlarda birkaç kez kocasının katı tarafına denk geldiler.

Lucia laf açılırsa sormak için bunu kafasına dosyaladı. Gerçekten bu konuyu ciddiye almadı.

Önceki Bölüm                                                                                                 Sonraki Bölüm